Ana Sayfa Blog Sayfa 962

İklim değişikliği: Akdeniz bitki örtüsü 100 yıl sonra Karadeniz’e göç edebilir

İklim değişikliği ve küresel ısınma, bitki göçünün yaşanmasında en önemli etkenlerin başında geliyor. Günümüzde, atmosferdeki milyon parçacıktaki karbondioksit yoğunluğu 350 ppm (milyonda bir birim) değerinin üstünde ölçülüyor. Bu rakam, iklim değişikliğine karşı güvenli üst sınırın aşıldığı anlamına geliyor. Endüstri öncesi 280 ppm düzeyinde olan ve son 800 bin yıldır 300 ppm seviyesini aşmayan bu değerin, bundan yaklaşık 50-100 sonra 450 ppm düzeyine ulaşacağı öngörülüyor.

Artan karbondioksit yoğunluğu ve sıcaklık değerine adapte olamadıkları için bitkiler, kendine özgü ekolojik yaşama adapte olmalarını gerektiren koşulları aramaya başlıyor. Bitkilerin göç ederken yaşam alanlarını belirlemesini etkileyen parametreler arasında sıcaklık dışında, yağış da bulunuyor.

Dolayısıyla bitkiler, yaşam alanlarında varlığını devam ettiremiyorsa biraz daha yüksek, serin ve nefes alabileceği kesimlere doğru göç etmeye başlıyor.

İlgili haber: İklim krizi nedeniyle hayvanların göç yollarının bozulması bitkilerin yok olması riskini yarattı
Fotoğraf: Anadolu Ajansı

‘Babadağ akçaağacı, Liquidambar gibi nesli tehlike altında olan türlerden biri’

AA’dan Ayşe Erkeç’in aktardığına göre; İTÜ Ekoloji ve Evrim Ana Bilim Dalı, Avrasya Yer Bilimleri Enstitüsü Öğretim Üyesi Doç. Dr. Demet Biltekin, geçmişten günümüze dünyada ve Türkiye‘de çevre sorunlarının artması sonucu göç eden bitki türlerine ilişkin değerlendirmelerde bulundu.

Fotoğraf: Anadolu Ajansı

Geçmişte Anadolu’ya baktıklarında çok farklı bir flora ile karşılaştıklarını belirten Biltekin, “Bazı ağaçlar Anadolu florasından yok oldular ama bir kısmı da varlığını devam ettiriyor. Biz bunlara kalıntı (relikt bitki) diyoruz. Anadolu’da Akdeniz coğrafyasını düşünürsek, kalıntı bitkileri, en önemli bitki türleri arasında gösterebiliriz. Bilimsel adı Liquidambar orientalis olan Anadolu sığla ağacı, artan hava sıcaklıkları ve iklim değişikliğiyle tehlike altında olan türler arasında. Liquidambar orientalis, ya bu koşullara adapte olacak ya göç edecek ya da yok olacak bir türümüzdür. Yine dünyada sadece Fethiye‘de yetişen Babadağ akçaağacı var, bu ağaç da Liquidambar gibi nesli tehlike altında olan türlerden biridir” diye konuştu.

İlgili haber: ‘Orman yangınlarının sayısı da etkisi de arttı, bitki göçü başladı’

“Bitki göçünün etkilerini belki 100 yıl sonra göreceğiz”

Değişen koşullara adapte olamayan bitkilerin göç etme serüveninin başladığına, bunun ise çok yavaş bir süreç olduğuna dikkati çeken Biltekin, sözlerine şöyle devam etti:

“Bitkilerdeki göç birden olmaz. Bugünün göç etkilerini belki 100 yıl sonra göreceğiz. Örnek vermek gerekirse günümüzdeki Akdeniz bitki örtüsünü belki 100 sene sonra Karadeniz‘de göreceğiz. Göç yolundaki en önemli faktör dağ silsilesidir. Özellikle Konya ve Ankara hattı düz bir arazi olduğu için göç olayı o kesimlerden ziyade Torosların, Hatay‘ın kuzey kesiminde 2 kola ayrılıyor. Biz oraya Anadolu Diyagonali ya da Anadolu Çaprazı diyoruz. Buradaki dağ silsileleri boyunca göç, bu rotalarda gerçekleşecek ve bizler bir 100 yıl sonra Akdeniz bitki örtüsünü Karadeniz’de göreceğiz. Bu göç hadisesi çok önemli çünkü sıcaklık arttığı zaman bitkiler adaptasyonunu kaybedeceği için dağ silsilesi boyunca daha yukarılara, yüksek ve serin kesimlere göç edecek.”

Fotoğraf: Anadolu Ajansı

‘Ağaçlarla birlikte kuşlar da göç ediyor’

Ekosistem göç ettiği ve değiştiği zaman sadece bölgedeki bitkilerin değil ekosistem içerisinde yaşayan kuşların, böceklerin de etkilendiğini hatta bazı canlı türlerinin de ağaçlarla birlikte göç ettiğini aktaran Biltekin “Buna ardıç ağacı çok güzel bir örnektir. Çünkü ardıç kuşları bu ağacın meyvesinden beslenerek varlığını devam ettiriyor.

Ardıç ağaçları göç ettiği zaman, ardıç kuşları da göç edecek çünkü ardıç ağacının tohumlanmasına kuşlar vesile oluyor. Tabii bu bütün ağaç ve bitkilerde oluşmaz, dünyamızda ağaçların çoğunluğu tohumlanmayı, polenlemeyi rüzgarlarla taşınarak gerçekleştirir” ifadelerini kullandı.

İlgili haber: İklim krizi kuşların göç ve konaklama zamanlarını da değiştirdi

Türkiye’de geçmiş tarihte var olup nesli tükenen ama başka coğrafyalarda varlığını sürdüren ağaçlar olduğunun bilgisini veren Biltekin, bunlara örnek olarak Türkiye’de yok olan ancak günümüzde Çin’in güneyinde görülen Taxodiaceae familyasını gösterdi.

Fotoğraf: Anadolu Ajansı

Türkiye’de yaklaşık 12 binin üzerinde bitki taksonu bulunduğuna, bunlardan 3 bin 700’ünün endemik bitki türleri olduğuna dikkati çeken Biltekin, şöyle devam etti:

“Avrupa ile kendimizi kıyasladığımız zaman çok zengin bir endemik bitki florasına sahibiz. Aynı zamanda ülke olarak, İran, Turan, Avrupa, Sibirya ve Akdeniz bitki fito-coğrafyalarının tam ortasında yer aldığımız için çok zengin bitki çeşitliliğine sahibiz. Tabii bu endemik bitkilerin bir kısmı değişen iklim ve sıcaklık koşullarına adapte olurken kimi de değişen koşullara uyum sağlayamıyor ve yok oluyor. Avrupa’da yapılan çalışmalarda da bitkilerin Avrupa’nın kuzeyine göç ettiği gözlemlenmiştir. Bizde de 100 yıl sonra, Akdeniz bitki türlerinin Karadeniz bölgesine kadar göç edeceği, oralarda varlığını sürdüreceği düşünülüyor. Anadolu sığla ağacı, Babadağ akçaağacı, Pterocarya (kanatlı ceviz), Toroslarda sık görülen Lübnan sediri denilen sedir ağaçları bu türler arasında”

İlgili haber: İklim krizi uzayan alerji mevsimini şiddetlendirebilir 

Biltekin, İTÜ Maden Mühendisliği Bölümü‘nde yer alan laboratuvarda yapılan çalışmalarla ilgili bilgi verdi:

“Laboratuvarımızda öğrencilerimle birlikte, Gölhisar Gölü çevresinden toplanmış yosun örneklerini inceliyoruz. Böylelikle oradaki bitki örtüsü hakkında bilgi elde etmiş olacağız. Laboratuvarda yaptığımız araştırmalarda görüyoruz ki küresel iklim değişikliği nedeniyle gelecekteki biyoçeşitliliğin etkilenecek olması en önemli unsur.”

“Hem ülkemizde hem de dünyada alınması gereken önlemlerin en başında, fosil yakıtların ve çevre kirliliğinin azaltılması, atmosferdeki sera gazlarının seviyesinin düşürülmesi yer alıyor” diyen Doç. Dr. Demet Biltekin, bunun nedenlerini ise şöyle açıkladı:

“Çünkü iklim değişikliği nedeniyle gelecekte sıcaklığın 5,5-6 santigrat derecede artacağı öngörülüyor ki bu çok büyük bir sıcaklık değeridir. Kutuplardaki buzulların erimesi, deniz seviyelerinin artması, çoğu kıyı alanlarının yok olması ve ülkemizdeki küresel ısınma bağlamında sıcaklığın artmasıyla İç Anadolu ve Güneydoğu Anadolu‘daki kuraklığın artması da bitkilerin varlığını tehdit edecek unsurlardır çünkü bazı bitkiler dere veya göl kenarında yetişiyor. Göl ve sulak alanlar kuruduğu zaman da bitki türlerimiz için yaşam alanı sona ermiş oluyor.”

‘Biyoyakıt için tarım arazilerinin genişletilmesi, küresel gıda kıtlığına yol açabilir’

Rusya‘nın Ukrayna‘yı işgal etmesinden bu yana geçen haftalar içinde büyüyen savaş, sadece enerji fiyatlarını yükseltmekle kalmadı, gıda üretimini de kesintiye uğrattı, maliyetleri yukarı çekti ve küresel gıda kıtlığı korkularını körükledi.

Birleşmiş Milletler, kritik ve büyük bir “ekmek sepeti” olan Ukrayna’dan gelen buğdaya bağımlı ülkelerde artan gıda güvensizliği konusunda uyarı üzerine uyarı yapıyor. Bu ülkelerin birçoğu krizden önce zaten açlığın eşiğindeydi.

Çatışmanın bu etkileri dünya çapında dalgalanırken, dünya enerji ve gıda piyasalarının nasıl hayati bir şekilde bağlantılı olduğunu görüyor. Birkaç örnek vermek gerekirse, dünyanın her yerindeki çiftçiler, doğal gazın fiyatlarının artmasıyla birlikte aşırı pahalı ve kıt hale gelen gübre satın almak için çabalıyor . Türkiye dahil pek çok ülkedeki meyve ve sebze yetiştiricileri, enerji fiyatlarının çok yüksek olduğunu ve seralarını ısıtmaya paralarının yetmediğini, bunun da önümüzdeki aylarda daha az taze ürün anlamına geldiğini söylüyor.

ABD’deki Joe Biden yönetimi ise akaryakıt fiyatlarını düşürmek amacıyla mısırdan yapılan etanol kullanımını genişletmeyi düşünüyor. Ancak bu, gıda fiyatlarını da yükseltme riski taşıyor.

İnside Climate News‘den Georgina Gustin‘in aktardığına göre, Birleşik Krallık  merkezli düşünce kuruluşu Chatham House‘da Çevre ve Toplum Programı direktörü Tim Benton, “Gıda ve enerji piyasaları şu anda en yüksek sınırlarda” dedi: “Sürdürülebilirlikle ilgilenen bizler için kilit soru, gıda üretimini artırmak için doğanın mı yoksa enerji üretimini artırmak için iklimin mi feda edileceğidir.”

‘Ürünlere talepten daha az toprak var’

Rusya-Ukrayna çatışması, enerji ve tarım arasındaki ilişkiyi keskin bir şekilde ortaya çıkarırken, aynı zamanda biyoyakıtlarla ilgili uzun süredir devam eden bir sorunu da yeniden gündeme getiriyor: “Dünyanın sınırlı tarım arazileri, artan açlık ve iklim değişikliğinin iç içe geçmiş krizleri ortadayken gıda yerine yakıt yetiştirmek için mi kullanılmalı?”

Benton, “Topraktan gelen mallara olan talepten daha az toprak var” diye konuştu.

Bugün ABD ve Avrupa’nın biyoyakıt üretmek için tükettiği tahıl, Ukrayna’nın bir yılda ihraç ettiği miktarın iki katı. Araştırmacılar, artan küresel nüfusun gıda ihtiyaçlarını destekleyecek ve orman veya doğal bitki örtüsü olarak bırakılması gereken ve daha fazla karbon depolamasını sağlayan arazileri tüketmeden biyoyakıt yetiştirmek için yeterli ekili alan olmadığını söylüyor .

Princeton Kamu ve Uluslararası İlişkiler Okulu‘nda kıdemli araştırma görevlisi ve Dünya Kaynakları Enstitüsü‘nde kıdemli araştırmacı olan Tim Searchinger, “Her iklim stratejisi, tarım arazilerini genişletmeyi bırakmamızı gerektiriyor. Ama dünya, bunun aksine tarım arazilerini rekor bir oranda genişletiyor” değerlendirmesini yaptı.

Avrupa Birliği’nde, ekili alanların kabaca yüzde 10’u zaten biyoyakıtlar için kullanılıyor. Ancak Searchinger yeni bir analizde , AB’nin Avrupa’da daha fazla karbon ve biyoçeşitliliği eski haline getirme planının (Fit for 55 olarak bilinen ve şu anda tartışılmakta olan bir plan) biyoyakıtların ve bunları yetiştirmek için ekili alanların genişletilmesine bağlı olduğunu söylüyor:  “Toprak taleplerini azaltmak için Avrupa’ya güveniyoruz ancak aksine bu talepleri artıracak gibi görünüyorlar.”

Daha çok tarım arazisi değil, orman gerekiyor

Searchinger, AB modellerinin 2050 yılına kadar biyoyakıt yetiştirmek için yaklaşık 55 milyon dönüm daha fazla alana -veya Avrupa’nın ekili arazisinin yaklaşık beşte birine – ihtiyaç duyulacağını tahmin ettiğini belirtti.

Politik kararların yalnızca karbon depolayan ormanlara dönüştürülmesi gereken Avrupa topraklarını tüketmekle kalmayıp Avrupa dışındaki ülkelerde de ormansızlaşmayı hızlandırabileceğini kaydeden Searchinger, bunun nedenini ise, Avrupa’nın halihazırda yaklaşık 60 milyon dönümlük yabancı arazide üretilen gıdaları ithal etmesi ve her yıl yaklaşık 400 milyon ton karbondioksit emisyonuna neden olması olarak açıkladı.

Searchinger’e göre sorun, AB hesaplamalarında arazinin bir “karbon fırsat maliyeti” olduğunu kabul etmemesinde yatıyor. Biyoyakıtlar tek bir yerde üretilip yakılırsa, toprağı ve karbonu başka bir yere götürmediğini varsayıyorlar:

“Toprağı dünyayı beslemeye yardım etmek için kullanmak veya en azından dünyanın geri kalanına baskı yapmaktan kaçınmak yerine, fazlalıkları varmış gibi davranıp topraklarını biyoenerji için kullanmayı planlıyorlar. Bu, çelik fabrikalarınızı Çin’e göndermekten ve sonra da sera gazı emisyonlarınızı azalttığınızı söylemekten çok da farklı değil.”

Tüketimin azaltılması şart

Son on yılda, küresel ekili alanlar yaklaşık 122 milyon hektar genişledi. Bu hızla, 2050 yılına kadar Hindistan büyüklüğünde bir alan ormanlardan ve savanlardan tarım arazilerine dönüştürülecek. Bu öngörülen dönüşümün çoğu, gelişmekte olan ülkelerden gelen yüksek karbonlu gıdalara (süt ve et) yönelik devam eden talep nedeniyle gerçekleşecek.

ABD’de olduğu gibi, AB ülkelerinde de mevcut ekin alanlarının çoğu zaten geliştirildi ve tüm bu ülkeler oldukça sanayileşmiş ve kaynakları tüketen bir gıda sistemine sahip. Searchinger, bu durumun bu ülkelerin tarımdan kaynaklanan karbon ayak izlerini önemli ölçüde azaltma fırsatına sahip olduğu anlamına geldiğini söyledi.

Avrupa’nın süt ve et tüketimini azaltıp mevcut ekili arazilerde üretimi yoğunlaştırması durumunda, yaklaşık 45 milyon hektarlık araziyi tarımdan “kurtarabileceğini ” ve bunun yerine karbon depolamak için doğal kalmasına izin verebileceğini belirten Searchinger, aynı mantığın biyoyakıt yetiştirmek için ekili alanların genişlediği ABD için de geçerli olacağına işaret etti.

Yakın zamanda yapılan bir araştırma , ABD biyoyakıtlarının mısır üretimini yaklaşık üç milyon hektar artırmayı zorunlu kıldığını buldu. Yazarlar, bu arazi dönüşümünün önemli sera gazı emisyonlarına katkıda bulunduğunu ve mısır bazlı etanolü benzinden daha fazla karbon yoğun hale getirdiğine vurgu yaptı.

California Üniversitesi‘nde kamu politikası profesörü ve biyoyakıt uzmanı Bruce Babcock, söz konusu arazilerin biyoyakıtlar için kullanılmasa bile ne için kullanılacağının çok önemli olduğunu belirtmekle birlikte, gidişatın iyi olmadığına da dikkat çekti:

“Çiftçiler biyoyakıtlar için soyaya geçecekler. Gıdadan yön değiştirecekler çünkü emtia piyasaları böyle işliyor. En yüksek teklifi verene gidecekler.”

Avrupa’da en azından şimdilik, yeterli tahıl depoları nedeniyle acil bir kıtlık yok. Ancak kritik olan konu, var olanın gıda güvenliğini sağlayacak şekilde nasıl kullanılacağı ve dağıtılacağı.

 

M4D Yıllık Medya İzleme Raporu: Gazeteciler 2022’den ümitli değil

Gazeteciler Cemiyeti’nin Avrupa Birliği finansmanıyla yürüttüğü Demokrasi için Medya/ Medya için Demokrasi Projesi, 2019’dan bu yana üç aylık dönemler halinde yayımladığı Medya İzleme Raporu’nun 2021 için hazırlanan Yıllık Medya İzleme Raporu ve 2021 Yılı Mesleki Memnuniyet Araştırması Raporu yayımlandı.

Özet bulguları aşağıda sıralanan izleme raporu ve araştırma, 2021’de Türkiye’de basın özgürlüğünün ve gazetecilerin içinde bulunduğu ekonomik ve mesleki durumun fotoğrafını çekti. Raporun özet bulguları şöyle sıralandı:

‘Gazeteciler 2022’den ümitli değil ‘

2021’de Türkiye’de basın ve ifade özgürlüğü önündeki engelleri ortadan kaldıracak hiçbir adım atılmadı. Aksine temel hak ve özgürlüklerdeki gerileme sürdü. İstanbul Sözleşmesi’nden çıkılması, Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi kararlarının uygulanmaması, gazetecilere, aktivistlere, eleştirel düşüncelerini ifade eden sosyal medya kullanıcılarına yönelik ceza davaları, Koronavirüs salgını nedeniyle alınan kısıtlayıcı tedbirlerin çifte standartlı uygulanması gibi konular Türkiye’nin uluslararası demokratik standartlar açısından olumsuz tablosunun ana başlıklarını oluşturdu. 2021’de 241 gazeteci yargılandı, 73 gazeteci gözaltına alındı, bir radyo yayıncısı öldürüldü, 115 gazeteci fiziksel saldırıya maruz kaldı.

Cezaevindeki gazeteciler: Türkiye, Çin’den sonra ikinci sırada

Gazeteciler Cemiyeti’nin ‘özgürlük için basın’ raporlarında, Aralık 2021 sonunda 23’ü hükümlü, 21’i tutuklu olmak üzere toplam 44 gazetecinin cezaevinde olduğu kayıtlara geçti. 2016’daki darbe girişiminin ardından 158’e çıkan cezaevindeki gazeteci sayısı 2020’nin sonunda 72 olarak kaydedilmişti. 2016 sonrası infaz süreleri tamamlanarak cezaevinden çıkanlarla birlikte 2021’deki belirgin düşüşe karşın Türkiye, 50 gazetecinin parmaklıklar ardında olduğu Çin’in ardından dünyada en çok gazeteci hapseden ülkeler arasında ikinci sırada yer aldı.

73 gazeteci gözaltına alındı, 241 gazeteci yargılandı

2021’de 241 gazeteci yargılandı, 28 gazeteci ceza aldı. Türkiye’de gazeteciler sıklıkla toplumsal olayları, sokak eylemlerini takip ettikleri sırada gözaltına alındı. M4D raporlarında 2021 yılı içindeki gözaltı uygulamaları tek tek tarandı ve not edildi. Yıl boyunca açık kaynaklardan derlenen verilere ve gazetecilerin bildirimlerine göre Türkiye’de gözaltına alınan gazeteci, basın çalışanı ve yayıncı sayısı en az 73 oldu. Gözaltına alınan 20’si kadın 73 gazetecinin çoğu iktidar politikalarına karşı protesto haklarını kullananların eylemlerini takip ettikleri sırada gözaltına alındı.

Araştırma bulgusu: Gazetecilerin üçte birinden fazlası mesleği nedeniyle gözaltına alındı ya da yargılandı/yargılanıyor. Her 10 genç gazeteciden biri 24 yaşına gelmeden en az bir kez gözaltına alınıyor.

115 gazeteci fiziksel saldırıya uğradı

2021’de yurdun tüm bölgelerinde gazetecilere yönelik fiziksel saldırı vakaları raporlandı. Bu şiddet olayları genellikle, büyükşehirlerde eylemleri izleyen gazetecilere ve yaptıkları haberler nedeniyle yerel siyasi aktörlerin de aralarında olduğu grupların saldırılarına uğrayan yerel basın çalışanlarına yönelikti. Türkiye’de 2021’de fiziksel şiddete uğrayan gazeteci sayısı tespit edilebildiği kadarıyla en az 115 oldu. Yerel basının karşı karşıya kaldığı tehdit, şiddet ve yıldırmanın ulaştığı ağır boyut dikkat çekti. Bursa’da radyo programcısı Hazım Özsu, dini yorumlarını beğenmeyen bir dinleyici tarafından öldürüldü. Bu çalışma yayına hazırlanırken bir cinayet haberi de Kocaeli’den geldi. Gazeteci Güngör Aslan yazdıkları nedeniyle öldürüldü.

Araştırma bulgusu: Yerel medyadaki gazetecilerin yüzde 66’sı, ulusal medyadaki gazetecilerin de yüzde 60’ı tehdit aldığını belirtti.

Hedef gösterme, tehdit ve şiddet otosansürü arttırdı

Gazetecilere ve muhalif görüşlerini dile getirenlere yönelik kısıtlamaların sürdüğü 2021 boyunca eleştirel tüm kesimlere karşı iktidar yanlısı basında ve sosyal medyada karalama kampanyaları yürütüldü. İktidar partisine, müttefiklerine ve hükümet uygulamalarına yönelik pek çok eleştiriye çok sert dille karşılık verildiği örnekler sıkça görüldü. Eleştirel düşünceler, çoğulculuğa olanak tanımayan “terörist, darbeci, beşinci kol, gayrı milli, hain” gibi suçlamalarla karşılanmaya devam etti. Bir bakan, bürokrat ya da siyaset iden gelen suçlayıcı açıklamaların sosyal medyada tehditlere yol açtığı görüldü. Bunların gazetecilere yönelik sokak saldırılarına dönüştüğü örnekler kaygıları arttırdı. Tüm bu hak ihlalleri tehditlere, saldırılara yol açtığı kadar bir korku iklimi de yarattı, sansür ve otosansüre de neden oldu.

Araştırma Bulgusu: Gazetecilerin yüzde 60’ının haberleri sansüre uğradı. Yüzde 73’ü mesleğini özgürce yapamadığı görüşünde. Gazetecilerin yüzde 50’si otosansür nedeniyle haberinden vazgeçtiğini söyledi.

RTÜK ve BİK cezaları: 23,7 milyon TL, 639 gün ilan kesme

Radyo Televizyon Üst Kurulu (RTÜK) 2021’de verdiği 103 cezadan 80’i yine iktidara eleştirel yayınlarıyla öne çıkan televizyon kanallarına kesti. Halk TV, Tele 1, KRT, Fox TV ve Habertürk’e toplam 23 milyon 743 bin lirayı bulan ceza veridi. Basın İlan Kurumu’nun (BİK) raporlarına göre 2021’de gazetelere ilan kesme cezası verilen gün sayısı toplam 639 oldu. BİK Yönetim Kurulu toplantılarında görüşülen dosyaların yüzde 44’ü resmi ilan yayınlama ödevlerini yerine getirmeyen gazetelerin ilanlarını kesme cezalarıyla ilgili, yüzde 39’u da Basın Ahlak Esasları’yla ilgili dosyalardı. Dosya bazında kurulun iş yükünün yüzde 83’ü cezalarla ilgiliydi.

Kamu kaynaklarına bağımlı medya

M4D Projesi kapsamında medya takip şirketlerinin verilerinin derlenmesiyle yapılan kamu reklamı kullanımı araştırması sonuçları 2021’de yayımlandı. Bu sonuçlarla RTÜK ve BİK’in yıllık ceza karneleri karşılaştırıldığında, ceza alan basın kuruluşlarıyla kamudan reklam alamayan basın kuruluşların aynı olduğu belgelendi. Medyada düzenleyici denetleyici kuruluşların yaptırımlarıyla basının önemli gelir kaynağı olan kamu ve kamu ortaklı kuruluşların reklam politikasının paralelliği Türkiye’de medyaya yönelik çok yönlü iktidar kontrolünün açık bir kanıtı olarak ortaya konuldu. Büyük yatırımlarla yayın hayatına başlayan Olay TV’nin uğradığı baskılar sonucu kapatılması gibi 2021’de Türkiye’de medyanın ticari bir sektör olmaktan uzaklaştığı, siyasetin bu alandaki belirleyiciliğinin arttığı, medya sermayesinin büyük bölümünün iktidarla siyasi ve ekonomik bağımlılık ilişkisi içinde olduğu yönündeki tespitleri doğrulayan pek çok veri M4D 2021 Raporu’nda yer aldı.

Yazılı basında kan kaybı

Yazılı basındaki daralma, okur ve etki kaybı sürüyor. Altı matbaası ile bir dönemin en önemli üretim üssü Demirören Printing Center tesislerindeki kağıt kullanım miktarlarındaki dramatik düşüş dikkat çekti. 2017’de 17,4 milyar olan yıllık sayfa basım sayısı istikrarlı biçimde azaldı ve 2021’de 6,3 milyara düştü. Tüm basılı yayınlar nezdinde aynı istikrarlı düşüş Türkiye İstatistik Kurumu’nun yıllık yazılı basın istatistiklerine de yansıdı. Yılın büyük krizi ise şüphesiz salgın nedeniyle ağır yara alan daha sonra da TL’nin döviz karşısındaki değer kaybı nedeniyle ithal matbaa girdilerini temin edemeyen yerel basının yaşadığı krizdi. BİK faaliyet raporlarına göre resmi ilan yayınlama hakkı kazanmış gazete sayısı 2016’da bin 156 iken 2021’de bu sayı 982’ye düştü. Veriler yazılı basındaki kan kaybının doğrudan Koronavirüs salgını ile ilgili olmadığını ortaya koydu.

Şiddete karşı “Nefes alamıyoruz” eylemi

Eylemlerin şiddetle bastırılması sırasında polisin yetkisini aşan biçimde güç kullanması yıl içinde basın meslek örgütleri tarafından en çok eleştirilen uygulama oldu. Bu uygulamaların zirveye çıktığı dönem Emniyet Genel Müdürlüğü’nün eylemlerde görüntü ve ses kaydını yasaklayan genelgesinin yürürlüğe girdiği dönemle paralellik taşıdı. İstanbul’daki Onur Yürüyüşü sırasında polisin yere yatırdığı foto muhabiri Bülent Kılıç’ı, boğazına diziyle bastırarak gözaltına alması bardağı taşıran damla oldu. Basın meslek örgütleri gazetecilere şiddeti protesto etmek için eylemler düzenledi. Kılıç’ın o andaki sözlerinden hareketle “Nefes Alamıyoruz” sloganıyla İstanbul, Ankara ve İzmir’de düzenlenen eylemlere yüzlerce gazeteci katıldı.

Araştırma Bulgusu: Gazetecilerin yüzde 80’i mesleğin giderek değersizleştiğini düşünüyor. Üçte biri herhangi bir meslek örgütüne üye değil. Meslektaşlar arasında güçlü bir dayanışma olduğunu düşünenler yüzde 15’in altında.

Basın kartı mücadelesinde kazanım artıyor

Basın meslek örgütleri ve basın kartları konusunda 2018’den sonra görülmemiş bir engelleme uygulamasına imza atan İletişim Başkanlığı’na karşı hukuk mücadelesini bir bir kazanmaya başladı. Hem basın kartı hakkı verilmediği için idari yargıda hakkını arayan gazeteciler hem de avukatlarının titiz çalışması ve emeği ile Basın Kartı Yönetmeliği’ni Danıştay’a taşıyan meslek örgütleri, 2021’i hukuk zaferiyle sonuçlandırdı. Danıştay önce hukuki belirsizlik içeren yönetmelik maddelerinin yürürlüğünü durdurdu, sonra tüm yönetmeliğin. Basın Kartı Yönetmeliği’nde temel haklara, hukuka ve Anayasa’ya uymak zorunda olunduğu vurgulandı. 31 Aralık 2021 itibariyle sürekli ve göreve bağlı basın kartı sayısı 16 bin 429 oldu. Yönetmelik hükümleri gereği bu sayı içinde gazetecilik yapmayan kamu çalışanları da bulunuyor. BİK verilerine göre resmi ilan yayınlama hakkına sahip gazetelerde ise sadece 3 bin 165 kişinin basın kartı var.

Araştırma Bulgusu: Gazetecilerin yarısının basın kartı yok, yüzde 6’sı başvuru sonucunu bekliyor. Basın kartı olanların sadece dörtte biri kadın. Gazetecilerin yüzde 80’i mesleğin değersizleştiği görüşünde, yaklaşık yarısı “mesleği başkasına tavsiye etmem” diyor.

2021’de hukuki kazanımlar

Tüm olumsuzluklarına karşın 2021 yılı gazeteciler için bazı kazanımlara ve görece iyileşmelere de işaret edilen bir yıl oldu. Yüksek yargının basın özgürlüğü kararları, tutukluluk tedbirindeki görece azalma, cezaevinden tahliye olan gazeteciler, basın kartı ya da sendika üyeliği gibi konularda hukuki kazanımlar bu görece iyileşme işaretleri arasında sayılabilir. Ayrıca 2021 yılında basın meslek örgütlerinin pek çok gündem maddesinde bir araya geldiği, ortak mücadele zemininde buluştukları ve kazanım elde ettikleri de görüldü. Ancak basın özgürlüğünün, demokrasi ve çoğulculuğun gelişeceği yönünde umutlu olmak için nedenler hala çok az.

M4D anketiyle gazetecilerin nabzı tutuldu

M4D Projesi’nin 2021 yılı Mesleki Memnuniyet Anketi, Türkiye’de gazeteciliğin görünümünü yansıtması açısından yılın en önemli çalışmaları arasında sayılabilir. Çoğu geleneksel medya kurumlarından 317 gazetecinin katılımıyla yapılan araştırma, gazetecilerin mesleğini özgürce yapamadığını, mesleki memnuniyetlerinin giderek azaldığını ortaya koydu. Araştırmada, yukarıda aktarılan bulguların yanı sıra gazetecilerin mesleklerine ilişkin algılarını da tespit etti. Bunlar, yalnızca Türkiye’deki gazetecilik mesleğine dönük yapısal unsurları değil, gazetecilerin kendilerini bireysel ve toplumsal açıdan bu meslek içerisinde nasıl konumlandırdıklarını göstermesi açısından da önem taşıyor.

Araştırmanın gazetecilerin çalışma şartlarıyla ilgili olarak ortaya koyduğu bulgular da M4D Raporu’na işlendi. Buna göre, kadın gazetecilerin neredeyse tamamı çalışırken cinsiyet ayrımcılığına uğradığını ifade etti, yüzde 34,5’i ayrımcılıkla sık sık karşılaştığını belirtti. Gazetecilerin üçte birinin basın sigortası kapsamında çalıştırıldığı, beşte birinin serbest gazetecilik yaptığı görüldü. Gazetecilerin beşte üçü yasal çalışma süresinin üzerinde 9-12 saat çalışıyor ve her 10 gazeteciden biri 13 ila 17 saat mesaiyle görev yapıyor. 2021 yılında, bu yoğun ve sorunlu çalışma atmosferinde gazetecilerin yüzde 38,2’sinin üç bin TL ve altı maaşlarla çalıştığı, beş bin TL ila üç bin TL arasında ücret aldığını söyleyenlerin oranın yüzde 35 olduğu görüldü. Türkiye’de gazeteciler 2021’i bu koşullar altında geride bıraktı.

Birleşik Krallık’ın yeni enerji stratejisi açıklandı: Daha fazla nükleer, petrol ve gaz

Birleşik Krallık (UK) hükümeti yeni enerji stratejisini açıkladı. Ülkeyi enerji alanında “daha bağımsız” hale getireceği belirtilen plana göre, mevcut nükleer santrallere sekiz adede kadar yeni nükleer reaktör ekleniyor.

“Enerji bağımsızlığını artırmayı” ve Rusya‘nın Ukrayna‘yı işgaliyle birlikte artan fosil yakıt fiyatlarına karşı “enerji güvenliğini” sağlamayı amaçlayan plan rüzgar, güneş ve hidrojen enerjisi üretimini artırmayı da öngörüyor.

BBC‘nin aktardığına göre, hükümetin yeni planı kapsamında 2030 yılına kadar UK’nin elektrik üretiminde düşük karbonlu kaynakların oranı yüzde 95’i bulabilir.

Başbakan Boris Johnson, “Strateji, kontrol edemediğimiz değişken uluslararası fiyatlara maruz kalan enerji kaynaklarına bağımlılığımızı azaltacak. Faturaları düşürürken, İngiltere’nin kendi kendine yetmesini sağlayacak” dedi.

İş ve Enerji Bakanı Kwasi Kwarteng ise “Kuzey Denizi’ndeki enerji üretimini en üst seviyeye çıkarırken, ucuz ve yenilenebilir kaynaklar ile nükleer kapasitemizi artırmak, önümüzdeki yıllarda enerji bağımsızlığımızı sağlamanın en iyi ve tek yoludur.” diye konuştu.

Yeni enerji stratejisi şu başlıklara odaklanıyor:

  • NÜKLEER: Hükümet, mevcut nükleer enerji santrallerine sekiz adede kadar yeni nükleer reaktör inşa ederek İngiltere’nin petrol ve gaza olan bağımlılığını azaltmayı planlıyor. Plana göre, 2050 yılına kadar nükleer enerji üretiminin 24 gigawatta (GW) kadar çıkabileceği öngörülüyor.  Bu miktar tahmin edilen elektrik talebinin yüzde 25’ini karşılıyor. Nükleer hedefi için Büyük Britanya Nükleer adlı yeni bir birimin kurulacağı duyuruldu.
  • RÜZGAR: Hükümet, yeni offshore rüzgar çiftliklerinin onay sürecini hızlandırmak üzere planlama yasalarında reform yapmayı hedefliyor. Hükümet karadaki rüzgar çiftlikleri içinse türbinlere ev sahipliği yapmak isteyecek topluluklarla ortaklıklar geliştirmek istiyor. Bunun karşılığında topluluklara daha ucuz enerji faturası garantisi teklif edilecek.
  • HİDROJEN: Hidrojen üretimine yönelik hedefler ikiye katlanıyor. Hidrojenin endüstriyel kullanımın yanı sıra elektrik, ulaşım ve potansiyel olarak ısıtma için daha temiz enerji sağlamaya yardımcı olacağı düşünülüyor.

  • GÜNEŞ ENERJİSİ: Hükümet, mevcut güneş enerjisi kapasitesini 2035 yılına kadar beş kata kadar artırmayı planlıyor. Bunun için evlere ve ticari binalara güneş panelleri kurmayı kolaylaştıracak reformlar öngörülüyor.
  • PETROL VE GAZ: Kuzey Denizi‘ndeki projeler için yaz aylarında yeni bir lisans dönemi başlatılıyor. Yeni bir lisanslama turuyla petrol ve gaz üretimini hızlandırma planları da var. Hükümet, bu yakıtların enerji güvenliği için önemini kabul ettiğini ve “İngiltere’de gaz üretmenin, yurtdışından ithal edilenden daha düşük karbon ayak izine sahip olduğunu” söyledi.
  • ISI POMPALARI: Gaz talebini azaltan İngiliz ısı pompalarını üretmek üzere 30 milyon sterlinlik bir “ısı pompası yatırım hızlandırıcı yarışması” düzenlenecek.

Çevre örgütleri ve aktivistlerden tepkiler

BBC‘nin çevre analisti Roger Harrab,  çevre örgütleri ve aktivistleriyle enerji uzmanların, hükümetin yeni binaların yalıtımı sayesinde enerji tasarrufu yapma konusunda yeni politikalar önermemesini eleştirdiğini söylüyor. Uzmanlar enerji verimliliğinin faturaları ve karbon emisyonlarını hemen azaltacağından hareketle enerji güvenliğini iyileştirmenin en ucuz yolu olduğunu savunuyor.

Başbakanlık Ofisi’nden bir yetkili ise yeni stratejinin artık bir enerji tedariki stratejisi olarak değerlendirildiğini kaydetti.

Aktivistler, yeni planda Kuzey Denizi’nde petrol ve gaz aramayı taahhüt etmesine de öfkeli. Buna karşın offshore rüzgar enerji üretiminde onay sürecinin hızlandırılması olumlu karşılanıyor, ancak planda aynı destek karadaki rüzgar santralleri için sunulmuyor. 

Nükleer kapasitesini artırma kararı ülkede farklı tepkilerle karşılandı. Bazı çevre örgütleri nükleeri bu kadar benimsemenin çok tehlikeli olduğunu belirterek her  kentin kendi mini reaktörüne sahip olabileceği yolunda dalga geçiyor. 

Ancak nükleerin, enerji üretiminin bir bölümünü karşılaması gerektiğine inanan iklim savunucuları da bulunuyor.

Yeşiller: İnsanlar ve iklimin ihtiyaçlarına hizmet etmiyor

Yeşiller Partisi Eş Başkanı Adrian Ramsay, yeni stratejinin “insanların veya iklimin ihtiyaçlarına hizmet etmediğini” söyledi. Ramsay, “Hükümet, enerji faturaları ve gerçek iklim eylemi konularında endişeli olsaydı, karadaki rüzgar projeleri için daha ileri giderdi” dedi.

Enerji piyasalarını düzenleyen Ofgem kurumunun eski başkanı Dermot Nolan ise “Bu kararların çoğunun etki etmesi uzun zaman alacak ve kısa vadede fosil yakıtlara bağımlı olmaya devam edeceğiz” diye konuştu.

Nolan, enerji verimliliğine, yalıtıma, konutların kalitesini iyileştirmeye yeterince odaklanılmamasının “kaçırılmış bir fırsat” olduğunu söyledi.

Ana muhalefetteki İşçi Partisi’nin eski liderlerinden olan, partinin iklim politikaları sorumlusu Ed Miliband ise “Hükümetin enerji statejisi kargaşa içinde. Yeni strateji bugün enerji faturası kriziyle karşı karşıya olan milyonlarca aileye hiçbir çözüm getirmeyecek” yorumunu yaptı.

Liberal Demokrat Lideri Sir Ed Davey  planları “tamamen umutsuz” olarak nitelendirirken, İskoç Ulusal Partisi‘nden Stephen Flynn bunu “kaçırılmış bir fırsat” olarak nitelendirdi.

Ihlara Vadisi ‘kesin korunacak alan’ ilan edildi

Aksaray’ın Güzelyurt ilçesindeki Ihlara Vadisi ve çevresi, ‘kesin korunacak hassas alan’ ilan edildi. Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan imzalı karar bugün Resmi Gazete’de yayımlandı.

Söz konusu karar, koruma statüsünün yeniden değerlendirilmesi sonucu alındı. Kararda, kesin korunacak hassas alanın krokisi, coğrafi sınır ve koordinatları yer aldı.

Turizm ve sınırlı yerleşime izin veriyor

“Korunan Alanların Tespit, Tescil ve Onayına İlişkin Usul ve Esaslara Dair Yönetmelik” gereğince Kesin korunacak hassas alanlar, kaynak değerlerinin korunması için alan kullanımı ve alana tüm etkilerin sınırlandırıldığı, gerektiğinde insanların bölgeye girişlerinin engellendiği, bilimsel araştırmalar, eğitim ya da çevresel izleme amacıyla özel önlemler alınarak korunacak kara, su, deniz alanları olup Bakanlar Kurulu (şimdi Cumhurbaşkanlığı)  kararı ile ilan edilerek yapı yasağı getirilen mutlak korunması gereken alanlar olarak tanımlanıyor. I. Derece Doğal (Tabii) Sit Alanları Kesin Korunacak Hassas Alan kapsamında değerlendiriliyor.

Bu alanlarda veya nitelikli doğal koruma alanlarında, bu koruma bölgeleri ile bütünlük gösteren, korumaya katkı sağlayacak, doğal ve kültürel bakımdan uyumlu düşük yoğunlukta faaliyetlere, turizm ve yerleşimlere izin veriliyor.

Feminist Politik Ekoloji Buluşmaları: Tarihsel anlatılarda toplumsal cinsiyet adaleti

Kültür ve Siyasette Feminist Yaklaşımlar Dergisi, Bahar 2022 döneminde Feminist Politik Ekoloji Buluşmaları başlıklı etkinlik serisiyle okurlarıyla buluşmaya devam ediyor. Serinin 11 Nisan Pazartesi günü gerçekleşecek olan ikinci etkinliğinin konuğu “Feminist Politik Ekoloji ve Tarihsel Anlatılar: Sürdürülebilirlik ve Toplumsal Cinsiyet Adaleti Üzerine Çıkarımlar” başlıklı konuşmasıyla Melissa Leach olacak.

2006’da çevrimiçi olarak yayın hayatına başlayan Feminist Yaklaşımlar, toplumsal cinsiyet hiyerarşilerini eleştirel feminist bir bakış açısından inceleyerek cinsiyet eşitliğine katkı sunmayı ve feminist aktivizm ile feminist kuramın buluşabileceği, birbirini besleyebileceği bir zemin oluşturmayı amaçlıyor.

Dergi, Bahar 2022 sayısında artık hayatı doğrudan etkileyen ekoloji krizini gündemine alıyor. Karar alıcıların krizin boyutları ile ilgili bilimsel verileri ve krizden çıkışa dair önerileri görmezden gelerek insanlığı ve gezegendeki birçok canlının yaşamını felakete doğru hızla sürüklediği bu dönemde, ekolojik kriz karşısında önerilen önlemlere, geliştirilen mücadele biçimlerine feminist bir perspektifle katkı sunmayı hedefliyor.

Feminist Yaklaşımlar’ın bu sayısındaki feminist politik ekoloji dosyasında çevre tarihi alanını feminist ekolojik bir bakış açısından yeniden değerlendiren, güncel ekolojik kavramlara feminist eleştirel bir perspektif geliştiren ve bu kavramlar bağlamında alternatif toplumsal pratiklere odaklanan, feminist politik ekoloji alanında referans niteliği taşıyan makalelerin Türkçe çevirileri ve değerlendirme yazıları yer alıyor.

Dergi, bu metinlerden hareketle Bahar 2022 döneminde “Feminist Politik Ekoloji Buluşmaları” başlığıyla bir webinar serisi düzenliyor.  Christine Bauhardt “Yeşil Yeni Düzen, Küçülme ve Dayanışma Ekonomilerine Feminist Yaklaşımlar” başlıklı konuşmasıyla serinin ilk konuğuydu. Serinin ikinci konuğu ise “Feminist Politik Ekoloji ve Tarihsel Anlatılar: Sürdürülebilirlik ve Toplumsal Cinsiyet Adaleti Üzerine Çıkarımlar” başlıklı konuşmasıyla Melissa Leach.

İlgili haber: ‘Sosyoekolojik dönüşüm için feminizm şart’

Melissa Leach konuşmasında feminist politik ekoloji ve tarihin kesişim alanlarına ve bu kesişim alanlarının, sürdürülebilirliğe ve toplumsal cinsiyet adaletine yönelik bugün ve gelecekteki dönüşümler için ne tür çıkarımlar barındırdığına odaklanacak.

Leach, 1996 yılında yayımlanan ‘Gender and Environmental History: From Representation of Women and Nature to Gender Analysis of Ecology and Politics’ (Toplumsal Cinsiyet ve Çevre Tarihi: Kadınların ve Doğanın Temsilinden Ekoloji ve Politikanın Toplumsal Cinsiyet Perspektifiyle Analizine) başlıklı makalesinden hareketle ve bu makaledeki argümanları güncelleyerek tarihsel anlatıların seçiciliğinden bahsedecek ve bu anlatıların farklı siyasi ve politika pozisyonlarını  desteklemek için nasıl kullanılabileceğini açıklayacak. Webinarın konusuna ilişkin olarak yapılan açıklamada kadının tarihsel anlatılardaki temsili üzerine şu ifadeler kullanılıyor:

“Özellikle ‘kadınları’ ‘doğaya’ yakın olarak sunan tarihsel anlatılar, kadınların bakım rolünü evrenselleştiren, özselleştiren ve araçsallaştıran ‘kadınlar ve çevre’ politikalarını desteklemek üzere harekete geçirildiler. Bu eğilim son dönemdeki sürdürülebilir kalkınma ve iklim değişikliğine dönük kaygıların eşliğinde yeniden yükseliyor.

Diğer tarihsel anlatılarsa aksine, çatışmalı, iktidara dayalı toplumsal cinsiyet ilişkileri ile emek, kaynaklara erişim ve kaynakların kontrolü alanlarında kesişen eşitsizlikleri açığa çıkarıyor. Bu anlatılar ayrıca feminist politik ekoloji alanının uzun zamandır gündeminde olan ve şimdilerde hem tarihsel analizlerde hem de toplumsal cinsiyet-çevre politikaları tartışmalarında cinsiyetlendirilmiş ‘patikalar’ gibi yaklaşımlar aracılığıyla daha da önemsenen kadınlara ait bilginin ve kadınların öznelliğinin önemine de dikkat çekiyor. Yine de, bu anlatılar dahi ‘yeni’ feminist politik ekolojinin odaklandığı beden, deneyim ve insan dünyasını aşan iç içe geçmiş doğa-kültür ilişkilerini; insanları bakım hakkındaki temel ekofeminist kaygılarla ve bakış açılarıyla yeniden yan yana getiren ve yeni kuşak bir feminist politik-tarihsel-ekolojik analiz gerektiren soruları es geçiyor.”

Leach konuşmasında bu farklı bakış açılarını Batı Afrika’daki toplumsal cinsiyet, orman ve toprak ekolojisi ile ilişkili bir biçimde ele alacak. Bahar dönemi boyunca devam edecek olan Feminist Politik Ekoloji Buluşmaları, Friedrich Ebert Stiftung’un desteğiyle gerçekleşiyor. Dili İngilizce olan etkinliklerde Türkçe simultane çeviri yapılıyor.

11 Nisan Pazartesi günü saat 19:30’da çevrimiçi olarak gerçekleşecek olan Melissa Leach’in “Feminist Politik Ekoloji ve Tarihsel Anlatılar: Sürdürülebilirlik ve Toplumsal Cinsiyet Adaleti Üzerine Çıkarımlar” başlıklı konuşmasına link üzerinden kayıt yaptırmak mümkün.

Melissa Leach hakkında

Sosyal antropolog olan Melissa Leach Sussex Üniversitesi Gelişme Araştırmaları Enstitüsü (IDS) direktörü olarak görev yapıyor. Sürdürülebilirlik için Toplumsal, Teknolojik ve Çevresel Yollar Merkezi’nin (ESRC STEPS, Social, Technological and Environmental Pathways to Sustainability, www.steps-centre.org) kurucuları arasında yer alan Leach, 2006-2014 tarihlerinde merkezin yönetiminde yer aldı.

Batı Afrika’da uzun dönemli etnografik saha araştırması yürütttüğü dönemde, bilim ve ekoloji alanlarında feminist perspektifler geliştirmeye yönelik çalışmalar yaptı ve toplumsal cinsiyet, sürdürülebilirlik, sağlık ve kalkınma konuları etrafındaki kamusal söylemler ve tartışmalara odaklandı.

Leach’in toplumsal cinsiyet ve çevre konularındaki kitaplarından bazıları şunlar:

  • Rainforest Relations: Gender and Resource Use Amongst the Mende of Gola, Sierra Leone (Yağmur Ormanları İlişkileri: Toplumsal Cinsiyet ve Gola’daki Mende Halkı Arasında Kaynak Kullanımı) (1994)
  • Gender Relations and Sustainable Development (Toplumsal Cinsiyet İlişkileri ve Sürdürülebilir Kalkınma) (2015). 

Diğer pozisyonlarının yanısıra Leach, 2012-2017 yıllarında Gelecek Dünyanın Bilim Komitesi’nin (Science Committee of Future Earth) eş başkanlığını yaptı.

Leach, 2014 Birleşmiş Milletler Dünya Kadın Araştırma Raporu’nun (2014 UN Women World Survey Report) ve Zorlu Eşitsizlikler hakkındaki 2016 Dünya Sosyal Bilim Raporu’nun (2016 World Social Science Report on Challenging Inequalities) başyazarlığını yaptı. Aynı zamanda Sürdürülebilir Gıda Sistemleri Uzmanları Uluslararası Heyeti’nin (International Panel of Experts on Sustainable Food Systems (IPES-Food)) ve Uluslararası Bilim Kurulu’nun Bilim Planlama Komitesi’nin (International Science Council’s Committee on Science Planning) üyesi.

Şu anda İnsani Eylem Platformu’nda Sosyal Bilim alanındaki yürütücülerden biri olarak (Social Science in Humanitarian Action Platform) ve Wellcome Trust tarafından desteklenen ve Sierra Leone, Uganda, Senegal ve İngiltere’den bir grup antropolog ile birlikte yürütülen, Pandemi Hazırlıklılığı Projesi’nde (Pandemic Preparedness Project) eş-yürütücü olarak sağlık ve epideminin toplumsal boyutları hakkında çalışıyor. Leach, British Academy üyesi ve 2017’de Sosyal Bilime Hizmet kapsamında Kraliyet Nişanı aldı.

Yüz binlerce kişi ölmez ağaç için tek ses oldu

1 Mart 2022’de Resmi Gazete’de yayımlananMaden Yönetmeliğinde Değişiklik Yapılmasına Dair Yönetmelik” ile Zeytincilik Kanununa aykırı olmasına rağmen zeytinliklerin “sonra rehabilite edilmesi koşulu” ile madenlere açılması kamuoyunda büyük tepkiye yol açmıştı. Yönetmeliğin iptaline yönelik  Zeytinime Dokunma imza kampanyası başlatıldı. İkizköy Çevre Komitesi ve Aydın Şensal tarafından başlatılan kampanyalardaki toplam imza sayısı 500 bini geçti.

Aradan geçen bir ayın ardından, yönetmeliğin ilk uygulaması Muğla’da yapılmaya çalışıldı. 31 Mart 2022 tarihinde Muğla Milas‘ın İkizköy mahallesinde bulunan Akbelen Ormanı‘nı çevreleyen zeytinliklerde kömür madeni yapmak için yönetmelik değişikliğine dayanarak 17 zeytin yerlerinden söküldü. Yörede yaşayanların müdahalesinin ardından ağaç sökümü durduruldu ve şirket ertesi gün sökülen ağaçları eski yerlerine geri dikmek zorunda kaldı. Ancak çoğu 90-100 yaşlarındaki ağaçların tekrar tutacağının garantisi yok. 

Hem zeytinlik sahipleri hem de uzmanlar bu yönetmeliğin yürütmesinin acilen durdurulması gerektiğini, aksi halde usulsüz kesimlerin hızla devam edeceğini vurguluyorlar.

‘Yönetmelik değişikliği acilen iptal edilmeli’

İkizköy Çevre Komitesi’nden Deniz Gümüşel, “Üç yıldır gözümüz gibi maden şirketinin müdahalesinden koruduğumuz İkizköy Işıkdere mevkiindeki 17 zeytin ağacımız maalesef şirket tarafından konuyla ilgili izinleri bile olmadan köklenerek yerinden çıkarıldı. Yörede yaşayanlar 40 yıldır zaten santralden ve madenden dolayı on binlerce ağaçlarından, tarım alanlarından, köylerinden olmuşlar. Sadece İkizköy’de yok edilme tehdidi altında 35 bin zeytin ağacı var. Ne pahasına olursa olsun kalan zeytinlerimizi ve ormanımızı koruyacağız. Hiçbir yere gitmiyoruz. Zeytinlikleri ve Akbelen Ormanı’nı korumaya çalışan yüz binler olduğumuzu biliyoruz. Sürekli zeytinlerimize, ormanımıza ne olacak diye korkmak istemiyoruz. Bu kömür madeni projesi ve zeytinlikleri maden faaliyetlerine açan yönetmelik değişikliği acilen iptal edilmeli!” dedi.

Konuyla ilgili beş yıldan beri kampanya yürüten Ayvalık Zeytin Üreticileri Derneği Başkanı Aydın Şensal, “2006’dan beri defalarca kez denendiği gibi bu kez de zeytincilik ve doğa katledilmek isteniyor. Beş yıl önce birlikte Meclis’e gelen tasarıyı durdurmuştuk. Fakat bu sefer Zeytin Kanunu’na aykırı olan bir yönetmelik değişikliği ile zeytinlikler madenlere açılıyor. Yönetmelik değişikliği bir an önce iptal olmazsa, zeytinliklerimiz madencilerin arka bahçesi haline gelecek. Bugün hepimizi besleyen, yüzlerce aileyi doyuran topraklar birer zehir depolama sahası olacak. Bundan sonra kahvaltıda kömür mü yiyeceğiz” diye sordu.

İlgili haber: Zeytinlikleri maden işletmelerine açan yönetmeliğe dava yağıyor

‘Yıllar önce aynı kanunda yapılan değişiklik Danıştay’a taşınmıştı’

Yönetmelik değişikliğine dava açan çok sayıda kuruluştan biri olan Doğa Derneği adına Cem Altıparmak hukuki süreci şu şekilde değerlendirdi:

“2012’de de zaten Zeytin Kanunu’nda yapılan değişiklik Danıştay’a taşınmıştı. Aynı amaçla çıkarılan yönetmelik değişikliğinin iptali davasında, değişikliklerin Zeytincilik Kanunu’na açıkça aykırı olduğuna, tüm tedbirler ve hatta kamu yararı kararı alınmış olsa dahi kimyevi atık, toz ve duman çıkaran tesislerin zeytinlik sahalara 3 kilometre mesafe içerisinde yapılmasının mümkün olmadığına karar vermişti. Yani Danıştay’ın elinde kendisinin verdiği bir emsal karar var zaten. O yüzden, açılan ilk dava Danıştay’a ulaşıp kayda girdiğinde, Danıştay’ın yürütmenin durdurulması kararı vermesi gerekir. Bu kararın geciktiği her gün zeytinlikler için bir tehdit oluşturuyor.”

Ne olmuştu?

Resmi Gazete’de Mart başında yayımlanan yönetmelikle birlikte tapuda zeytinlik olarak kayıtlı olan alanlarında madencilik faaliyetlerinin önü açıldı. Yönetmelik İkizköy’deki Akbelen Ormanı‘nda açılmak istenen kömür ocağı için yapılan bilirkişi keşfi öncesinde değiştirildi. Maden ocağına ve keşif öncesinde zeytinlik alanlarda maden tesisi yapılmasının önünü açan yönetmeliğe karşı İkizköylüler ’Yuh yuh soyanlara’ diyerek Akbelen Ormanı’nda keşif heyetini karşılamıştı. İkizköylülerin avukatı Arif Ali Cangı  yönetmelikle ilgili olarak “Sanki bizim keşfimizi bekler gibi yönetmelik değişti” demişti.

Yönetmelik zeytin sahasında madencilik faaliyetleri yürütülmesine ve bu faaliyetlere ilişkin geçici tesisler inşa edilmesine” Enerji ve Tabii Kaynaklar Bakanlığı tarafından izin verilebilmesini sağlıyor.

Resmi Gazete’de yayınlanan ‘Maden Yönetmeliğinde Değişiklik Yapılmasına Dair Yönetmelik’ şöyle:

“Ülkenin elektrik ihtiyacını karşılamak üzere yürütülen madencilik faaliyetlerinin tapuda zeytinlik olarak kayıtlı olan alanlara denk gelmesi ve faaliyetlerin başka alanlarda yürütülmesinin mümkün olmaması durumunda madencilik faaliyeti yürütecek kişinin faaliyetlerin bitiminde sahayı rehabilite ederek eski hale getireceğini taahhüt etmesi şartıyla Genel Müdürlük tarafından belirlenen çalışma takvimi içerisinde zeytin sahasının madencilik faaliyeti yürütülecek kısmının taşınmasına, sahada madencilik faaliyetleri yürütülmesine ve bu faaliyetlere ilişkin geçici tesisler inşa edilmesine kamu yararı dikkate alınarak Bakanlıkça izin verilebilir.”

Antarktika’da penguen sayacak eleman aranıyor: Son başvuru tarihi 25 Nisan

Birleşik Krallık Antarktika Mirası Vakfı (UKAHT), Port Lockroy‘daki üssünde çalışacak yeni ekibini arıyor. Pandemiden bu yana ilk kez yeniden halka açılacak üs için seçilecek adaylar, Antarktika Yarımadası‘ndaki  Goudier Adası‘na, Gentoo penguenleri kolonisinin yanına yerleşecek.

İşi alacak kişilerin günlük görevleri arasında üsteki postanenin ve hediye dükkanının işletilmesinin yanı sıra, penguen sayımının yapılması ve Bransfield House’daki eserlerin bakımı bulunuyor.

The Independent‘in aktardığına göre, ilana yüzlerce başvuru yapılmış durumda.

Söz konusu üs bölgesi, genellikle kasımla mart arasında yaklaşık 18 bin kişiyi ağırlıyor.

Adayların çevre bilincine sahip olmaları ve asgari koşullarda yaşamayı bilmeleri gerekiyor

Cambridge merkezli yardım kuruluşu, Antarktika’daki tarihi binaların ve eserlerin bakımından sorumlu mevsimlik postane müdürü görevi için genellikle her yıl ilan veriyor.

Başvuracak adayların fiziksel olarak zinde ve çevre bilincine sahip olması; alanda şebeke suyu olmadığı için asgari koşullarda nasıl yaşayabileceğini bilmesi gerekiyor.

Seçilen adaylar 2019’dan bu yana üste yaşayan ilk kişiler olacak.

Port Lockroy, 1944’ten 1962’ye kadar Antarktika Yarımadası’nda kurulan ilk kalıcı Britanya üssüydü fakat 2006 itibarıyla müze ve postaneye dönüştürüldü.

UKAHT’nin Antarktika operasyonları yöneticisi Lauren Luscombe, BBC’ye şunları söyledi:

“Port Lockroy’un sorunsuz işlemesini sağlamak için gereken günlük görevlerin doğası göz önüne alındığında ekibe perakende satış deneyimi, müzecilik, koruma ve bina bakımı ve liderlik veya yönetim gibi bir dizi beceriye sahip başvurular arıyoruz.

Ama bunun da ötesinde, başvuru sahiplerinin bize kim olduklarını göstermesi önemli; hem başvuruları aracılığıyla hem de aday seçme süreci esnasında onları tanımamız gerekiyor. Başarılı adaylar, beş ay boyunca birbirine çok yakın yaşayacak, bu nedenle beceri setleri ve kişiliklerde doğru dengeyi kurmamız da hayati önemde.”

Son başvuru tarihi 25 Nisan

UKAHT’nin internet sitesi aracılığıyla yapılacak başvurular için son tarih 25 Nisan Pazartesi günü saat 23.59.

İşe alınanlar bu yıl ekimde Cambridge’de bir hafta eğitim alacak ve daha sonra da Mart 2023’e kadar yaşayıp çalışacakları Antarktika’ya gidecek.

Anadolu Leoparı Antalya’da görüldü

Neslinin tükendiği düşünülen ancak son yıllarda fotokapanlarla görüntülenerek büyük sevinç yaşatan Anadolu Leoparı, Antalya‘da ortaya çıktı. Görüntüleri CHP Adana Milletvekili, TBMM Tarım, Orman ve Köyişleri Komisyonu Üyesi Ayhan Barut paylaştı. Muğla Sıtkı Koçman Üniversitesi Öğretim Görevlisi Dr. Yasin İlmen, görüntülerin iki yıl öncesine ait olduğunu belirtti.

Görüntülerin yeni olmadığını, Toroslar’da ve Antalya’da Milli Parklar Müdürlüğü ve bölge personelinin yoğun emekleri ile elde edildiğini belirten Dr. İlmen, görüntülerdeki leoparın korunduğunu bildirdi. Yasin İlmen şu ifadeleri kullandı:

“Şunu lütfen unutmayın bu hayvan ve Anadolu’daki birçok yaban hayvanımız insan gördüğünde kaçar ve saldırmaz. Münferit saldırılar yaralı birey ve yavrulu annelerde olabilir. Leopar doğada yaban domuzu başta olmak üzere toynaklı yaban türleri ile besleniyor. Bu anlamda doğada besini bol ve son yıllarda onların yokluğu ile popülasyonu aşırı artmış, tarım alanları ve yerleşimlere büyük zarar veren yaban domuzu popülasyonu tekrar kontrol altına girebilecek. Yeter ki bu türün korunmasında kişisel akademik hırs ve ‘ego’lardan ziyade ‘eko’ yu yani= ekolojiyi merkezimize koyalım.”

Görüntüleri sosyal medya hesabına paylaşan ve Türkiye’de sayısız kez görüntülenmesine karşın Anadolu Leoparı’nın hala varlığının resmi olarak ilan edilmemesine tepki gösteren CHP Adana Milletvekili, TBMM Tarım, Orman ve Köyişleri Komisyonu Üyesi Ayhan Barut, “Resmi olarak varlığının kabul edilmesi gereken Anadolu Leoparı’nın görüldüğü yerlerin kesin koruma alanı olarak ilan edilmesi zorunlu. Nesli yok olduğu düşünülen leoparın görüldüğü yerlerdeki mermer-maden ocakları, santraller gibi varlıklar nedeniyle resmi varlık kabulünün yapılmadığını, görüldüğü yerlerdeki insan hareketliliğinin de bu nedenle kısıtlanmadığını düşünüyoruz. Bu yanlıştan dönülüp Anadolu Leoparlarımızın yaşam hakkının korunmasını istiyoruz” dedi.

İlgili haber: Batur Avgan Türkiye’deki leoparları anlatıyor

CHP’li Ayhan Barut,  “2010’lu yıllardan itibaren yurdumuzun çeşitli bölgelerinde, Iğdır, Tunceli, Diyarbakır, Rize ve Siirt gibi illerde fotokapanlarla görüntülenen Anadolu leoparının varlığı resmi olarak ilan edilmek zorunda. Antalya’da, Kumluca‘ya kadar geldiği, hatta yol kenarlarına kadar inebildiği tahmin ediliyor. Fotokapanlarca görüntülenen Anadolu leoparının varlığı hemen resmi olarak ilan edilmeli, bu hayvanın görüldüğü yerler koruma alanı olarak belirlenmelidir” şeklinde konuştu.

Anadolu leoparının görüldüğü yerlerdeki mermer-maden ocaklarına ve insan hareketliliğine dikkat çeken Barut, şu ifadeleri kullandı:

“Neslinin tükendiği düşünülen bu güzelim hayvan, insan baskısından uzak duran, beslenme ve yaşam için dengenin sağlandığı yerleri seçen bir yapıya sahip. Bunca zamandır fotokapanlara yakalanan, görüntüleri ve fotoğrafları çekilen Anadolu leoparının resmi olarak varlığının kabul edilmemesini anlamakta zorluk çekiyoruz. Resmi olarak varlığı kabul edilse, Anadolu leoparının görüldüğü yerlerin, geçiş güzergahlarının ve yaşam alanlarının kesin koruma alanı olarak belirlenmesi gerekecek. Bu yapılmıyor. Buradaki nedenin; doğal yaşam alanlarındaki maden-mermer ocakları, santraller ve insan yerleşim alanlarına yakınlıktan kaynaklı olduğunu düşünüyoruz. Anadolu leoparının korunup yaşatılması, varlığının sürmesi hayati derecede önemlidir. Anadolu leoparının varlığının resmi kabulünün yapılarak koruma alanlarını ilan etmeye çağırıyoruz.”

AB’den Rus fosil yakıtlarına karşı yeşil enerji çağrısı

Avrupa Birliği‘ne (AB) üye 11 ülke, Ukrayna’ya saldıran Rusya’ya enerji bağımlılığını sonlandırabilmek için iklim değişikliği politikaları konusundaki müzakerelerin hızlandırılması çağrısında bulundu.

AB ülkeleri ve Avrupa Parlamentosu, bu yıl, yenilenebilir enerjiyi daha etkin hale getirebilmek için bir dizi önlem üzerinde görüşmelerini sürdürüyor. Öneriler, birliğin net emisyonlarını 2030 yılına kadar 1990 seviyelerinden  yüzde 55 daha düşük hale getirmek üzerinde yoğunlaşıyor. Ancak birlik, Rus fosil yakıtlarına bağımlılığını 2028 yılına kadar sonlandırmaya çalıştığından, yeni müzakerelerde daha çok enerji güvenliği konuşuluyor.

Reuters’ın aktardığına göre, 11 Avrupa Birliği ülkesi yaptığı açıklamada “Şimdi cesur olma ve yeşil enerjiye kararlılıkla geçme zamanı. Herhangi bir gecikme veya tereddüt, enerji bağımlılığımızı yalnızca uzatacaktır. Bu nedenle paket üzerindeki müzakereler hızlandırılmalıdır” dedi.

Enerji bağımsızlığına giden ‘yeşil bir yol’

Danimarka‘nın öncülüğünde hazırlanan bildiriyi Almanya, Avusturya, Finlandiya, Hollanda,  İrlanda, İspanya, İsveç, Letonya, Lüksemburg ve Slovenya destekledi. Danimarka İklim Bakanı Dan Jorgensen, bildiriye imza atan ülkelerin “en kısa sürede Rus fosil yakıtlarından AB enerji bağımsızlığına giden yeşil bir yol” için çağrıda bulunduklarını söyledi. Kömürden çıkış politikası olmayan Polonya ise savaşın etkisini değerlendirebilmek için iklim müzakerelerinin durdurulmasını istiyor.

Rusya, Avrupa gazının yüzde 40’ını tedarik ediyor. Onaylanması halinde iklim önerilerinin 2030 yılına kadar AB gaz kullanımını %30 oranında azaltması bekleniyor.