Köşe Yazıları

Nişantaşı’nda bir korku filmi izledim – Derya Deniz

0

Efendim bilenler bilir ben mesleğine aşık bir gazeteciyim. Yıllarımı heba ettiğim bu meslekte hiçbir şey değilse bile şunu öğrendim: Gerçek bir gazeteci öyle bazılarının yaptığı gibi -Çetin Bey üstüne alınmasın hemen- sırça köşkünden ahkâm kesmez; sokağa inip halkın arasına karışır, gözlem yapar. Ben de geçtiğimiz Perşembe sokaktaki insanın sesine kulak vereyim de ona göre toplumcu gerçekçi bir yazı yazayım diye Nişantaşı civarında keşfe çıktım. Çıktım ama hiç beklediğim gibi olmadı… Dur okurcum, her şeyi en baştan anlatayım.

Ne yalan söyleyeyim, Perşembe akşamüstü gibi senin için yazacağım haftalık yazıyı düşünürken içime fenalıklar geldi, dön dolaş ortada bir şey yok. Moralim bozuldu. Sonra bir anda “Derya!” dedim kendi kendime “Hayatın nabzı sokakta atıyor, koş kızım yakala!”. O heyecanla hafif bir makyaj yapıp sokağa çıktım. Hüsrev Gerede Caddesi’nde yavaş ama emin adımlarla ilerlemeye başladım. Efendim bu saatlerde, malûmunuz iş çıkışı, bu civar hep canlı, kıpır kıpır olur. Fakat bu sefer Teşvikiye’ye doğru sıradışı bir yoğunluk fark ettim. Hayırdır inşallah deyip biraz daha yürüdüm. Vallahi Teşvikiye Caddesine çıkamla “Eşşedüenna …” deyip gerisin geri dönmem bir oldu. Rengi kaçmış, gözleri belli bir noktaya sabitlenmiş, çığlık çığlığa bağıran yüzlerce kişi bana doğru koşmuyor mu? O panikle ben de İstanbul Tektip Üniversitesi’nin otoparkına kadar kaçmışım. Nefesim kesilip de soluklanmak için durunca baktım, arkamda kimse yok. “Nerde ayol bu zombiler” derken, bir de keman sesi duyunca iyice afalladım. Bu işte bir iş var deyip tekrar aynı yere doğru yürüdüm. Bu sefer caddenin girişinde bir sürü kamera olduğunu fark ettim ve o zaman anladım: Nişantaşı’nda bir korku filmi çekiliyor.

İşin aslını anlayınca, gönül rahatlığıyla sette gezinmeye başladım. Beni tanımış olacaklar ki, engel çıkaran olmadı. Ah okurcum, kime niyet kime kısmet, halkın nabzını tutayım derken selebriti ortamına düştüm. Efendim, uluslararası bir yapım olduğunu tahmin ettiğim bu enteresan filmde, daha ilk anda, Heteriko Hellini etkisi sezdim. Şahsen ben Hellini’nin karman çorman filmlerinden hiç hazetmem, ama ne yalan söyleyeyim, bu fontastik atmosfer, korku filmine çok iyi gitmiş. Filmin -çok uğraştığım halde kim olduğunu öğrenemediğim- yönetmeni büyük mağazaların önüne müzisyenler yerleştirmiş, böylece filmin dehşet saçan atmosferini yumuşatmaya çalışmış, caz olsun, pop olsun, klasik olsun hiçbir türü atlamamış. Yol boyunca renkli şovlarıyla palyaçolar, pandomim ustaları, animatörler zombileri kendi üstlerine çekmeye çalışırken, bazı dükkanların önüne de yem olarak şarap kadehleri konmuş. Bunlar dahiyane buluşlar tabii, ama kimi klişeler de gözümden kaçmış değil. Mesela, tüm felâket filmlerinde görmeye alıştığımız; kilitlenen trafik, kornası mütemadiyen çalan araba, trafik kazası, tek sıra koşan güvenlik güçleri gibi detaylar aynen kullanılmış. Olsun canım, sonuç olarak çok inanırıcı bir set kurmuşlar, helâl olsun çocuklara.

Gelelim figüran zombilere… Efendim kostüm ve makyajı pek beğenmedim, neden derseniz, hepsi birbirine benziyordu, bir özgünlük bulamadım. Fakat oyunculuklar birinci sınıftı, taktir ettim. Sinema olayı çok ilerlemiş canım. Onarlı yirmişerli gruplar halinde çığlık çığlığa koşan, kendinden geçmiş zombiler girdikleri mağazalarda önlerine çıkan her şeyi hırsla mıncıklıyor, yağmalıyor, arada bir de buldukları içkileri mideye indirip kaymış gözlerle bir sonraki hedefe kilitleniyorlardı. O kadar gerçekçiydi ki tüylerim diken diken oldu valla.

Aslında sevgili okurcum, ben zombilerden korkmam. Zombi kısmıyla başa çıkmak kolaydır. Vampir olsa yandın, kutsal suyun, haçın, kazığın hazır olacak, hele kurtadam için gümüş kurşun lazım. Nerden bulacaksın o anda. Oysa şuursuz zombiyi parmağında oynatırsın. Bunlar öyle yüzlerce kişi yan yana yürürler de, karşılarına çıkan yarım metrelik bir çitin üstünden atlayıp karşı tarafa geçemezler. Hep şaşkın ve gergindirler. Boş yere birbirlerini ısırırlar, bir türlü tatmin olmazlar. Bir keresinde beni de … Ayyyy konu gene dağıldı ayol! Dur, şimdi toparlarım ben onu.

Sonuç olarak okurcum, o gece Nişantaşı’nda sonu belli olmayan bir film izledim. Film beni etkiledi, düşündürdü. Sıradan bir korku filmi değil, gerçekten ürkütücü bir sanat filmiydi. Eve dönünce bu ilginç deneyimi anlatmak için yakın arkadaşım Reyhan Yardoç’u aradım. Reyhan beni dinleyip “Ya Derya, bu gece Nişantaşı’nda alış veriş festivali varmış diye duydum, sen ona rastlamış olmayasın” demez mi? Aaaaaaa, üstüme iyilik sağlık, ben o kadar saf mıyım ayol! Çok kırıldım.

Neyse ki sen varsın okurcum, ağzın var dilin yok maşallah, bir yazar daha ne ister ki. Sana en yeşilinden huzur dolu bir hafta dilerim.

Sağlıcakla kal.

You may also like

Comments

Comments are closed.