Röportaj

Bir “garip” aktivist: Luk Sips

0

For English, Click here.

Biz onu ilk olarak iki yıl önce yapılan İMF karşıtı gösteride,  şiddet sahnelerinin içinde çevresindekilere ve polise gül dağıtırken tanıdık. Gaz bombaları ve su püskürten panzerlerin arasında beyaz kıyafetiyle bir yabancı dolaşıyor, polisten o da nasibini alıyordu. Görüntüleri izleyen herkesin aklına gelecektir. İsmi Luk Sips…

Luk ayrıca, 2010 yılı coşkulu 1 Mayıs etkinliklerinde, kostümü ve semazen gösterisiyle yine dikkat çekmişti. Medyada yine “bir yabancı” olarak yer alıyordu. Dahası Türkiye Yeşiller partisinin organize ettiği, 3. Köprüye karşı “İki milyon İstanbullu” kampanyası çerçevesinde, 2 Ekim 2010’da boğaz kıyılarında yapılan ve yine coşkuyla geçen eylemlerde de performanslar gerçekleştirmişti.

Luk Sips bir performans sanatçısı. Bir Yeşil. “2010 Avrupa kültür başkenti İstanbul” projesi sırasında, projeye alternatif bir sanat merkeziyle yine karşı duruşunu sahnelemiş. ÜsküdART 2010 ismini verdiği projeyle bir yıl buyunca yerli yabancı sanatçıların bir araya geldiği bir mekan açmış. Şu günlerde sanat merkezinin kapanış sergisi gerçekleşiyor. Yeşil Gazete olarak, biz de kendisiyle bir söyleşi gerçekleştirerek hem sergi hakkında konuşmak ve hem de kendisini daha yakından tanımak istedik. Serginin son günü, cumartesi, bir kapanış partisi olduğunu da hatırlatalım.

 

Biz seni Türkiye medyasından “bir yabancı” olarak tanıdık. Bize kendini tanıtır mısın?

Adım Luk. Belçikalı’yım. Üniversitede “Sosyal hizmetler” bölümünde okudum ve 10 yıldan fazla süre boyunca, Belçika’daki genç insanlarla birlikte çalıştım. Aynı zamanda Türk ve Fas asıllı göçmenlerle de çalıştım.

Daha sonra, Brussel Üniversitesi’nde Sanat Eğitimi bölümünde master yapmaya başladım. Onu bitirdikten sonra, normal bir mesleğe sahip olmaktan vazgeçmeye ve erken gençlik yıllarımda hayalim olan işi yapmaya karar verdim: Tiyatro yapmak…

Fakat bu sefer, herhangi bir okula gitmeden… Performanslar sergilemeye başladım ve çeşitli atölye ve eğitimleri takip ettim.

Henüz 13 yaşındayken, daha sonralarda Belçika Yeşiller Partisi’ne oy vereceğimi biliyordum. Çünkü savaşı sevmiyordum ve Afrika’da çocukların açlıktan ölmesini istemiyordum…

Ülkemin bir parçası olan “Flemenk” tarafında , dünyadaki ve Avrupa’daki ilk yeşil partisi vardı.Partinin orijinal ismi “AGALEV”‘di; bu kelimenin kökeni “faklı yaşamaya başlamak” anlamına gelen ” Anders Gaan Leven” ifadesinden geliyordu. Bu grubun kurucusu Katolik bir papazdı… Luc Versteylen…Onun felsefesi “doğayı korumak”tan çok daha derindi. O, daha 70’lerde, “tarihi sokak ve binaların korunması”yla ilgili kaygılar taşıyordu ve gençler için “cinsellik hakkında devrim teorisi” nde çalıştığı gibi, “toplu taşıma ve trafik problemleri” üzerine de çalışıyordu. Kendisi , aynı zamanda yeşil rengini “zayıf ve baskı altındaki insanları kurtarmak” anlamında kullanan ilk kişiydi.

16 Yaşındayken onunla karşılaştığım için çok mutluydum. Kanserden ölen bir arkadaşımın cenazesinde hizmet veriyordu.

O zamanlardan itibaren orijinal yeşil harekette aktif olarak yer almaya başladım.

Bu sosyal hareketin esas değerleri, “sakinlik” (quiet), “dayanışma” (solidarity) ve “ağırbaşlılık”tı. (soberness) Politikada bu kavramlar, ” barışseverlik” (pacifism), ” dayanışma” (solidarity) ve “ekolojizm” kavramlarına dönüştü…Bu üç değer, benim için hala yeşil politikanın temeli. Bence, her karar bu üç konu üzerinden değerlendirilmeli.

19 Yaşındayken, kasabamdaki yerel ekoloji partisi’ ne seçildim. Fakat, yerimi, bir arkadaşıma verdim. O, hala orada aktif olarak çalışıyor.

8 yıl önce, bu Belçika partisindeki üyeliğimi bıraktım….
Uzun süre boyunca iktidardaki hükümetin bir parçasıydılar, kimi uzlaşmalara varabilmek için ödünler vererek kesinlikle “yeşil” olmayan bir çok şey yaptılar.

Benim için ” yeşil” ya da “ekoloji” sadece “doğayı korumak” anlamına gelmiyor. Benim için yeşil, “bütüncül” bir ideoloji. Dünyadaki her şey, herşeyle bağlantı içerisinde. Ve ekoloji bu tüm hikayeyi görmeye çalışıyor…

Aslında Komünizm (Marksizim) ve kapitalizm, aynı hatayı yapıyor. İkisi de, ekonomiyi dünyadaki en önemli konu haline getiriyor. Bu doğru değil. Eğer toplumu ve dünyayı değiştirmek istiyorsanız… Birçok farklı konu aynı değerlere sahip ve aynı dikkat ve enerjiye ihtiyaç duyuyor : Sosyal, eğitsel, kültürel, ekonomik ve hatta dinsel pratiklerle ilgili uygulamaların hepsi, dünyamızın bir parçası…

Hıristiyan İncil ve Kur’an çok ekolojik yazılar :) Bilmediğim bir çok başka din de muhtemelen , insanlar, hayvanlar ve doğa hakkında aynı bakış açısına sahip.

Eğer yeşil olmak istiyorsanız, öncelikle işe, evinizi iyi izole etmekle başlamanız lazım. Aksi halde enerjiyi boşa harcamış ve nükleer santralleri desteklemiş olursunuz. Banyodaki ve mutfaktaki bütün su sızdıran muslukları tamir etmeniz lazım. Afrika’daki insanlar, su kıtlığı yüzünden ölüyor…
Farklı kültürlere açık olmalısınız..Üçüncü dünya ekonomisini, bu ülkelerin ürünlerini alarak desteklemelisiniz. Yerel tarıma destek vermelisiniz. Her türlü şiddete ve orduya karşı olmalısınız. Kahvenizi Starbucks’da içmek zorunda değilsiniz. Eğer gerçekten et yemek istiyorsanız, BurgerKill veya FuckDonalds yerine, yerel bir kebapçıda yiyebilirsiniz.

Evet, gerçek bir yeşil hayat sürdürmek, oldukça zor…

Ve tabi ben de sadece deniyorum. Kimse mükemmel değil….

Böylelikle hala bir “yabancı” mıyım?

 

Niçin bu ülkeyi seçtin? Ne kadar zamandır buradasın? “Açık sanat stüdyosu – ÜsküdArt” fikrini nasıl yarattın ve ÜsküdArt nedir?

İlk olarak, 5 yıl önce İstanbul’a geldim. İki nedenden ötürü.

Birincisi, Belçika’da Mesut Arslan tarafından organize edilen 0090 festivalimiz vardı. (www.0090.be) Festival, (İstanbul’dan) müzik, tiyatro, dans, resim, heykel hakındaki çağdaş sanatları Belçika seyircisi ile buluşturuyordu. Bu festivalde gönüllü olarak çalıştım. Böylelikle orda birçok İstanbullu sanatçı ve arkadaşımla buluşma olanağım oldu.

İkincisi bir dans atölyesinde bir dans eğitmeni öğrencileri 1 saat “döndürdü”. Bu beden deneyimini gerçekten çok sevdim. Ardından evde ve atölyede dönmeye başladım. O zamanlar Mevlana ve Şems veya sufizm hakkında hiç bir şey bilmiyordum. Ve televizyonda geleneksel semayı gördüm. Böylelikle bunun Turkiye’den ve İslam’dan bir şey olduğunu öğrendim. Fakat ben, sadece dönüyordum.

Bu iki sebep beni ilk olarak 2006 yılında türkiye’ye getirdi. Amacım sanatçı arkadaşlarımı görmek ve gerçek sema için bir okul ya da eğitmen bulmaktı.
Çatı-dans, kargart, galataperform, istanbul modern, istanbulimpro, garajistanbul ve hatırlayamadığım İstanbulun bütün sanat sahnelerini keşfettim. Ve oruç güvenç gibi açık fikirli bir hoca buldum. (www.tumata.com)

 

O zamandan beri 8 kez istanbula geldim.

2007 yılında İstanbul’da bir Belçika gösterisi sergiledim; “PREY / AV”. Erkek vücudu ve kimlik hakkında.
2009’da bir İstanbul performansımız vardı.”GenderWish” (güzel bir İstanbul dansçıcı Sinem Beykurt’la). Bu performans, “cinsiyet”, “kadın & erkek vücudu ve kimlik” hakkındaydı. Orada ilişkiler, anne/kız iletişimi, boşanma, cinsellik, samimiyet, rekabet, büyük anne- babalar hakkında çok açık bir şekilde konuştuk. Kadın ve erkek olmakla ilgili hayal edebileceğiniz her konu üzerine konuştuk. Ama performansta sadece “sema” yı kullandık. Ve folk müzikten reggae ve house müziğe kadar her türlü pop müziği kullandık. Ben, kültürlerin ve farklı sanat biçimlerinin bu karışımını seviyorum.

Belçika’daki Derviş performanslarımdan biri “farklı dinler arasındaki savaş ve barış” hakkındaydı.

3 yıldan beri insanlar bana hep, İstanbul’un “2010 Avrupa Kültür başkenti” olacağını söylediler. Bu, benim için süper bir fikirdi: Türkiye henüz Avrupa’nın bir parçası değil ama çoktan bir “Kültürel Başkent” olmuş durumda. İşte bu ruh! (That’s the spirit !)

Böylelikle bütün bir yıl burada olmak istedim. Birçok Türk arkadaşım “İstanbul 2010’dan nefret ediyorum ” dedi. Özellikle genç sanatçılar… “Neden?” diye sordum. “Sanatçılar için bir şey yapmıyorlar, sadece büyük müze ve tiyatrolar yapıyorlar.” diye cevap verdiler.

Evet, doğru… Aynı problemi biz Belçika’da da yaşıyoruz. Bu Avrupa Başkenti çoğunlukla, yalnızca, turizm ve şehir yönetimiyle ilgili. Fakat, diğer bir taraftan bu tarihi binaların yenilenmesi de önemli. Turistler bu güzelliği keşfediyorlar.

Böylelikle benim tepkim şu şekilde oldu: “Neden biz, kendimiz bir şeyler yapmıyoruz? Boş binalarda, sokaklarda…Bu şekilde, yıl boyunca extra turisti buraya çekerek, avantaj sağlayabiliriz.”

Bu düşünceyle birlikte boş bir depo kiralamaya karar verdim… Burası, bütün genç sanatçılara açık olcaktı, burada çalışmak serbest olcaktı ve farklı kültürler buluşacaktı. Mekanda 1 piyano, bir batteri (drum-kit), 5 tane tiyatro ışığı, 1 mikrofon, birkaç boya ve kağıt ve hatta kıyafetleri dikmek için bir dikiş makinemiz vardı.

Bu şekilde, sanatın bütün biçimleri uygulanabilir ve bir araya getirilebilirdi.

 

Mevlevi dervişleriyle aranda nasıl bir yakınlık kuruyorsun? Bu konuda birşeyler söyler misin?

Ben sadece dönmeyi seviyorum:) Ve benim için vücudumu extrem formlara sokmak, enteresan.
Ve tabi. Belçika’da, çok ırkçılık ve milliyetçilik var. Böylelikle, göçmenlerin kendi ülkelerinden gelen bir sanat formunu kullanmaları otomatik olarak, politik bir ifade biçimi haline geliyor.
Aynı zamanda, yıllar sonra Mevlana ve Sufizm hakkında okumaya da başladım. Bu ilham veriyor. Fakat ben, çok uç bir şekilde bunu derinleştirmiş değilim.

Ben, özellikle, Şems’i beğeniyorum… O yeşildi ! Evet, o kesinlikle yeşildi :)

 

İMF karşıtı gösteride “Gül güçtür”, “Open your imagination” yazılı pankart kullanmıştın. Bu deyimle ne ifade etmek istedin ve gördüğün karşılıkla Türkiye polisine söylemek istediğin bir şey var mıdır? :)

IMF karşıtı gösteriyi kısıtlı bir zaman zamanda gerçekleştirmek istemiştim.(2 gün sonra performansımızın galası vardı )

Ve ben, şiddete ve monotof kokteylerinin bir parçası olmak istememiştim. Sadece “Fuck the police” diye bağırmak pek bir şey ifade etmiyor. Onlar, sadece işlerini yapıyorlar…

Bense yaratıcı bir slogan kullanmak istedim. 68 kuşağı öğrencileri “Hayallerini güçlendir!” (Power to the imagination) sloganını kullanmışlardı. Bu sloganı seviyorum. Ama bunu Türkçe’ye çevirmek çok zordu. Bir gece öncesinden arkadaşlarıma “Power to the Rose Türkçe’de ne demek?” diye sordum. “Flower power” gibi. (çiçeğin gücü)

Böylelikle, beyaz bir adam olmaya ve insanlara ve polise gül dağıtmaya karar verdim.Ve evet, “Gül, güçtür ” çok şiirsel. ..Aynı zamanda başka bir anlamı daha var: “Gülümsemek”. (smile)
Ve hatta içinde bir espri daha vardı…Türkiye’de bu isimde bir politikacı var…


Bomboşken Taksim’in ortasında sema yapmak…Görüntüm tüm televizyon kanallarında çıktı.Ve, evet, görüyosunuz, gösteri sonuç verdi. Politikada sanatı kullanarak… Hem de şiddetten ve molotof kokteylinden çok daha etkili bir şekilde sonuç verdi, çünkü insanlar bunu komik ve sevimli buldu…Ve eğer benim sanatım hoşlarına gittiyse, bu, benim fikirlerimi beğenmelerinden çok daha kolay….

İlginç olan…Tek eleştri diğer aktivistler tarafından geldi, internette yayınlandı. Beni “turist aktivist” olmakla suçladılar: “Dalga geçiyorsun, senin için kolay, sen Belçika’ya geri döneceksin! Biz, Türk insanları olarak her gün bu durumla birlikte yaşıyoruz.”
Üzgünüm. Emperyalist bir aktivist olmak istememiştim.

 

1 yıl için buraya geldiğim için mutluyum….Aynı zamanda hem Anti-Nükleer karşıtı buluşmada, hem Türkçe olarak ifade edersem “1 Mayıs”’ta ve Köprü karşıtı buluşmada sema dansı yapmaktan da mutluyum.

Tekrar söylemek gerekirse. Emperyalist olmak istemem. Fakat izin verin bir tavsiyede bulunayım. Avrupa’daki yeşiller ile aynı hatayı yapmayın. Onlar sadece dünyayı korumaya odaklandılar. Fakat bu bir yeşil için sadece normal. Eğitim ve okul sistemine odaklanmak çok daha ilgi çekici. Sosyal güvenliğe, kaliteli sağlık hizmetine, savaş karşıtlığına…

Bu konularla çok daha fazla insana ulaşabilirsiniz.

 

Doğrudan “doğa” konularıyla, hippilere, vejeteryanlara ve greenpeace gönüllülerinin oyunu alabilirsiniz  fakat onlar zaten ikna edilmiş durumda. Her halükarda yeşiller.

Muhammed ve Fatima ile iletişim çok daha önemli. ve… herkes çocukları için iyi bir eğitim ve oyun oynayabilecekleri sağlıklı bir şehir ister.

Polis hakkında?
Bırakalım işlerini yapsınlar!
Fakat işleri, halkı korumak ve böylelikle aktivistlerin de korunması lazım.

5 yıl önce, polis birçok kez beni yakaladı çünkü sokak performansı sergiliyordum ya da sokak müziği yapıyordum. Tabi polisler çok garip bir ırkçı duruş sergilediler… “Ovv, siz, Belçikalı bir turistsiniz, üzgünüz…” Fakat diğer bir taraftan bu sırada, çingeneler hapiste yatıyordu.

IMF karşıtı gösterideki gaz saldırısından sonra boş Taksim’e geri yürüdüm. Ve orada molotof kokteyllerini gördüm. Ve aynı zamanda orada çok agresif aktivistler gördüm. Sadece bu agresifliği bırakmak lazım. Böylece polis de değişebilir. Evet, o zaman ben de (bile) sivil polisler tarafından dövüldüm. Fakat bütün insanlar, polislerden nefret etti ama beni sevdiler.

Yani, eğer aktivizmde sanat, müzik veya dansı kullanırsanız çok daha güçlü olur.

Direnistanbul örneğindeki gibi… Orda samba müzik çalıyorlardı. 20 “palyaço”yla polisin önünde duruyorlardı. Polis bir palyaçoyu dövemez. Çünkü bu mantıkdışı olur ve eğer polis bunu yaparsa kimse o polisi sevmez…
Vize problemlerinden dolayı bu yıl, 3 gece Taksim karakolunda kalmak zorunda kaldım. Burada polisler bana çok sıcak davrandılar ve hiç şiddet uygulamadılar. Sadece bana değil… Aynı zamanda çingenelere, alkoliklere ve travestilere de aynı şekilde davrandılar… Ben de heralde “polis eğitimi değişiyor” diye düşündüm.

Fakat Yabancılar Şube… Burada bütün yasal olmayan kişiler ve mülteciler sınır dışı edilmek üzere toplanmıştı. (bir gece oradaydım.) Oradaki polisler çok saygısızdı. Resmen, İngilizce derslerine ve sosyal davranış eğitimine ihtiyaçları vardı. :)

Bana kalırsa, daha da önemlisi ordu.
Lütfen, alternatif sosyal ve kültürel hizmetlere sahip olmak için gerekli olanakları organize edin! Aptal bir militer sistemdeki aptal egzersizleri yaptırmaktansa farklı sosyal çalışmalar yürüterek ülkenize çok daha iyi hizmet edebilirsiniz.

Haydi NATO’ya dur diyelim ve bütün orduları ortadan kaldıracak bir başlangıç yapalım…

Evet… Ben hala hayal ediyorum…

İmf karşıtı gösteride “Ya Allah ya Selam” diye slogan atıyordun. Bu söz senin için ne ifade ediyor?

Bu 6 farklı dilde söylenen bir barış şarkısı ve ben o şarkıyı söylüyordum. O gün çok fazla şiddet vardı ve ben de o şarkıyı söylemeye başladım. Bana göre İmf karşıtı olmak öncelikle şiddete karşı olmak demek. Fiziksel şiddet, sosyal şiddet, ekonomik şiddet…

Herşeyden önce; bir barış aktivisti olduğumu düşünüyorum.

 

Bir sanatçı olarak 2010 Avrupa kültür başkenti projesini eleştirdiğin görülüyor. Bu proje hakkında ne düşünüyorsun?

Haha. Açıkçası hoşuma gitti. Tabi, bu çok büyük bir iş sektörü. Avrupa’ya daha yakın olmak için kültürel bir yolu seçmek, çok daha kuvvetli.

Ve evet, her şey çok daha demokratik bir şekilde organize edilebilirdi. Bu, her sanatçı veya proje, finansal desteğe sahip olabilir demek değil. (Bu arada, ben “ÜsküdART 2010” için hiç yardım talebinde bulunmadım ve hatta fotokopiler bile ücretsiz değildi.) Fakat Brüksel Kültürel Başkenti’nin farklı olduğunu mu düşünüyorsunuz? Hayır. Kesinlikle, orada da öyleydi.

Daha da önemlisi, gençlerin eleştiride pasif kalmaması… Hayır. Sokaklara gidin! Duvarları boyayın! İstiklal Caddesi’nde dans edin! Boş binalarda, fikirleriniz ve yaratıcılığınızı sergileyin!..

Bana kalırsa, İstanbul’un daha çok yeraltına ihtiyacı var. Daha çok “avangard”a…


Seni “İki Milyon İstanbullu” kampanyasında da İstanbul’da yaşayan biri gibi protestocular arasında gördük. Kampanya ve köprü projesi hakkındaki düşünceni merak ediyorum.

 

Haha. Bir ekolojist için bu çok kolay… Daha çok köprü, daha çok sokak ve beton… Bunlar sadece daha çok araba getirir… Tek çözüm var: Daha az araba.Yani bu, şu demek ki: Daha çok toplu taşıma aracı, ucuz toplu taşıma. Ve evet. Petrol fiyatlarını yüksek tutun… Benim için problem değil.
Belki ileride otobüsler, dolmuş ve taksiler gazla ya da elektrikler çalışabilir. Elektrik de güneş enerjisiyle ve bir de tabi rüzgar enerjisiyle üretilebilir.
Ülkenizde büyük bir güneş potansiyeline sahipsiniz… Bunu kullanın!

Biliyorsunuz bir çok, farklı ve kolay çözüm yolları var.
Herkes, gençlik etkinliklerinin alkol markaları tarafından sponsor edilmesini yasaklayan yasaya karşı çıktı.Neden?
Bu yasayı daha yeşil yapın!
Sigara reklamlarına son verin! Çünkü, onlar sağlık için kötü…
Alkol reklamlarına son verin! Alkol, ağır bir uyuşturucu…
Ve… Araba reklamlarına son verin! Onlar, insanları öldürüyor…

ÜsküdArt’ta bir kapanış sergisi var. Sergi ne hakkında, biraz bilgi verir misin?


1 yılın sonunda projeyi sonlandırıyoruz. Bu iş, daha çok benim kişisel birikimim ve enerjimle yapıldı. Ve bir yılın sonunda, tamamıyla sona eriyor. Zaten benim planım da, bu işi 1 yıl yürütmekti. Ben enerjimi, sanat için  harcamayı seviyorum, binaları yönetmek için değil…


İlk ay boyunca her pazar, çocuk atölyesi düzenledik. Ayn zamanda sergide, çocukların bu çalışmalarını da sunacağız.
Büyük olasılıkla, 9 Nisan günü birkaç müzisyen de sahne alacak.

16 Nisan cumartesi günü ise, sergimiz ve projemiz bir partiyle sona erecek…


Gelirken, yanınıza içkilerinizi alın…
MP3’lerinizi alın…
Arkadaşlarınızı ve dans ayakkabılarınızı da unutmayın…


Hoşgeldiniz.

 

******

Üsküdart 2010 Stüdyo Kapanış Sergisi

2010 İstanbul sanatçılarının gözünden… Rezidansımızda!

Görsel Çalışmalar:

Tuba Olgun (Türkiye)
Nihal Koparan (Türkiye)
Henrik Hedinge (İsveç)
Luk Sips (Belçika)
Anne Weyler ( Danimarka)
Martina Janssen (Danimarka)
Özgür Kulaksiz (Türkiye)
Levent Duran (Türkiye)

Müzik performansı:

Çağdaş Tanik (TR): piano / guitar
Levent Duran (TR): strings / vocals
Gökçe Kölüsüz (TR): drums / percussion
Utku Öğüt (TR): guitar / violin / vocals
Luk Sips (BE): harmonica / bagpipes

Başlama tarihi: 09/04/2011 : Cumartesi, KOKTAİL saat 18.00

Bitiş tarihi: 16/04/2011 : Cumartesi,  PARTİ saat 20.00

“İstanbul Avrupa Kültür Başkenti” sırasında, 1 yıl boyunca Üsküdar’da yürüttüğümüz  “Açık Sanat Atölyesi” projesini sonlandırıyoruz.

Birçok uluslararası sanatçının, dansçının, ressamın, müzisyenin, oyuncunun, yazarın yolu “üsküdART” a düştü ve birlikte çalışmaları oldu.

Şimdi, mekan yeniden boşalacak…Fakat bu sanatsal enerjinin müthiş izleriyle…

Bütün arkadaşlarımızı ve gönüllüleri bir araya getirmek için, tekrar, son bir  “soup & show” düzenliyoruz.

Ve ” 2010’nun İstanbul yeraltı Mekanı” nı henüz ziyaret etme fırsatı bulamamış insanlara: Bu son şansınız !!!

Hoşgeldiniz

 

Etkinliğin facebook linki için tıklayınız.

 

More in Röportaj

You may also like

Comments

Comments are closed.