Hafta SonuHaftasonuKöşe YazılarıManşetYazarlar

Artık ‘Aladağ gibi serin’ olabiliriz

0

‘Aladağ iki buçuk yıldır serin olmak bir yana cayır cayır yanıyordu. Artık biraz soğumaya bırakabiliriz.’

“Yurdun önüne gittiğimizde her şey simsiyahtı, hava, binalar, ortam… Kötüydü, çok kötüydü” diye anlatmıştı ilk koşan arkadaşlarımızdan biri. Soğuk bir kasım akşamını cehennem sıcağına çeviren Aladağ yurt yangınına “bir şeyler yapmalıyız” diye ilk gidenlerdi onlar. Son iki buçuk yıldır da bir çatı altında ortak mücadele ettiğim Sosyal Haklar Derneği’nin, Çukurova Bölgesinden arkadaşlarımızdı onlar.

Avukat arkadaşımız acılı ailelerin hukuk mücadelesini üstlenirken, kısa sürede adeta evlatları gibi olacaktı. Hastanelere koşanlarımız, yaralı kız çocuklarının ablalarıydı, ağabeyleriydi artık. Öncesinde alanlarda yoldaşlık yaptığım, ilk koşanlardı katliam bölgesine.

Cinayet mahalli nasıl oluştu?

Çocukları göz göre yakmışlardı. Bu gelişi herkes izlemiş, kimse müdahale etmemiş, üstünü örtmüş, görmezden gelmişti. İhmaller, ihlaller zinciri katliama dönüşmüştü. Çocuklar bir yurtta kalmak için çok küçüktü, köylerinde, ailelerinin yanında okumalıydılar. Oysa köylerdeki okullar çeşitli gerekçelerle çalıştırılmıyor, Kuran kursu olarak kullanılıyordu. Hiç olmazsa taşımalı bir imkan sağlanmalıydı. Ama yollar çakıl taşlarının dizilmesinden ibaretti. O halde ilçede kamusal, ücretsiz ve eğitim hakkını gözeten bir yurt imkanı bulunmalıydı. Bir vakıf, hele ki bir dini cemaat yurdu bir seçenek olarak asla sunulmamalıydı. Oysa mevcut olan devlet yurdu yıkılmış, 1972’den beri kaçak olarak göz yumulan Süleymancı cemaate ait yurt seçenek olarak bırakılmıştı. MEB denetiminde kurulmuş olan bir yurdun imarı olmalı, inşaatı ve donanımı mevcut yönetmeliğin milim dışına çıkmamalıydı. Doğru denetlenmeli, bakımları yapılmalıydı. Buraya teslim edilen kız çocukları okusunlar diye oradaydılar. Oysa günde beş vakit namaz kıldırılıp bulaşık yıkatılıp, tuvalet temizletiliyordu. Çocukların şikayetleri, “bulaşık yıkarken sudan elektrik çarpıyor” uyarıları da dikkate alınmamıştı. MEB’in erkek denetçileri “kız yurdu” olduğu gerekçesi ile gerçek manada bir denetim yapmamış yani ihmaller, ihlaller, yalanlar, yanlışlarla bir cinayet mahalli hazır edilmişti.

Ve çocuklar yandı, okul müdürünün daha bebek olan kızı ve bir belletmen de dahil.

İki buçuk yılda neler oldu?

İki buçuk yılda neler olmadı ki… İlk anda yapılan tutuklamaların hemen ardından tahliyeler oldu. Avukatlarımız itiraz etti, yeniden tutuklandılar. Daha ilk duruşma olmadan kanunsuz bir şekilde yanan yurt binası yıkılarak deliller karartıldı. Daha ilk duruşma olmadan ailelerin hesaplarına paralar yattı. Kimisi iade etti, kimisi alsa da davasından asla vazgeçmedi. Ne yazık ki medyada “aileler çocuklarının davasından vazgeçtiler” haberleri çıktı. Tümüyle yalandı. İlk günün tüm davacıları bugün hala varlar. Haftalar aylar geçtikçe aileler, avukatlar, Türkiye’nin dört bir yanından gelen baro temsilcileri, destek veren demokratik toplum kuruluşları kenetlendiler. Bu birliktelik davanın seyrini bile değiştiriyordu.

İlk yaz geldi. “Aladağ’ın köylerinde yaz okulu yapabilir miyiz”, diye sorduk birbirimize. Soma’da her yıl yapıyorduk ama orası nispeten kolaydı. Aladağ’ın köyleri sarp kayalar, dağlar içerisinde ulaşımı çok zor köylerdi, telefonun çekmediği ortamlarda, yaz okulu yapılabilecek düz zemin bulmak bile mucizeydi. Ya güvenlik sorunu çıkar mıydı? Peki biz bu sorunları aşamaz mıydık? Aştık…

Kamuda hakkınızı nasıl ararsınız?

Adana yerel yönetimlerimizden aldığımız destek, gönüllü eğitmenlerin gerçekten kocaman gönülleri, tüm destekçiler, asla vazgeçmeyen üyelerimizle yaz okulunu Kışlak ve Köprücük köylerinde dörder gün olmak üzere başlattık. Hayatlarında ilk kez yaz okulu gören çocuklar, aileler inanamaz gözlerle bakıyorlardı. İlk yılın ardından bir daha geleceğimize inanmadılar. Geçen yıl tekrar yaptık. Bu kez  bir hafta süreyle çocuklar müzikten resme, yaratıcı dramadan ekolojiye çeşit çeşit dersler gördüler. Ben mesela lise düzeyi çocuklarla meslek seçimi ve kamuda hak arama atölyeleri yaptım. Nişancı asker olmak isteyen bir delikanlıyı sohbet ederek at yetiştiriciliği okuluna yönelttim. “Bu köye hiçbir şey yapmıyorlar” diye söze başlayan çocuklara “ne istiyorsunuz mesela” diye sorduk. Futbol oynamak için düz bir saha istiyorlardı. Bunun için nereye başvuracaklarını, nasıl dilekçe yazacaklarını, nasıl takip etmeleri gerektiğini, kamunun ne kadar sürede cevap vermesi gerektiğini ve bölge milletvekilini nasıl kullanabileceklerini anlattık.

Evleri gezdik, çaylarını içtik, ailelerin, kadınların dertlerini, isteklerini dinledik.

Ve duruşma günü

Bu yılki yaz okulunun tam ortasına ise son duruşma günü düştü. O gün yaz okulunu tatil ettik ve tüm gönüllülerimizle duruşma salonundaydık. Hepsinin “ya davadan kabullenilemeyecek bir sonuç çıkarsa, çocuklara ne diyeceğiz” endişesi, duruşma sonunda belki de ilk kez tanıklık ettikleri bir tatmine dönüşmüştü. Elbette hiçbir ceza yanan çocukların karşılığı olamazdı, ama annelerin, babaların yüzü gülümsüyordu.

Bu dava bir cemaatin yöneticilerinin bilinçli taksir nedeniyle ceza aldığı ilk ve emsal dava oldu. Bu açıdan sonuç hukuken çok değerli. Ama vicdanen yetmez. Yetmeyen şudur: Bu katliamın esas sorumluları, dönemin Milli Eğitim Bakanından başlayarak yangına uzanan hattaki tüm bürokrasidir. Özellikle de aileleri “Ya cemaat yurdu, ya da ev tutun” diye azarlayarak ite kaka Süleymancılara gönderen İlçe Milli Eğitim Müdürü’dür. Denetimleri yapmadan yaptım diyen sözde denetçilerdir. Bunlara ne yazık ki sıra gelemedi.

Ama bu zihniyete verilecek en iyi ceza kamusal, parasız ve laik eğitim konusunda diretmek ve çocuklara erkenden bu bilinci verebilmektir. Bizim de tüm destekçilerimizle yapma mücadele içerisinde olduğumuz budur.

Aladağ girişinde, Aladağ’ın meşhur sözü bir tak üzerinde yazılıdır: “Serin olun, Aladağ’dasınız” Aladağ iki buçuk yıldır serin olmak bir yana cayır cayır yanıyordu. Artık biraz soğumaya bırakabiliriz. Artık Aladağ gibi serin olabiliriz.

(Yeşil Gazete)

 

More in Hafta Sonu

You may also like

Comments

Comments are closed.