Yazarlar

“Yeşiller ve Sol Gelecek Partisi”ne dair – Erkan Bayır

0

Geride bıraktığımız haftasonu önemli bir gelişme oldu. Bir tohum ekildi, toprakla buluştu ve uyku halindeki bu tohum uyandı, üzerindeki kabuğu attı, çimlendi, yeşillendi. Bu tohumun toprakla buluşmasını ve çimlenmesini sabırsızlıkla bekliyordum. Verimsiz topraklar üzerinde derme çatma oluşturulmuş, orman yangınlarıyla gri-siyah bir kül karışımına dönüşen Türkiye demokrasisi, yeşil renge ve yeşilden türeyen cıvıl cıvıl renklere hasretti. Yangından sonra hiç canlılık belirtisi kalmadığı için, filizlenmeye çalışan ufacık tohumları yaşatabilmek, hayatta tutabilmek pek de kolay olmuyordu. Postallarla acımasızca ezilen filizler, geldiği toprağa geri dönüyordu. Renksizlik cehennemi, renklerin yaşamasına izin vermiyordu.

 

Yeşilin benim için önemi çok büyük. Yeşil, benim için “yangın yerinde canlılık belirtisi” demek. Hava kirliliğini besine dönüştüren, kirliliğin içinde bile üretebilen, ağır ağır büyüyüp gelişen, kirliliği temizleyen, köklerinde tuttuğu azot bağlayıcı bakterilerle verimsiz toprağı bile verimli hale dönüştüren bir yaşam kaynağı demek. Yeşil, umudun yok olduğunu sandığımız bir anda, uçurumdan düşmek üzereyken tutunduğumuz ve bizi kurtaran bir tutam ot demek. Yeşil, ışık enerjisini kullanarak besin üreten, yani aydınlığı üretime çeviren “yaşam emekçisi” demek.

 

Küçüklüğümde, Orman Haftası’ndaydı sanırım, bir cümle görmüştüm: “Orman bekçi ile değil, sevgi ile korunur”. Türkiye’nin verimsiz toprakları üzerine derme çatma kurulan cılız orman, ne yazık ki sevgi ile korunamadı. Kendini orman bekçisi zanneden postallılar, ormanı korumak bir yana, bütün filizleri çiğneyip geçti, bütün ağaçları yakıp yıktı, havayı zehirledi, canlılığın tüm belirtilerini yok etti. Sevgiyle koruduğumuz, “bekçisiz” bir demokrasi ormanını kurmayı başaramadık, binlerce fidanımızı işkencehanelerde ve darağaçlarında kurban verdik, binlerce filizin mezarını bile bulamadık. Yaşatmaya çalıştığımız ufacık yeşillikleri, bekçilerden saklaya saklaya, yangının küllerini üstümüze örtü yaparak, kaya diplerinde büyütmeye çalıştık.

 

Çift çenekli bir fasulye gibi, çift çenekli bir tohumumuz var şimdi … EDP ve Yeşiller, bir yıllık emeğin sonucunda birleşti. Orman katili bekçilerden hesap soran iki çenek, uyku halindeki bir filizin arkasındaki itici güç oldu. Filiz, tohumun üzerini kaplayan beyaz örtüyü üzerinden atıp, çeneklerden aldığı besinle toprağın yüzeyine ulaştı. Çocukluktan kaynaklanan bir heyecan bu! Hani karanlıkta fasulye çimlendirirsiniz ya, bembeyaz pamuğun altından ufacık bir yeşil filizi görürsünüz, hemen heyecanlanırsınız, bir an önce büyümesini istersiniz, yepyeni filizi hemen bol ışıklı bir ortama çıkarırsınız! Şimdi aynı hissi yaşıyorum. Tertemiz bir heyecan bu.

 

* * *

 

Böyle içten ve duygusal bir girişle söze başlamak istedim; ufacık bir tohumu çimlendirip yaşatmaya çalışan bir çocuğun heyecanı ile. Moleküler biyoloji ve genetik mezunu bir bilim insanı adayı olarak, hayata öncelikle biyolojik bir perspektiften bakmaya çalıştım. Yaşadığımız dünyayı evimiz olarak gördüm. Dünya dediğimiz evin bir ferdi olan insanın, evin diğer fertleri söz konusu olduğunda nasıl acımasız, hoyrat, bencil, vurdumduymaz olduğunu ve hepimizin (bütün canlıların) ortak evini nasıl mahvettiğini üzülerek deneyimledim. Sadece belli bir insan ırkını, belli bir dini, belli bir mezhebi, belli bir toplumsal cinsiyet kimliğini, belli bir kültürü savunan ve diğerlerini dışlayan, ötekileştiren, aşağılayan, hedef gösteren nefret söyleminin ve nefret suçlarının nelere yol açtığını öğrendim. Kendimi sorguladım, boşluğa düştüm, aynı biyolojik türe mensup olduğum insanların bu tavrı karşısında dehşete kapıldım.

 

Benim kendi ayrımcı görüşlerimin farkına varmam ve bu ayrımcılığı ayıklayıp tamamen temizlenmem de uzun bir zaman sürdü. Hani olur ya, pis kokunun içindeyken burnunuz hissiz hale gelir, pis kokuyu duymazsınız. Pis kokuyu algılayabilmem için, pis kokunun kaynağından uzaklaşmam gerekti. Türkiye’den ayrıldım, yurtdışında yaşamaya başladım. Türkiye’nin içinde iken farkına varamadığım, farkına varabilsem bile Türkiye’nin yol açtığı yanlış koşullanmadan dolayı tepki veremediğim ayrımcılık biçimlerini öğrendim. Öğrendikçe, bakış açım değişti ve Türkiye’nin çoğunluğunu rahatsız etmeyen pis kokuya, ayrımcılığa daha duyarlı hale geldim.

 

* * *

 

“Yeşil” siyaseti ilk kez duyanlar, bizim sadece çevre kirliliğinden ve doğayı korumaktan bahsettiğimizi zannedebilir. Yeşil siyaset sadece “doğayı korumak”la sınırlı değildir. Doğayı korumayı yaşam biçimi haline getirirseniz, “nesli tükenmekte olan” türleri korumak ve yaşatmak istersiniz. Nesli tükenmekte olan türleri ve doğadaki çeşitliliği görünce, “insan” türü içindeki çeşitliliğe kafa yorarsınız, çoğunluğun azınlığı nasıl ezdiğini ve sindirdiğini, asimile ettiğini, yok ettiğini görürsünüz. Azınlığı korumak istersiniz; ama verimsiz demokraside iktidar koltuğuna oturmak “çoğunluk”tan geçer. Verimsiz demokraside iktidar olanlar, yeşil filizlerin üzerine basarak ve azınlığı ezerek o koltuğa otururlar.

 

Ezen-ezilen ilişkisinin olduğu her yerde, ezilenlerin hakkını savunan bir “sol” vardır. Postallar tarafından ezilen yeşil filizler, ancak solcu bir bakış açısıyla, ezilen siyasetiyle korunabilir ve yaşatılabilir. Gücünü emekten ve ezilenlerden alan sol, yeşili sevgiyle korur ve destekler. Sol, emekçileri ve ezilenleri savunur; ama yeşil bir bakış açısına sahip olmayan sol otoriterleşir ve farklılıkların birlikte yaşadığı bir çevreyi inşa edemez.

 

Yeşiller ve Sol Gelecek Partisi’ni kurmak zor olmuştur, eminim. Ben Türkiye’de olmadığım için kuruluş sürecini ancak internetten takip edebildim, partinin kurucularından biri olamadım. İki farklı parti, iki farklı kurum, iki farklı siyaset anlayışı, farklı kadrolar, farklı siyasi tavırlar … Bu farklılıkları uzlaştırabilmek, birlikte yaşatabilmek, ortak bir gelecek inşa edebilmek, yeşillerin ve solun ortak becerisidir. Yeşillerin ve solun, ortak geleceği inşa edebilmek için, hiyerarşik iktidar mekanizmalarını ve sömürü ilişkilerini reddetmesi gerekiyor. Kapitalizmin artı değer ve emek sömürüsüne kararlılıkla karşı çıkmak, yeşillerin ve solun ortak tavrı oldu. Kapitalizm, yeşiller ve solun birlikteliğini üzerine inşa ettiği üç değere saldırıyor: insan, doğa ve emek. Bu değerleri savunmak, ancak kapitalizme “HAYIR” demekle mümkün. Yeşiller ve sol, kapitalizm karşıtı bir çizgiyi özümsemeyi birlikte başardı.

 

Yeşiller ve Sol Gelecek Partisi’nin kuruluş kongresindeki gökkuşağı kürsüsü, bütün farklılıkları ve renkleri, bütün azınlıkları temsil etmeyi amaçlıyordu. Kongrenin fotoğraflarını gördüm ve kongreye katılmayı başarabilen insanlara imrendim. Ne yalan söyleyeyim, çorbada benim de tuzumun bulunmasını isterdim. Tef çalarak atılan sloganları okudum ve gülümsedim, hatta bu sloganları arkadaşlarımla paylaştım.

 

Eleştireceğim noktalar yok mu? Elbette ki var. Birleşmeden bir gün sonra, Murat Belge’nin bir gazeteye verdiği röportajda söylediklerini okudum ve büyük bir üzüntü duydum. Murat Belge bu röportajda “Bugüne kadar CHP’li olmuş olanlardan hayır gelmez” diyerek CHP’lileri, “BDP ulusalcıların yedek lastiği gibi davranmayı tercih ediyor” diyerek BDP’lileri ötekileştiriyordu. Uzun süren CHP serüvenim sonrasında EDP-Yeşiller birleşmesine destek verdiğimde, aklımı kurcalayan tek şey bu birleşmeye destek veren kadroların bir kısmındaki CHP alerjisiydi. CHP ve BDP’nin tabanında olan; ancak partilerinin görüşlerinden zaman içinde farklılaşan ve yuva arayan insanlara “Bunlardan hayır gelmez” veya “Ulusalcıların yedek lastiği” diyen zehirli dili kabullenemiyorum, “Yeşiller ve Sol Gelecek” dediğimiz ve çimlenmesi için bir yıl boyunca bir sürü insanın emek verdiği tohumun mantığına aykırı buluyorum, ayıplıyorum. Biliyorum ki, bu yazının bu paragrafına kadar gülümseyerek okuyan “yeşil ve solcu” dostlarım, bu paragrafı görüp “Keşke bu paragraf olmasaydı, yazı daha güzel olurdu” diyecekler. Beni ötekileştiren dile tepki vermezsem, farklılıkların bir arada yaşamasına dayalı bir siyasetin parçası olamam.

 

* * *

 

Uzun lafın kısası, “Yeşiller ve Sol Gelecek” bana umut veriyor. Bir tohumu çimlendiren çocuk kadar iyimserim ve heyecanlıyım. Sabırlıyım; çünkü bu bitkinin büyümesinin ve çiçekler açıp meyveler vermesinin uzun süreceğini biliyorum. Belki bitkiyi yaşatamayız, belki de çiçeksiz bir bitki olacak, belki meyve vermeyecek. Bir botanik bahçesinde, 6 yıl aradan sonra ilk kez çiçek açan ve kocaman, renkli bir strobilus üreten Mozambik bitkisini görmüştüm; bu yüzden yavaş büyüyen ve uzun ömürlü bir bitkiyi de sabırla büyütmemiz gerektiğini düşünüyorum. Yeşiller ve Sol Gelecek için emek veren herkese, benim de özenle üzerine titreyeceğim bir tohumu çimlendirip gün ışığına çıkardıkları için teşekkür ederim.

 

NOT: Fotoğrafta gördüğünüz renkli strobilus, 2006’dan beridir ilk kez çiçek açan Mozambik bitkisi Encephalartos ferox‘a ait ve üzerinde tohumlar var. Uzun bir aradan sonra çiçek açan bu bitki, benim gözümde umudu temsil ediyor.

 

Erkan Bayır

twitter.com/erkanbayir

 

More in Yazarlar

You may also like

Comments

Comments are closed.