Röportaj

Batur Avgan: “Leopar çobanlara saldırdığında büyük olasılıkla yaralıydı”

0
Biyolog Batur Avgan

Biyolog Batur Avgan

Geçtiğimiz hafta sonu Diyarbakır’ın Çınar İlçesi’ne bağlı Solmaz Köyü’nde bir leopar çobanlar tarafından öldürüldü. Anadolu’da artık yaşamadığı düşünülen bir büyük kedi türü olan leoparla, ya da parsla son karşılaşmamızda, maalesef onu yine canlı göremedik. Peki bu olayın arka planında neler var? Leopar nasıl bir tür ve gerçekten Türkiye topraklarında bir popülasyona sahip mi?

Konuyu Türkiye’nin tek leopar uzmanı olan biyolog Batur Avgan ile konuştuk. ODTÜ Biyoloji bölümünden 1999’da mezun olan Avgan, İsviçre’nin Bern Üniversitesi Evrim ve Ekoloji Enstitüsü’nde hayvan davranışları üzerine mastır yaptı. Tez çalışması Antalya’daki bir vaşak popülasyonunun yoğunluğunu belirleyen ve ayrıca karakulakların hangi habitatları daha çok tercih ettiğini ortaya çıkartan iki konu üzerineydi.

2011 yılında Nahçivan’da leoparın durumunu belirlemek amacıyla bir proje yürüten Batur Avgan, 2012’de Siirt ve Şırnak’ta leopar projesi yapmaya başladı. Halen Doğal Kaynak ve Biyolojik Çeşitliliği Koruma Derneği adına Güneydoğu Anadolu Leopar Projesi’nin yürütücülüğünü yapan Avgan, sorularımızı Siirt’ten yanıtladı.

[94,9 Açık Radyo’da Açık Yeşil programında bugün Batur Avgan’la yaptığımız söyleşinin kaydını aşağıda dinleyebilirsiniz. NOT: Bu radyo söyleşisi aşağıdaki röportajdan farklıdır.]

– Gözlem ve incelemelerinize göre olayın nasıl geliştiği kanaatine vardınız? Olay söylendiği gibi leoparın saldırısıyla mı ilgili? Yoksa bilinçli bir av mı sözkonusu? Lepoar saldırgan bir tür müdür? Normal şartlarda insanlara saldırır mı?

Diyarbakır'da öldürülen leopar

Öncelikle şunu söylemeliyim ki, birilerini sorgulamak uzmanlık gerektiriyor. Ben sadece bir biyoloğum ve uzmanlığım birilerini sağlıklı şekilde sorgulamak değil. Burada sadece gördüklerime bakarak son derece primitive bir yorum yapabilirim. Açıkçası olayın aynen çobanların anlattığı gibi gerçekleştiğini düşünüyorum. Bunun tersini düşünecek bir veri de zaten elimizde bulunmuyor. Fakat Pazartesi günü çobanlar ve jandarma ile olayın geçtiği noktaya gittiğimizde leoparın saldırıdan saklandığı söylenen kovuğun duvarında kan lekeleri buldum. Bunları çobana gösterdiğimde bir fikri olmadığını söyledi. Aynı akşam Dicle Üniversitesi’nde İhsan Yey leoparın derisini yüzerken hayvanın arka bacağında bir tabanca mermisi buldu. Mermi kaslara saplanıp orada kanama yapmıştı. Buna rağmen derinin üzerinde kan yoktu. İhsan bey bence çok gerçekçi bir yorum yaparak leoparın yaralandıktan sonra derideki kanamayı temizleyecek kadar vaktinin olduğunu, yani ölmeden en az saatler önce leoparın bu yarayı aldığını söyledi. Yani leopar Pazar günü çobanlara saldırdığında büyük olasılıkla yaralıydı. Türü ne olursa olsun, yaralı bir hayvana çok yaklaşırsanız o hayvan size saldırır! Zaten ölme stresi altında olan hayvan kendini korumaya çalışacaktır.

Leopar saldırgan bir tür değildir demek veya dememek olanaklı değil. Çünkü leopar Afrika’nın en güney ucundan Sibirya’nın Japon Denizi kıyılarına kadar dağılım gösteren bir kedi türü. Bu kadar büyük bir alanda o kadar farklı etkenlerle karşı karşıya kaldığı için tüm dünyadaki leoparları genellemeye olanak yok. Bu bir canlı ve her alanda, her coğrafyada farklı tepki verir. Yani çevresel faktörler değişince leoparın da davranışı değişir. İnsan nüfusunun çok yoğun olduğu Hindistan’da bazı bölgelerde leoparın insanlara saldırma kayıtları var. Ama Afrika’da yok! Biyologlar Hindistan’daki saldırı olaylarının yaşandığı alanları incelediklerinde buralardaki doğal alanların aşırı derecede insanlar tarafından kullanıldığını, leoparın doğal türünün azaldığını belirlemişler. Her hayvanda olduğu gibi aç kalmak leoparlarda da stres yaratır. Toleransı düşer. Düşünsenize en korktuğunuz hayvan hergün evinizde geziyor. Leopar için bu tür, insan. Bunun sonucunda da Hindistan’ın bazı bölgelerinde leoparlar insanlara saldırıyor. Çok ilginç olan şey ise bir bölgede sürekli insanlara saldıran leoparlar oradan alınıp insan yoğunluğunun az olduğu alanlara taşındıklarında insanlara saldırmıyorlar. Çünkü çevresel faktörler değişiyor! Ama şöyle bir gerçek de var. Taşınan her leopar eski alanına geri dönüyor. Çünkü o bir kedi.

Diyarbakır’da leoparın stres yüzünden saldırdığını söylemek tabii ki halen bir varsayım. Bizim doğrulara daha yaklaşmamız için ortamın durulması gerekiyor. Bu zor değil. Herşeyde olduğu gibi bu konu da hemen unutulacaktır.

– Bölgede yaşayan insanlar daha önce leopar gördüklerini söylüyorlar mı? O bölgede, Diyarbakır’da leopar görülmesini siz bekliyor muydunuz?

Hayır, görmemişler. Ama şunu da unutmamak lazım: Biz herkesle konuşmadık. Konuşamazdık da… Ortam sakinleşsin, benim işim o zaman başlayacak. Diyarbakır’da leopar beklemiyordum. Ben Şırnak, Siirt ve Bitlis’te çalışıyorum. Daha doğuda, Hakkari’de olsa bu kadar şaşırmazdım.

Bugüne kadar elimizdeki verilerin hiçbiri dişi leoparlara ait değil. O nedenle Türkiye’de bir popülasyon var diyemiyoruz.  Tersini de söyleyemiyoruz. Varlığı şu veya bu şekilde kanıtlayabilirsin. Yokluğu ise hayır.

– Bu olay Türkiye’de mevcut bir leopar popülasyonu olduğunu gösterir mi? Yoksa hayvanın sınırın öbür tarafından, mesela İran’dan gelmiş olması mümkün mü? Eğer Türkiye’de varsa, siz Türkiye’de hâlâ leopar yaşadığını tahmin ediyor muydunuz?

Bu cevaba bir soruyla başlamak lazım: Türkiye’de bir leopar popülasyonunun bulunması ile henüz bir popülasyon kuramamış bireylerin bulunması arasında ne fark var? Aslında bu hala “İran leoparı mı, yoksa Anadolu leoparı mı?” sorusunu sorup duranlara iyi bir cevap olacak. Leopar gibi büyük etoburların birçok önemi vardır. Birincisi bulundukları ekosistemdeki hayvanları terbiye ederler. Nasıl? Onları avlayarak değil. Bir leopar bir ayda kaç tane hayvan avlayabilir ki? Ekolojide “tüketici” olarak adlandırılan geyik, yaban keçisi, yaban domuzu gibi otoburlar yaşadıkları alanda büyük etoburların bulunduğunu anladıklarında bütün davranışları değiştirirler. Bu otoburların hayatları bitkileri yemekle geçer. Sahalarında bir etobur varken ise vakitlerinin büyük kısmını etraflarını kolacan etmekle geçirirler. Bu sırada da olması gerektiği kadar bitki yerler. Eğer bölgede bir etobur yoksa bir geyik başını otlara sabah gömer, akşam kaldırır. Etoburların bulunmadığı alanlarda orman örtüsünün aşırı derecede azaldığı, endemik bitkilerin tükendiği görüldü. Sadece otoburlar değil, tilki çakal gibi küçük etoburlar da büyük etoburlardan çekinir. Onlar da daha temkinli dolaşmak zorunda kaldıkları için birim zamanda avladıkları hayvanların sayısı azalır. Herşey bir dengeye varır. Bunu da leoparın varlığı ile ortaya çıkan “korku” yapar, leoparın kendisi değil!

Peki bu korkuyu yaratmak için ne kadar leopar lazım? Bilmiyorum. Her bölge için değişir. O kadar çok faktör var ki bunu belirleyecek. Popülasyon lazım mı? Evet. Çünkü üreyebilip soyunu bozulmadan devam ettirecek en küçük ünite popülasyondur. Bir leopar popülasyonunu da dişi ve erkek bireyler oluşturur. Bugüne kadar elimizdeki verilerin hiçbiri dişi leoparlara ait değil. O nedenle Türkiye’de bir popülasyon var diyemiyoruz.  Tersini de söyleyemiyoruz. Varlığı şu veya bu şekilde kanıtlayabilirsin. Yokluğu ise hayır.

Aynı şekilde bir leoparın nereden geldiğini söyleyebilmek de bugün mümkün değil. İran’ın Türkiye sınırlarında bir leopar çalışması yapılsaydı ve bu birey orada fotoğraflanmış olsaydı evet derdik. Leoparların benekleri her bireyde farklı bir dağılıma ve şekle sahiptir. Doğumdan ölüme kadar bu beneklerin yapısı değişmez. Aynen insandaki parmak izi gibi benekler leopar bireylerini birbirinden ayırt etmek için kullanılır. İran’a dönersek, bu leoparın oradan mı yoksa Irak’tan mı geldiğini bilmiyoruz. İran’ın Türkiye sınırlarına yakın bölgelerde leopar popülasyonunun olup olmadığı bilinmiyor. Irak’ta ise aynen bizde olduğu gibi sadece erkek bireyler ele geçiyor. Yani onlar da bilmiyorlar bir popülasyona sahip olup olmadıklarını.

Bize düşen leoparların öldürülmelerini engelleyecek ortamı onlara hazırlamak. İnsanlar leopara karşı değil. Zaten ne olduğunu bilmiyorlar ki karşı olsunlar. İnsanların korkmamalarını sağlamamız gerekiyor. Ben de bugün bunu yapıyorum.

– Daha önceki yıllarda bölgede yine leopar öldürüldüğünü biliyoruz. 2010’da Şırnak’ta yaşanan olayla bu olayın ne farkı var? Bir de 1974’te Beypazarı’nda öldürüldüğü bilinen hayvanla bu aynı tür mü?

2010 olayı ile bu olayın ortak yanı şu: Öldüren kişiler hayatlarında ilk defa leopar görmüşlerdi. Ne olduğunu bilmeden öldürdüler. Bu onların hatası değil. Bugün yaşanan son derece normal bir süreç. Erkek yavru leoparlar 2-3 yaşına kadar annelerinin yanlarında onun himayesinde yaşarlar. Anneden ayrıldıklarında ise ilk iş kendilerine bir hakimiyet alanı bulmaya çalışırlar. Leoparlar territorial hayvanlardır ve çok büyük alanlarda sadece tek birey yaşar. Ergin erkekler kendi alanlarında genç erkek bireyleri kabul etmezler. O nedenle bu genç erkekler kendilerine sahipsiz bir alan bulmak zorundadır. Anneden ayrılan genç dişiler ise ya annenin hakimiyet alanının bir bölümüne yerleşir, ya da yeni ve sahipsiz bir alan bulmak için dolaşmaya başlar, aynen genç erkek bireyler gibi.

Şimdi şöyle düşünün: Anneden ayrıldınız. Yandaki erkek bireyin alanına girdiniz. Orası dolu. Bir yandakine geçtiniz. Yine dolu. Bu döngüye devam edersiniz. Ta ki ya yeni ölmüş ve sahipsiz kalmış bir erkek bireyin alanına yerleşeceksiniz, ya yaşlı bir erkek bireyin alanını elinden alacaksınız, ya da iyice uzaklaşıp popülasyonun dağılımının dışında kendinize bir yer bulacaksınız. Bu bulduğunuz yerde erkek leopar yok demek, zaten orada leopar popülasyonu da yok demektir. Yani, hoşgeldiniz Diyarbakır’a! Popülasyonlar da aslında bu şekilde genişler, türler dağılımlarını bu şekilde büyütür. Bu cesur ve yalnız kalmış öncü, genç erkek bireylerle. Hiç leoparın yaşamadığı bir alana gelip onları hiç tanımayan insanlarla karşılaştıklarında bir çoğu öldürülür. Bugün İran’da leopar ölümlerinin neredeyse yarıdan fazlası bu şekilde yaşanıyor.

– Peki ne yapmak gerekiyor? Siz ne gibi çalışmalar yapıyorsunuz?

Halkı buna hazırlamak gerekiyor. 2010’daki olay ve bu son olay leoparların “en azından” bu bölgeye yerleşmeye çalıştıklarını gösteriyor. Bize düşen leoparların öldürülmelerini engelleyecek ortamı onlara hazırlamak. İnsanlar leopara karşı değil. Zaten ne olduğunu bilmiyorlar ki karşı olsunlar. İnsanların korkmamalarını sağlamamız gerekiyor. Ben de bugün bunu yapıyorum. Ağustos 2013’te GEF Küçük Destek Programı’nın ve Doğa Koruma ve Milli Parklar Genel Müdürlüğü’nün destek verdikleri bir proje başlatıldı. Ben Antalya merkezli Doğal Kaynak ve Biyolojik Çeşitliliği Koruma Derneği ve Urfa merkezli Doğa Kültür ve Yaşam Derneği adına projeyi yürütüyorum. Bu projenin amacı seçilen iki sahada leoparın varlığına dair kanıtlara ulaşmak ve o bölgelerde yerel halkın leopar konusunda bilgilendirilmesini sağlamak. Bu sahalar Şırnak-Siirt sınırındaki Gabar Dağı ve Siirt-Batman sınırındaki Güney Muş Dağları. Diyarbakır’da öldürülen bireyin de bu bölgeleri geçip geldiği kuşkusu var.

Leoparın bölge için önemi ne? Bu bölge yıllardır ölümle anılıyordu. Artık bu bitsin ve bu algının üstünü “Türkiye’nin güneydoğusunda leoparlar yaşıyor” algısı alsın.

– Leoparların Türkiye’nin ve bölgenin biyoçeşitliliği açısından önemi nedir?

Leoparın ilk aşamada bulunduğu alan için önemi vardır. Biraz önceki soruda bunu anlattım. Türkiye için ise başka bir önemi var. Farkındaysanız tüm Türkiye yerinden oynadı. Herkes bunu konuştu ve bir süre daha da konuşacak. Facebook sayfaları doldu, kampanyalar başlatıldı ve İstanbul’dan futbol programnı yorumlarına benzer yorumlar geldi durdu. Neden? Çünkü insanoğlu binlerce yıldır leopar gibi büyük etoburlara saygı duyar. Onu doğanın sembolü olarak görür. Bu çok farkında olduğumuz birşey değildir, ama leopar gibi türler insan ile doğadaki tüm türler arasında birer elçidir. Doğaya karşı duyarlı olmak için onu sevmemiz gerekir. Yani bir duygu beslememiz lazımdır. Bu duygunun ilk şartı iletişim kurmaktır. Bir memeli olan insan, bir otla veya kayalarla iletişimi çok kolay kuramaz. Bu iletişimi ilk önce etoburlara karşı bir duygu –bu korku da olur, saygı da- besleyerek olur. Uzaktan muhteşem kayalıklarla çevrili bir dağa bakarken, o dağda leoparın, kurtların yaşadığını bilmek, sizin o dağa karşı hislerinizi çok değiştirir.

Leoparın bölge için önemi ne? Bu bölge yıllardır ölümle anılıyordu. Artık bu bitsin ve bu algının üstünü “Türkiye’nin güneydoğusunda leoparlar yaşıyor” algısı alsın.

Boş boş oturup halkın bu suçu işlemesini enlellemeye yönelik çalışmazsanız kendi kuyunuzu kazarsınız. Bir ceza kesilmesi durumu oluştuğunda zaten bir leoparınız ölmüştür. Bundan sonra ceza kesseniz n’olur, kesmeseniz n’olur? Öldürtmeyeceksiniz. Bu kadar basit.

– Bölgede kürkü için lepoar avcılığı yapıldığı doğru mu?

Böyle bir şey yok. Sadece leopar için değil, Türkiye’de kürk ticareti 1990’lı yıllarda bitti gibi bir şey oldu. Bugün bir leopar postunu alıp satmaya çalışmak büyük yürek ve iyi bir servet ister. Bir şey daha var: Bugün kamuoyunun bu leopar olayı ile ilgili tepkisine bakın. Eğer siz yarın bir leopar kürkü satmaya çalışırken yakalansanız sadece 50 bin TL ceza yemekle kalmazsanız. Tüm ülkeniz sizden nefret eder. Rezil olursunuz.

– Eğer yaşayan bir leopar popülasyonu varsa, bu hayvanları korumak için ne yapılmalı? Sadece cezaların yeterli olacağını düşünüyor musunuz?

Koruma çalışmalarından önce yapılması gereken çok şey var. İlk başta o popülasyonda kaç bireyin varlığını belirlemek gerekir. Bunun yöntemleri var ve bunun aynısını 2010 yılında Antalya’da bir vaşak popülasyonunda yapmıştım. Sayısını neden belirlemek gerekiyor? Çünkü sonraki yıllardaki değişimleri takip etmek zorundayız. Aynen hastanede yatan bir hastaya yapıldığı gibi leopar  popülasyonunuzun durumunu sürekli takip etmelisiniz azalma başladığında geç kalmadan önlem alın diye. Aynı dönemde bu popülasyonu ne faktörler tehdit ediyor bunu incelemelisiniz. Bugün bilgisizlik nedeniyle öldürülmeleri bir tehdittir. Bunun önlemi belli.

Ama bilgisizlik sadece halkta değil. Bazen köylerde bir türün korunması amacıyla asılmış öyle posterler görüyorum ki içimden o posteri çöpe atmak geliyor. Posterin tepesinde “onları sevelim, öldürmeyelim” gibi son derece klişe şeyler yazıyor. Bana ne yapacağımı söylemeden önce nedenini açıkla! Posterdeki fotoğrafın altına türün Latince ismini  yazan dernekler bile var. Sanki bilimsel yayın yapıyorlar ve okuyan halk sanki Latince biliyor. Bu Latince adı oraya yazmak kötü mü? Hem de çok. Çünkü posterler yerel halkın sizinle iletişim kurması, sizin söylediklerinizi kabul etmeleri için asılır. İnsanlar o postere bakarlar ve eğer okuyamadıkları Latince kelimeleri görünce “bunlar kim?” deyip arkalarını dönerler. Bu kadar. İşiniz biter. Yani bazı şeyleri o kadar düşünmeden ve ne yazık ki o kadar çok para harcayarak yapıyoruz ki…

Cezalar işe yarar mı? Bir insana ceza kestiğinizde iş bitmiyor. Birincisi o insan bu cezayı ödeyebilir mi buna bakmanız lazım. Alıp adamı içeri attınız. Bir aileyi yok edersiniz. Ve o dakika da bir köyü karşınıza alırsınız. İletişiminiz biter. Peki cezalar kesilmeyecek mi? Cezalar tembeller için. Boş boş oturup halkın bu suçu işlemesini enlellemeye yönelik çalışmazsanız kendi kuyunuzu kazarsınız. Bir ceza kesilmesi durumu oluştuğunda zaten bir leoparınız ölmüştür. Bundan sonra ceza kesseniz n’olur, kesmeseniz n’olur? Öldürtmeyeceksiniz. Bu kadar basit.

– Çok teşekkürler.

Röportaj: Ümit Şahin – Yeşil Gazete

More in Röportaj

You may also like

Comments

Comments are closed.