Dış Köşe

‘Vincero!: Yunan seçimleri bir devrime yol açabilir mi? – Vangelis Kechriotis

0

Herkes bu seçimlerin son 30 yılın en kritik seçimi olduğunu kabul ediyor. Yunanların ve özellikle gençlerin kaybettikleri umudu, daha adil bir topluma inancı ve dayanışma duygusunu geriye kazanıp kazanamayacağını belirleyecek bir seçimdir bu. Sosyalist bir devrim olmasa da, ahlaki bir devrimin arifesinde olduğumuz kesin.

Bir masanın arkasında oturduğunu tahmin ettiğimiz bir patronun karşısında sırayla altı genç duruyor. Birisi hamile, öbürü askerlikten ‘çürük’ olarak muaf tutulmuş ve muhtemelen eşcinsel, başka birinin uzun sakalları var, bir başkası yabancı uyruklu, birisi ise eski şirketten kendi iş haklarını talep ettiği için kovulmuş sıradan genç insanlar. Son gelen ve nispeten görünüşü daha düzgün olan genç, meğerse bir ‘amcasının’ tavsiyesi üzerine gelmiş. Patronun sesini duyduktan sonra, kendisini de görüyoruz. Patron yeğeni seve seve işe alıyor. Fakat hikaye beklemediğimiz bir şekilde sonuçlanıyor. Bütün gençler odaya giriyor ve patronun yüzüne bağırarak, Puccini’nin ‘Turandot’ operasından ‘Vincer?’ diye biten ‘Nessun dorma’ aryasını seslendiriyor. Videoyu hazırlayanlar, bir aşk şarkısını bir darbe sonucu hunharca katledilmiş Şili’nin Cumhurbaşkanı Salvador Alliende’nin seçim kampanyasında kullanılmış ‘Venceremos’ marşına atıf yaparak, çok kuvvetli bir mesaj veriyorlar. Pazar günkü seçimle sonuçlanacak çok gergin bir seçim kampanyasının bir parçası olan bu reklam videosu, sol parti SYRIZA’nın gençlik kolları tarafından hazırlandı. Diğer partilerin hazırladığı, özellikle şu anda hâlâ iktidarda olan koalisyon hükümeti partilerinin reklam videoları panik ve korku yaratmaya çalışmadığı zamanlarda, umudu başka birine, (aile babasına, şu anki başbakana ya da Avrupa’ya) bağlıyor. SYRIZA’nın videosunda ise ortalama genç insan umudunu kendi gücüne, dayanışmaya ve mücadelesine bağlıyor.

Son beş yıl içinde, İkinci Dünya Savaşı’ndan bu yana görülmemiş bir şekilde tahribata maruz kalmış, hâlâ Avrupa’ya, yani gelişmiş ülkelere ait olan Yunanistan’da bu olmazsa olmaz toplumsal değerler yok olma noktasına geldi. Bu korkunç krizle başa çıkmak için, herkes kendisinin ya da ailesinin çaresine bakıyor. Varsa, parasını bankadan çekiyor ya da yurtdışına gönderiyor. Her şeyi kaybetmiş ve ailesini de destekleyemez hale geldiği için intihar edenler kimsenin umurunda değil. Aynı şekilde, elektrik ve su faturasını ödeyemedikleri için üşüyenler ve sefalet içinde yaşayanlar, evlerinde yemek bulunmadığı için çocuklarını aç okula gönderenler ve ancak kilisenin ya da belediyenin düzenlediği yemek dağıtımı sayesinde hayatta kalanlarla ilgilenmez oldu kimse. Hele göçmenler denizde boğuluyorsa ya da toplama kamplarında hayvan gibi yaşıyorsa, kime ne? Acaba o Yunanların yardımsever, dostane değerleri, başka dillere ‘gurur’ ya da ‘utanç’ olarak zor çevrilen o meşhur ‘filotimo’ kelimesi nereye kayboldu? Yirmi sene yapay bir refah döneminden sonra beş sene ekonomik kriz bunları yerle bir etmek için yetti mi?

Bu videoyu hazırlayanlar böyle olmadığını hatırlatıyor. Bu son beş yıl içerisinde birçok Yunan kendi kabuğu içine kapanmayı tercih etti. Fakat, özellikle her zaman umudunu ve gücünü kaybetmeyen gençler pes etmedi. Bütün ülkede, elinde olan imkanlarla kooperatif ve dayanışma ağı kurdu. Onlarla beraber onlarca doktor, avukat, öğretmen, çiftçi kendi bilimini ya da ürünlerini doğrudan ihtiyacı olanlarla paylaştı. Her yerde değil, ama çok örnek var. Bir de krize dayanamayıp, her şeyi geride bırakıp, iş bulup kendi ailesine de yardım etmek için, belki de 100.000‘den fazla genç insan yurtdışına kaçmıştır. Yunanlar arasında, yurtdışında kaderini arayan daha önce hep oldu, o memlekette ne kadar kendi ailesine bağlı olsa da kolay risk alan insanlar da var. Şimdi de öyle oldu. Hatta, bu seçimler için onlardan bazıları ‘A Flight For Democracy’ (Demokrasi için bir uçuş) isimli bir grup kurdu ve parası olmayanlar için internetten para topladı.

Tabii, bu seçimlerde bir öncekinde, yani iki buçuk sene önce olduğu gibi, kampanyalar aşırı suçlamalar üzerine kuruldu. Bir tarafta kemer sıkma politikası ve Avrupa Komisyonu, Avrupa Merkez Bankası ve IMF’den oluşan ve ‘troika’ olarak bilinen üçlü Yunanistan’ın iflasını engellemek için ‘memorandum’ olarak bilinen reform paketinin kaçınılmaz olduğunu, bize para veren Avrupa ülkelerine sırtımızı dönmemizin mümkün olmadığını, eğer borcumuzu inkar edersek, gelen yardımın duracağını, piyasanın parasız kalacağını, Yunan hükümetinin mecburen drahmiye döneceğini ve Yunanistan‘da kaos yaşanacağını vurgulayanlar var. Üstelik, son günlerde, ana muhalefet partisi SYRIZA’nın lider ekibinin eski komünistler ve Troçkistlerden ibaret olduğunu, Avrupa’yı yok saydığını ve tek dertleri oy toplamak olduğu için boş laf çevirdiğini her fırsatta haykırıyorlar. Bu ülkenin tarihi açısından daha da önemlisi şu: Hükümetin en önde gelen isimlerinden Makis Voridis, birkaç gün önce, bu seçimlerin aslında iki farklı dünya arasında temel bir çatışma olduğunu söyledi. Bir tarafta geleneksel ‘Vatan-Din- Aile’ ilkelerine sahip çıkan muhafazakar derli toplu vatandaşlar, diğer tarafta ise her şeyi yerle bir eden sol taraftarların durduğunu iddia etti ve ekledi: ‘Ecdadımızın silahla kazandığı her şeyi (Yunan iç savaşını kast ediyor) bu kadar kolay teslim etmeyeceğiz’.

İlginç olan, SYRIZA’ya son zamanlarda katılanlar arasında farklı köklerden insanların olması. Komünist ya da Troçkist değil, solcu bile olmayan birçok insan var aralarında. Yıllarca PASOK hükümetini desteklemiş, belki de tamamen apolitik olanlar da, sadece eski haklarını ve refahını geri kazanmak için sol şemsiyesinin altına sığındılar. Bazen sade vatandaş karanlıkta bir umut ararken, ideolojik sebeplerden değil, doğrudan umutsuzluktan ve çaresizlikten bir partiye destek verebilir. Fakat makam arayışında düpedüz oportünistler de var. Mesela Rahil Makri diye birisi yıllarca Yeni Demokrasi ‘den kopan ‘Bağımsız Yunanlar’ isimli bir sağ partisinde kariyer yapan, son anda SYRIZA‘ya geçen ve geçer geçmez ‘gerekirse, kendi avromuzu basarız’ çıkışıyla gülümsemelere yol açan böyle bir örnektir. Bundan dolayı, bazen aynı konuda farklı sesler çıkıyor ve insanların kafaları karışıyor. Acaba, SYRIZA iktidara gelirse banka mevduatlarına dokunacak mı, Kilise’nin mallarına el koyacak mı, özel şirketleri kamulaştıracak mı? Bütün tartışmalar rakamlar üzerine yapılıyor, Ocak sonuna kadar bir hükümetin kurulması gerekiyor, Şubat sonuna kadar Troika’nın değerlendirme raporunun bitmesi gerekiyor, Mayıs’a kadar borç taksiti gelmesi gerekiyor. Bütün bunlar olmazsa, kıyamet kopacak.

Bütün bunlarda bir hak payı var, Avrupa Birliği karşılıklı anlaşmalar ve sözleşmeler üzerine kurulmuş bir topluluktur. Fakat bütün bunlar yapılırken halkın büyük bir kısmı acı çekiyorsa (şu anda nüfusun %35’i fakirlik seviyesi altında yaşıyor), toplumun geniş bir bölümü için zaten bir umut yoksa, kıyamet zaten kopmuşsa, kimler için var olan durumun sürdürülmesi daha iyi olabilir? Derin görüş ayrılıklarına rağmen, herkes bu seçimlerin son 30 yılın en kritik seçimi olduğunu kabul ediyor. Fakat avro bölgesinde kalıp kalamayacağından, bankalarda para olup olmayacağından, yatırımcıların kaçıp kaçmayacağından ziyade, Yunanların ve özellikle gençlerin kaybettikleri umudu, daha adil bir topluma inancı ve dayanışma duygusunu geriye kazanıp kazanamayacağını belirleyecek bir seçimdir bu. Sosyalist bir devrim olmasa da, ahlaki bir devrimin arifesinde olduğumuz kesin. Tarihten bildiğimiz şu ki devrimleri şekillendiren birçok olgu var, bunlardan en önemlisi insanların var olan vaziyetten bambaşka bir düzen yaratma yeteneğidir, iyi ya da kötü, tarih böyle bataklıktan çıkıp devam ediyor.

Vangelis Kechriotis – Radikal

More in Dış Köşe

You may also like

Comments

Comments are closed.