Ana Sayfa Blog Sayfa 996

Taksim, bayramda ‘Büyük G(ö)rev’de olan hekimlere de engellendi

Hekimler Tıp Bayramı‘nda kutlama yerine insani çalışma koşullarına erişebilmek adına taleplerini yinelemek üzere ‘Büyük G(ö)rev’ yapıyor. Bugün yurdun dört bir yanında Türk Tabipler Birliği (TTB) öncülüğünde gerçekleştirilen hekim ve sağlık çalışanlarının eylemi iki gün sürecek. Ancak hekimlerin eylemlerine müdahaleler şimdiden başladı. Büyük G(ö)rev kapsamında Taksim’deki Atatürk Anıtı‘na çelenk bırakmak isteyen İstanbul Tabip Odası üyeleri polis tarafından engellendi.

Anıta çelenk bırakmak isteyen hekimler polis tarafından engellendi. Hekimler bunun üzerine polislere “Hepimiz hekimiz, çiçek bırakıp gideceğiz, bu ne rezilliktir ya” diyerek tepki gösterdi. Olayın üzerine alanda “Utan Erdoğan” sloganları atıldı. Ayrıca konuyla ilgili bir de imza kampanyası açılmış durumda:

Hekimler bugün yurdun dört bir yanında Covid-19 da dahil olmak üzere acil sağlık durumlarına müdahale edilecek şekilde iş bırakma eylemi gerçekleştiriyorlar. İşte yurdun dört bir yanından eylem görüntüleri:

 

Fransa’da Cumhurbaşkanlığı seçimleri öncesinde iklim protestoları: Look Up!

Fransa‘da on binlerce kişi, yaklaşan cumhurbaşkanlığı seçimleri öncesinde seçim kampanyalarında iklim krizine yeterince yer verilmediği için 12 Mart Cumartesi günü Fransa genelinde protestolar düzenledi. 550’den fazla sivil toplum kuruluşu, dernek ve kolektifin çağrısıyla düzenlenen yürüyüşlere, Netflix‘in iklim krizi için bir metafor haline gelen Don’t Look Up” (Yukarı Bakma) filmine atıfta bulunarak “Look Up Yürüyüşü” (Marche Look Up) adı verildi.

Başta Fransa Yeşiller Partisi‘nden Cumhurbaşkanı adayı olan Yannick Jadot ve La France Insoumise (LFI) Partisi adayı Jean-Luc Melenchon olmak üzere çok sayıda siyasetçi de eylemlere katıldı.

Katılımcı STK’lara göre, Paris‘te 32 bin, Lyon‘da 8 bin ve Nantes‘ta bin 800 olmak üzere 80 bin kişiyi bir araya getiren ülke genelinde toplam 135 yürüyüş gerçekleşti. Resmi açklamalara göre ise ise 11 bini Paris’te olmak üzere toplam 40 bin kişinin katıldığı 115 gösteri kaydedildi.

https://twitter.com/yjadot_eng/status/1502689607607103497?s=20&t=YZVgz5ijXQ-5nX_oxvlI0w

Le Monde‘un analizine göre sol partiler, iklim konusunu reform paketlerinin ana ekseni haline getirirken sağ partiler daha ‘teknoloji odaklı’ bir vizyon savunuyor; aşırı sağda bulunan Marine Le Pen ve partisi ise tematik programında turizm ya da hayvan hakları dışında iklim krizi konusuna yer vermiyor.

Yürüyüşe çağrı yapan çevre örgütlerinden biri olan L’Affaire du Siècle‘e göre, 2-8 Mart tarihleri ​​arasında medyada gerçekleşen politik tartışmalarda iklimle ilgili konuların medyada konuşulma süresi, tüm konuşmaların %1.5’ini oluşturdu.

Örgüt, Twitter paylaşımında yaptığı paylaşımda “28 Şubat’ta yayımlanan Hükümetlerarası İklim Değişikliği Paneli‘nin (IPCC) son raporundan sonra bunun kabul edilemez bir oran olduğunu” vurgulayarak 12 Mart’taki yürüyüşe çağrıda bulunmuştu.

Birçok çevre örgütü tarafından yayınlanan başka bir araştırmaya göre, iklim sorunları büyük ölçüde göz ardı edildi ve son dört haftadaki gündemin yüzde 2,5’ini oluşturdu.

France 24‘e konuşan Oxfam Fransa Genel Müdürü ve F. Hollande hükümetinin eski İskan Bakanı Cécile Duflot, “Adaylardan bazıları iklim hakkında konuşmak istemiyor çünkü bu karmaşık bir konu. Gazeteler ve siyasi yayınlarda da ya iklim ve çevreden hiç söz edilmiyor ya da sadece marjinal bi konu olarak ele alınıyor. Ukrayna‘da savaştan önce de medyada durum böyleydi” dedi.

Yürüyüşte Le Monde’a konuşan klimatolog Valérie Masson-Delmotte ise “Halkın yüksek beklentilerine rağmen iklim konusunda demokratik bir tartışma reddediliyor ” tespitini yaptı.

Fotoğraf: Benjamin Carrot / Le Monde

Ouest France’ın belirttiğine göre göstericiler, Rusya’nın Ukrayna’yı işgalinin birinci gündem olarak medyada yer bulmasını normal karşılıyor ancak iklim sorununun savaştan önce de seçim tartışmalarında büyük ölçüde yer almadığını belirtiyor.

Eylemciler, gösterilerinde “Barış, iklim, aynı mücadele!” sloganıyla enerji konularının jeopolitikte öneminin altını çizerek Ukrayna ile dayanışmalarını da gösteriyorlar.

The New York Times‘ın haberine göre ise Fransa’daki cumhurbaşkanlığı seçimlerinin ilk turuna bir aydan az bir süre kala, Yeşiller Partisi’nin kampanyası şu ana kadar halk arasında fazla heyecan yaratmadı. Parti Başkanı Jadot, haftalardır anketlerde yaklaşık yüzde 5 olarak görülüyor: Bu en büyük üç sağcı adaya verilen desteğin yaklaşık üçte biri ve Başkan Emmanuel Macron‘a verilen desteğin altıda biri oranında.

Analistler, Fransa’nın güvenlik, göçmenlik ve ulusal kimlik gibi gündemlerle sağa kaydığını söylerken, Fransız Yeşilleri’nin yeni fikirler getirmede ve temel sorunlarının ötesine geçen açık, tutarlı bir plan oluşturmada başarısız olarak algılandıklarını belirtiyor.

Fotoğraf: Andrea Mantovani / New York Times

Cumhurbaşkanlığı seçimlerinin ilk turunun yapılacağı 10 Nisan öncesinde, sivil toplum kuruluşları önderliğinde 9 Nisan’da yeni bir dizi iklim yürüyüşü yapılacağı açıklandı. İsveçli aktivist Greta Thunberg‘in başlattığı “küresel gençlik grevleri” kapsamında 25 Mart’ta da bir yürüyüş gerçekleşecek.

Ordulu çevreciler: Zararı karara imza atan yönetici karşılasın, halk değil

Ordu Çevre Derneği (ORÇEV) Yönetim Kurulu adına yapılan basın açıklamasında Ordu Büyükşehir Belediyesi eski Başkanı Enver Yılmaz döneminde verilen kamu zararlarının kendisinden alınmasını talep etti.

Yasal haklarının takipçisi olacaklarının belirtildiği açıklamada ORÇEV, Enver Yılmaz tarafından Çevresel Etki Değerlendirmesi (ÇED) almadan yapılan deniz dolguları nedeniyle Ordu Çevre Şehircilik ve İklim Değişikliği Müdürlüğüne şikayette bulunmuştu. Yapılan inceleme sonunda 71 bin 412 TL’lik idari para cezası kesilmişti. Yine OBB Meclis kararıyla imar değişikliği yapılarak “Özel Proje Alanları” adıyla yeni yapılaşma alanı oluşturulmuştu.

‘Zararı veren yönetici parayı ödesin’

Özel Proje Alanlarından biri olan Kirazlimanı Mahallesi’nde deniz kenarına 11 katlı üç blok bina yapımına başlanmış, yapılan yerel seçim sonrası yeni yönetim tarafından bu binaların yıkımı gerçekleştirilmişti. Konuya ilişkin olarak yapılan açıklamada ORÇEV tarafından, “Şimdi bu iki olay nedeniyle yüksek oranda kamu zararı oluştu. Bu zararı OBB kasasından ödendiğinde zarar halkın parasıyla karşılanmış olacak. Oysa zarar hangi yöneticiler tarafından verilmişse kendisinden alınmalıdır” denildi.

Bu nedenle cezanın ve kamu zararlarının dönemin yöneticisi Enver Yılmaz’dan alınması talep ettiklerini duyuran ORÇEV’in açıklamasında, “Bu konuda Ordu Büyükşehir Belediyesi dava açıp parayı Enver Yılmaz’dan ve kararda imzası olanlardan tahsilini sağlamalıdır. Bu yapılmazsa Ordu Büyükşehir Belediye Başkanlığı’nın görevini yapmamaktan, eski Başkan Enver Yılmaz’ı korumaktan davacı olacağız. Yasal haklarımızı kullanarak kamu zararını tahsil edilmesini sağlayacağız” denildi.

‘Kimse bildiğince davranamaz’

Bir geleneği yıkmak istediklerinin vurgulandığı açıklamanın devamında Ordu Çevre Derneği Yönetim Kurulu tarafından şu ifadeler kullanıldı:

“Seçilen belediye başkanı sanki ilin sahibi gibi davranıyor. Kendine göre kararlar veriyor, yanlış olan kararların sonucunda halk, hem ekonomik hem de ekolojik anlamda zarar görüyor. Seçimle gelip gidiyor ancak verdiği zararların hesabı sorulmuyor. Bu alışkanlığı, geleneği değiştirmek için haklarımızı kullanıyoruz. Görev sırasında kamu zararı verenlerin yükümlülüğü olmalı ve zararlar kendisinden alınmalıdır. Sürecin takipçisi olacağız.”

Soma’da madencilerden eylem: İş kazaları, tazminat ve emeklilik sefaleti

Soma’da madenciler “Çalışmak zulüm, emeklilik ölüm” diyerek eylem gerçekleştirdi. Bağımsız Maden-İş’e üye madenciler dün Hükümet Meydanı’ndan Soma Adliyesi önüne yürüyerek madencilerin sorunlarını dile getirerek çözüm talebinde bulundular.

Emeklilik ücretlerine yasal bir düzenleme getirilmesini talep eden madenciler eylemde insanca bir yaşam için sonuna kadar mücadele edeceklerini dile getirdiler.

Tazminat sorunu

“Somada madencilerin tazminat sorunu bitmedi” diyen madenciler, “Bitti diyenler böyle bir algı yaratmaya çalışanlar yıllardır madencilerin tazminatlarının ödenmesi konusunda ayak bağı olanlar madencilerin yaşadığı her kenti terk etmelidirler. Soma Uyar madencilik tazminat ödemelerinde 952 madenci tazminatını almıştır fakat eksik ödeme almıştır. Azim Uyar’a ait bir ocağa ödemeler yapılırken Azim Uyar’a ait diğer ocağa ödemeler yapılmamıştır” dediler.

İş kazaları

Ayrıca iş kazası ve Ölümlü İş Kazası tazminat ödemelerinin yapılmadığını söyleyen madenciler “Özellikle bu yola çıktığımızdan bu yana tazminat sorununun çözümünde direnişlere öncülük eden İdris Sarıkaya’nın, Ali Kandemir’in ve Ali Faik İnter’in mahkemelerce kazanılmış olan tazminat hakları ödenmemiştir” ifadelerini kullandılar.

Tazminat ödemelerindeki usulsüzlükler

Soma Kömürleri tazminat ödemelerinde yapılan usulsüzlüklere ve yasadaki 13 Mayıs 2014 öncesi hak edişleri olan madencilerin ödemelerine de değinen madenciler, bu konuda sınırlamanın devam ettiğini söylediler. Bağımsız Maden-İş Sendikası tarafından yapılan açıklamada şu ifadelere yer verildi:

“Bu yola çıkarken söylediğimiz ve aynı zamanda sendikamızın bir mücadele ilkesi olarak ‘bir kişinin hakkı kalmayıncaya kadar bu yoldan asla dönmeyeceğiz’. Mücadelemizin neticesinde muhattap olarak karşımıza çıkanlar, günlerce, aylarca bizi oyalayanlar bu sözümüzü, ilkemizi on milyon kez düşünsünler ve Somalı madencilerin çözülmeyen tazminat sorununu ivedilikle çözsünler.”

‘Madenci kısa ömürlü insandır’

Madencilik mesleğinin dünyanın en ağır mesleği olduğunu belirten madenciler, “Madenci kısa ömürlü insandır. Çoluğunun çocuğunun geleceği için kısa ömürle yaşamayı göze almış insandır. Bu hakikat nedeniyle de devlete/SGK’ya emeklilik maliyeti yükü en az olan kesimdir madenciler.
Maden işçisi bir iş cinayetinde öldürülmez ise, bir iş kazasında uzuv kaybı yaşamaz ise, çalışıp emekli olunca da ciğerleri tükenmiş oluyor, madencilik sonucu çeşitli hastalıklarla boğuşarak kısa ömrünü tamamlaya çalışıyor madenciler” dediler.

‘Maaşla emekli aylığı arasındaki uçurum’

“Ancak insanlığa musallat edilmiş kapitalist sistem ve onun sahipleri yaşamı işçiler için cehenneme çevirirken düzenin sahibi patronlar için cennet yaratıyor. Günden güne emeği ile geçinen insanların haklarına mafya tarzıyla çökmeye devam ediliyor” ifadelerinin kullanıldığı açıklamada şu sözlere yer verildi:

“Biz bugün burada aynı zamanda maden işçilerinin önderleri Tahir Çetin ve Ali Faik İnter’e vermiş olduğumuz sözleri yerine getirmek için toplanmış bulunmaktayız. Söz şudur: Madencilere reva görülen en düşük sınırda ödenen emeklilik aylıklarına isyan etmek. Düşünün ki bugün yeni zamla 8 bin 500 TL aylık ücret alan maden işçisi bir ay sonra emekli olunca 2 bin 500-3 bin 500 TL sınırında emekli aylığına mahkum ediliyor. Hiçbir iş kolunda aldığı maaşla, aldığı emekli aylığı arasında bu kadar uçurum olan bir kesim söz konusu değildir.”

‘Siyasetçiler madenciler için ne yapacaklarını taahhüt etmeliler’

Emekli milletvekillerinin aldıkları 18 bin TL ücreti az bulanların, madencinin ‘sefalet düzeyindeki emekli aylıkları’na çare üretmek durumunda olduklarının ifade edildiği açıklamada “Önümüzdeki dönem seçime doğru gidiyoruz. Soma, Kınık, Kırkağaç, Savaştepe’de madencilerin karşısına çıkacak siyasi partiler öncelikle bu konuda ne yapacakları taahhüt etmelidirler” denildi.

Hayat pahalılığına da dikkat çekilen açıklamada “Temel ihtiyaçlar giderlerinin, elektriğin, suyun, kiranın, ısıtmanın, market, pazar ürünlerinin günlük gelen zamlarla belirlendiği bir hayatta, 2 bin 500-3 bin 500 TL arası maaş alan emekli madencinin ve ailesinin geçinebilmesini düşünebilmek akıl dışılıktır” ifadelerine yer verildi.

‘Ülkemizde emekli madenciler sefalet ücreti alıyor’

Kamuya ait yeraltı maden işletmelerinden emekli olmuş bir maden işçisinin ortalama aylık aldığı ücretin 6 bin 500 TL olduğunun belirtildiği açıklamada “Özel işletme yeraltı madenlerinde çalışıp emekli olan madencilerle arasında dev bir uçurum bulunmaktadır. Dünyada emekli bir maden işçisinin ortalama aylık geliri 2 bin Euro olmaktadır. Bu ücret ülkemizdeki emekli madencinin aldığı sefalet ücretinin hem yaşamsal olarak kat kat üzerinde hem maddi olarak kat kat üzerindedir” sözleri kullanıldı.

“Özel işletmelerin yeraltı madenlerinde çalışmış ve emekli olmuş madencilerin yaşadığı durumun adı tam anlamıyla sefalettir. Bizim gün geçtikçe daha da kötüleşen bu sefalete, bu ölüm aylığı anlamına gelen düşük emeklilik ücretlerine daha fazla tahammülümüz yok” diyen madenciler madenciyi bu sefaletten çıkaracak ve insanca yaşayabileceği bir ücret almasını sağlayacak bir yasal düzenleme talebinde bulundular.

Rusya’nın Ukrayna’yı işgali: Lviv’de 35 kişi öldü, taraflar yeniden müzakereye hazırlanıyor

Rusya‘nın Ukrayna‘nın batısındaki Lviv kentine yaptığı hava saldırısı, en az 35 kişinin ölümüne sebep oldu. Şehirdeki patlama seslerinin Polonya‘dan da duyulduğu aktarılırken Lviv bölge valisi, Polonya sınırı yakınındaki Yavoriv bölgesindeki askeri tesise düzenlenen saldırıda 134 kişinin de yaralandığını söyledi.

Polonya sınırına 80 kilometre mesafedeki Lviv, NATO‘nun insani ve askeri yardım konusundaki önemli geçiş noktalarından biri. Polonya Sınır Muhafızları, savaş başladığından beri Ukrayna’dan Polonya’ya 1 milyon 596 bin sığınmacı geldiğini belirtti.

Ukrayna Devlet Başkanı Volodimir Zelenskiy, şu anda birinci önceliklerinin saldırı altındaki Mariupol şehrine yardım götürmek olduğunu söyledi. Zelenski, bir insani yardım konvoyunun  saldırılar yüzünden yaklaşık bir haftadır şehirden 80 kilometre mesafede durduğunu belirtti.

Ukrayna’nın başkenti Kiev’in kuzeyinde de çatışmalar şiddetlendi. Rusya’nın Kiev kuzeyindeki askeri birliğinin, kente kuzeyden 25 kilometre kadar yaklaştığı bildirildi. Kiev sokaklaırndaki barikatlar ve kent girişindeki önlemler yoğunlaştırıldı.

Kiev polisi, ABD’li gazeteci Brent Renaud‘un Kiev’in yakınındaki Irpin’de Rus askerleri tarafından hedef alınarak öldürüldüğünü, iki gazetecinin de hastaneye kaldırıldığını açıkladı.

Barış görüşmelerinde ilerleme kaydedilebilir

Lviv saldırısı Ukrayna’daki savaşın yayılabileceğine dair korkuların derinleşmesine neden olurken taraflar barış görüşmelerinde ilerleme kaydedeceklerine dair iyimser ifadeler kullandı.

Ukrayna Cumhurbaşkanlığı danışmanı Mykhail Podolyak, dün yayımladığı videoda, “Rusya’nın Ukrayna’nın konumuna çok daha duyarlı ve yapıcı olduğunu” ve bu sebeple ilerleme kaydedebileceklerini söyledi. Kremlin‘den yapılan açıklamada da, Başkan Vladimir Putin ile Ukrayna lideri Zelenski arasında bir görüşme olasılığının dışlanmayacağı söylendi.

Podolyak, dün televzyonda yaptığı açıklamada da barış müzakerelerinin çerçevesi üzerinde de çalışma yapıldığını belirterek “Çalışma sonuçlandığında bir toplantı olacak. Sanırım o noktaya varmamız uzun sürmeyecek” dedi.

Reuters haber ajansının haberine göre, Ukrayna ve Rusya müzakerelerin yeri konusunda arabulucu olarak İsrail ve Türkiye ile konuşuyor. Taraflar daha önce Belarus‘ta iki kez masaya oturmuş, geçtiğimiz hafta iki tarafın dişişleri bakanları Antalya‘da bir araya gelmişti.

Öte yandan Ukrayna Dışişleri Bakanı Dmitro Kuleba, Rus kuvvetlerinin, Ukrayna’nın güneyindeki Dniprorudne kentinin belediye başkanı Yevhen Matveyev‘i kaçırdığını söyledi. Daha önce de aynı bölgede bulunan Melitopol kentinin  belediye başkanının kaçırıldığı açıklanmıştı.

ABD Başkanı Joe Biden, Twitter hesabından yaptığı paylaşımda NATO’nun her karış toprağını savunacaklarını belirtti veRusya ile Ukrayna’da savaşmayacağız. NATO ve Rusya’nın doğrudan karşı karşıya gelmesi, 3. Dünya Savaşı’nı başlatacaktır ve bunu önlemek için çabalayacağız” dedi.

Biden diğer bir tweetinde de, “Putin’in Ukrayna’ya karşı savaşı asla zaferle sonuçlanmayacak” ifadesini kullandı.

ABD Ulusal Güvenlik Danışmanı Jake Sullivan, Rusya’nın Ukrayna’da kimyasal silah kullanması durumunda “ağır bir bedel” ödeyeceğini söyledi. Polonya Cumhurbaşkanı Andrzej Duda ise, Rusya’nın Ukrayna’da kimyasal silah kullanması durumunda sadece Avrupa için değil, tüm dünya için tehlike söz konusu olacağını ve NATO’nun, çatışmaya askeri olarak müdahale etmeme kararını yeniden gözden geçirebileceğini söyledi.

Rusya Dışişleri Bakan Yardımcısı Sergey Ryabkov da bir açıklamasında, Batılı ülkelerden Ukrayna’ya giden silah konvoylarının, Rusya birlikleri için meşru bir hedef olduğunu söyleyerek, “ABD’yi, Ukrayna’ya silah pompalamanın tehlikeli bir hamle olduğu konusunda uyardık” dedi.

ABD: Rusya Çin’den yardım istedi

ABD’li yetkililer, işgal başladıktan sonra Rusya’nın Çin‘den askeri  ve ekonomik destek istediğini ancak Çin’in yanıtının henüz bilinmediğini söyledi.

ABD basınında yer alan haberlere göre Beyaz Saray, Çin’in Rusya’nın ekonomik yaptırımlardan kaçmasına yardımcı olmak için destek vermesi durumunda ağır sonuçlarla karşılaşacağını açıkladı.

Ukrayna’da kalabalık protesto: Herson Ukrayna’dır

Rusya’nın saldırdığı Ukrayna’nın güneyindeki Herson’da  insanlar, işgali protesto etmek için sokaklara çıktı. Göstericiler, Ukrayna bayrakları ve “Herson Ukrayna’dır” yazılı pankartlar taşıdı.

Herson Belediye Başkanı Ihor Kolykhayev, geçen hafta Rus güçlerinin şehir üzerindeki kontrolünü sıkılaştırdığını söylemiş, kentte ayrılıkçı bölge Donbas’ta olduğu gibi özerk bölge kurulması için referandum düzenleneceği iddiaları yayılmıştı.

Kentteki Rusça konuşan insanların varlığının Rusya tarafından bahane edildiği belirtiliyor. Bölgeye yakın ve yine Rusça konuşanların çoğunlukta olduğu Melitopol kenti de Rus işgali altında.

Almanya’nın başkenti Berlin ve diğer kentlerinde, Ukrayna’daki savaşı protesto etmek için gösteriler düzenlendi. Berlin’de binler, şehir merkezinden Brandenburg Kapısı önüne yürüdü. Savaş başladığından beri 123 bin sığınmacının Ukrayna’dan Almanya’ya kaçtığı belirtildi.

Fotoğraf: Fabrizio Bensch / Reuters

Avrupa Birliği’nin (AB) Rusya’ya karşı yaptırımları kapsamında Rus oligark Andrey Igoreviç Melniçenko’nun dünyanın en büyük yelkenli yatı olarak bilinen 530 milyon Euro değerindeki yatına İtalya’da el koyuldu.  

Ukrayna Dışişleri Bakanı Kuleba, İngiltere Dışişleri Bakanı Liz Truss ile Rusya’ya yaptırımlarda sonraki adımları görüştüğünü söyledi. Kuleba, “Saldırganlığını ve savaş suçlarını durdurana kadar Rusya’ya baskı artmalı” açıklamasını yaptı.

Avustralya da Rus oligarklarına karşı yaptırım uygulama konusunda ABD ve İngiltere’ye katıldığını açıkladı.

 

Hekimler bayramda Büyük G(ö)rev’de: Emeğimizin en değersiz hale getirildiği dönemdeyiz

Bugün 14 Mart Tıp Bayramı. Ancak bugün bayram kutlamalarıyla değil, hekimlerin g(ö)reviyle geçecek. Hekimler uzun zamandır, emeklerinin karşılığında insani çalışma koşulları için protestolar gerçekleştiriyor, g(ö)revler yapıyorlar. Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan’ın geçtiğimiz günlerde yapmış olduğu “Gidiyorlarsa gitsinler. Biz de üniversiteyi yeni bitiren doktorları buralarda istihdam ederiz” sözleri yankı uyandırmış, hekimler sosyal medya hesapları üzerinden açıklamaya tepkilerini göstermişlerdi. Özellikle Erdoğan’ın bu sözlerinin ardından hekimler çalışma koşullarına dikkat çekerek “Sıkıntılarımız maaşa indirgenemez” yönünde açıklamalarda bulunmuşlardı.

Bugün ise hekimler bayramlarını g(ö)revde geçirecekler. Türk Tabipler Birliği (TTB) tarafından yapılan açıklamada “Bugünü bayram tadında geçirmemiz gerekirken; ne yazık ki yine emeğimiz için, sağlığımız için alanlarda olmak, g(ö)rev’de olmak düştü bizlere… Hastanelerimize sahip çıkmak için, toplum sağlığına sahip çıkmak için, emeğimize sahip çıkmak için g(ö)rev’deyiz. Yani sizlerin, bizlerin, çocuklarımızın sağlığı için… Sağlıklı bir gelecek için” ifadeleri kullanıldı.

Fotoğraf: TTB

Türk Tabipleri Birliği Merkez Konseyi tarafından yapılan açıklamada, “Salgında toplum bir kez daha gördü ki: Fedakârca çalışan hekimler, sağlık çalışanları olmasaydı bugün çok daha fazla insanımız hastalanacak, çok daha fazla insanımız kaybedilecekti. Bizlere “Giderlerse gitsinler” diyenler salgında hastalanan, yaşamını yitiren meslektaşlarımıza dahi saygı duymayanlardır” denildi. Açıklamada şu sözlere yer verildi:

“Bilinmelidir ki biz bunca emeği ve çabayı, birileri hastaneleri özelleştirsin, zenginleri daha da zengin etsin diye değil; topluma karşı sorumluluğumuz için gösterdik, gösteriyoruz. Ancak bu çabalarımızın karşılığı artık daha fazla; yoksulluk sınırının bile altında maaşlarla çalıştırılmak, şiddete uğramak, kötü eğitim, kötü çalışma koşulları, emeklilik ve gelecek kaygısı da olmamalı.”

‘Emeğimizin en değersiz hale getirildiği dönemdeyiz’

Gelinen noktada sağlık sisteminin artık tıkandığının herkes tarafından görüldüğünün belirtiltildiği açıklamada TTB “Toplumun sağlığı her geçen gün daha kötüye gitmekte, sağlığa ulaşım ise güçleşmektedir. Sağlık sistemi sürdürülemez durumdayken; bizler sağlıkta şiddet ve malpraktis tehdidi altında, düşük ücretlerle ve ağır iş yüküyle çalışmak zorunda kalmaktayız. Meslek onurumuzun ve emeğimizin en değersiz hale getirildiği dönemdeyiz” ifadelerine yer verdi.

Ekim 2021’den bu yana süren “Emek Bizim Söz Bizim” eylemleriyle çalışma koşullarını, ekonomik haklarını, sağlıkta şiddet ve toplumun sağlık hakkı için beyaz eylemler ve G(ö)REV’lerle sorunlarını dile getiren hekimler bugün ve yarın ’Büyük G(ö)rev’de olacaklar.

’Büyük G(ö)rev’e ilişkin TTB tarafından yapılan açıklamada “Bizleri duymazdan gelenlere sesimizi bir kez daha, çok daha güçlü duyuracağız denildi.

‘Sağlık mücadelesinde yan yanayız’

14 ve 15 Mart günlerinde, her g(ö)rev etkinliğinde olduğu gibi, acil hastalar, diyaliz hastaları, acil gebeler, yoğun bakım hastaları ve kanser hastalarının bakımının aksatılmayacağını da duyuran TTB, aynı zamanda COVID-19 veya COVID-19 şüphesiyle sağlık kurum ve kuruluşlarına yapılacak başvuruların geri çevrilmeyeceğini, poliklinik ve klinik tedavilerine devam edileceğini bildirdi. Açıklamada son olarak şu ifadelere yer verildi:

“Biliyoruz ki toplumun sağlığı; ancak bizim sağlığımız ile mümkün olabilecektir. Bu yüzden 14 Mart Tıp Bayramı’nda ve 15 Mart tarihinde belirttiğimiz hususlar dışında sağlık kurum ve kuruluşlarına lütfen başvurmayın. Sağlık hakkı mücadelemizde bizleri yalnız bırakmayın. Taleplerimiz sizin için, bizim için, hepimiz için… Sağlık mücadelesinde yan yanayız.”

Fotoğraf: TTB

Sağlık Bakanı Koca’dan hekimlere mektup

Sağlık Bakanı Fahrettin Koca, 14 Mart Tıp Bayramı öncesinde hekimlere ve sağlık hizmeti çatısı altında birleşen 39 meslek grubundaki çalışanlara yazdığı mektupta, “Devletimizin sizler için en iyisini yapma kararlılığından emin olun” demişti.

Pandemi sürecine değinen Sağlık Bakanı Koca, “Zor zamanlarda hekimlik yapan ve bir taraftan mesleğinin gereklerini yerine getirmeye çalışırken öte yandan hekimlik hizmetinin daha iyi şartlarda yapılabilmesi için düşünen bütün arkadaşlarıma içten selam ve saygılarımı sunuyorum” ifadelerini kullandı ve ekledi:

“Bu dönemde, meslek grubu olarak, en ağır fedakarlıkları gösteren, toplumların da hayranlığını ve saygısını kazanan kesim bizler olduk. Pandemi, hekimlerin, tüm sağlık çalışanlarının ölümle hayat arasındaki o sınır çizgisinde, insandan yana eşsiz bir çaba sarf ettiğini gözle görünür kıldı. Bizleri ve eşsiz tıp mesleğini yücelten performansı sağlık çalışanları olarak hep birlikte gösterdik.”

“Bugün hekimliğin saygınlık kaybına uğradığını hocalarımızdan tıbbiye öğrencilerine kadar çoğu kişi ifade ediyor” diyen Koca, mektuba şöyle devam etti:

“Fakat unutulmamalı: Tarihi insanlık kadar eski olan tıp ve toplumun halen nadide insanı olan hekim, temelde değer kaybına uğramış olmadığı için bu saygınlık kaybı geçicidir. Hayatla ölüm, hastalıkla sağlık arasında sıkışan bir insan, hekimine ve tıp bilimine gerekli saygıyı gösterecektir.”

Fotoğraf: TTB

‘Devletimizin sizler için en iyisini yapma kararlılığından emin olun’

“Hekimlik bize, sadece tahsil yoluyla toplum içinde statü sağlayan mesleklerden biridir. Biridir diyorum ama bir ikincisini bilmediğimi de itiraf etmeliyim. Bu statü bizleri bazı teamüllerle sınırlar. Örneğin, haklarımız, taleplerimiz konusunda geliştireceğimiz dilin, tutumdaki üslubun mesleğin doğasıyla örtüşmesi gerekir” ifadelerini kaleme aldığı mektupta Fahrettin Koca, şunları aktardı:

“İhmal edilen hastanın, tarafları kimler olursa olsun, çözüm aranan sorun sebebiyle nesneleştirilmiş ve üzerinden mesaj verilen kişi konumuna düşürüldüğünü herkes bilir. Hasta da bilir. Biz, hekimler olarak, hastanın bu şekilde aracı kılınmasından kaçınmalıyız. Bir meslektaşınız olarak görüşüm budur.”

Hekimlerin çalışma koşullarının zorluğuna da değinen Fahrettin Koca, son olarak şu ifadeleri kullandı:

“Mevcut koşullarda ülkemizde hekimlik yapmanın zor tarafları olduğunu biliyorum. Sorunların, aşılması zor değil, aşılması kolay sorunlar olduğuna, gerekli emeğin sarf edildiğine inanmanızı istiyorum. Temel amaçlarımız, ekonomik açıdan adil bir düzenleme, malpraktis davalarının hekimlere tehdit olmaktan çıkarılması, artan şiddet olaylarına karşı caydırıcılığı daha yüksek bir yasal çerçeve ve emeklilikte hekimlerin yargı mensuplarına benzer haklara sahip olabilmeleridir. Devletimizin sizler için en iyisini yapma kararlılığından emin olun.”

Hekimler Kadıköy’de eylem yaptı

Hekimler dün de TTB öncülüğünde Haydarpaşa Numune Eğitim ve Araştırma Hastanesi’nden Kadıköy’deki Beşiktaş İskelesi’ne yürüyerek “Büyük Beyaz Buluşma” eylemi düzenledi. Eylemde “Hiçbir yere gitmiyoruz, hakkımız olanı alacağız” denildi.

Hekimler ne talep ediyor?

Hekimlerin 14 Mart Tıp Bayramı’ndan önce açıkladığı 10 acil talep şöyleydi:

  1. TTB’nin önerdiği “Sağlıkta Şiddet Yasası” acilen yasalaşmalı; cezalar tutuksuz yargılanma ve “hükmün açıklanmasının geri bırakılması” düzenlemelerinin uygulandığı sınırların üzerine çıkarılmalıdır.
  2. Kamu hastanelerinde göreve yeni başlayan pratisyen ve asistan hekimler için temel ücret (maaş+sabit ek ödeme) yoksulluk sınırının en az iki katı, uzman hekimler için yoksulluk sınırının en az iki buçuk katı olmalı; sabit ek ödemeler genel bütçeden karşılanmalıdır.
  3. Özel sağlık sektöründe çalışan hekimlerin sosyal güvenlik primleri “prim ödeme tavanı” üzerinden çalıştıkları kurumlar tarafından ödenmeli; ücretleri en az yoksulluk sınırının iki buçuk katı olmalıdır.
  4. Aile hekimi maaşları en az yoksulluk sınırının iki katına yükseltilmeli; tüm ASM binaları kamu tarafından inşa edilmeli, aynı standartlarda donanımı kamu tarafından sağlanmalı, bütün giderleri Sağlık Bakanlığı’nca karşılanmalı; Aile Hekimliği Ceza Yönetmeliği geri çekilmelidir.
  5. OSGB‘lerde çalışan işyeri hekimlerinin ücretleri Türk Tabipleri Birliği’nin belirlediği asgari ücret üzerinden ödenmelidir.
  6. Emekli SandığıSSK, BAĞ-KUR farkı gözetilmeksizin bütün emekli hekim maaşları (25 yılda emeklilik baz alınarak) pratisyen hekimler için asgari 15 bin TL, uzman hekimler için asgari 18 bin TL’ye çıkarılmalıdır.
  7. Çalışma ortamlarımız ve koşullarımız iyileştirilmeli, başta asistanlar olmak üzere bütün hekimlere nöbet ücreti kesilmeden nöbet ertesi izin hakkı tanınmalı, intörn hekim ücretleri en az asgari ücret düzeyine çıkarılmalıdır.
  8. COVID-19 “illiyet bağı” aranmaksızın meslek hastalığı sayılmalı, pandemide çalışılan her yıl için 120 gün yıpranma payı uygulanmalı, hekimler için ek gösterge 7 bin 200 olmalıdır.
  9. Sağlık sistemi ve kurumsal sorunlar kaynaklı malpraktis davaları ile hekimleri ödeyemeyecekleri tazminatlara mahkûm eden uygulamaların önlenmesi için yasal düzenlemeler yapılmalıdır.
  10. Hekimleri de hastaları da mağdur eden, hekimlere karşı şiddet kaynağı olan, halkın sağlığını tehlikeye atan 5 dakikada muayene dayatmasından vazgeçilmeli, hasta randevuları her hastaya en az 20 dakika ayrılacak şekilde düzenlenmelidir.

Sokak hayvanlarını öldürme çağrısı yapan Yıldız Tilbe’ye suç duyurusu

İstanbul Barosu Hayvan Hakları Merkezi, şarkıcı Yıldız Tilbe’ye sokak hayvanlarına yönelik “Bölgenin halkı zehirli et versin, hepsi gebersin” dediği tweeti sebebiyle suç duyurusunda bulundu.

Merkez, açıklamasında, “Halkı suç işlemeye ve kanunlara uymamaya, hayvanlarımızı öldürmeye teşvik ve tahrik eden, kin ve düşmanlığa yönlendiren Yıldız Tilbe hakkında tarafımızca suç duyurusunda bulunulmuştur” dedi.

Açıklamanın devamında, “Hayvanlara zehirli et vererek öldürülmeleri yönündeki çağrı, Türk Ceza Kanunu (TCK) madde 214’teki suç işlemeye tahrik suçunu oluşturur. Sahipsiz de olsa bir köpek, kedi gibi evcil hayvanı öldürmek 5199 sayılı Hayvanları Koruma Kanunu m. 28/A/2’deki suçu oluşturacaktır” hatırlatması yapıldı.

Suçun basın ve yayın yoluyla işlenmesinin TCK m. 218 uyarınca cezayı yarı oranında artıracağını belirten İstanbul Barosu Hayvan Hakları Merkezi, “Eğer bu çağrı nedeniyle tahrike konu 5199 sayılı Kanundaki suç da işlenirse, TCK M. 214/3 uyarınca Tilbe bu suçtan da azmettiren olarak sorumlu tutulacaktır” açıklamasını da ekledi.

https://twitter.com/istbarohhm2022/status/1502682261384224770?s=20&t=7kHOkb-MjA8J4CTFh-V4Qw

‘Bizler yaşatmak için varız’

Tilbe’nin söz konusu tweetinin ardından, “YıldızTilbeBoykot etiketiyle yapılan paylaşımların yanı sıra ünlülerden de tepki geldi. Sanatçı Ajda Pekkan, “Sokak hayvanları sahipsiz değildir” dediği Instagram paylaşımında, “Savaşa ve şiddete karşı duruşumuzu hayatın her alanında ve her canlıya yapılacak vahşete ve baskıya karşı da göstermemiz gerekiyor. Gerçekten çok üzgünüm. Mazlumları hedef alan hiçbir ölüm fermanına sessiz kalamam. Bizler yaşatmak için varız” dedi.

Sanatçı Ceylan Ertem de Tilbe’nin tweetine, “Hiç yakışmadı.Çok kızdım ve üzüldüm. Bir an evvel bu korkunç twiti silip, özür dileyip hatta konser gelirini sokak hayvanlarına bağışlamalı. Binlerce hayvan öldürülürken ve bunu önüne geçemiyorken biz, bu tür açıklamalar cinayetlere ortak olmaktır benim gözümde!” sözleriyle tepki gösterdi.

Tilbe, gelen tepkilerin ardından tweeti sildi ve “Beni kimse hayvan düşmanı ilan edemez. Madem bu kadar hayvan seviyorsunuz hadi alın evinize birer tane” gibi bazı açıklamalarla kendini savundu.

 

Çevre aktivistleri omuz omuza: Zeytin hayattır, zeytinime dokunma

Enerji ve Tabii Kaynaklar Bakanlığı tarafından gerçekleştirilen ve Mart başında Resmi Gazete’de yayımlanarak yürürlüğe giren Maden Yönetmeliği değişikliğine karşı tepkiler devam ediyor.

İzmir Güzelbahçe’de 100’e yakın sivil toplum örgütü, ekoloji dernekleri, doğa dernekleri, odalar ve kent konseyleri “Zeytin hayattır, zeytinime dokunma” diyerek “zeytinler katledilmesin” çağrısıyla bir araya geldiler.

Maden Yönetmeliği değişikliği, İzmir’de binlerce katılımcı tarafından protesto edildi. “Zeytinime Dokunma” toplantısına yaklaşık bin 500 kişi katıldı.

Toplantıya ayrıca Çeşme Belediye Başkanı Ekrem Oran, Seferihisar Belediye Başkanı İsmail Yetişkin, Balçova Belediye Başkanı Fatma Çalkaya, Karaburun Belediye Başkanı İlkay Girgin Erdoğan, Konak Belediye Başkanı Abdül Batur, Karşıyaka Belediye Başkanı Cemil Tugay, Güzelbahçe Belediye Başkanı Mustafa İnce, meclis üyeleri, İzmir milletvekilleri Tacettin Bayır, Özcan Purçu, Murat Çepni de dahil oldu.

‘Doğadan yana iktidara çok yakınız’

Yönetmeliğe ilişkin olarak İzmir Belediye Başkanı Tunç Soyer, “Bugün İstiklal Marşı‘mızın kabulünün 101. yılı. Bu marş, Kurtuluş Savaşı destanının yaşandığı günlerde ortaya çıkmıştır. Dönemin acılarını, umutlarını içinde taşır ve ‘korkma!’ diye başlar. Korkmuyoruz!, Doğaya sahip çıkmak hayata sahip çıkmaktır. Korkmuyoruz, yaşamı hayatı savunmaya, doğayı savunmaya devam edeceğiz” dedi.

‘Hainlik yapanların karşısında olacağız’

Basın açıklamasını mitinge katılan bütün platformlar adına Çeşme Çevre Platformu Sözcüsü Dr. Ahmet Güler okudu. Güler “Bölgemizin en önemli tarım girdisi zeytinciliğe bir darbe daha vuruldu. İktidar, bölgede savaş sürerken ve kamuoyu savaşa kitlenmişken TBMM’den 8 defa geri dönmüs ‘Zeytinleri madenlere kurban etme kanununu arka kapıdan geçirdi ve zeytinliklerimizi, tarımsal alanları, doğal varlıkları vahşi sermayeye talan ettirme peşinde’. Bize ait bu topraklarda bu hainlikleri yapanların karşısında olacağız. Unutulmasın! Barışın simgesini yok etmeye çalışanlar, kendi savaşları içinde yok olacaklar” ifadelerini kullandı.

‘Zeytin bizim kutsalımızdır’

Türkiye Mimar Mühendis Odaları İzmir İl Koordinasyon Kurulu Sekreteri Aykut Akdemir yönetmeliğin iptaline karşı dava açtıklarını belirterek “Kutsal zeytinimize kimse dokunamaz, yaşam alanları ranta teslim edilemez” dedi. Toplantıya katılan “Ağaçlara Şarkı söyleyen” kadınlar Grup Dost Yürek, zeytin mücadelesi için 12 Mart eylem günü için özel besteledikleri şarkıyı seslendirdiler.

‘Zeytinliklerimiz talan projelerine açılmak isteniyor’

Ege Çevre ve Kültür Platformu (EGEÇEP) ve Çeşme Çevre Platformu çağrısı ile toplanan aktivistler tarafından yapılan basın açıklamasında, “Bölgemiz çiftçilerinin en önemli gelir kaynaklarından olan zeytinciliğe yeni bir darbe daha vurulmak isteniyor! Zeytinliklerimiz enerji ve maden şirketlerinin yağma ve talan projelerine açılmak isteniyor” ifadeleri kullanıldı.

“1939’da çıkartılan ve zeytinliklerimizi koruyan 3573 Sayılı Zeytinciliğin Islahı ve Yabanilerinin Aşılattırılması Hakkında Kanun‘u daha önce sekiz kez değiştirmeye çalışan enerji ve maden lobileri, yasayı değiştiremeyince çareyi bu kez Maden Yönetmeliğini değiştirtmekte buldu” şeklinde tepkilerin dile getirildiği basın açıklamasında şu sözlere yer verildi:

“01.03.2022 tarih ve 31765 sayılı Resmi Gazete’de yayınlanan ve Enerji ve Tabii Kaynaklar Bakanlığı tarafından hazırlanan “Maden Yönetmeliği’nde Değişiklik Yapılmasına Dair Yönetmelik” ile zeytinlikler iktidar tarafından enerji ve maden projelerine, kömüre feda edilmek isteniyor.”

‘İktidar savaş sürerken tarımda talanın yolunu açtı’

Yönetmelik değişikliğinden dört gün sonra, 5 Mart’ta Resmi Gazete’de yayımlanarak Çevre, Şehircilik ve İklim Değişikliği Bakanlığı tarafından Korunan Alanların Tespit, Tescil Ve Onayına İlişkin Usul Ve Esaslara Dair Yönetmelik’inde yapılan değişikliğe de değinilen açıklamada, bu kararla birlikte Nitelikli Koruma Alanları’nda rüzgar, güneş ve hidroelektrik santrallerinin yapımına izin verilmesine ilişkin olarak da şu ifadeler kullanıldı:

“İktidar, tam da ülkemizin yanı başında bir savaş sürerken ve dikkatlerimiz bu savaşa yönelmişken bu değişikleri gerçekleştirerek zeytinliklerimizi, tarım alanlarımızı, doğal varlıklarımızı talanın yolunu açtı.”

‘Yönetmelik değişikliği tamamen hukuksuzdur’

Yönetmeliğin hukuksuz olduğunun altının çizildiği açıklamada “2017 tarihli Maden Yönetmeliği zaten gerekli istisnaları madencilik lehine vermişken, 1 Mart 2022 tarihli yönetmelik değişikliği ile Ege’de ve de ülkemizin her yerindeki zeytinliklerimizin talanına normlar hiyerarşisine aykırı bir şekilde yeni bir yasal kılıf hazırlanmaktadır” denilerek şu ifadelere yer verildi:

“Zeytin bütün kutsal metinlerde, dinlerde, edebi eserlerde kutsaldır! O ‘ölmez ağaç’tır. Binlerce yıldır Anadolu insanının en kadim dostu, geçim kaynağı, can damarıdır.”

‘Kutsal ve ölümsüz zeytin ağacını kömüre kurban etmeyeceğiz’

Zeytinliklerin ‘ölüm fermanı’ olacak olan bu değişikliği asla kabul etmeyeceklerini belirttikleri açıklamada aktivistler “Kutsal ve ölümsüz zeytin ağacını kömüre, taş ocaklarına, madenlere kurban ettirmeyeceğiz” dedi ve eklediler:

“Kanunları değiştirmeyi başaramayan şirketler bu kez de yönetmeliklerle amaçlarına ulaşmaya çalışıyor. Gerekçeleri ise enerji madenciliği için kamu yararı imiş. Gerçekte kimin yararı? Enerji ve maden şirketleri zeytinliklerimizde daha rahat at koşturacak. Zeytin mi üstün kamu yararıdır, kömür mü? Şu ana kadar açtığımız birçok davada bakanlıklar tarafından verilen kamu yararı kararı, yargı tarafından ‘üstün kamu yararı doğayı ve tarım alanlarını korumaktır’ gerekçesiyle bozulmuştur.”

‘Bakanlıkların somut yaptırımları yok’

Kazdağları örneği üzerinden değişiklikte yer alan ‘madencilik faaliyeti yürütecek kişinin faaliyetlerin bitiminde sahayı rehabilite ederek eski hale getireceğini taahhüt etmesi şartıyla’ ifadesinin koruyucu hiçbir etkisi olmadığının belirtildiği açıklamada şu sözlere yer verildi:

“Taahhütlere uyulması konusunda günümüze kadar Çevre, Şehircilik ve İklim Değişikliği Bakanlığı’nın da Enerji ve Tabii Kaynaklar Bakanlığının da Tarım ve Orman Bakanlığının da somut hiçbir yaptırımı olmamıştır. Bir elin parmaklarını geçmeyecek sayıda göstermelik yapılan birkaç rehabilitasyon çalışması doğal alanlarımızın yok edilmesinden sonraki yapay alanlar olarak gösterilmektedir.”

“Zeytinlik bir taşınmaz tarım arazisi vasfıdır” ifadelerinin yer aldığı açıklamada “Üzerindeki Zeytin ağaçlarının taşınarak vasfının değiştirilmesi normal karşılanabilecek bir durum değildir. Bu bilimsel olarak da kabul edilemez bir zorlamadır. Bunun bir zamanlar inşaat için fay hattını taşıyan zihniyetten hiçbir farkı yoktur” denildi.

Enerji ve madencilik projelerinin iklim değişikliğine olan etkisine işaret eden aktivistler iktidara şu soruyu yöneltti:

“Daha yeni Paris Anlaşmasını imzalayarak kömürlü enerji santrallerinin terkedilmesi konusunda taahhüt vermediniz mi?”

‘Barışın simgesini yok etmeye çalışanlar kendi savaşları içinde yok olacaktır’

“Zeytin ağaçlarımızın yok edilmesi, orman varlığımızın tahrip edilmesi, havamızın kirletilmesi, sağlıklı gıdaya erişim hakkımızın ihlal edilmesi ve iklim krizine karşı kırılganlığımızın arttırılması, kabul edilemez” diyen çevre aktivistlerinin çağrısı şöyle:

“Biz dost örgütler, meslek odaları, STK’lar, çevre gönüllüleri kısaca bu toprakların sevdalıları; zeytinimize, tarım alanlarımıza, doğamıza yani yaşama sahip çıkıyoruz. Yaşadığımız bu doğayı ve toprakları korumak için mücadelemiz omuz omuza artarak devam edecektir. Bu saldırılar bitene kadar her karış toprağında bu hainlikleri yapanların karşısında olacak, hukuk tanımazlara karşı her zaman hukukun üstünlüğünü savunarak geleceğimize sahip çıkacağız. Unutulmamalıdır ki barışın simgesini yok etmeye çalışanlar kendi savaşları içinde yok olacaktır.”

Ne olmuştu?

Resmi Gazete’de Mart başında yayımlanan yönetmelikle birlikte tapuda zeytinlik olarak kayıtlı olan alanlarında madencilik faaliyetlerinin önü açıldı. Yönetmelik İkizköy’deki Akbelen Ormanı‘nda açılmak istenen kömür ocağı için yapılan bilirkişi keşfi öncesinde değiştirildi. Maden ocağına ve keşif öncesinde zeytinlik alanlarda maden tesisi yapılmasının önünü açan yönetmeliğe karşı İkizköylüler ’Yuh yuh soyanlara’ diyerek Akbelen Ormanı’nda keşif heyetini karşılamıştı. İkizköylülerin avukatı Arif Ali Cangı  yönetmelikle ilgili olarak “Sanki bizim keşfimizi bekler gibi yönetmelik değişti” demişti.

Yönetmelik zeytin sahasında madencilik faaliyetleri yürütülmesine ve bu faaliyetlere ilişkin geçici tesisler inşa edilmesine” Enerji ve Tabii Kaynaklar Bakanlığı tarafından izin verilebilmesini sağlıyor.

Resmi Gazete’de yayınlanan ‘Maden Yönetmeliğinde Değişiklik Yapılmasına Dair Yönetmelik’ şöyle:

“Ülkenin elektrik ihtiyacını karşılamak üzere yürütülen madencilik faaliyetlerinin tapuda zeytinlik olarak kayıtlı olan alanlara denk gelmesi ve faaliyetlerin başka alanlarda yürütülmesinin mümkün olmaması durumunda madencilik faaliyeti yürütecek kişinin faaliyetlerin bitiminde sahayı rehabilite ederek eski hale getireceğini taahhüt etmesi şartıyla Genel Müdürlük tarafından belirlenen çalışma takvimi içerisinde zeytin sahasının madencilik faaliyeti yürütülecek kısmının taşınmasına, sahada madencilik faaliyetleri yürütülmesine ve bu faaliyetlere ilişkin geçici tesisler inşa edilmesine kamu yararı dikkate alınarak Bakanlıkça izin verilebilir.”

Yapay resif furyası

Yaşam tarzımız, doğaya olan yaklaşımımız ve yarattığımız etkinin boyutları insanoğlunun kötülüğünü anlatsa da insanoğlunun iyi yanları olduğunu da unutmamak lazım. O tarafı hep onarmaya ve tedavi etmeye meyilli bir özellik gösteriyor. Çoğunluğa hâkim olmasa da zamanla büyüme eğilimi gösterdiğini söylemek mümkün.

Ancak burada bir parantez açmakta fayda var. İyiden kastımız bilmekle de ilişkili olduğu için, bilgiden yoksunluk bazen kaş yapayım derken göz çıkartmaya neden olabiliyor. Ayrıca insanoğlunun iyi tarafının kullanılmaya ve istismar edilmeye de gayet açık olduğunu hepimiz zaten biliyoruz. Fakat konumuz bu değil. Konumuz daha çok bu iyi yanı taklit eden ve aslında onarmaktan çok yeni problemler yaratanlar. Doğayı onarmak için destekleyici olsun diye yapılan ancak en nihayetinde telafisi zor hasarlar bırakan ve sistemi içinden daha da çıkılmaz hale getiren müdahaleler. Bu müdahalelerin sayısı çok fazla ama ben bunlardan bir tanesine yani son zamanlarda sıkça duyduğumuz yapay resiflere değineceğim. Öncelikle resifin ne olduğundan bahsetmekte fayda var. National Geographic resif için şu tanımı veriyor:

“Resif, doğal bir su kütlesinin yüzeyinin altında uzanan, kaya, mercan veya benzeri nispeten kararlı malzemeden oluşan bir sırt veya sığlıktır.”

Her malzemeden resif olmaz

Başka daha detaylı tanımları olsa da genel olarak bu şekilde tanımlanabilir. Resifler genellikle mercanlarla birlikte anıldığı için mercan resifleri daha çok aşina olduğumuz bir tanımdır. Bunlar, biyoçeşitliliğin çok zengin olduğu ve birçok farklı canlı grubunun yaşamak üzere tercih ettiği ekosistemlerdir. Dolayısıyla resif varsa yüksek düzeyde canlılık vardır denilebilir. Resifler doğal kayalıklar ya da benzeri yapılardan oluşabildiği gibi yapay olarak da oluşturulabilirler. Birçok farklı malzemeden yapay resif oluşturulabilmektedir. Eski metro/tren vagonlarından tutun da beton bloklara, ömrünü tamamlamış uçaklardan, otobüslere ve gemilere kadar birçok materyal yapay resif oluşturulmak üzere dünyanın birçok bölgesinde denizlere bırakılmıştır. Hatta işlevini yitirmiş deniz madenciliği yapıları da bir nebze olsun bu işlevi görebilmektedir.

Bunun yanında bazı uyanık kıyı tahribatçısı şirketlerin yetkilileri, tahrip edecekleri kıyılara yapacakları beton faaliyetlerini, iskele bacaklarını vs. resif işlevi görüp biyoçeşitliliğin destekleyeceği savıyla pazarlayabilmektedir.  Ancak burada önemli bir nokta var ki o da bu tür platformlardaki faunanın çoğunlukla, gerçek bir resif topluluğunun aksine tipik bir ‘kirlenme topluluğu’ özelliğine sahip olduğudur (Bu konunun daha detaylı bir incelemesi için tıklayın).

İstilacı türler için cazibe merkezi

Yapay resiflerin doğal resifler gibi olmasa da bir biyoçeşitlilik zenginleşmesine katkı sunduğu açıktır. Ancak burada dikkat edilmesi gereken konu bu biyoçeşitliliğin yerli türleri mi yok yoksa yabancı türleri mi çekerek gerçekleştirdiğidir. Örneğin hali hazırda herhangi bir resif bulunmasa dahi istilacı türlerin yoğun olarak etkisi altında bulunan bir bölge için konuşacak olursak ne yazık ki yapay resifler yerli türleri değil yabancı ve istilacı türlerin toplanması için cazibe noktası olacaktır. Bunun örneklerini örneğin Meksika Körfezi‘nde görmek mümkün. 2014 yılında yayınlanan bir makaleye göre yeryüzünün en istilacı türlerinden biri olarak nitelendirilen aslan balığının yapay resiflerdeki yoğunluğu doğal resiflere göre iki kat daha yüksek düzeyde rapor edilmişti. Hatta yapay resiflerde tespit edilen yoğunluk Batı Atlantik kıyılarında tespit edilen en yüksek yoğunluktu. Avcı karakterde olan bir balığın yoğunluğunun bu düzeyde artması, ortamdaki av konumunda olan diğer türlerin üzerinde de inanılmaz bir baskının şekillenmesine neden olacaktır. Ayrıca istilacı karakterde olan bir balığın yabancı olduğu bir ortama yerleşmesine de destek olacak bir yapı ile karşı karşıya olduğumuzu unutmamak gerekiyor.

Nitekim yapılan deneysel çalışmalarda aslan balığının popülasyon yoğunluğundaki artışın, küçük ve orta boylu balıkların popülasyonlarında dramatik bir azalmaya neden olduğu rapor edilmiştir. Daha da ilginci benzer bir etkinin doğal resif alanların yapılan gözlemlerde olmadığının da rapor edilmiş olmasıdır. Yani doğal süreçler içerisinde oluşmuş resiflerde, aslan balığı popülasyonunun sayıca artış açısından daha yavaş olduğu ve av baskısı oluşturma açısından da daha yeteneksiz kaldığını söylemek mümkün. Bunun yapay ve doğal resifler üzerindeki komünite yapılarındaki farklılık ve resiflerin morforfolojik farklılıklarıyla ilgili olduğunu söyleyebiliriz.

2020 yılında yayınlanan başka bir çalışmada da yapay resiflerin istilacı ya da yabancı türlerin yaygınlaşmasına katkı sağladığına dair örnekler yine Meksika Körfezi üzerinden değerlendirilmiştir. İlgili çalışmada yapay yapıları işgal eden istilacı veya rekabetçi türlerin, doğal habitatlarda doğal olarak oluşan türlerin yerini alabildiği belirtilmiştir. Spesifik bir örnek olarak da, Cliona ve Chondrilla cinsinin süngerlerin, mercan ölüm olaylarının ardından sert mercanların yerini aldığı ve mercanların yeniden kolonizasyonunu da önlediğinden bahsedilmektedir. Bahsi geçen süngerlerin doğal resiflerin yakınlarında destek amaçlı bırakılan yapay resiflerin yarattığı destekleyici mekanizma sayesinde bölgeye yerleştiği tahmin edilmektedir.

Doğal habitatın bozulmasına yol açabilir

Yapay resiflerin bölgenin yerleşik olmayan türlerinin yerine başka türler için cazibe merkezi olması konusu oldukça önemlidir. Örneğin kumlu ya da kayalık olmayan zemine sahip olan alanlara anti-trol amaçlı, sportif olta balıkçılığını desteklemek amaçlı ya da biyoçeşitliliğin desteklemesi amacıyla bırakılan yapay resif yapılarının, kayalık olmayan alanların yerleşik olmayan türlerinin de bölgeye gelmesine neden olabilmektedir. Yani gelen türler o denizin doğal türleri de olabilir. Buradaki önemli nokta habitat yapısının bozulmasıdır.

Yapay resif furyasının Türkiye’de de son zamanlarda artış gösterdiğini, birçok kurum ve kuruluşun yapay resif temalı reklam haberlerinden anlıyoruz. İskenderun Körfezi’nden Karadeniz’e kadar tüm kıyılarımızda farklı yer ve zamanlarda çeşitli kurumlar yapay resif faaliyeti gerçekleştirmiştir. Bu resiflerden bazıları atıldığı yerin dip yapısı doğru düzgün araştırılmadan atıldığı için kısa süre içerisinde gömülmüş kimisi ise bugün aslan balıkları ve istilacı ve zehirli deniz kestaneleri tarafından istila edilmiş vaziyette. Yani bu resifler istilacı türler için birer fırsat alanına dönüşmüş.

Akdeniz, Süveyş Kanalı yüzünden istilacı tehdidi altında. Dolayısıyla yapılacak her aktivitenin buna uygun olarak yapılması elzemdir. Konunun uzmanı olmayan ve adeta her konuda uzman olanların proje sevdasına kurban edilmemesi gereken bir durum söz konusu. Ekosisteme müdahale edilmesinin akıl alır bir tarafı yok. Milyonlarca yılda oluşmuş ekosistemleri birkaç beton yığını ile taklit etmek fayda değil felaket getirebilir.

Balıkçi filosunu küçültmek yerine… 

Yapay resiflerle ilgili tek sorun tür kompozisyonu problemi değil. Yapay resif yapımında kullanılan malzemeler de ayrı bir problem. Çoğu yerde kullanılan betonların hangi standartlarda üretildiği belirsiz. Konvansiyonel çimento ile yapılıyorsa zaten fecaat. Hele ki eskimiş ve miadını doldurmuş araçları kullanmak bambaşka bir problem. Bu araçların metal aksamları üzerindeki kimyasal maddeler resif faaliyetiyle birlikte denize bırakılmış oluyor. İstenildiği kadar sıyırılsa da hepimiz herhangi bir standarda kimsenin bu ülkede uymadığını gayet iyi biliyoruz. Birbirimizi kandırmayalım değil mi?

Sonuç olarak balıkçılık desteklenmek isteniyorsa balıkçı filosunu küçültmek yerine mevcut devasa filo daha fazla avlansın diye manasız resif faaliyetleri yapmanın mantıklı bir tarafı yok. Yine anti trol amaçlı resif atılıyorsa bunun için resif atmaya değil yine balıkçılığı daha sıkı kontrol ve kısıtlamalarla sınırlandırmak daha kesin çözüm! Doğanın bizim kalitesiz resif fikirlerimize de aklı evvel projelerimize de ihtiyacı olmadığına emin olabiliriz. Ona müdahale etmeden, onu değiştirmeyip sömürmeyip onun bir parçası gibi yaşamamız yeterlidir.

 

Ukraynalı ekolojist

[email protected]

Ukrayna’da her hangi bir kente yaşayan bir ekolojist olsaydık ne yapmak gerekirdi/ ne yapardık?

Soru saçma görünebilir. Ancak bir “dünya yurttaşı” olduğumuzu düşünüyorsak, etnik/ coğrafi bütün milliyetçiliklerden sıyrılmışsak ve dünyayı yurdumuz olarak görüyorsak içinde bulunduğumuz durumun tarihini, coğrafyasını, ideolojisini ve kültürlerini, evrensel bir geleceği ve mevcut felaketi birlikte düşünerek, nasıl karar verirdik?

Bu, çok spekülatif ve hiç bir anlamı olmayan bir soru olabilir.

Ancak bu soru üzerinde düşünmek, içinde bulunduğumuz küçük ve büyük coğrafyanın çeşitli risklerine karşı en azından zihinsel olarak (ekolojist bir dünya yurttaşı olarak) hazırlıklı olmayı güçlendirebilecek bir anlam taşıyor olabilir.

Kaçmak ya da kalmak…

Önce iki temel seçenek olduğu düşünülebilir: Savaş ortamını terk etmek ve komşu bir ülkeye iltica ederek, ileride daha sakin düşünülebilecek ve davranabilecek “özgürlüklere sahip olduğunda” durumu yeniden değerlendirmek veya bulunduğu yerde kalmak.

Ancak ikinci seçenek, aynı zamanda “ne yapmak için kalmak?” konusundaki bir düşünceyi de içeriyor olmalı.

Savaş ortamında ya da savaş ortamına dönüşme riski taşıyan bir kentte kalmayı seçen biri için önündeki seçenekler neler olabilir?

Böyle bir soruyu güvenilebilir ve anlamlı bir biçimde yanıtlayabilmek elbette Ukrayna coğrafyasını ve ekolojik verileri ve riskleri, özellikle nükleer riskleri, ayrıca ülkenin tarihini, ülkedeki mevcut sınıfları/ milliyetçilikleri ve ideolojileri, toplumsal kesimlerin sahip olabileceği gücü ve demokrasinin bu ülkedeki gücünü ve sahip olabileceği şansı gerçekten değerlendirebilecek bir konumda olmayı gerektirir. Oysa biz bunların hiç birine sahip değiliz. Yine de bilinebilecek/ düşünülebilecek daha genel doğrulardan veya olasılıklardan başlayarak, bazı akıl yürütmeler ve zihinsel sınamalar yapabilir ve durumumuzu saptamaya çalışabiliriz.

Her şeyden önce, iltica etmeyi istemeyen bir ekolojist, ülkede kalarak neyi elde edebileceğini düşünmek isteyecektir. Ne isteyebilir? Yanıt oldukça açık olsa gerek: Savaşı durdurmak, durduramıyorsa bile geriletmek ve verebileceği zararları azaltmak, kendisi gibi ülkesini terk etmemiş ya da edememiş olanların zarar görmesini önlemeye çalışmak veya toplam zararı azaltmak/ onarmak olabilir. Ama nasıl?

Dayanışma örgütlemek…

Bir milliyetçi ya da savaşçı değilse eğer, bu durumda direnmek için bulabileceği en güçlü yanıtlardan biri kendi konut blokundan/ çevresinden/ mahallesinden başlayarak bir dayanışmayı örgütlemek, küçük birimlerden başlayan ama belki giderek diğer küçük birimlerle ilişkilenebilecek ve bir anlamda eşitler arası “federatif bir yapıyı” anımsatacak bir sivil dayanışma örgütlenmesi geliştirmek… Bu örgütlenmenin amacı, “korunmak ve zarara uğrayanlarla dayanışarak ve mevcut kaynakları eşitlikçi bir biçimde paylaşarak, sağ kalmaya/ ayakları üzerine durmaya devam etmek” olacaktır.

Ancak biliyoruz ki aynı ortamda silahlı, yurtsever savaşçılar/ milliyetçiler veya sivil direniş örgütleri de olacaktır. Bu durumda, bu tür silahlı direnişçilerle, silahsız/ barışçı direnişçiler arasındaki ilişkiler nasıl öngörülebilir veya amaçları aynı olsa da direniş yöntemleri farklı olan bu grupların, birbirine zarar vermeksizin dayanışması ya da birlikte aynı coğrafyada var olmaya devam edebilmesi hakkında ne düşünülebilir? Bulunduğumuz yerden bakınca çok anlamsız ve yanıtı olmayan bir soru olarak düşünülebilir. Bu soru da kuşkusuz yerel koşullara çok bağlı ve ne olursa olsun çok spekülatif yanıtları olabilecek bir soru…

Teorik olarak ve bazı varsayımlar çerçevesinde düşünmeye devam edebiliriz. Bu sorunun, insanlığın/ Avrupa‘nın ve II. Dünya Savaşı ve yakın zamanda kısmen Soğuk Savaş sırasında, hatta belki bütün tarih boyunca her zaman sıradan insanların karşısına çıkmış ve birçok biçimlerde yanıtlanmış bir soru olduğunu unutmamak gerekir. Belki bugün karşılaştığımız tek fark, soruyu yanıtlaması gereken öznenin bir ekolojist olduğu ve yeryüzünü/ ülkesini ekolojik zararlardan da korumak isteyen biri olduğunu düşünüyor olmamızdır? Yanıtın, mevcut konjonktürde ve yerel direniş tarihinde olacağından ötesini söyleyemeyiz, ancak en riskli/ yaşamsal kararların bu durumla ilgili olacağını öngörebiliriz.

Düşündüğümüz, Ukrayna’nın bir kentindeki düşsel özne şunu görüyor olabilir: Kendi direnişi ve savaşı durdurma/ geriletme/ başarısızlığa uğratma iradesi, her şeyden önce Rusya’daki savaş karşıtlarını, Rusya’yı savaştan caydırmaya çalışan direnişçileri güçlendiriyor, destekliyor olacaktır. Bir aşama ileride Avrupa’da ya da dünyanın başka yerindeki savaş karşıtlarını, savaşı durdurmak veya savaşan/ saldırgan cephenin zayıflatılmasını isteyenleri güçlendiriyor olacaktır. Benzer bir biçimde, iletişim teknolojisinin olanaklarıyla kendisi de onların bu savaş karşıtı duruşlarından ve protestolarından güç kazanıyor olacaktır.

Bu büyük savaş makinesi/ ateş gücü ve nükleer tehdit karşısında küresel savaş karşıtlığının gücü etkisiz veya ihmal edilebilecek kadar önemsiz olabilir. Ancak barış mücadelesi ile savaşın farklı başarı erimleri ve ölçütlerini dikkate alarak karşıtlaştıklarını unutmamak gerekir. Savaş hemen elde etmek, istila, ateş ve yıkım, yılgınlık yaratmak ister ve başarısını böyle ölçer. Barış ise başarısını çok daha uzun erimde ayakta kalmış olmakla, var olmaya devam edebilmek ve savaş boyunca, sahip olabileceklerini (bunların hemen hemen hepsi düşünsel veya zihinsel değerlerdir) koruyabilmekle ya da yeniden yaratabilme kapasitesinin gücü ile ölçer.

Savaşan/ saldıran tarafın bütün dünya barışseverleri tarafından kınanması ve saldırganın tarihin utanç sayfalarına yazılması, savaşa karşı ayakta kalmayı başarabilen tarafın başarısıdır. Ancak bazı durumlarda başarı hemen gerçekleşmeyebilir. Hitler Nazizm’i için bu, beş yıldan fazla süren bir zaman gerektirmişti. Ama batı emperyalizmlerine karşı direnen diğer halklar için bazen çok daha uzun, hatta hala devam eden direniş durumları söz konusu olabilir. Vietnam Savaşı ilk 10 yılı Fransızlara, ikinci 10 yılı da ABD’ye karşı 20 yıl sürümüştü.

Bütün bu savaş, direniş ve sağ kalmak için uğraş sırasında en büyük zarara uğrayan her zaman kuşkusuz sivil toplumlar, silahsız olan toplum kesimleri ve savaş coğrafyasındaki topraklar/ bitki örtüsü-ormanlar ve canlı-cansız doğadır. Sadece yaşamayı başardığı için bile direnmiş sayılan insanlar veya yıllarca sonra savaş alanında biten otlar, bitkiler/ ağaçlar, başarısının ölçüsüdür. Ancak her durumda savaşın büyük yıkımına ve ateşine uğradıktan, bazı durumlarda bir daha geri gelmeyecek doğa katliamlarından/ nükleer felaketlerden sonra ve yeni karşıtlıkları doğurabilecek düşmanlıklar ve intikamcı arzularla birlikte gelen bir başarı olacaktır bu…

Direnmeyi seçecek Ukraynalı bir ekolojistin yapabileceklerinin başarısı savaşta ya da barışta, kendi küçük yerel çevresini örgütleyebilmekle, kayıplar/ acılar içerebilen, her durumda yıkıcı/ doğaya-insana-her şeye zarar vererek ilerlemek isteyen bir kötülüğe karşı durmak, savunmayı sürdürmekle ölçülecektir.

Orada durmaya karar vermişsek, neredeyse tek seçenek bu…