Dış Köşe

20 yıl sonra Rio’da aynı film izlendi – Devin Bahçeci

0

Birleşmiş Milletler Sürdürülebilir Kalkınma Konferansı, namı değer Rio+20’de olanlar gelecek için umutsuzluktan başka bir şey getirmedi.

50.000 kişinin katıldığı ve Birleşmiş Milletler’de şimdiye kadar en çok kayıtlı katılımcının bulunduğu toplantı, aslında yeşil ekonomi ve yoksulluk olmak üzere iki eksende çevre kirliliği, sosyal adaletsizlikler, yoksulluk açlık konularında uluslar arası bir işbirliği ağı kurmayı ve sürdürülebilirlik için bir çerçeve çizmeyi planlıyordu.

20 yıl önce yine Rio’da  “günümüzün ihtiyaçlarını gelecek kuşakların ihtiyaçlarını karşılama olanaklarından fedakarlık yapılmaksızın, karşılanabileceği” ekonomik modelin kabul edildiği bir toplantı yapılmıştı. Yine o gün, sivil toplum ve yeşiller sürdürülebilir kalkınmanın aslında eski sisteme yeni bir elbise dikmek ve göz boyamak olduğunu anlatmaya çalışmıştı ama kimse umursamamıştı. 20 yıl sonra yine aynı filmi aynı kentte izledik.  Üstelik bu seferki filmde iş dünyası daha açık ve acımasızdı.

Bu amaç için on gün önce devletlerin teknik / akil adamları müzakereler yaptı ve taslak metin oluşturdu. Devamında ise bu taslak metin devlet liderlerinin katıldığı toplantılarda kabul edildi.

238 paragraftan oluşan “Future We Want” metni, elle tutulur her hangi bir eylem planı, çözüm önerisi, işbirliği yöntemi içermiyor.  Üstelik, yeşil ekonominin ana eksenlerinden biri olduğu toplantıda hiçbir biçimde yeşil ekonomi tanımı da yapılmadı. Yeşil ekonomi, havada kalan kimsenin anlamadığı, kafa karıştıran ve aslında iş dünyasına iyi bir reklam olanağı tanıyan yeni bir kavram. Benim de katıldığım bir çoklarına göre ise, devletlerin / BM’nin ve tabiî ki şirketlerin yeşil ekonomisi ise 20 yıl önce sürdürülebilir kalkınmada yapıldığı gibi, kirli işlere yeni bir kılıf. Üstelik yanında bir de yeni bir kavram daha icat edilmiş: Yeşil Büyüme. Doğayı ve insanı bir tür kapital olarak gören düzenin, Rabbena hep bana diyen bir ekonomik sistemin ürettiği kavramdan farklısını beklemek de hayalcilik olurdu.

Metin aynı zamanda tutarsız ve komik başlıklar ile de dolu. Mesela 2000 yılında belirlenen Bin Yıl Kalkınma Hedeflerine 2015 yılına kadar ulaşılması gerekiyor. Ancak 2012 yılı itibari ile küresel düzeyde bu hedefe ulaşmak imkansız, hatta imkansız ötesi. Özellikle küresel ekonomik sadece hedeflere ulaşmasını imkansız hale getirmedi, bir de yoksulluğun ve açlığın azaltılması gibi hedeflerde Dünya’yı bile geriye götürdü.

Metin, 2015 yılında Bin Yıl Kalkınma Hedeflerine 2015 yılına kadar ulaşılması gerektiğinin altını çizmiş. Peki nasıl ulaşılacak? Bu hedefler için nasıl finans kaynakları yaratılacak? Ne yazık ki bu soruların hiç birine devam verilmemiş.

Metnin neredeyse tamamı, böyle ancak olsa olsa iyi niyet olabilecek bir sürü niyetten oluşan, ucu açık paragraflar bütünü.

Metnin bence tek ama sadece tek iyi bir tarafı var: Ülkeler 20 yıl önce yine Rio’da kararlaştırdıkları “sürdürülebilir kalkınma” idealine ulaşamadıklarını, başarısız olduklarını, 20 yıldır her hangi bir ilerleme kaydedemediklerini kabul etmişler.

Peki bundan ders alıyorlar mı? Tabiki hayır!

Eminim küresel şirketler bu toplantının çıktıları konusunda gayet mutludur. Keza bizim için bir küresel ekolojik krizin varlığı söz konusu iken, şirketler bu krizi de fırsata çevirmeyi ve daha çok kar elde etmeyi bekliyorlardı. Nitekim, bu konuda Rio+20’den çok faydalanacaklar!

Çünkü Yeşil Büyüme / Yeşil Ekonomi gibi kavramların Rio’da ya içi doldurulmadı ya da şirketlerin istediği gibi dolduruldu. Şimdi bir çok şirket halkla ilişkilerinde bu kavramların içini istedikleri gibi doldurarak doğa ve insan üstünden (bir tür sermayeyiz onlar için) para kazanmaya devam edecekler.

Mesela, Amazonlara baraj inşa eden  ve yağmur ormanlarını mahfeden şirket, bakın daha az fosil yakıt kullanımasına yol açıyorum, sayemde yaşasın yeşil ekonomi diyebilecek.

Bu örnek daha da çoğaltılabilir ama zordur halimiz, zor günler bekler bizi.

Rio+ya dair aslında söylenecek çok söz var. Ama bence biraz da yaşanılan demokrasi krizinden de söz etmek gerekiyor.  Bu ve daha önce takip ettiğim uluslar arası toplantılara bakarak, demokrasinin büyük bir krizde / açmazda olduğunu görebiliyorum. Artık temsili demokrasi çalışmıyor, hükümetler halklarından çok şirket sahiplerini temsil ediyor, onların çıkarları çerçevesinde ilerliyor.

Bu söylem yeni bir söylem değil biliyorum ama benim bu toplantı deneyimlerim bu söylemden öte bir nokta daha da görüyor gibi. Hükümetlerin, devlet delegasyonlarının / karar vericilerin farklı bir şeyler üretebilmesi de mümkün değil.  Her kaçış yolu kapalı, herkesin birbirine göbek bağı, çıkar ilişkisi var. Burada resmi benim gibi gören ama elimizden bu kadarı geliyor diyen o kadar çok delege ile sohpet ettim ki.

Sistem dev bir canavar gibi ortalıkta dolaşıyor ve hepimiz bu sistem denen canavara iple bağlı birer kuklayız.

Daha çok büyüme, daha çok kalkınma, daha çok para kazanma hırsının yarattığı körlük ayağımızın altından kayıp giden dünyayı bile görmemizi engelliyor.

Koca bir yalan olmuşuz hepimiz. Yalan Dünya yaratmışız kendimize. Rio+20 de Yalan Dünyamızı, Gerçek Dünyaya tercih ettiğimizin tastiği oldu.

Devin Bahçeci – Taraf

More in Dış Köşe

You may also like

Comments

Comments are closed.