ManşetYazarlar

Türkiye “Komşularla sıfır sorun”dan “Sıfır Komşu”ya nasıl gitti? – Piotr Zalewski

0

Foreign Policy.com’da 22 Ağustos tarihinde Piotr Zalewski imzası ile yayınlanan makaleyi Yeşil Gazete ekibinden Özgecan Kara‘nın çevirisi ile sunuyoruz

* * *

Çok da uzun olmayan bir zaman önce Türkiye dış politika başarısı için başarılması zor bir formül geliştirmiş gibi görünüyordu. Yeni benimsenmiş bu formül çerçevesinde yarım asırlık yabancılık sonrası Türkiye ve Ortadoğu barışırken “Komşularla Sıfır Sorun” politikasıyla içeride ve dışarıda övgü topladı. İran’la ve Arap ülkeleriyle iş ve ticari ilişkileri geliştirip, komşularla vize kısıtlamaları kaldırılırken; Suriye ve İsrail’in, El Fetih ve Hamas’ın, Pakistan ve Afganistan’ın görüşmelerini sağlayıp bölgenin en ağır tartışmalarında arabuluculuk yaptı.

Arap Baharı’nın doğuşu ve neticesinde, sadece birkaç sene içerisinde bir zamanların güvenilir formülü simya bilimi gibi görünmeye başladı. Şu anda Başbakan Recep Tayyip Erdoğan Mısır’daki ordu rejimi ile tüm köprülerini yakmış, görevden alınan Mısır Başkanı Muhammed Mursi’yi desteklemeyi reddeden Körfez krallıklarıyla atışmış ve İsrail’le Mursi’yi yerinden eden darbede parmağı olduğu için ağız dalaşına girmiş durumda.

Kısa bir süreliğine Mısır, Türkiye’nin Arap dünyasındaki dış politikasının başyapıtıydı. Erdoğan Eylül 2011’de, Hüsnü Mübarek’i deviren devrim sonrasında Kahire’yi ziyaret ettiğinde sadece Mübarek’i istifa etmeye çağıran ilk büyük dünya lideri değil bölgenin güç simgesi olarak şenliklerle, kahraman gibi karşılandı. Şimdi bunların hepsi değişti: Türkiye ve Mısır çatışmaların ortasında karşılıklı olarak elçilerini çekti ve Erdoğan Kahire’deki yeni hükümeti yerden yere vurdu. Geçen hafta “Ha Esad  (Beşar Esad), ha Sisi (Mısır ordu komutanı Abdülfettah el-Sisi), bunların birbirinden farkı yok. Şu anda Mısır’da devlet terörü var” dedi. Bu hafta Erdoğan İsrail’in de Kahire’deki darbenin “arkasında” olduğunu söyleyerek İsrail’i de kavganın içine çekti. Bu ithamın delili olarak Erdoğan ofisinin sonradan teyit ettiği üzere, 2011 yılında çekilmiş İsrail eski Dışişleri Bakanı Tzipi Livni ve Fransız filozof Bernard-Henri Levy’nin Arap Baharı tartışmalarının videosu gösterildi.

İsrail eski Dışişleri Bakanı Avigdor Lieberman Erdoğan’ın ateşine “Erdoğan’ın nefret dolu söylemlerini ve tahriklerini duyan herkes şüpheye yer bırakmayacak şekilde Erdoğan’ın Goebbels[*]’in ayak izlerini takip ettiğini anlar” diyerek karşılık verdi. Mısırlı bir devlet sözcüsünün de Erdoğan’ı “batı ajanı” olarak damgaladığını unutmamak gerekir.

Bu tartışmalar Türkiye takipçilerinde Erdoğan’ın bomba yaklaşımlarının kendisinin etkinliğini baltalayıp baltalamadığı sorusunda merak uyandırıyor. Eski bir yüksek rütbeli Türk diplomatının bana dediği kadarıyla Türkiye Mısır’daki darbeyi kınayarak “doğru şeyi yaptı”, ama kendini “uluslararası camianın yanlış tarafında buldu”.

Diplomat, Müslüman Kardeşler devrilmeden önce Ankara ağırlığını koymalıydı diye ekledi. “Türkiye Mısır’daki demokrasinin başarı hikayesine o kadar odaklandı ki Mursi rejiminde yapılan yanlışları düzgün bir şekilde yorumlayamadı”

İşin doğrusu ise Türkiyenin “sıfır sorun” politikasının yıkım haberleri vermesi an meselesiydi. Sıfır sorun demek diğer ülkelerin içişlerine burnunuzu sokmamak hatta bölgenin güçleriyle sıkı fıkı olmak demek. Bu da ancak bölgedeki var olan durum sürdürüldüğü müddetçe mümkün olabilir: örneğin Türkiye, İran 2009 seçimleri sonrasındaki vahşete sessiz kaldı ve Suriye’deki kanlı ayaklanma öncesinde Esad’la birlik oluşturuldu. Libya’da Türk işadamları Kaddafi rejimiyle inşaat anlaşmaları imzalamasının bedeli olarak Kaddafi’nin iç karartıcı insan hakları ihlallerine mutlulukla göz yumdu.

Arap Baharı bölgedeki statükoyu sonsuzluğa gönderirken Türkiye’yi de müdahil olmama politikasından çıkardı. Ankara bölgeyi kendi isteklerine göre oynatamadığı düşüncesiyle mücadele etti: Libya’da Kaddafi’yi yerinden etmeye yardım etmeden önce Türkiye Batı’nın Kaddafi’nin işine karışmaması gerektiğini tartıştı. Suriye’de Esad’la birlikteliği tamamen kırarak ne zaman biteceği belli olmayan bir zıtlıkla aralarını açtı. Ve Mısır’da, tabii ki, Arap dünyasının en kalabalık ülkesinde kendini bir karambole bıraktı.

Türkiye’nin bölgedeki yumuşak yaklaşımını bıraktığı noktaya varışı şaşırtıcı oldu. “Sıfır sorun”un emirlerinden biri Dışişleri Bakanı Ahmet Davutoğlu’nın söylediği şekilde “eş uzaklık” yani bölgesel çekişmelerde taraf tutmayı reddetmek. Bu emir her zaman efsane gibiydi, özellikle İsrail-Filistin çekişmesinde hükümetin İsrail’i aşağılayarak bölgedeki ve İslam dünyasındaki kredisini arttırma şansını neredeyse hiç kaçırmadığını düşündüğümüzde. Ama Arap Baharı’nın ardından eş uzaklık çöpü boylamıştı.

Türkiye’yi artık doğal bir problem çözücü değil, taraflı bir aktör olarak gören sadece Mısır değil. Irak’ta Başbakan Nuri El Maliki’nin hükümetine açıkça başkaldırdı, mezhep çatışmasını kışkırtmakla ve Türkiye’nin arkasından Kürdistan ile petrol anlaşmaları yapmakla suçladı. Suriye’de rejim karşıtı ayaklanmaları destekledi, toprağında özgürce operasyon yapmalarına izin verdi, vahşete göz yumdu ve söylentiye göre el Kaide bağlantılı el Nusra’yı terör örgütü olarak damgaladığı için ABD’yi eleştirdi.

Eski Türk diplomatının söylediği kadarıyla Ankara Beşar Esad’ın rejiminin bitimini desteklemekte haklıydı ama destekleme yolu beceriksizdi. “Türkiye diktatöre karşı olan insanlarla aynı tarafta olmakta haklıydı, ama bu iş orada durabilirdi. Rejimle tüm köprüleri yakarak Türkiye Esad’la olan gücünü kaybetti” Uluslararası camia ayaklanan safların cihat yanlılarıyla doldukça ihtiyatlı davranıp daha fazla destek vermeye ürktüğünde “Türkiye, bir futbol terimiyle, ofsaytta kaldı”

Erdoğan dünyanın diğer kesimlerindeki bir dizi yeni dış politika sorunlarıyla da boğuşuyor. Türkiye’nin Batıdaki imajı bu yaz Gezi Parkı’nda gerçekleşen protestolarla bir darbe aldı. Erdoğan’ın gösterileri çevik kuvvet ile bastırma kararı, gaz bombası ve TOMAların kullanılması Avrupa Birliği ile ilişkisini baltaladı: Haziran’ın sonunda, Gezi sonrası baskıların ortasında, Brüksel Avrupa Birliği’ne katılım konuşmalarının yeni raundunu Ekim sonuna kadar erteledi. Bu esnada Erdoğan’ın kendisi de Amerikan basınında sert bir şekilde eleştirildi.

Türkiye ise hasarı geri almak için adeta hiçbir şey yapmadı. Aksine, yetkililer Batı ülkelerini protestoları yönlendirmek ve Erdoğan’ın şifreli olarak “uluslararası faiz lobisi” diye nitelendirdiği bazı “karanlık güçler”i protestoları finanse etmekle suçladı. Başbakanın yeni baş danışmanı Yiğit Bulut, Avrupa Birliği’ne “toptan çöküşe doğru giden kaybedenler” demekte hiçbir sıkıntı görmezken Egemen Bağış, -katılım konuşmalarından sorumlu bakan- “Zorunda kalırsak onlara ‘Kaybolun’ diyebiliriz” dedi. Türkiye’nin Orta Doğu’daki dış politika mücadeleleri kaçınılmaz olabilir ama diğer her yerden tecriti ise kendinden kaynaklanıyor. Bugün Türkiye en son 90’larda görünen, Arap ve Avrupa ülkeleriyle tansiyonun yüksek olduğu, komplo teorilerinin politik münazaraları zehirlediği ve Türklerin -kuşatma altında bir ülke olduğuna ikna edilmiş bir şekilde- inançla tekrarladığı “Türk’ün Türk’ten başka dostu yoktur” zihniyetine dönme riski altında. Erdoğan görünüşe göre ülkesini “sıfır sorun”dan uluslararası baş ağrılarına götürmüş durumda.


[*] Gobbels: 1933 ilâ 1945 yılları arasında Halkı Aydınlatma ve Propaganda Bakanlığı yapmış Alman politikacıydı. Adolf Hitler′in en yakın arkadaşlarından biri ve en sadık yandaşıydı. Kendisi coşkulu ve enerjik hitabet yeteneği, sert anti-semitik görüşleri ve kitlesel propagandanın Büyük Yalan olarak bilinen tekniğini kullanmadaki ustalığıyla bilinirdi. (Çevirmenin notu)

 

Yazı: Piotr Zalewski

Yazının özgün hali

Çeviren: Özgecan Kara

(Yeşil Gazete, Foreign Policy)

More in Manşet

You may also like

Comments

Comments are closed.