“Yasın 5 aşaması” kuralına göre ölümle karşılaşan insan, “inkâr, öfke, pazarlık, depresyon ve kabullenme” duygularını peş peşe yaşarmış.
Önce şok olup “Bu benim başıma gelemez” dermiş.
Sonra “Bu neden oldu” diye suçlu ararmış.
Ardından hiçbir şey yapamayacak hale gelip depresyona girer, zamanla da kabullenirmiş.
Erciş, şimdi ikinci aşamada…
İlk şok ve elem, dün yerini öfkeye bıraktı. Bölgenin neredeyse folklorik özelliği sayılan sabır taşı çatladı.
Baştaki “Allah devlete zeval vermesin”lerin yerini “Nerde bu devlet” figanı aldı.
Dün öğleden sonra bölgeye yağmur inerken, bugün kar beklenirken ve yorgun kepçeler, umudun tükendiği enkazları kaldırmak üzere hareketlenirken, hem direncini hem umudunu yitiren bölge insanı, çaresizliğin son durağında öfkesini haykırdı.
Nereye gitsek, çevremizi saran insanlar, neredeyse hep bir ağızdan ve yüksek perdeden “Yeter” diye bağırdı.
Korku filmi gibi
Eğer ekran başında sadece Vanyolu Caddesi’nin akşam haberlerine fon olan kurtarma çalışmalarını görüyorsanız, bilin ki o dekor, enkaz dağının sadece görünen ucu…
Erciş’in arka sokaklarında, Van’ın uzak köylerinde, daha onlarca ev, yüzlerce depremzede, binlerce aile yardım eli bekliyor.
Bir kısmı henüz hiç dokunulmamış, bir kısmı “İçinde canlı yok” diye tabanında cesetlerle kaderine bırakılmış, bir kısmı dokunsan yıkılacak halde hasara uğramış yüzlerce bina var.
Ve bunlar bu küçük kasabada tam bir korku filmi görüntüsü oluşturuyor.
Umumi manzara
Manzarayı tarife çalışayım:
Ambulansların, itfaiye araçlarının, kurtarma ekiplerinin durmak bilmeyen sirenleri arasında yardım konvoyları akın akın geliyor, Kaymakamlık önüne park edip kalabalığa su, ekmek, süt, meyve suyu kolileri fırlatıyor.
İnsanlar birbirini ezerek kapmaya çalışıyor.
Sokaklarda bazı aileler kendi çabalarıyla enkaz altından çıkardıkları cenazelerini battaniyelerde taşıyor.
Bir meydanda enkaz altındakilerin eşleri, anneleri, babaları toplanmış ağıt yakıyor.
Bazıları enkazdan ses duyduklarını ya da internetten mesaj aldıklarını anlatarak AKUT ekiplerine oraya gelmeleri için yalvarıyor.
Bazıları artık son umutla enkaza dalan vinçlerin cesetleri parçaladığından yakınıyor.
Tek tek ateşler etrafında öbeklenerek ısınmaya çalışan insanlar, her gördüklerine “Çadır yollasınlar bize” diye tembihliyor.
Ve bu manzara içinde radyodan bir bakanın “Yardımlar yerine ulaşmıştır, ufak tefek aksaklıklar yoluna girmiştir” açıklaması yankılanıyor.
Açıklamaya tepkileri yazmak, bu yazıyı yargının ilgi alanına sokabilir; girmiyorum.
Koordinasyonsuzluk duvarı
Türkiye, titreyen toprakların dayağını yiye yiye “deprem refleksi”ni öğrendi.
Daha çabuk harekete geçiyor, kurtarma ekipleri anında bölgeye doğru hareketleniyor, internetin de yardımıyla hızla dayanışma ruhu oluşuyor.
Özellikle bu kez gerçekten ulusal bir seferberlik yaşandı; her bölgeden yardım yağdı.
Ancak bütün bu iyi niyetli çabalar, afet bölgesine gelince, göçebe toplumlara özgü bir basiretsizliğin, eşgüdümsüzlüğün, koordine olma özrünün duvarına çarpıyor.
İki trafik polisi bir caddenin başını tutamadığından yaralı taşıyan ambulanslar avaz avaz bağırarak dakikalarca trafiğin açılmasını bekliyor.
Bazılarının 3-5 çadırı birden sırtlayıp götürmesine engel olunmadığından, hiç çadır alamayanlar isyanla ayaklanıyor.
Kurtarma ekipleri iyi dağıtılmadığından enkaz altında yakınları olanlar, kendilerini kurtarmaya gelmiş gönüllülere saldırıyor.
Koordinasyonsuzluk, depremden kötü vuruyor.
Nerede devlet?
Erciş’in arka mahallelerinde, Tugay yolunda, Atatürk Parkı çevresinde, Zeylan Caddesi’nde yurttaşlar hâlâ hiç dokunulmamış binaları gösteriyor bize…
Genç bir adam, nefrete bulanmış bir infialle haykırıyor: “5 cenazemi pet şişeden suyla yıkadım. Şikâyete gittim, ‘Kime oy verdiysen git ona söyle’ diye kovaladılar. Nerede devlet?”
Onun haykırışını duyan diğerleri hemen toplanıyor ve tepki, birden tırmanıyor.
Çadırların hep hükümet yanlılarına verildiği, yardımda ayrımcılık yapıldığı, adamı olanların cenazelerinin öncelikle kaldırıldığı iddiaları yükseliyor.
“Belediyeler yetki isteyince vermiyorlar. Kendileri de yetişemiyorlar” diyor bir genç adam…
“Madem yapamayacaklardı, neden Avrupa’nın, İsrail’in yardım teklifini reddettiler” diye bağırıyor bir başkası…
Dışişleri’nin bu iddiayı yalanladığını söylüyorum.
“Öyleyse neden gelmedi o yardımlar” diye soruyor bu kez…
Yardım değil de, acaba bir Alman koordinasyon ekibi gelse iyi olur muydu diye düşünmeden edemiyorum.
İki gündür arayan, ne yapabileceğini soran, yardım yollamak isteyen yakınlarıma “Tanıdığınız ne kadar iyi koordinatör varsa yollayın” diyorum:
“Yardımdan önce acil ihtiyaç bu…”
Neden?
Enkaz başında yardım bekleyen dede de, ateş başında çadır bekleyen anne de, çadırda soba bekleyen çocuk da, havaalanında iki gündür cenazesini nakledecek uçak bekleyen kadın da devletten, vilayetten ya da belediyeden şikâyetçi…
Sorgu sırası, yıkılan binaları yapan müteahhitlere gelmemiş daha…
O, sonra…
Aslında Marmara depremine göre çok daha sınırlı alanda yaşanan bir yıkım bu…
Neden bu kadar sınırlı alana bunca yağdırılan yardım doğru dürüst dağıtılamadı?
Neden depremzedenin yarası hâlâ sarılamadı?
Bunun cevabı mutlaka verilmeli…
Bölge halkında “Depresyon” ve “kabullenme” başlamadan önce…
***
Medyaya tepki
NNe depremin sarsıntısı…
Ne üzerlerine fırlatılan yardım kolisi…
Ne afetin yarası…
Hiçbiri televizyonda iki kadının ağzından çıkan iki cümle kadar incitmedi buranın insanlarını…
“Deprem Allah’tan”dı; “koli devletten”…
Onların adaletsizliğine alışkınlardı.
Depremi bile, “jetler alçaktan uçarken sallanırmış gibi” diye tarif ediyorlardı.
Yarayı da zamanla sararlardı.
Ama televizyonlarda ve internette zehir gibi dolaşan ve kulaktan kulağa gezerek hızla deprem bölgesine ulaşan bu “Hak ettiler” nidası, bu “Oh olsun” tınısı, bu “Cana geleceğine Van’a gelsin” iması, apayrı ve derin bir yara açtı.
Uzanan onca yardım elinin yarattığı o kardeşlik havasını, 2 tokat gibi dağıtıverdi.
Deprem kadar yıkıcıydı; lanetlenen örgüt kadar bölücü…
Nereye gitsek medyadan dert yandı insanlar…
Bazıları daha ileri gidip o iki cümlenin hesabını gazetecilere taşla, hakaretle, küfürle sordu.“İletirim kendilerine”
dedim. Aynen iletiyorum.
Can Dündar – Milliyet