Günün ManşetiHafta SonuHaftasonuKöşe YazılarıYazarlar

‘Yoksulluğun birçok biçimi var ve hepsini tek tek keşfedeceğiz’

0

‘Mardin’de %60 olduğu söylenen rekolte düşüşünün Türkiye genelinde bir konuşması yok henüz ve fakat yukarıdaki tabloya iklim değişikliği de eklendiğinde…’

Bill McKibbenn’ı yeni kitabı, FALTER’dan bir bölüm seçmiş, Rolling Stones. Dünyadan Çeviri, kısaltılmış bir tercüme yayınlamış. Yukarıdaki cümle oradan. Sosyal medya, malum, geniş cemiyetimiz. Ben de paylaştım yazıdan bir kaç satırı.

Mardin’den gelen cevap çok değerli. “Biz mercimeği söktük. Nohut ekemedik. Buğdayda rekolte geçen yıla göre %60 düşecek. Aşırı yağıştan sarı pas hastalığı tüm ürünleri kırdı geçirdi. Hibrit tohumların akibeti bu, buralarda” dediler. Sorgulu sordum. Ata tohum buğdayı. Geç başak vermiş ama sağlıklılarmış. Hasadını da görelim inşallah dedim, Mardin’e bereket diledim.

Aynı saatlerde hububat alım fiyatlarından memnun olmayan çiftçi, Hububat Üreticileri Sendikası (HUBUBAT-SEN) aracılığı ile ürün fiyatlarının, maliyete bir %25 (kazanç+insanca yaşam payı) daha eklenerek hesaplanması gerektiğini anlatmaya çalışıyordu. Bu talebin üreticilerin mağdur olmaması ve üretime devam edebilmesi için olduğu aşikar. Maliyetine üretmesi beklenemez çiftçinin. Gel gör ki maliyetin, yani tohumluktan gübreye, mazottan ilaca, modernize edilen tarımın tüm girdilerinin % 60-65 oranında arttığı bir dönemdeyiz! Oysa ilk kez, enflasyonun üzerinde bir alım fiyatı ilan edilmişti. Enflasyonun dedim, maliyet + insanca yaşam için makul bir kar yüzdesi demedim. Adalet, hala uzak bir hayal kırsalda, tarımsal üretimde.

‘Olur öyle’

Mardin’de %60 olduğu söylenen rekolte düşüşünün Türkiye genelinde bir konuşması yok henüz ve fakat yukarıdaki tabloya iklim değişikliği de eklendiğinde… kim, niye İstanbul’a buğday üretsin ki?! Değil mi?

Var mı tasa eden?

Buğdayda yaşananla/yaşanacakla burada, Ayvalık’ta, zeytinde yaşanan alakalı olabilir mi dedim, notlarımı buraya da bırakmaya karar verdim..

Geçen yıl “yağış çok iyi,” demişlerdi. Yani 2017-2018 sonbahar-kış-ilkbahar döngüsünde bölge tam da dilediği miktar suyu almıştı. Kuraklık konu değildi. Zeytinler çiçeklenmiş ve çiçeğin tutamadığına ilişkin tek bir fısıltı duymamıştım kahvede.

Şimdi, kısa not düşeyim, çiçeğin tutması- tutamaması karışık konu. Ben de yeni yeni öğreniyorum. Ukalalık etmeyeyim ama okuduğum kadarıyla, açan çiçeğin olsun da %2’si meyveye dönüyor. Buralarda anlatılan, tam %2’yi değilse de, oranın azlığını onaylar nitelikte. Bizim köyün İsmail abisi, pazarın zeytincisi, ağacın yağmurdan, rüzgardan etkilendiğini, bir badem gibi doğanın şiddetine ayak direyemediğini, bu sebeple zaten nisandan hazirana parça parça çiçeklendiğini, son çiçeklerin ince çekirdekli, minik zeytinlere ancak dönüşebildiğini ama sürecin tek bir seferle sınırlı olmadığını anlattı, geçende. “O halde,” dedim, “zeytin, ne olsa rekolte verir. Az ya da çok ama verir.” “Verir,” dedi. “Peki,” dedim, “neden geçen yıl bizim köyde rekolte olmadı?” Beyaz topraksa, beyaz toprak. Yıllanmış ağaçlarsa, her tarafımızda. “Bir önceki yıl dehşet bir rekolteydi de yorgunlar mıydı,” diye sordum, “hayır.” Bir önceki yıl da çok müthiş değilmiş. “Peki, neden?” Niçin ağaçlar tayfa getirmeye değmeyecek kadar az verdiler zeytini? “Olur öyle” dedi.

Olur mu sahi?

Zeytinci değilim. Cahiliyim tarımının. Ağaçlarsa, etrafımda. En gençleri 100-150 yıllık. Dataları kuvvetlidir, bilirler kuraklığı ya da hoyrat kışları… ben kimim, onların neyi niye yaptığını sorgulayacak. Ama geçen yıl rekolte sıfıra yakındı köyde, ağaçlar sanki zeytin değilmiş gibi meyvesizdiler. Mana aramamak kabil değil.

Ben Ağustos’a verdim.

Buraların ağustosu sıcak ama bir o kadar da rüzgarlı. Poyraz bir esmeye başlıyor, durmuyor. 2018 Ağustos’unda poyraz, üç gün hariç, esmedi ve en az dört gecesinde ısı 29 dereceden aşağı inmedi. Erkenden, daha eylül devrilmeden, kararıp dökülen zeytinleri ben bu tropik gecelere ve eksilen poyraza verdim. Bu konuda yazan çizene de denk gelmedim. Sadece bir üretici, 2018 yağının genel kompozisyonunun tad değil, besi değeri bağlamında, geçen yılların çok altında olduğunu anlattı.

Narların, ayvaların ve sumakların dengesi

Elbette mesele sadece ağustos olmayabilir, iklime gelene kadar monokültür bahçelerde yapılan oldukça hoyrat bir tarımın neticesi de olabilir bunlar. Dediğim gibi, cahiliyim. Mardin’in zeytinleriyle kıyaslamak ama çok isterdim. Derik’in hemen hiç dokunulmayan, sadece hasat edilen, bir bahçede en az beş çeşit zeytinin birlikte var olduğu, aralarına karışmış narların, ayva ve sumakların dengesini konuşabilmek isterdim. Acaba oralarda bu yıl rekolte nasıldı? Kimse yazmıyor böyle şeyleri. Gündem öyle yüklü ki!

Dursun o yüzden burada.

Bu yıla gelince, yağış gene iyi. Ağaçlar çiçek dolu. Bakalım, bu yıl ağustos nasıl geçecek, ne olacak rekolte…

Bunları düşünür, notlar tutarken ben, Birleşmiş Milletler’in iki gün önce yayınladığı bir rapora denk geldim. 50 ülkeden 145 uzmanın üç yıllık değerlendirmesinin neticesi olan ve başlığı da “Doğa’daki ‘Benzeri Yaşanmamış’ Tehlikeli Düşüş; Türlerin ‘Artan” Yok Olma Oranları’ diye tercüme edilebilecek bülten; doğrudan insan faaliyetleri neticesi yok olmanın sınırına gelen türlerin sayısının 1 milyona dayandığını ilan ediyor.

Bir milyon! Bu canlı sayısı değil, tür sayısı.

1970’ten bu yana nüfusu ikiye, enerji düşkünü küresel ekonomisi dörde katlanan ve “ucuz” üzerine kurulu uluslararası ticareti 10 kat artan insanın bu gezegene bedeli, bu çöküş. Rapor, kısaca;

  • incelenen gruplarda bütün hayvan ve bitki türlerinin % 25’inin tehdit altında olduğunu;
  • vahşi memelilerde küresel biyokütle kaybının % 82 oranına vardığını;
  • yerel toplulukların yaşaması için gerekli doğal göstergelerin % 72 oranında kötüleştiğini;
  • 16. yüzyıldan bu yana en az 680 omurgalı türün, neslinin tükenmesine yol açtığımızı ve gıda ve tarım için kullanılan tüm hayvan türlerinin 2016 yılına kadar % 9’undan fazlasının neslini tükettiğimizi anlatıyor.

‘Kelebekler çok bu yıl’

Her şeye rağmen hayat devam ediyor.

Ertesi sabah çıktım, pazara indim. Perşembe pazarı benim asıl alış verişimi yaptığım pazar Ayvalık’ta. Her yer domates. Pembelerin tezgahlara bu kadar erken dolmasına şaşırmamak kabil değil, Rusya’dan dönüp duranlar mı diye dertlenmemek de. Sordum, “Dikili’den” dediler. “Termal suyla ısınan seraların üzerleri açıldı, güneş de var” diye anlatırken tezgahtaki, güldüm, “yahu, evvelsi güne kadar titriyordum ben” diye. “Hakkın var, geç geldi bu yıl bahar” dedi, artık zorlamadım “bu domates nasıl oldu peki” diye. Fiyatı 12’ydi, 8 liraya kadar düşmüş! Sarımsak eksik evde, güvendiğim tek tezgah var. Sadece tazesinden varmış. “İçleri doldu artık, al” dedi. Bu tazelere ben taze irisi diyorum, içi boş ama gösterişli diye. Gülüyor her seferinde bana. “Kartlaşmaya başlıyorlar, korkma, al” dedi bu sefer. Aldım. Oradan otçu amcamın tezgahına geçtim. Amcam kıştan bahara her hafta “şimdi bundan yiyeceksin artık” diye diye doldurdu sepetlerimizi. Bahçede hindiba bol, ebegümeci keza, Vasıf da bir arapsaçı tarlası buldu ki, torba torba hasat edip getiriyor, uğramamıştım kaç haftadır yanına. Hal hatır sordum önce. Otların iklim değişikliğinden haberi var mı diye merak ettim. İklim değişikliğine hiç prim vermedi amcam, “bu yıl güzel yağdı, ot bol, çok bol” dedi ve ekledi “kelebekler çok bu yıl.”

Erzurum’u hatırladım yine. Güney köylerinden birinde, çat deyip gelmemize hiç itiraz etmeyen, yoksul hanesinin varını kapı önüne çıkıp toplayıverdiği eveliklere sarıp sunan Fatma abla geldi aklıma. Benzer cömertliği İhsangazi’de, tecrübe etmiştim. Evin varı yoğu olan siyeze yine kapının önünden çıkıp da toplayıverdiği en az yedi otu katıp ekşili aşı yapıverenlerin cömertliği… hani her gün kahvaltıdan önce en az altı imkansız şey hayal eden Kraliçe gibi, Alis Harikalar Diyarında, ki bizler de belki her gün en az bir cömertlikle sınamalıyız kendimizi. Önümüzdeki 30 yılda en az 200 milyon iklim mültecisi olacak. Bir ihtimal bu rakam 1 milyara kadar da çıkabilir. Yani 7’mizden 1’i, her an, her şeyini kaybedip sığınacağı bir köşe ara hale gelebilir.

O yüzden, hadi, çıkıp az ot toplayın, bir börek yapalım! Ot toplayın ki bakalım birlikte dünyaya, evimiz gezegene ve üzerinde yaşayan onyüzbinmilyoncuk canlı hayata. Onlarla kendimizinkini birlikte görelim, beka dendiğinde bize. Bir börek yapalım, unuyla, suyuyla, otuyla. Hepsini bilerek niye, nereden geldi, hangi bedellerle…

—-

Firuz’un açma böreği

Anneannemin tarifinden uyarlamadır, adını öyle koydum.

Önce bir hamur tutmamız gerek. 300 gr una iki çimdik tuz, 150 mlt su ve 50 mlt sirke ekleyip yoğuruyorsunuz. Öyle mükemmel bir top olmasına gerek yok. Dinlenirken toparlanır.

Hamur dinlenirken içine ne koymak istiyorsanız hazırlayın. Ben 200 gr kadar bir taze soğanı, 100mlt zeytinyağında 600 gr kadar arapsaçıyla çevirdim mesela.

Tabi otlara girişmeden önce fırını yaktım ki ısınsın. Tüm hazırlığı otların 20-25 dakikamı aldı. Hamurun dinlenmesi için asgari süre bu. Dilerseniz bir saat bırakın, dilerseniz beş ama minimum 20-25 dakika dinlenmeli. Kolay açılması için gerek süre bu. Yoksa buğday ununun su ile bir araya gelip oluşturduğu muazzam gluten ağları tutar hamurunuzu, oklava açmaz. Şimdi.. Pek çokları nişasta ile unu karıp hamuru öyle açıyor, ben tercih etmiyorum. Fazladan masraf, gereksiz bir detay gibi geliyor ama bana aldırmayın. Bildiğiniz karışım varsa onu koyun elinizin altına. Hamurunuzu ikiye bölün. Biri alt, diğeri üstü için böreğin. Önce birini, sonra ikincisini tarif edeceğim gibi açın ve katlayın:

  • Bir merdane ya da oklava yardımıyla unladığınız tezgahın üzerinde 30 cm çapında açın hamurunuzu, sonra bir oklava ile bu hamuru iki katı genişliğe açmaya devam edin

  • 55-60 cm genişliğe ulaşınca, üzerini 75-100 mlt bir miktar zeytinyağı ile sıvayın ve ortasında göbeği olan bir çiçek misali, sekiz yaprak kesin ve hayali çiçeğinizin yapraklarını göbeğinin üzerine katlayın.

  • Her iki parça hamurunuza aynı işlemi yaptıktan sonra fırın tepsinize göre ilk parçayı yeniden açacaksınız. Ben 30 cm’lik yuvarlak bir tepsi kullandım. Alt katı için böreğimin 40 cm’e açmam yeterli oldu. Üzerine hazırladığım karışımı yerleştirdim.

  • Üst kısmı için 30-35 cm’den fazla açmamaya çalıştım hamurumu. Hafif kırışık, kenarlara çekiştirmeden, hamur arttırmadan yerleştirmeme bakmayın, bu hamur rahat rahat 50 cm çapında bir tepsiyi de kaldırır. Böreğin cömertliği! Siz açarken ona göre açarsınız.

Börek açmayı katlamayı göstermeden tarif verilemezdi ama bitmiş halini fotoğraflamayacağım, ayıp derler. Siz belki bana yollarsınız.

Börek açarken sohbet edeniniz, masanızda paylaşacak dostlarınız, kapınızı çalan misafirler hep olsun, böreğinizin otlarının peşinde börtü böceğin tasasını da duyun, onları pazara, atölyeye, ofise taşıyın; belki arada bana oklavayı öğreten Firuzan’a da iki satır selam edersiniz.

(Yeşil Gazete)

You may also like

Comments

Comments are closed.