Ekolojik yaşam kültürel dönüşümle başlar – Güven Eken

Doğadan kopuk yaşamak da bir çeşit yalnızlıktır. Zihin, sürekli olarak bedenin özüne, suya, toprağa ve havaya dokunmak ister. Ne var ki şehrin beden sınırlarını aşan hızı içinde bunu başaramaz. Kendi kaynağı doğadan kopar. Yalnızlaşır. Bu yalnızlık da insanın insana duyduğu açlık kadar tüketici olabilir, ancak pek önemsenmez. Hatta çoğu zaman fark edilmez.

Doğa yalnızlığının az veya çok herkesin içinde olduğunu görebilirsiniz. Çimen üstü mangal, parkta yürüyüş, gece yarısı televizyon belgeseli, evde evcil bir hayvan, civar köylere haftasonu kaçışı… Hepsi doğa yalnızlığını hafifletmek için kullanılan birer kısa yol.

Kimileri içinse bu kısa yollar artık yetersiz kalır. Şehri terk etme içgüdüsü büyür, büyür. Sonunda eyleme dönüşür. Bir bakmışsınız plazada çalışan bir dostunuz bir sene sonra elinde çapa, domates ekiyor. Bazıları bu değişimi daha da büyük bir tutkuya dönüştürür: Ekolojik köy kurma hayali gibi.

Bugün binlerce insanın münferit olarak, daha küçük bir grubun ise ekolojik yaşam kurmak için kolektif bir şekilde şehirden kıra göç ettiğini biliyoruz. Bilmediğimiz veya daha az bildiğimiz konu ise bu insanlar şehirden kırsala yerleştiklerinde onları neyin beklediği…

Şehirden kırsala geçiş sadece mekânsal bir değişimi değil, aynı zamanda kültürel bir dönüşümü gerektiriyor. Böyle bir dönüşüm, hazırı satın almaya alışmış bireylerin dayanışma içinde üreten kolektifler oluşturması anlamına geliyor. Tahmin edebileceğiniz gibi bu yalnızca sebze ekmekle başarılabilecek bir şey değil. Düşünme ve ilişki kurma biçiminin ters yüz edilmesi, adeta yeniden yapılandırılması gereken bir durum.

Kıra giden veya bunun hayalini kuranların önündeki en önemli soru zaten tam da bu: Aranan yeni yaşamın kültürel kökleri tam olarak nasıl ve nerede? Tüketim kültürünü terk edenin içine düştüğü kaçınılmaz arayış…

Kırdaki arayışın ilk sonuçları genellikle batıdaki ekoloji hareketinin uzantısı olan pratik çözümleri işaret eder. Tarımda ve mimarideki şablon uygulamalar yeni yaşamın taşıyıcı direkleri haline gelir. Çeviri kitaplar, hızlandırılmış kurslar, bedenin çamura ve suya karıştığı atölye çalışmaları kırın yeni sakinlerine büyük heyecan verir. Ne var ki arayış, bunlarla sona ermeyebilir. Bir gün, kırın yeni sakini başını etrafına çevirir ve Anadolu’da binlerce yıl yaşanmış doğa kültürünü fark eder.

Binyıllık Anadolu doğa kültürü

Anadolu doğa kültürü, belki de yeryüzünün üzeri en fazla örtülmüş yaşam biçimlerinden biri. Hem yerleşik, hem de göçer dalları olan bu kültür yalnızca bir tarım hayvancılık geleneği veya mimari teknik değil. Doğa insan birlikteliğine dayalı bir düşünme ve var oluş biçimi.

Tarımdan mimariye, hukuktan zanaata ve bilimden masallara kadar yaşamın her alanında uygulamaları olan bu kültürün asıl önemli yanı belki de altında yatan felsefe. İyiliğe dayalı ilişki kurmak, vefa, yetinme, çoğulculuk ve imece doğayla birlikte üretilen her şeyin temelinde yatıyor.

Doğa kültürünün Anadolu’da tek bir etnik ve dini sahibi yok. Dili veya inanışı ne olursa olsun tüm Anadolu halkları bu kültürden beslenmiş. Zaten Anadolu’da bu kadar farklı topluluğun bir arada yaşayabilmesinin nedeni belki tam da bu kültür. Öte yandan, Anadolu’da iki bin yıldır hüküm süren devlet politikaları nedeniyle doğa kültürünün giderek artan bir hızla toprak altına gömüldüğünü, Anadolu insanlarının kendi kökleriyle bağlantısını kaybettiğini görüyoruz. Yörüklerin zorunlu iskânı, 1915, mübadele, kırsalın boşalması ve köylerin kapatılması yüzlerce yıldır süren kopuşun son safhaları. Öyle ki, çoğumuz, hatta şehirden kente göç edenler bile Anadolu köklerinin farkında değil.

Bugün Anadolu köklerimize yeniden dokunmanın birkaç yolu var. Bunlardan ilki doğa kültürünün yaşadığı son kırsal alanları iyi anlamak ve yaşamak. Diğeri ise şehirlerde Gezi gibi merkezsiz hareketleri yaşatmak, çoğaltmak. İkisi birbirine zıt gibi gözüken ama gerçekte biri ötekini tamamlayan ve aynı paylaşımcı kültürden beslenen iki var oluş biçimi.

Gezi’yi Anadolu’nun ruhu görmek

Kırın yeni insanları bilerek veya bilmeyerek tarihi sorumluluklar üstlenmiş durumda. Bu sorumluluk köye yerleşmekle bitmemeli. Çünkü sorun ne köy, ne de şehirde. Bunlar arasındaki bağların kopmuş olmasında.

Tam da bu nedenle, kırda yeni bir yaşam kurmak için ekolojik çözüm şablonları yeterli olmayabilir. Toprak altındaki doğa kültürünü sabırla ortaya çıkarmak ve şehirlerdeki merkezsiz hareketlerle bağlar kurmak gerekebilir. Gezi’yi Anadolu’nun ruhu, Anadolu’yu ise Gezi’nin yurdu olarak görmek gerekir.

Bağ kurmak. Kayıp kültürün kendiyle birlikte kaybolan sırrı. Doğanın tıpkı üretmek kadar önemsediği, ancak insanın artık unuttuğu o sihirli güç. Bağ kurmak.

İnsanın doğa yalnızlığı da sadece köye yerleşerek değil, yeni bağlar kuruldukça azalacak. İnsanla insan, kır ve şehir, söz ve öz, geçmiş ve şu an, yurt ve ruh arasında yeşeren o bağlar… Kayıp kültürün taze filizleri.

Güven Eken – AGOS

İLGİLİ HABERLER

İLGİNİZİ ÇEKEBİLİR

Balık ekmek yemekle olmaz, Marmara’nın suyunu için!-Mehveş Evin

Ne yazık ki müsilaj felaketini balık yemek, denize girmek, denizin yüzeyini temiz görmeye indirgemek, bu büyük ekolojik krizi durdurmanın önündeki en büyük engel.

Marmara Denizi’ndeki kirlilik sorununa bir çözüm: Agroekoloji – Bülent Şık

Agroekolojik yöntemler sulardaki nitrat kirliliğini azaltıcı bir sonuç doğurur ve bu da içme suyu kaynaklarının korunması anlamına gelir.

Örgütlü sessizlik – Arat Dink

Zeki Tekiner, dört ay önce başka bir silahlı saldırıdan şans eseri ölümcül bir yara almadan kurtulmuştu. Vali’yi olayın siyasi boyutu olduğuna ikna edememişlerdi. Dostları Nevşehir’den bir süre uzaklaşmasını istediler. O, “Bana Nevşehirliden zarar gelmez” dedi, kaldı. Su, tanıdık akıyor, değil mi?

Marmara Denizi’ndeki müsilaj kirliliğinde kömürlü termik santrallerin etkisi incelenmeli- Pelin Cengiz

İstediğiniz kadar yüzey temizliği yapın, bir yeri temizlerken diğer taraftan atık devam ediyorsa buna temizlik denir mi?

Marmara’nın ölümü: İstanbul kolera salgınına hazır mı – Bülent Şık

Denizdeki müsilajin kolera salgını getirmesi mümkün. Ama her şeye rağmen devam etmekten ziyade durmayı, onarmayı öne çıkarmalıyız. İnsan, bitki, hayvan ve çevre sağlığını bir bütünün birbiriyle ilişkili parçaları olarak görmeye çalışarak çözümler arayacağız.

EN ÇOK OKUNANLAR