Ana Sayfa Blog Sayfa 158

Rapor: Her gün bir milyar ton gıda çöpe atılırken milyonlarca kişi açlık çekiyor

Dünya genelinde 730 milyondan fazla insan açlık içinde yaşamasına rağmen, zengin ülkelerde olduğu kadar yoksul ülkelerde de her gün bir milyardan fazla öğün çöpe atılıyor.

Birleşmiş Milletler’in (BM) dün (27 Mart) yayınladığı  Gıda İsrafı Endeksi raporuna göre, gıdaların yaklaşık beşte biri, bazen savurganlık ya da kötü planlama, bazen de soğutma ya da depolamaya erişim eksikliği nedeniyle israf ediliyor ve bunun küresel maliyeti yılda yaklaşık 1 milyon dolar.

Dünyadaki gıda israfının büyük bir kısmından -yılda çöpe atılan 1 milyar ton gıdanın yaklaşık yüzde 60’ından- haneler sorumlu tutuluyor. Ancak ticari gıda sistemleri de buna önemli bir katkı sağlıyor: Mevcut son verilere göre 2022’de, gıda hizmetleri atıkların yüzde 28’ini, perakende ise yaklaşık yüzde 12’sini oluşturdu.

Fotoğraf: Christian Mang/Reuters

Bu rakamlar, gıda tedarik zincirinde, tarla ile pazar arasında, genellikle yenilebilir gıdaların reddedilmesi veya bozulması nedeniyle kaybolan yüzde 13’lük ek bir gıda miktarını içeriyor.

İsraf iklim ve biyoçeşitlilik krizlerini de besliyor

Bu israf sadece doğal kaynakları israf etmekle kalmıyor, aynı zamanda iklim ve biyoçeşitlilik krizlerini de pekiştiriyor. Ayrıca söz konusu israf küresel sera gazı emisyonlarının yaklaşık yüzde 10’unu oluşturuyor ve dünyadaki tarım alanlarının dörtte birinden fazlası daha sonra israf edilen gıdaların üretimine ayrıldığı için vahşi yaşamı yoğun tarımdan uzaklaştırıyor.

‘Dünya genelinde gıdalar israf edildiği için bugün milyonlarca insan aç kalacak’

Raporu Birleşik Krallık’ın Atık ve Kaynaklar Eylem Programı (Wrap) ile birlikte kaleme alan BM Çevre Programı İcra Direktörü Inger Andersen, gıda israfını “küresel bir trajedi” olarak nitelendirdi.

Andersen, bu durumu insanların üçte birinin gelecekteki öğünlerinin nereden geleceğinden emin olamadan gıda güvensizliği ile karşı karşıya olduğu gerçeği ile karşılaştırdı ve şunları dile getirdi:

“Dünya genelinde gıdalar israf edildiği için bugün milyonlarca insan aç kalacak. Bu yalnızca önemli bir kalkınma sorunu olmakla kalmıyor, aynı zamanda bu tür gereksiz israfın etkileri iklim ve doğa üzerinde önemli maliyetlere neden oluyor.”

Ne yazık ki günümüz dünyasında çok az ülkenin gıda israfını azaltmaya yönelik planları bulunuyor ve çoğu karbon emisyonlarını azaltmaya yönelik önerilerine bu konuyu dahil etmiyor.

BM artık 100’den fazla ülkeden güvenilir veriye sahip olduğunu bildirdi. Öte yandan BM bu verilerin, araştırmacıların gıda israfının küresel bir sorun olduğunu, israfın gelişmekte olan ülkelerin yanı sıra müsrif zengin dünyayı da etkilediğini kesin bir dille söyleyebilmelerini sağladığını duyurdu.

Sıcak ülkelerde daha fazla gıdanın çöpe atıldığı belirtilirken; bu durumun gıdaların daha yüksek sıcaklıklarda bozulmasının daha kısa sürmesi, soğutmaya erişimin olmaması ve yenmeyen kısımları daha fazla olan taze gıdaların daha fazla tüketilmesini yansıtabileceği aktarılıyor.

Ayrıca buna göre daha yoksul haneler de daha yüksek gelire sahip olanlardan çok daha düşük olmayan bir oranda gıdayı çöpe atma eğiliminde: Yoksul haneler, daha zengin hanelere kıyasla yılda kişi başına ortalama yedi kg daha az atıktan sorumlular. Bu durum, yeterli soğutmaya ve depolamaya erişim eksikliği, daha düşük kaliteli gıdalara bağımlılık ve besleyici yemekler yapmak için zaman yetersizliği gibi birçok faktörü yansıtıyor olabilir.

‘Gıda güvenliğinin, iklimimiz ve cüzdanlarımız üzerindeki muazzam etkisi…’

Guardian‘dan Fiona Harvey‘in aktardığına göre; Wrap‘in CEO’su Harriet Lamb, ülkeleri harekete geçmeye çağırarak “Kıtalar ve tedarik zincirleri arasında daha fazla eşgüdümlü eyleme ihtiyacımız var. İster hayırsever, ister iş dünyası, isterse hükümet olsun, aktörler gıda israfının gıda güvenliği, iklimimiz ve cüzdanlarımız üzerindeki muazzam etkisini ele alan programların arkasında toplanmalıdır” dedi.

Dünya genelinde yılda kişi başına yaklaşık 79 kg gıda israf ediliyor. Ancak aralarında Birleşik Krallık, Avustralya, Endonezya, Meksika ve Güney Afrika‘nın da bulunduğu bazı ülkelerde gıda israfı 2007’den bu yana önemli ölçüde azaltıldı.

Japonya gıda israfını neredeyse üçte bir oranında, Birleşik Krallık ise yaklaşık yüzde 18 oranında azalttı.

‘Daha güçlü gıda israfı politikaları geliştirmeliyiz’

Küresel Gıda Bankacılığı Ağı İcra Kurulu Başkanı Lisa Moon, perakendecileri ve gıda üreticilerini, israfı azaltmak ve açlık ve hayat pahalılığı krizleriyle mücadele etmek için gıda bankalarıyla daha yakın çalışmaya çağırdı:

 “Gıda bankacılığı, gıda kaybını ve israfını azaltmada önemli ve benzersiz bir modeldir, çünkü gıda bankaları sadece sağlıklı gıdaları kurtarmak için çiftlikler, üreticiler, perakendeciler ve gıda hizmetleriyle çalışmakla kalmaz, aynı zamanda gıdanın gıda güvensizliği ile karşı karşıya olan insanların sofralarına ulaşmasını da sağlar. İnsanları ve gezegeni besleyen gıda sistemleri oluşturmak için toplum öncülüğündeki çözümlere yatırım yapmaya devam etmeli ve daha güçlü gıda israfı politikaları geliştirmeliyiz.”

 

Agrobay işçisi kadınlar haklarını aldı: Kazanımla geldik, zafer yakın

Kadın işçilerin öncülüğünde şekillenen Agrobay Seracılık‘taki mücadele, içeride kalan maaş ve yıllık izin ücretlerinin ödenmesiyle ilk önemli kazanımını elde etti.

Agrobay Seracılık’ta sendikaya üye olmanın bedelini ağır bir şekilde ödeyen işçiler, işten çıkarılmalarının ardından maaş, izin, mesai hakları ve tazminatlarını alabilmek için uzun bir hukuk mücadelesi başlatmıştı. Bu süreç, işçilerin kod 46 ile işten çıkarılmasının ardından, haklarını arama kararlılığıyla devam etti. Aylardır süren bu direniş, sonunda ilk meyvesini verdi.

Yedi ayı aşkın süren mücadele, çeşitli girişimler ve Ankara‘ya yapılan yürüyüşle yeni bir boyut kazandı. 18 Mart’ta Bergama‘dan başlayan ve 25 Mart’ta Ankara’ya ulaşan yürüyüş, Çalışma Bakanlığı ve siyasi partilerle görüşmelerin kapısını araladı. Agrobay yönetimiyle yapılan görüşmeler sonucunda, işçilerin avukatı ile şirketin avukatı arasında bir mutabakat sağlandı ve işçilerin alacaklarına dair hesaplamalar şirkete iletilerek, ödeme süreci başlatıldı.

Agrobay işçileri hesap sormak için Ankara yolunda: Suçumuz fakir olmak herhalde
Agrobay işçilerinin Ankara yürüyüşü 2. gününde: Sadaka değil, emeğimi istiyorum
Agrobay işçilerinin Ankara Yürüyüşü yağmur altında 3’üncü gününde

Bugün (28 Mart) itibarıyla, işçilerin Ağustos ayı maaşları ve yıllık izin hakları ödenmiş durumda. Bu kazanım, işçilerin aylarca süren direnişinin, toplumsal desteğin ve haysiyetli duruşunun bir sonucu olarak kaydedildi. Agrobay işçileri, karşılaştıkları sayısız zorluğa rağmen, birlikte hareket ederek ve kararlılıkla mücadele ederek, bitti denilen noktada önemli bir zafer elde etti.

Kalan alacaklar için süreç hala devam ediyor, ancak bu ilk kazanım, işçilerin mücadelesinin boşa olmadığını ve kamuoyunun desteğiyle birlikte daha fazla hak elde edilebileceğini gösteriyor.

Afşin’deki termik santralin kapasite artışı masada: 17 bin 500 erken ölüme neden olmuştu

Kahramanmaraş’taki Afşin Elbistan A Termik Santrali‘ne ilave iki ünite daha açılması için hazırlanan projenin çevresel etki değerlendirmesi (ÇED) raporu, Ankara’da Çevre, Şehircilik ve İklim Değişikliği Bakanlığı’nın koordinasyonunda toplanacak İnceleme Değerlendirme Komisyonunda (İDK) 2 Nisan’da görüşülecek.

40 yıldır kömürün gölgesinde yaşayan Kahramanmaraş’ta bölgede yaşayanların sağlığına ve çevreye büyük zararlar vermesine rağmen kömürlü termik santrallerin kapasitesi genişletilmek isteniyor. Çelikler Holding Afşin Elbistan Elektrik Üretim ve Ticaret A.Ş.’ye ait Afşin A kömürlü termik santraline 688 MW kapasiteye sahip 2 ünite daha eklenmesi planlanıyor.

‘Bugüne kadar 17 bin 500 erken ölüme neden oldu’

Temiz Hava Hakkı Platformu tarafından konuya ilişkin yapılan açıklamada halihazırda Afşin A termik santralinin dört ünitesi, Afşin B kömürlü termik santralinin de dört ünitesi bulunduğu hatırlatılıyor. Ayrıca toplamda sekiz ünitede 2795 MW kapasite mevcut. Bu iki santralin, kuruluşlarından 2020’ye kadar 17 bin 500 erken ölüme neden olduğu da önceki raporda ortaya konmuştu.

Bölgede santrallerin yarattığı kirlilik düzenli olarak izlenmiyor. Örneğin Afşin’de Çevre Bakanlığı’nın hava kalitesi ölçüm istasyonu yok. Ancak kirliliği gözle görmek mümkün, kömürlü termik santrallerin bacalarından çıkan kül yeni yağmış karı kapkara bir renge boyuyor.

Elbistan’daki istasyonda ölçülen kirlilik ise çok yüksek. Çevre Bakanlığı’nın resmi verilerine göre ince partikül madde (PM2.5) değerlerinin yıllık ortalaması Dünya Sağlık Örgütü’nün önerdiği sınır değerlerin beş katı kadar (metreküpte 24,64 mikrogram).

Kaba partikül madde (PM10) ise yine Dünya Sağlık Örgütü’nün belirlediği sınır değerin 3,6 katı. (metreküpte 54 mikrogram). Partikül madde insanda kanser yapan 1. grup etmenler arasında sınıflandırılıyor.

Santrallerin etkisi bilimsel verilerle ortadayken kapasitesinin artırılmak istenmesi durumu daha da vahim gale getiriyor. Greenpeace‘in raporuna göre; Afşin A Santrali’ne eklenecek iki yeni ünite 1900 erken ölüme neden olacak.

Buna göre santralin salacağı partikül madde kirliliği, Karadeniz Bölgesi’ne kadar yayılacak. Sağlık Bakanlığı’na bağlı Elbistan Sağlık Grup Başkanlığı’nın kayıtları, Afşin A Santrali’nin açılışını takiben bölgedeki kanser vakalarının sekiz kat arttığını ortaya koyuyor.

‘Elbistan’da kanser olmayan ev yok’

Bölgede yaşayanlar Afşin A santraline ek iki tane daha ünite yapılması için hazırlanan ÇED raporu ile ilgili Nisan 2022’deki Halkın Katılım Toplantısına katılarak bu ek ünitelerin yapılmasıyla ilgili sorunları ve buna karşı olduğunu iletmişti.

Afşin – Elbistan Hayatı ve Doğayı Koruma Platformu’ndan Mehmet Dalkanat şöyle konuştu:

‘‘Elbistan’da kanser olmayan ev yok. Üstelik ne göçmen kuşlar geliyor buraya ne beş bin yıllık asmalar üzüm veriyor. Şimdi depremle birlikte insanımız da göç etmek zorunda kaldı. Deprem sonrası iki termik santral durunca biz on yıllardır ilk defa temiz bir havada baharın kokusunu alabilmiştik. Elbistan Ovası, Türkiye’nin dördüncü büyük ovası ve birinci sınıf tarım arazilerinden oluşuyor. Biz kömüre mahkum değiliz, afete dirençli kurulacak yeni kentimizde kömüre mahkum olmadan insanca yaşamak istiyoruz.’’

Yerel seçimler öncesi gençler ‘İklim Dostu Belediye Taahhütnamesi’ hazırladı

Yaklaşan yerel seçimler öncesinde, Türkiye‘nin dört bir yanından gençler, iklim değişikliğiyle mücadelede daha aktif roller üstlenmeleri için belediye başkanı adaylarına çağrıda bulunuyor. Geleceğe Dönüş ekibi ve Türkiye Genç İklim Hareketi‘nin öncülük ettiği bu çaba, adaylardan “İklim Dostu Belediye Taahhütnamesi”ni imzalamalarını talep ediyor.

Anketlere göre Türkiye’de yaşayanların yüzde 83’ü, iklim değişikliği konusunda ciddi endişeler taşıyor. Özellikle 18-32 yaş aralığındaki genç nüfus, yerel yönetimlerin bu konuda yeterli çaba göstermediğine inanıyor. Bu bağlamda, gençler İstanbul, Ankara, Kocaeli, İzmir, Çanakkale ve Edirne gibi şehirlerdeki adaylarla görüşerek, iklim krizine karşı etkin politikalar geliştirilmesi çağrısında bulunuyor.

iklim dostu belediye taahhütnamesi

“İklim Dostu Belediye Taahhütnamesi”ne göre, adaylar 2040 yılına kadar net sıfır emisyon hedefi, gençlerin karar alma süreçlerine dahil edilmesi, ulaşım sektöründe köklü değişiklikler yapılması, yeşil alanların artırılması, enerji verimliliğinin artırılması gibi bir dizi önlemi taahhüt ediyorlar. Bu taahhütler, kentlerin iklim değişikliğine karşı daha dirençli hale gelmesini ve sera gazı emisyonlarının azaltılmasını amaçlıyor.

Gençler tarafından yürütülen imza kampanyasına şu ana kadar 8 binden fazla kişi destek verdi. Bu kampanya, şiddetli yağışlar, kuraklık, sıcak hava dalgaları gibi iklim krizinin getirdiği zorluklara karşı kentlerin ve sakinlerinin nasıl korunacağına dair ciddi bir diyalog başlatıyor.

iklim dostu belediye taahhütnamesi

İklim Dostu Belediye Taahhütnamesi’nde, aşağıdaki maddeler yer alıyor:

“Aşağıda imzası bulunan belediye başkan adayı olarak 31 Mart 2024 yerel seçiminde seçilmem halinde, 

1. Belediyemin 2040 yılından önce net sıfır belediye olması için, 2. Belediye seçimleri sonrasında 5 yıllık yeni strateji planlama süreçlerinde gençlerin de içinde olduğu iklim hareketinden sivil toplum kuruluşlarını, karar ve politika yapım süreçlerine dahil etmeyi ve katılımcı süreçler organize etmeyi, 3. 2040 yılından önce net sıfır belediye taahhüdünün sözde kalmayacağını, uygulanabilir somut bir karbonsuzlaşma planı yapacağımı, 

4. Yetkim dahilinde, kentlerde sera gazı emisyonlarının baş sorumlusu olan ulaşım sektöründe, köklü değişiklikler yapacağımı, toplu taşıma araçlarının elektrikli araçlara dönüştürülmesi için takvim belirleyeceğimi ve bütçe tahsis edeceğimi, 

5. Yetkim dahilinde, kentlerde anlamlı derecede kullanıma açık bisiklet ve diğer karbonsuz araç kullanımı yolları düzenleyeceğimi 

6. İklim krizinin yıkıcı etkilerinin azaltılması adına yaşamsal önemde olan yeşil alanların çoğaltacağımı, 

7. Belediyelere ait binalar ile belediyelerin ruhsat ve izin verme süreçlerinde karar verici olduğu yapıların, enerji verimli ve iklim krizi dahil olmak üzere afetlere dirençli olup olmadıklarının kontrol edilmesi için mekanizmalar kuracağımı, 

8. İklim krizinin yıkıcı etkilerine karşı uyum politikalarında kadınlar, çocuklar, yoksullar, engeli olan bireyler, mülteciler gibi koşulları dezavantajlı olan toplumsal kesimler gözetilerek kesişimsel politika yapım süreçleri organize edeceğimi, 

9. Plastiksiz bir belediye çalışması kültürünü kabul edeceğimi ve uygulamalarını, kentlerde atık yönetimini iklim dostu belediye standartlarına uygun olarak organize edeceğimi, 

10. İklim dostu belediye taahhütlerinin sözde kalmaması, strateji planlarında somut eylemler düzenleyeceğimi ve bütçe tahsis edeceğimi, 

bu belgeye imzacı olarak taahhüt ediyorum.”

 

İliç’te liç yığını altında kalan dokuz işçiyi arayan taşeron işçiler ‘Allah’a emanet’

Erzincan’ın İliç ilçesinde Çöpler Altın Madeni’nde meydana gelen yığın liçi kaymasında, toprak altında kalan dokuz işçiyi bulabilmek için liç toprağını tahliye çalışmaları sürüyor.

Faciayla ilgili bilirkişi raporunda, “göçükle birlikte bu alanda çalışan veya yaşayan kişilerde ağır metal toksisitesi açısından daha fazla risk” oluşturduğu tespiti yapılmasına rağmen, tahliye çalışmaları yapan işçilerin maskesiz ve korumasız şekilde çalıştıkları ortaya çıktı.

ANKA‘ya ulaştırılan videoda işçilerin mangan ocağının içine kaymış olan liç yığınının başka bir yere taşınması için çalışırken, hiç bir önlem alınmadan çalıştığı görülüyor.

Facianın meydana geldiği günden bu yana, kayıp işçileri arama ve yığın liç toprağının taşınma işlemine, yeni kayma riski nedeniyle kısa süreli ara verilmişti. Maden ocağının sahibi Anagold Madencilik, 19 Şubat’ta çalışanlarına 1 Nisan’a kadar idari izin verdiğini duyurmuştu. Ancak şu anda, taşeron şirket Çiftay‘ın bünyesinde çalışan işçiler, liç yığını alanındaki taşıma ve arama işlemlerini sürdürüyor.

İliç için bilirkişi raporunda hangi uyarılar var?

Öte yandan maden faciasına ilişkin İliç Cumhuriyet Başsavcılığı tarafından talep edilen bilirkişi raporu soruşturma dosyasına girdi.

Raporda, Anagold Türkiye Müdürü Cengiz Yalçın Demirci’nin de bulunduğu yetkililer ”kusursuz” bulunurken, Kanadalı yetkili Iain Ronald Guille ve mühendislerin olduğu dokuz kişi ”asli kusurlu” bulundu.

Firmanın ”kasten veya taksirle çevreyi kirletme suçu” işlediği belirtilen raporda, Fırat‘a dökülen Sabırlı deresine akan liç yığının toprak ve yeraltı sularında kirliliğe sebep olacağına işaret edildi.

Bilirkişiler, madende kullanılan siyanürün “toprağa, suya ve havaya karışması sonucu” insan sağlığı üzerinde ciddi etkilerine vurgu yaptı:

“21 Haziran 2022’de siyanür solüsyonu borusunun patlaması sonucunda tonlarca kimyasalın çevreye yayılma riski de düşünülürse, göçükle birlikte bu alanda çalışan veya yaşayan kişilerde ağır metal toksisitesi açısından daha fazla risk taşımaktadır. Topraktaki siyanür ve ağır metal konsantrasyonlarından birinin dahi sınır değerleri aşması durumunda, toprağın bertaraf edilmesi gerekmektedir. Kayma ile beraber toprak içeriğinde bulunan solüsyondaki başta siyanür olmak üzere çok sayıda zehirli kimyasalın Fırat Havzası’na karışma riski bulunmaktadır.”

 

Mahkemeden ‘okullarda ücretsiz yemek bir hak değil’ kararı

“Okullarda 1 öğün ücretsiz sağlıklı yemek her çocuğun hakkı!” kampanyası kapsamında, Ekmek ve Gül ile Tuzluçayır Kadınları Derneği‘nin Milli Eğitim Bakanlığı‘na (MEB) karşı açtığı dava, Ankara 3. İdare Mahkemesi tarafından kaynakların sınırlılığı ve yasama organının takdir yetkisine dayanarak reddedildi.

Mahkeme, çocuklara okullarda ücretsiz yemek sağlama yükümlülüğünün devlet tarafından taşınmadığına hükmetti ve böylece, çocukların aç bırakılması konusunda MEB’in bir takdir yetkisine sahip olduğunu belirtti.

Mahkeme, kararını Anayasa, Anayasa Mahkemesi ve Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi kararlarına dayandırırken, Türkiye‘nin de imzacısı olduğu Birleşmiş Milletler Çocuk Hakları Sözleşmesi‘nin ilgili maddelerini görmezden geldi.

Bu sözleşme, devletlerin çocukların yararını her durumda gözetme zorunluluğunu vurguluyor. Ancak mahkeme, 1739 sayılı Milli Eğitim Temel Kanunu’nun 8. maddesine atıfta bulunarak, eğitimde fırsat eşitliğinin sağlanması gerektiğini belirten ve MEB’in her çocuğun eğitim hakkını garanti altına almakla yükümlü olduğunu açıkça ortaya koyan yasal düzenlemeyi de yok saydı.

Okul yemeği için koalisyon kuruldu: Tüm okullarda bir öğün nitelikli yemek verilmeli
Anaokullarındaki çocuklara tek öğünlük ücretsiz yemek 2026’ya ertelendi
Derin Yoksulluk Ağı çocukların yaşadığı Türkiye gerçeğini gözler önüne serdi

Dava sürecinde karşılaşılan “kaynak yok” gerekçesi, toplumsal mücadelenin önünde bir engel olarak görülüyor. Davacılar, halkın parasının sermayedarlara ve yandaş vakıflara aktarılmasına karşın, çocukların temel ihtiyaçlarının göz ardı edilmesini kabul etmeyerek, okullarda her çocuğa bir öğün ücretsiz yemek verilmesi yönündeki taleplerini sürdürme kararlılığında.

Davanın reddedilmesine rağmen, ilgili gruplar okullarda her çocuğa bir öğün ücretsiz yemek sağlanması talebini örgütlemeye devam edeceklerini belirtiyor.

Geminin çarptığı Baltimore Köprüsü’nün çökmesi ABD’nin kömür ihracatını sekteye uğrattı

ABD‘deki  Maryland eyaletinin Baltimore şehrinde büyük bir ticaret su yolu üzerindeki Francis Scott Key Köprüsü, dün erken saatlerde bir konteyner gemisinin çarpması sonucu tamamen çöktü.

Baltimore’dan Colombo, Sri Lanka’ya giden 2015 yapımı 90 bin tonluk konteyner gemisi Dali, yerel saatle 01.30’da köprüye çarptı. Geminin 2.7 km uzunluğundaki, 1977 yapımı çelik köprüye çarptığı sırada güç kaybettiğini ve gemi mürettebatının telsizle “yardım çağrısı” yaptığı açıklandı. Bunun üzerine köprüye giden yollar hızla kapatıldı, ancak halen köprünün üzerinde bulunan sekiz işçi ve mahsur kalan araçlar köprü parçalarıyla birlikte suya gömüldü.

Patapsco Nehri’ne düşen iki işçinin sağ kurtulduğu belirtiliyor, altı inşaat işçisi ve sayısı henüz bilinmeyen araçlar ve içindeki insanlar ise halen kayıp. Sonar araçları nehirde batık araçların varlığını tespit etti.

Denizcilik şirketi Maersk, Singapur bandıralı gemiyi  Synergy Marine Group adlı operatörle kiraladığını ve hepsi Hintli 22 mürettebattan yaralanan olmadığını bildirdi.

Geminin muhtemelen destek kolonlarından birine çarpması sonucu nehre çöken köprünün parçalarının muhtemelen Patapsco nehrinin su yolunu tıkadığı belirtiliyor. Baltimore İtfaiyesi, hepsi köprüde seyahat eden en az yedi kişinin daha suda kaybolduğunu söyledi.

Kazanın ardından Vali Wes Moore, Maryland eyaletinde olağanüstü hal ilan etti. ABD Başkanı Joe Biden ise köprünün yeniden inşası için Kongre’den fon arayacağını söyledi .Federal ulaşım güvenliği kurumu da kargo gemisinin güvenlik kayıtlarının yanı sıra köprünün inşası ve tasarımı hakkında da soruşturma başlatacağını söyledi.

Tedarik zinciri aksadı

Çöküş, ABD’nin en yoğun deniz terminallerinden biri olan Baltimore Limanı’ndaki tüm operasyonların askıya alınmasına neden oldu.

Tedarik zinciri yönetimi şirketi Flexport’un başkanı, Amerikalıların köprünün çökmesi sonrasında mal kıtlığı beklemeleri gerektiği konusunda uyardı. Şirketin CEO’su Ryan Petersen, “Etkilenecek olan yalnızca Baltimore limanı olmayacak” dedi.

Petersen, Baltimore, Maryland’deki limanın kapatılmasının nakliye gecikmelerine katkıda bulunan faktörlerden yalnızca biri olduğunu belirterek, Asya‘yı Avrupa ve ABD’ye bağlayan bir su yolu olan Kızıldeniz‘deki kargo gemilerine yönelik devam eden saldırılara dikkat çekti. Petersen, bu saldırıların trafiği Süveyş Kanalı’ndan ve Afrika’nın ucundan uzaklaştırarak daha uzun bir rotaya zorladığını açıkladı.

Aynı zamanda Panama Kanalı’ndaki trafik sıkışıklığı da arttı.

Stresin “kısır bir geri bildirim döngüsü” yarattığını söyleyen Peterson, ekibinin şu anda Baltimore limanına doğru yol alan yaklaşık 800 nakliye konteynerinin yönünü değiştirmek için çalıştığını da sözlerine ekledi.

Otomobil ve kömür ihracatı için kilit liman

Baltimore Limanı, önemli bir kömür ve otomobil ihracat noktası. Geçen yıl rekor bir rakam olan 52,3 milyon ton okyanus kargosu buradan yola çıkmıştı.

Köprünün çökmesi özellikle kömür ihracatını büyük ölçüde etkileyecek. Analitik firması Kpler‘e göre limanda şubat ayında bir önceki yıla göre 2,1 milyon ton artışla 2,4 milyon ton kömür yükledi; ihracat çoğunlukla Hindistan ve Çin‘e yapılıyor ve ABD’nin Atlantik kıyısındaki beş kömür terminalinden ikisi Baltimore’da bulunuyor.

Toplam 30,8 milyon ton ihracat kapasitesine sahip olan Railroad CSX’in Curtis Bay Kömür İskeleleri ve kömür üreticisi Consol Energy‘nin Consol Deniz Terminali köprünün yukarısında yer alıyor, bu da rota yeniden açılıncaya kadar gemilerin onlara veya başkalarına hizmet veremeyeceği anlamına geliyor. Her iki terminal de Kuzey ve Orta Appalachia‘dan termal ve koklaşabilir taş kömürü alıyor. Yaklaşık 14 milyon kısa ton (st) civarında üretim kapasitesine sahip Curtis Bay’e yalnızca CSX hizmet veriyor. Consol’un kabaca 20 milyon (st) kapasiteye sahip olan tesisine, ABD’nin doğusundaki diğer büyük demiryolu olan CSX ve Norfolk Southern tarafından hizmet veriliyor.

ABD’nin doğusundaki diğer üç kömür ihracat terminali Hampton Roads, Virginia‘da bulunuyor ve bu da onlara kömür gönderme maliyetlerinin artması anlamına gelecek.

Consol Energy’nin  ABD’nin Doğu Sahili’ndeki iki kömür ihracat terminalinden biri olan Baltimore Marine terminali, 2010 yılından bu yana yılda ortalama 10 milyon tonun üzerinde kömür işliyor ve yıllık 15 milyon ton kömür üretim kapasitesine sahip.

Kaza, bir dizi başka terminal ve geminin de işlevini durdurdu. JY Nehri , Klara Oldendorff , Phatra Naree ve Trafigura‘ya ait bitüm tankeri Palanca Rio da dahil olmak üzere bir dizi başka gemi şu anda haliçte bulunuyor . Kuru yük için kullanılan Konsol Deniz Terminali (CNX) ve Curtis Bay Terminali (CSX) ile bir dizi konteyner gemisi ve Rukert, Seagrit, Amports, Dundalk ve Sparrows Point gibi diğer terminaller de muhtemelen engellendi.

Gemi takip cihazı Marine Traffic, olayın meydana geldiği yerin yakınında çok sayıda sahil güvenlik gemisi ve römorkör olduğunu gösteriyor ancak henüz kayda değer bir gemi kuyruğu ise olmadı.

 

WWF-Türkiye’den yerel seçimlerde ‘iklim dostu kentler’ çağrısı

WWF-Türkiye (Doğal Hayatı Koruma Vakfı), yaklaşan yerel seçimler öncesinde, sürdürülebilir ve iklim dostu kentler oluşturulması için belediye başkan adaylarına çağrıda bulundu. İklim krizine karşı mücadelede belediyelerin üstleneceği kritik rolü vurgulayan vakıf, seçilecek olan yerel yönetimleri, doğayla uyumlu yaşamı teşvik edici adımlar atmaya davet etti.

WWF-Türkiye’nin belirttiğine göre, Türkiye‘nin yüzde 77’si kentlerde yaşıyor ve bu da kentleri iklim değişikliğine karşı oldukça hassas hale getiriyor. Vakıf, yerel yönetimlere kapsamlı bir iklim dostu eylem planı önererek, ulaşım, altyapı, kent planlaması ve sosyal destekler dahil olmak üzere bir dizi alanda yenilikçi dönüşümlerin gerçekleştirilmesini talep ediyor.

‘İklim dostu kentler için stratejiler geliştirilmeli’

WWF-Türkiye’nin yerel yönetimlere önerdiği stratejiler arasında, emisyon azaltıcı faaliyetler, fosil yakıtlardan uzaklaşma, yenilenebilir enerji kaynaklarının desteklenmesi ve enerji verimliliğinin artırılması bulunuyor. Ayrıca, iklim risklerine karşı en savunmasız grupların belirlenmesi ve korunması, doğa temelli çözümlerin önceliklendirilmesi ve kentin karbon ayak izinin hesaplanarak azaltılması için bilimsel hedeflerin belirlenmesi gibi önlemler de öne çıkıyor.

Türkiye’de kentler iklim mücadelesinde yolun başında
2024 Paris: Olimpiyatların iklim dostu olması mümkün mü?

Enerji dönüşümünün önceliklendirilmesi, yeni binalara ve tadilat gerektiren yapıların çatılarına güneş paneli uygulamalarının teşvik edilmesi, enerji yoksulluğuyla mücadele edilmesi ve yenilenebilir enerji projelerine yönelik izin süreçlerinin kolaylaştırılması, vakfın talepleri arasında yer alıyor. WWF-Türkiye, aynı zamanda enerji tasarrufu konusunda vatandaşlara ve yerel işletmelere yönelik rehberlik hizmetlerinin sunulmasının önemine dikkat çekiyor.

Vakıf, iklim eylem planlarının sadece teorik dokümanlar olmaktan çıkıp, somut ve ölçülebilir eylemlerle desteklenmesi gerektiğini belirtiyor. Yerel yönetimlerin, planları düzenli olarak gözden geçirmesi ve uygulama durumlarını halka açık bir şekilde raporlaması bekleniyor.

Prof. Nükhet Sirman, adli kontrol şartıyla serbest bırakıldı

Boğaziçi Ünivesitesi Fen-Edebiyat Fakültesi Sosyoloji Bölümü emekli öğretim üyesi Prof. Nükhet Sirman, Mersin’de üç gün gözaltında tutulduktan sonra sevk edildiği mahkeme tarafından serbest bırakıldı.

Sirman hakkında yurt dışına çıkış yasağı konularak, belli aralıklarla karakola giderek imza verme zorunluluğunu içeren  adli kontrol hükümlerinin uygulanmasına karar verildi.

Prof. Nükhet Sirman, Mersin’de kurucu ortağı olduğu Disiplinlerarası Araştırma ve Danışmanlık (Dissensus Araştırma) adına yürüttüğü bir saha çalışması kapsamında görüştüğü bir kişinin “teknik takip altında” olduğu gerekçesiyle geçen pazar akşamı İstanbul, Burgaz Adası’ndaki evinden gözaltına alınmış ve Mersin Jandarma İl Komutanlığı’na götürülmüştü.

Gözaltı süresi bir gün uzatılan ve dosyasına gizlilik kararı getirilen Sirman’ın “şüpheli” sıfatıyla evinden gözaltına alınmasına meslektaşları, öğrencileri ve feminist kadınlar günlerdir protesto edip derhal serbest bırakılmasını talep ediyordu.

Kurucusu olduğu Dissensus Research’ten de şu açıklama gelmişti:

“Nükhet Sirman 23 Mart Cumartesi günü, Mersin’de Dissensus araştırma bünyesinde yaptığı saha araştırma sırasında iletişim kurduğu bir kişi hakkında yürütülen soruşturma kapsamında İstanbul’da, haksız bir biçimde gözaltına alınıp Mersin’e götürülmüştür. İstanbul’da ifade verebilecekken sabah gözaltına alınıp gözaltı süresi uzatılarak gece Mersin’e sevk edilmiştir. Henüz avukatlar dosyayı göremediği için soruşturma hakkında kısıtlı bilgi sahibi olmakla birlikte, çalışma arkadaşımızın araştırma faaliyetleri içinde olduğu kolayca anlaşılabilecekken, soruşturmalara dahil edilip, bu tür tedbirlere başvurulmasını kabul etmiyoruz.”

Karabük’te yabancı öğrencilere ‘sağlık raporu’ zorunluluğu getirildi

Sosyal medyadaki bir “itiraf” sayfasında Karabük Üniversitesi’ndeki  yabancı Siyah öğrencilerin bazı Türkiyeli öğrencilere HPV ya da HIV virüsü bulaştırdığı iddiaları üzerine Siyah öğrencilere karşı ırkçı ve ayrımcı söylemlerin artmasının ardından, resmi “tedbirler” geldi.

İl Sağlık Müdürlüğü yetkilileri, söz konusu iddiaların gerçeği yansıtmadığını, Karabük’te bulaşıcı hastalık sayısının Türkiye ortalamasının altında olduğunu açıklamıştı. Ancak üniversite yetkilileri yaşananların ardından birtakım tedbirler aldıklarını belirterek, “tüm yabancı uyruklu öğrencilere Sağlık Kurulu Raporu alma zorunluluğu” getirdi.

Kentteki yabancı öğrencilere yönelik kin ve düşmanlığa tahrik içerikli ve nefrete dayalı ayrımcı paylaşımlar hakkında ise herhangi bir tedbir alınmadı.

Karabük Üniversitesi’nde 47 bin öğrenci eğitim görüyor. Bu öğrencilerden 11 bin 890’ı yabancı uyruklu. Öğrenciler arasındaki Afrika kökenli Siyah öğrenci sayısı ise 5 bin. Bir başka deyişle üniversitedeki öğrencilerin 4’te biri yabancı uyruklu.

‘Söylentilerin önüne geçmek için…’

Hürriyet’e bilgi veren üniversite yetkilileri, yabancı uyruklu öğrencilerle ilgili birçok yeni düzenleme getirdiklerini söyledi:

“Bu söylentilerin önüne geçmek için Şubat 2024’te aldığımız karar ile üniversitemize kayıt olmak isteyen tüm yabancı uyruklu öğrencilere Sağlık Kurulu Raporu alma zorunluluğu getirdik. Sağlık Kurulu Raporu almayan veya herhangi bir bulaşıcı hastalık taşıyan öğrenciye kayıtlarımızı kapattık. İkinci bir adım ise daha önce yabancı uyruklu öğrenciler aracı şirketler kullanılarak üniversiteye geliyordu. Bu da çeşitli söylentileri beraberinde getiriyordu. Bunun önüne geçmek için artık aracı şirketleri devre dışı bıraktık. ÖSYM tarafından yapılan TR-YÖS sınavında başarılı olan öğrencilerle üniversite tarafından yapılan sınavda başarı gösteren yabancı uyruklu öğrencileri alıyoruz.”

Gabonlu Danys Ibouanga’nın Karabük’teki ölümüyle ilgili soru işaretleri artıyor
‘İklim krizi için yüksek teknolojili çözümlere güvenmek, ırkçılığı artırıyor’

İl Sağlık Müdürlüğü: 2024’te sadece bir öğrencide hastalık çıktı

İl Sağlık Müdürlüğü yetkilileri ise sosyal medyadaki iddiaların gerçeği yansıtmadığını, herhangi bir HIV ve HPV vakasında artış olmadığını söyledi. Karabük’te bulaşıcı hastalık sayısının Türkiye ortalamasının altında olduğunu belirten yetkililer, “Bu konuda üniversite ile birlikte birçok çalışma yürütüyoruz. Taramalar yapıyoruz, yaptığımız çalışmalarda bugüne kadar herhangi bir anormallik görülmedi. 2024 yılında sadece bir yabancı öğrencide bulaşıcı hastalık belirlendi. Bugüne kadarki sayılar da ortalamanın çok altında” dedi.

Yabancı öğrenciler Karabük’te huzursuz

Üniversite yerleşkesindeki öğrenciler ise söylentilerin kendilerini huzursuz ettiğini, korktuklarını söylüyor. Böyle bir söylentiyle gündeme gelmelerinin kendilerini üzdüğünü anlatan yabancı öğrenciler, “Acaba sokakta, okulda nasıl bir tepki alırız diye korkmaya başladık. Karabük’te bugüne kadar hiçbir olumsuzluk yaşamadık, ilişkilerimiz de iyiydi. Türk öğrencilerle hiç sorun yaşamadık, arkadaşız. Beraber maç yapıyoruz, yemeğe gidiyoruz. Şimdi bize hastalıklı gibi bakılmasından korkuyoruz” diye konuştu.

HIV ve HPV nedir, ne kadar yaygın?

Yabancı öğrencilerin taşıdığı düşünülen HIV ve HPV virüsü, günümüzde yaygın hastalıklara neden olabildiği gibi, toplumda bu virüsler ve taşıyıcı kişilerle ilgili çeşitli mitlerin yer alması da yaygın bir sorun.

HIV, yani İnsan Bağışıklık Yetmezlik Virüsü, bağışıklık sistemini zayıflatarak kişilerin diğer enfeksiyon ve hastalıklara karşı savunmasız hale gelmesine neden olabilir. En sık rastlanan bulaşma yolları korunmasız cinsel ilişki, enfekte kanın aktarılması ve anne sütüyle bulaşma olarak biliniyor. Türkiye’de HIV prevalansı dünya ortalamasının oldukça altında olmasına rağmen, 1985 yılından 08 Kasım 2023 tarihine kadar doğrulama testi pozitif tespit edilerek bildirimi yapılan 39 bin 437 HIV-pozitif kişi ve 2 bin 295 AIDS vakası tespit edildi.

Öte yandan HPV, yani İnsan Papilloma Virüsü, özellikle cinsel yolla bulaşan ve genellikle genital siğillere neden olan bir virüs. Bazı HPV tipleri, uzun vadede rahim ağzı kanseri gibi ciddi hastalıklara yol açabiliyor. HPV’nin önlenmesinde etkili yöntemler arasında aşılamalar ve düzenli tarama programları bulunuyor olsa da, Türkiye’de HPV’ye karşı aşılama programları hala ücretsiz ve erişilebilir değil. TJOD’un verilerine göre, ülkemizde HPV görülme oranı yüzde 75,4.

Uluorta konuşuyoruz: HPV hakkında tüm merak edilenler