Köşe Yazıları

Fındığınızı nasıl alırdınız: fındıkta mevcut durum – Umut Kocagöz

0

Türkiye’nin dünyada birinci olduğu ürünlerden bir tanesi fındık. İstanbul’un kuzey ilçelerinden Gürcistan sınırına kadar, Karadeniz’in neredeyse her bölgesinde fındık yetiştiriliyor. Bölgeden bölgeye fındığın cinsi ve kalitesi değişiyor. Bazı yerlerde “çerezlik” diye tabir edilen aile tüketimi için, bazı yerlerde devlet ve özel sermayeye satışı yapılarak ailenin geçimi için üretiliyor. Fındık zamanında kalabalık bir ailenin bütün masraflarını karşılamaya yetermiş: çocukların okul masrafı, ailenin gıda, yol, giyim, barınma gibi masrafları. Aileler yaşamlarını fındık üzerine kurabilirmiş. Fındığın bir değeri varmış, fındık üreticisi de fındık üretmenin değerini alırmış. Hatta denilebilir ki, fındık üreticisi fındık ürettiği için adeta ödüllendirilirmiş. Çünkü fındık, dönemin tabiri ile “milli ürün” imiş. Yani, Karadeniz bölgesinde, yukarıda bahsettiğim hatta yaşayan yüzbinlerce ailenin ana geçim kaynağı, yaşamını üzerine kurduğu ve idame ettiği temel ürünmüş. Devlet kooperatifler aracılığıyla çiftçilerin fındığını satın alma garantisi veriyormuş. Bu amaçla, fındık hasadı döneminde fındığın alım fiyatını açıklıyormuş. Kooperatifler aracılığıyla (Fiskobirlik) fındık fiyatlarını düzenliyormuş. Üreticinin alın terine bir değer biçme konusunda rol oynayarak, fındık çiftçisini destekliyor, üretilen fındığa sahip çıkıyormuş.

Fındık Fiyatları

Geçtiğimiz hafta açıklanan fındık fiyatları, bu mişli-muşlu süreç üzerine bir daha düşünmemiz gerektiğini ortaya çıkardı. Fındık Üreticileri Sendikası’nın (Fındık-SEN) yaptığı değerlendirmeyi göz önüne aldığımızda, fındığın bu seneki taban fiyatının 15TL olması gerekiyor[1]. Bu fiyat, fındık üretimi için yapılan masrafın yanında, fındık üreticilerinin onurlu bir şekilde yaşamalarını da göz önüne alıyor.  Lakin geçtiğimiz hafta yapılan açıklamalarda fındığın taban fiyatı 10TL olarak belirlendi[2]. 10TL, “psikolojik eşik” olarak da ifade ediliyor. 10TL’nin altında alım yapılmaması, üreticilerin fındıklarını satmaması öneriliyor. Lakin durum pek de öyle değil. Devlet, 10TL fiyatını TMO üzerinden yaptığı alımlara istinaden açıklıyor. Yani devlet, alacağı fındığı 10TL’den alacak. Lakin, her üreticinin fındığının tamamını devlete satma şansı yok. Çünkü kota var. Yani devlet, fındık üreticisinin fındığının yalnızca bir bölümünü satın alıyor. Kalan fındık, tüccarlara, küçük veya büyük şirketlere satılıyor. Ama süreç bu şekilde işlemiyor. Hasat sonuna gelindiğinde çeşitli masraflar yaparak borçlu hale gelmiş çiftçi, borçlarını bir an önce ödemek için ürününü “tüccar” veya “aracı” olarak ifade edilen kesimlere satıyor. Bu kesimlerden hızlı ve nakit para alma durumu oluyor. Elbette bu kesimler fındığın kilosunu 10TL’den almıyor. Borsada fındığın durumuna göre, bazı bölgelerde 9, bazı bölgelerde 8.50TL, bazı bölgelerde ise 7.50TL fiyatları telaffuz ediliyor. Bu fiyatlar zaman içinde değişiyor. Üreticiden fındığı alan tüccarlar, fındığı küçüklü büyüklü, yerel veya küresel fabrikalara, şirketlere satıyor. Şirketler de fındığı çeşitli biçimlerde işleyerek tüketiciye satıyor. Mesela, 10TL’ye fındığını satan üretici, kendi sattığı fındığı bir mağazada almak istese, çeşitli işlemlerden geçmesine istinaden 40, 50, 70, 80, 100TL gibi fiyatlarla karşılaşabiliyor. Mesela kavrulmuş fındığı orta büyüklükte olan ve orta kalitede ürün yapan bir şirketten almak istese 80TL civarı bir fiyat ödemek durumunda.  Burada yapılan işlemlerin, fındığın maliyeti ile beraber total olarak 30-35TL civarında olduğu söyleniyor. Yani geri kalan şirket, aracılar, tüccarlar arasında bölüşülen kâr. Elbette bu fiyatlar yalnızca fındık üreticisini bağlamıyor. Fındık tüketicisi de fındığı bu kadar fazla fiyata yemek zorunda kalıyor. Yani, “milli ürün” bir anda “lüks tüketim ürünü” biçimini alıyor. Bir çok faydası, kullanım alanı, çeşidi bulunan fındık, yukarıdaki hesaplamalar göz önüne alındığında, aslında bu kadar pahalı olmak zorunda değil. Fındıkta kaybedenin hem fındık üreticisi çiftçi, hem de fındık tüketicisi halk olduğunu ne yazık ki açık açık söyleyebiliriz. Bunların yanında, fındığın üretim biçimi ve koşulları açısından da fındık üreticilerinin desteklenmediğini ifade etmek gerekiyor. Konvansiyonel tarım yöntemlerine bağlı olarak, fındıkta kimyasal gübre ve ilaç kullanımının yaygın olduğunu söyleyebiliriz.

Bu durum, üreticiler için hem ekstra masraf, hem toprak yapısının zarar görmesi, hem de üretilen ürünün kalitesi ve besleyiciliğinde düşüşü ifade ediyor. Fındıkta ekolojik tarım mümkün iken, fındık üretici ilaç şirketlerine bağımlı kılınıyor. Peki böylesi koşullarda, fındık gibi bir ürünü nasıl düşünmemiz gerekir? Devlet aklı, fındığın stratejik bir ürün olduğu yönünde. Doğru olmakla beraber, fındığın her şeyden önce bir “gıda” ürünü olduğunu düşünerek başlamak daha doğru olacaktır. Fındık, devlet için stratejik bir ürün, çiftçi için milli bir ürün, halk için bir gıda ürünü, şirketler için kârlı bir meta özellikleri taşımaktadır.[3] Biz, fındığa halkçı bir perspektifle bakmakla yükümlüyüz.  Kamucu bir politika, halkın fındığa erişimini garanti altına almak, fındık üreticisini de desteklemek zorundadır. Bir yandan fındık üreticisini teşvik edecek fındık taban fiyatları oluşturulmalı, bir yandan bu teşviki gerçekleştirilecek maddi altyapı hazırlanmalıdır. Çünkü esas sorunlardan bir tanesi fiyat politikası ise bir diğeri fındıkta ve genel olarak çiftçilikte gençler için, kadınlar için, çocuklar için bir gelecek olmamasıdır. Fındık da diğer ürünler gibi kırda yaşamı, kırsal kalkınmayı temel alan kamucu bir gözle yeniden değerlendirilmek zorundadır. Lakin, kamucu politika yalnızca devletin hayata geçireceği bir politika değildir. Fındıkta da açıkça görüldüğü gibi “kamu” adına söz ve yetki sahibi olan devlet, fındık alanında kamudan neredeyse çekildi. Fındık fiyatları için yapılan açıklama, Fındık-SEN’in de ifade ettiği gibi fındık şirketlerinin çıkarını yansıtmaktadır.[4] Buna alternatif olarak, küçük çiftçileri destekleyecek tüketim kooperatifleri, küçük çiftçilerin kendi ürünlerine sahip çıktıkları ve pazarladıkları üretici kooperatifleri (köy kalkınma kooperatifleri, tarım-satış kooperatifleri vb.) işlevli olabilir. Üreticilerin bir yandan üretici sendikalarında hak arama süreçlerini büyütmesi, tek tek bütün köylerde örgütlenmesi, fındıkta alternatif bir politikanın gelişmesine örgütlü güçleriyle müdahale etmesi gerekiyor. Bir yandan da alternatif bir kır ve tarımsal yaşam üretmenin yollarını aramalı, imeceler düzenleyerek, kooperatiflerde yan yana gelerek, hayatı beraber örerek, kırı, kır yaşamını, üretimi mümkün ve kolektif hale getirmelidir. Üreticiler ve tüketiciler olarak, kamu adına devletin geri adım attığı rolü üstlenmek, aradan aracıları kaldırarak birleşmek, kamu olmak zorundayız. Fındık için de, diğer gıda ürünleri için de bize başka bir yol görünmüyor.

[1] https://www.karasaban.net/findik-sen-findik-referans-fiyati-15-tl/

[2] http://www.insanhaber.com/calisma-hayati/findik-sen-ferrero-nun-istedigi-oldu-findik-10-tl-h100487.html

[3] Bu hususta yapılan bir değerlendirme için bknz: https://www.karasaban.net/rekolteden-stratejiye-findik-kabugunu-doldurmayan-tartismalar/

[4] Burada Ferrero’nun adının özellikle geçmesinin önemli bir nedeni, bu şirketin fındıkta büyük bir tekel olarak örgütlenmesi, aynı zamanda da Tarım Bakanlığı gibi son derece örgütlü bir biçimde çalışması ve güçlü bir cazibe merkezi yaratmasıdır.

 

Umut Kocagöz

You may also like

Comments

Comments are closed.