ManşetDoğa Mücadelesi

Diyarbakır’daki panelin ardından ekolojistlerin bildirgesi: Mücadelenin olmazsa olmazı barıştır

0
Fotoğraf: Mezopotamya Ajansı

22 Mayıs’ta Diyarbakır‘ın Sur ilçesinde düzenlenen Mezopotamya Ekoloji Hareketi ve Türkiye Mimarlar ve Mühendisler Odası Birliği (TMMOB) Diyarbakır İl Koordinasyonu Kurulu’nun “Yok etmeye karşı mücadele ve yeniden inşa yolları” isimli panelinin sonuç bildirgesi yayımlandı.

Mardin Ekoloji Derneği, Hasankeyf’i Yaşatma Girişimi,Yeşil Artvin Derneği, Munzur Özgür Aksın Meclisi, Ege Çevre ve Kültür Platformu‘nun yanı sıra, Türkiye’nin farklı kentlerinden gelen pek çok ekolojistin, Diyarbakır’datoplandığı etkinliğin ardından bildirgede, “topyekun mücadele” vurgusu yapıldı.

Bir ‘çoklu krizler çağına’ girildiği belirtilen bildirgede, “Kanserleşen kentler, antidemokratik uygulamalar, ırkçılık, kadına yönelik şiddet, yalnızlaşan insan toplulukları, gıdaya erişimin zorluğu, değişen ekosistemler, kaybolan canlı türleri ve iklim krizinin de gösterdiği üzere mevcut sistemlerin kriz ürettiği ve krizleri büyüterek ayakta kaldığını bilinmektedir” denildi.

“Nasıl dünyanın herhangi bir yerinde ortaya çıkan ekolojik tahribat bütün dünyayı etkiliyorsa, soluduğumuz nefes nasıl ki ortak ise, ekolojik bilince sahip kişi kurum ve aktivistlerin de krizler karşısında acilen ortak mücadelede birleşmesi oldukça hayatidir.”

Savaş karşıtı mücadele sürekli hale gelmeli

Mücadelenin devam ettiği Kazdağları, Munzur, Hasankeyf gibi pek çok bölgeden aktivistlerin aktivistlerin deneyimlerini paylaştığı ve doğa yıkımlarının politik arka planının konuşulduğu paneldeki tartışmalardan çıkan sonuçlar, bildirgede şöyle yer aldı:

Savaşlar, birçok canlı türlerinin türünün yok olmasına sebep olurken ekosistemdeki tüm canlılıları göç etmeye mecbur bıraktığından en büyük ekolojik ve toplumsal kırımlara yol açar. Bu sebeple ekoloji mücadelesinin olmazsa olmazı barıştır. Barış ve ekoloji meselesini tüm ekoloji kurumları kendi gündemlerine almalı ve topyekûn karşı çıkış sergilemeli. Savaş karşıtı mücadele sürekli hale gelmeli.

Doğa-kapitalizm çelişkisi, klasik çevreci mantığını aşan yeni mücadele arayışlarının gelişmesi gerektiğini bir kez daha göstermektedir. İnsan merkezli bakış açısı yerine canlı ve cansız bütün varlıkların biraradalığını sağlayacak bir mücadele arayışı geliştirmek gerekir.

Hayvanların, kadınların özgürlüğü

Ekolojik yıkımlar ve savaşlar sadece insanları değil hayvanları da olumsuz yönde etkilemektedir. Bizlere onların dili olmak gibi büyük bir sorumluluk düşmektedir. Bu nedenle ekolojik yıkımlar için mücadeleyle eşzamanlı olarak hayvanlar arasında hiçbir ayırım gözetmeden eşitlik baz alınarak hayvan hakları için mücadele edilmelidir.

Kentlerde yaşayan, AVM’lerde büyüyen, toprakla temas etmeyen ve yaşamdaki hayvanlardan uzak onları tanımayan ekofobik çocuklar yetiştirilmektedir. Çocukların hem doğaya temasının sağlanması hem de tarımsal üretimle tanışması amacıyla agroekoloji eğitim müfredatı oluşturulmalı. Resmi eğitim müfredatına eklenmesi için gerekli çalışmalar yapılmalı.

Ekoloji mücadelesi aynı zamanda kadın özgürlük mücadelesi olmaktadır. Bu nedenle kadının yaşamın tüm alanlarında, sesinin, renginin yansıtılması ve kadın üzerindeki tahakküm ilişkilerine karşı gerekli çalışmaların yürütülmesi gerekliliği vardır.

Sermaye sınıfı, kentlere göç eden insan emeğinin sömürüsü üzerinde kendini var etmektedir. İşçinin bedeni üzerinden ekolojik yıkım gerçekleşmektedir. Kentlerde ekolojik tahribat süreci ise asbeste maruz kalan işçilerin bedeniyle başlamaktadır. Gelinen aşamada önce bedenimiz sonra tüm yaşam alanlarımız sömürülmektedir. Kent ve emekçinin ekoloji mücadelesi birlikte yürütülmesi için çalışma başlatılmalı.

Gıda toplulukları oluşturulmalı

“Jose Marti’nin de dediği gibi ‘Kendi gıdasını üretemeyen bir halk köledir; en ufak bir özgürlüğe bile sahip olamazlar’ dolayısıyla küçük ölçekli bile olsa ekolojik tarım ilkesiyle üretim yapılmalı gıda yetiştirilip, gıda toplulukları oluşturulmalı.

Doğaya karşı işlenen suç uluslar arası bir suçtur. Doğaya karşı suçların ceza hukuku kapsamına alınması için mücadele edilmeli. Doğaya karşı işlenen suçlar soykırım suçu, savaş suçu olarak ele alınmalı, ekokırım olarak ifade edilmeli.

Sistemden olabildiğince arınmamız yaşam tarzımızı, alışkanlıklarımızı değiştirmemiz, çevremize yaymamız oldukça önemli. Çoğu alanda takas ve değişim kültürünü geliştirmeliyiz. Bağımlılık ilişkisini kırmalı yerel üreticilerden alışveriş yapmalı.  Gezegeni tehdit eden kirlilik karşısında karbon ayak izimizi azaltacağımız çalışmalar organize etmek, duyarlılığı toplumsallaştırmak da oldukça önemli.”

Halklar kimliksizleştirilmeye çalışılıyor

“Van Gürpınar’daki mermer ocağı, Zorê Vadisi ve Sarım Havzası HES projesi gibi birçok alanda yaşanan ve halkların doğal yaşam alanlarının kimi güvenlik amacıyla yapılan barajlarla, köy boşaltmalarla, orman yangınları ile yapılırken kimi zaman sermayenin kârına kâr katacağı maden ve taş ocaklarına kurban edilmektedir. Yerinden edilen Türkiye ve Kürdistan’da yaşayan halklar kişiliksizleştirmeye çalışılmaktadır.

İnsanlar devletten kendi yaşam alanlarını korumak için canını dişine takarak mücadele ediyor. Bu acımasız savaşa karşı durmalıyız. Tüm Türkiye’deki ekolojik tahribatlara eşit düzeyde tepki verilmiyor. Özellikle Kürt illerinde meydana gelen ekolojik tahribat görmezden gelinerek egemen ulus ezilen ulusun ekoloji mücadelesine karşı kör, sağır, dilsizi oynamaktadır.

Bilinçli bir yok etme politikasıyla Kürtlerin ortak değerlerine de saldırılar devam etmektedir. Devasa toplu mezar alanı olan ‘Newala Qesaba‘ olarak bilinen alanda şu an dubleks villalar kurulmak isteniyor. Değerlerimize topyekün saldırılmaktadır. Yapılan bu tür saldırılara ise her yerde eşit duyarlılıkla yer ve kimin yaşadığını bakılmaksızın gerekli refleks gösterilmeli.

Kürdistan’daki orman yangınına da Kaz Dağları’ndaki orman kıyımına da ortak tavır örgütlü mücadele yürütmek gerekmektedir. Ekolojik yıkım ve talan hepimizin meselesi haline gelmeli. Bu ve benzeri buluşmalar sık sık, farklı mekanlarda ve farklı periyotlarda gerçekleşmeli. Çok renk, çok ses olmalıyız. Her koşulda mücadele yürütülmeli, ortak politik hat belirlemeli, bir sonraki buluşmayı başka bir bölgede planlayabilmeliyiz.

Siyasi iktidar, yerli ve uluslar arası sermayeye tüm ülkeyi peşkeş çektiği gibi bu yerlerden en önemlileri olan Kazdağları, Bergama ve Cerattepe gibi binlerce canlı türünün yaşadığı alanları yaşanmaz kılmaktadır. Onlarca altın madeni ve taş ocağına doğal güzelliklerimiz, dağlarımız, ovalarımız topraklarımız peşkeş çekilmektedir.

Başta Hasankeyf olmak üzere tarihi ve doğal yaşam alanları üzerinde gerçekleşen göçler ve yarattıkları sosyal, ekonomik ve psikolojik tahribatlara yönelik gerekli karşı eylem planı oluşturulmalı.

 

More in Manşet

You may also like

Comments

Comments are closed.