İstanbul Anadolu yakasında, Kartal ile Sultanbeyli ilçeleri arasında uzanan Aydos Ormanı’nda 10.00 sularında gerçekleştirilen ve Millet Bahçesi projesi için yapıldığı iddia edilen çalışmaların ardından Aydoslular, ormana koştular.
Ormanda üç adet iş makinesi görüntülenirken orman içinde kazılar gerçekleştiği de kameralara yansıdı. Aydos Ormanı’nı geçtiğimiz aylarda ormandaki yıkıma karşı bir doğa mücadelesi ortaya koymak için hayata geçirilen Aydos Ormanı Savunması’ndan (AOS) vatandaşlar ormana giren kepçelerin önünde durarak olaya müdahale ettiler, kazıyı durdurdular. Orman içerisindeki göletin yanındaki bariyerlerin söküldüğü ve orman içinde ağaçlara yakın noktalarda kazılar yapıldığı görüldü.
AOS tarafından konuya ilişkin yapılan açıklamalarda “Canavarsınız, çünkü bu doğayı bitki örtüsünü rant uğruna yok ediyorsunuz. Doğa da tarihte bunun hesabını sorar. Aydos ormanını talan etmenize izin vermiyoruz. Yeter! Orman içindeki çalışmayı durdurduk” ifadeleri kullanılmıştı.
Aydos ormanında itirazlara rağmen "millet bahçesi" projesinde ısrar ediliyor. Orman içinde devam eden yıkım faaliyetlerine tepki gösteren doğa savunucuları makineleri durdurdu. #AydosaDokunmapic.twitter.com/7hfjhZi6AQ
— Yeryüzü Ekoloji Kolektifi (@YeryuzuEkolojii) June 9, 2022
Konuya ilişkin Yeşil Gazete‘ye konuşan Aydos Ormanı Savunması’ndan Gönül Gümüşoğlu Özer, olay yerine gelen polislere “Şantiye alanı belirtmeden usulsüzce çalışma yapılıyor. Durdurun bu çalışmayı. İnsanların geçtiği bir yer ve güvenli değil. Tehlike saçıyor, proje bile belli değil” dediğini aktardı ve bunun karşılığında aldıkları yanıtın “Eyleme müsade etmeyiz” şeklinde olduğunu aktardı.
— Aydos Ormanı Savunması (@AydosOrmani) June 9, 2022
Özer vatandaş olarak savunmalarını yaptıklarını ve protestolarına devam edeceklerini belirterek Aydos Ormanı’nı korumak için mücadelelerine devam edeceklerini bildirdi.
Halkların Demokratik Partisi (HDP) İstanbul milletvekili Ali Kenanoğlu, Enerji ve Tabii Kaynaklar Bakanlığı‘na verdiği soru önergesinde hidroelektrik santrallerinin (HES) kaçının faal durumda olduğunu ve kullanılmayan HES’lerin kapanma nedenini sordu.
HES’lerin akarsu yollarının değişmesi, yüzey sularının kuruması, canlı türlerinin yok olması gibi ekolojik zararlarına değinen Kenenoğlu, HES’lerin yenilenebilir enerji kapsamından çıkarılması ve güneş, dalga ve rüzgar enerjisi gibi alternatif enerji türlerinin güçlendirilmesi gerektiğini ifade etti.
HES’lerden üretilen elektrik üretimini ve hangilerinin ÇED sürecine dahil olarak inşa edildiğini de soran Kenanoğlu, “Ülkemizin her damla suyunu kurutacak olan HES odaklı tüm projelerden bir an önce vazgeçilmelidir” dedi.
Sular kuruyunca beton çöplüğüne dönüşüyor
2000’li yıların başında hızla gerekli kanunlar çıkarılarak, hidrolik enerjinin serbest piyasa kurallarına göre değerlendirilmesinin önünün açıldığını kaydeden Kenanoğlu, bu projelerin ‘yenilenebilr enerji’ kapsamına alınarak destek sunulmasının özel sektörü harekete geçirdiğini söyledi:
“HES projelerinin ağaçların kesilmesi, yüzey suyunun doğal akışının bozulmasna, etrafındaki canlı türlerinden kimisinin ölmesine sebep olduğu bilinmektedir. Barajlar dışında yapılan HES’lerin kurulduğu yerlerde akarsu ve doğal kaynak sularının yıllar içerisinde kuruması nedeniyle bu alanların beton çöplüğüne dönüştüğü izlenmektedir.”
Vakıf, dünyadaki deniz yataklarının yaklaşık %21’inin şimdiye kadar tam olarak haritalandırıldığını söyledi.Makalenin baş yazarı; Almanya’daki Alfred Wegener Enstitüsü Helmholtz Kutup ve Deniz Araştırmaları Merkezi‘nden kıdemli bilim insanı Boris Dorschel, Insider‘a “Harita, deniz tabanının şekli hakkında en doğru bilgiyi sağladığı için çok önemli” dedi: “Bu, dalgaların altında bildiğimiz karasal dünyanın görsel bir uzantısı. Artık birçok yerde kanyonları, kanalları ve dağları çok ayrıntılı olarak görebiliyoruz.”
Harita, batimetri adı verilen bir uygulama olan Antarktika çevresindeki sularda seyreden gemiler tarafından alınan ölçümlerin derlenmesiyle çizildi. Çalışmanın tamamlanmasıyla dünya okyanuslarının nasıl hareket ettiği hakkında daha fazla bilgi elde edilebilecek ve iklim değişikliği modellerini iyileştirebilecek önemli bilgiler sağlanabilecek.
Çünkü deniz tabanının şekli, okyanus suyunun karışma şeklini ve dolayısıyla sıcaklığını değiştiriyor ve dünya çapındaki sıcaklıkları etkiliyor.
BBC’ye göre daha iyi bir haritalama, deniz yaşamını koruma çabalarına da yardımcı olabilir . Balıklar ve diğer hayvanlar su altı dağlarının etrafında toplanma eğilimindedir, bu nedenle bunların nerede olduğunu bilmek, insanların korunacak doğru alanları bulmalarına yardımcı olabilir.
Proje lideri Dorschel, “Kişisel olarak harita üzerinde gezinmeyi ve manzaranın tadını çıkarmayı bırakamıyorum” dedi.
Manisa Celal Bayar (MCBÜ) ve Dokuz Eylül (DEÜ) üniversitelerinden akademisyenler, TÜBİTAK tarafından desteklenen “Ege Denizi’nin Makroflora Tür Çeşitliliği ve Ekolojik Durumu” başlıklı proje kapsamında su altı çalışmalarına başladı.
Saros Körfezi’nden Marmaris’e kadar olan bölgede dalış yaparak kıyıdan 40 metre derine kadar olan alanlardan örnekler toplayan dokuz kişilik ekip, türlerin fotoğrafları ile videolarını çekerek yoğunluğunu, yayılma alanını ölçümlüyor.
Ekip, Ege kıyılarında bu türler üzerindeki karasal baskının boyutu ile yabancı türlerin tespiti için de çalışma yürütecek.
Tekne çapaları büyük tehdit
Proje koordinatörü MCBÜ Fen Edebiyat Fakültesi Biyoloji Bölümü Hidrobiyoloji Anabilim Dalı Başkanı Prof. Dr. Ergün Taşkın, AA’ya deniz çayırları ve yosunlarının su altı dünyasının en zengin yaşam alanları olduğunu, karasal ortamdaki ağaçların üstlendiği işlevi denizde yerine getirdiğini ifade etti.
Karbondioksiti çekerek oksijen üreten deniz çayırlarının küresel iklim değişikliği sürecinde önemini bir kat daha artırdığına işaret eden Taşkın, bu türlerin deniz kirliliği, atıklar, balıkçılık faaliyetleri ve yat turizminden olumsuz etkilendiğini kaydetti.
Yat ve teknelerin demir attıkları sırada dipte sürüklenen çapaların çayırları tahrip ettiğini, turizmde de plajlarda tesisler açılmasının kıyı şeridine önemli hasarlar verebildiğini aktaran Taşkın, şöyle devam etti:
“Karbon emisyonunu azaltmada denizlerde en önemli bileşenlerden bir tanesi çayır ve yosunlar. Projede amacımız tür çeşitliliğini ortaya çıkarmak, bunun dışında da türlerin nerelerde yayılış gösterdiğini saptamak, bu alanları koruma altına almak için önerilerde bulunmak. Bu deniz çayırları ve makroalgler balıkçılığın en önemli kaynağını oluşturuyor çünkü birçok balık burada yumurtluyor, burada besleniyor, burada yaşamını sürdürüyor. O nedenle mutlaka korunması da gerekiyor diye düşünüyorum.”
Yabancı türlerin tespiti
Denizlerde en önemli sorun olan karasal baskının geldiği seviyeyi, evsel, endüstriyel ve şehirsel atıklar ile liman faaliyetlerinin bu türlere etkisini de ortaya koymayı öngördüklerini aktaran Taşkın, yapacakları sınıflandırmada kötü ve zayıf bölgeler için restorasyon projeleri hazırlanacağını dile getirdi.
Bilimsel veriler ışığında koruma önerileri sunacaklarını da aktaran Taşkın, yabancı türlerin tespiti konusunda önceki yıllarda yapılan çalışmaları güncelleme fırsatı bulacaklarını sözlerine ekledi.
Üç yıl sürmesi öngörülen projenin araştırma ekibinde MCBÜ’den Prof. Dr. Ersin Minareci, Doç. Dr. Orkide Minareci ile DEÜ Deniz Bilimleri ve Teknolojisi Enstitüsü’nden Öğretim Elemanı Dr. Barış Akçalı ile beş öğrenci yer alıyor.
Toplumsal cinsiyet eşitsizliğine karşı mücadele eden Yanındayız Derneği’nin düzenlediği ve siyasi, sanatsal ekonomik alanda her türlü cinsiyet eşitsizliğinin tartışıldığı “KadınErkekEşittirNokta” Konferansı, 6-7 Haziran tarihlerinde online olarak gerçekleşti.
Oyuncu Mert Fırat’ın sunuculuğunu yaptığı konferansta “Yeni teknolojiler ve Türkiye’de toplumsal cinsiyet eşitliği”, “Mekan bağımsız tetenek: Riskler ve fırsatlar”, “İklim krizi ve toplumsal cinsiyet eşitliği”, “Edebiyat ve toplumsal cinsiyet eşitliği” adı altında düzenlenen dört ana oturumun temel konusu 21. Yüzyılda Eşitlik oldu.
Konferansın açılış konuşmasını yapan UN Women Türkiye Direktörü Asya Varbanoba, kadınların karar alma mekanizmalarında daha fazla yer alması gerektiğini vurguladı ve Birleşmiş Milletlerin hazırlamış olduğu Women’s Empowerment Principles(Kadının Güçlenmesi Prensipleri) Uygulama Rehberi‘ni imzalayan şirketlere teşekkür etti:
“Dünya genelinde 6623, Türkiye’den 430 şirket, bu prensipleri kendi süreçlerine dahil etti. Türkiye, dünyada bu sözleşmeye destek veren ve en yüksek katılıma sahip ikinci ülke konumunda. Bu gelişme bize yarınlar için umut veriyor.”
Keşke sakalım olsa dediğim anlar çok oluyor
Ataerkinin hâkim olduğu toplumlarda erkek egemen sanat geleneği hala devam ediyor. Kadınlar birçokalanda olduğu gibi, sanat dünyasında da gelir eşitsizliğine uğruyor ve ekonomik kalkınmada zorluklar yaşıyor.
Online zirvenin son oturumunda yeni nesil sanat gündeme getirildi. Oyuncu Evren Bingöl ve Tülin Özen, Yazar Buket Uzuner ile birlikte “Sanat dünyasında daha çok kadının yer alması için ne yapılabilir? Kadınlar nasıl desteklenebilir? Sanatta kadının görünürlüğü nasıl sağlanabilir?” gibi konuları tartışmaya açtı.
Tülin Özen, provadan sahneye tüm süreçlerde bir kadın olarak sözünün dinlenmemesi ile ilgili sitem etti. “Keşke sakalım olsa dediğim anlar çok oluyor” diyen ünlü oyuncu, “Setlerde provanın ilk günü söylediğim bir şeyin, üç hafta sonra ya sen haklıymışsın denildiği durumlar çok oluyor. Evet sen haklıymışsın denmesini duymaktan, ben bunu demiştim demekten çok sıkıldım” dedi.
“MÖ 1274 tarihinde imzalanan tarihi en eski barış anlaşması Kadeş’te Hitit Kraliçesi Puduhepa’nın da mührü bulunduğunu hatırlatan Buket Uzuner de şöyle dedi:
Kadınlar yüzyıllar boyu edebiyatta, tıpta kısıtlandılar. Yıllar önce Cambridge’de kadınlar sadece ev ekonomisi bölümünde eğitim alabiliyorlardı ve üniversitenin çim alanlarında gezmeleri yasaktı. Yemekhanede erkekler desenli porselen tabakta yemek yerken, kız öğrencilere yemekler sade tabaklarda sunuluyordu.
Sanat alanında hala alınacak çok yol var. Yönetmen, oyun yazarı, casting firmaları ve yayın evleri sahipleri hep erkek. Festivallerde erkek jüriler ağırlıkta. Sinema eleştirmenlerinin çoğu erkek. Sözlüğümüzde “kadınsı duyarlılık” diye bir terim var ki akıl alır gibi değil. Oysa duyarlı insan vardır. Eşitlik sorunu kadın para kazanıp güçlenirse biter.”
Önce eşitlik, sonra ekonomik kalkınma
Yanındayız Derneği Kurucu Başkanı Nur Ger ise şu konuşmayı yaptı:
“Her ne kadar adım adım kazanımlarla ilerleyen eşitlik mücadelesi, ülkemizde artan muhafazakarlıktan ciddi bir şekilde etkilense de bu dönemin sonuna geldiğimize inanıyoruz.
Bir ülkenin gelişmişlik seviyesini anlamak için o ülkedeki kadının konumuna bakmak yeterlidir. Önce ekonomik olarak kalkınalım, eşitlik arkadan gelir diye düşündüğümüz için bir türlü “muasır medeniyetler seviyesine” erişemiyoruz. Ülkemizde önce eşitlik sonra kalkınma diyeceğimiz bir zihniyet dönüşümünü sağlamalıyız.”
Assos Antik Kenti ve Assos Antik Limanı’nda başlayan “kaya ıslahı” projesine karşı Kazdağı Doğal ve Kültürel Varlıkları Koruma Derneği ile Assos Dostları Grubu‘nun Kasım 2021’de açtığı davada, antik kent üzerinde yapılan işlem, hukuka uyarlılığının bulunmadığı belirtilerek iptal edildi.
Ancak çevre aktivistlerinin ve örgütlerin tüm çabaları, resmi başvuruları, suç duyuruları ve yürütmeyi durdurma kararına rağmen işleme devam edildi ve büyük bir doğa ve tarih katliamı yaşandı: Assos falezleri yok edildi, bölgeye arkeolojik sit yanı sıra “Doğal Sit alanı” olma özelliği kazandıran tüm değerler yok edildi.
Arkeolojik ve doğal sit alanında dozer, kepçe kamyon gibi ağır iş makinaları ile gerçekleştirilen faaliyetlerin yarattığı tahribat, davayı açan iki çevre örgütü tarafından tespit edilmişti. Sorumlularla ilgili ise şu bilgiler verildi:
Assos Antik Liman mevkiinde kaya düşmesi tehlikesini gidermek amacıyla Çanakkale İl Afet ve Acil Durum Müdürlüğü tarafından gerçekleştirilen bir ihale ile teknik rapor, önlem projesi ve uygulama projesinin hazırlattırıldığı,
Bu rapor ve uygulama projelerinin Çanakkale Kültür Varlıklarını Koruma Bölge Kurulu’nun 12.2020 tarih ve 6603 sayılı kararı ile uygun bulunduğu,
İnşaat ihalesinin bu konuda hiçbir uzmanlık alanı bulunmayan Ayvacık Kaymakamlığı Köylere Hizmet Götürme Birliği tarafından gerçekleştirildiği ve ihaleyi alan şirket tarafından işe başlanıldığı,
Bu süreçte Çanakkale Valiliği’nin bölgeyi “Afet Bölgesi” ilan ederek giriş ve çıkışları yasakladığı” görülmüştür.
Kazdağları Doğal ve Kültürel Varlıkları Koruma Derneği Yönetim Kurulu Başkanı Süheyla Doğan Ünal, bundan sonraki süreci şöyle anlattı:
“Bölgedeki ağır tahribatlar üzerine Derneğimiz ve Assos Dostları tarafından ilgili kurumlara başvurulmuş suç duyurularında bulunulmuş ve “Teknik rapor, önlem projesi ve uygulama projesinin uygun olduğuna dair” Çanakkale Kültür Varlıklarını Koruma Bölge Kurulu’nun 16.12.2020 tarih ve 6603 sayılı kararının iptali ve yürütmesinin durdurulması istemiyle dava açılmıştır.
Çanakkale 2. İdare Mahkemesi 2021/213 E. sayılı ve 17.02.2022 tarihli kararı ile yürütmenin durdurulmasına karar verilmiş, bu karar doğrultusunda faaliyetin durdurulması için Çanakkale Valiliği, Çanakkale Kültür Varlıklarını Koruma Bölge Kurulu ve Ayvacık Cumhuriyet Başsavcılığına gerekli idari başvurular yapılmıştır. Faaliyetlerin durdurulup durdurulmadığını yerinde incelemek amacıyla yaptığımız başvuru da kolluk tarafından reddedilmiş ve alana girişimiz engellenmiştir. Mahkemenin yürütmeyi durdurma kararı uygulanmamış, karara rağmen faaliyetler hız kesmeden devam etmiş ve mahkeme kararları uygulanmayarak suç işlenmiştir.
Çanakkale 2. İdare Mahkemesi, 24.05.2022 ve 2022/423 sayılı kararı ile dava açma gerekçelerimizi haklı bularak “Assos Antik Limanı Kaya Islahı Projesinin rapor ve uygulama projelerine uygunluk kararı” veren Çanakkale Kültür Varlıklarını Koruma Bölge Kurulu’nun 16.12.2020 tarih ve 6603 sayılı kararını iptal etmiştir. ”
Doğan Ünal’ın bahsettiği kararın gerekçesinde;
Kurulun onayladığı projenin kapsadığı alanın 1. Derece Arkeolojik Sit alanı olduğu,
Kültür Varlıklarını Koruma Yüksek Kurulu’nun 05.11.1999 tarih ve 658 sayılı ve 04.2016 tarih ve 562 sayılı ilke kararları uyarınca 1. Derece Arkeolojik Sit alanlarının korumaya yönelik bilimsel çalışmalar dışında aynen korunması gereken alanlar olduğu, bu alanlarda hiçbir yapılaşmaya izin verilmeyeceği ve bilimsel amaçlı kazılar dışında hiçbir kazı çalışmasının yapılamayacağı,
Bu yerlerde doğal afet yaşanması halinde ise yapılması zorunlu olan uygulamaların zemine en az müdahale edilecek şekilde, süresi belirlenerek ve Kültür ve Turizm Bakanlığı tarafından oluşturulacak bilim kurulu denetiminde zorunlu uygulamaların yapılması gerektiği,
İlke kararlarına aykırı bir şekilde yapılacak işin süresinin belirlenmediği, denetme görevi için Kültür ve Turizm Bakanlığınca bir bilim kurulu oluşturulmadığı,
Uygunluk kararında ilke kararlarına aykırı şekilde uygulamanın proje müellifi sorumluluğunda, Çanakkale İl Afet ve Acil Durum Müdürlüğü ile Müze Müdürlüğü denetiminde ve Assos Kazı Başkanlığı koordinasyonunda yapılmasına karar verildiği ve bunun ilke kararlarına aykırı olduğu
belirtildi.
Assos, artık eski Assos değil
Doğan Ünal, karardan dolayı sevinçli olduklarını, ancak adaletin geç tecelli ettiğine vurgu yaptı. Derneğin açıklamasında; Assos Antik Liman mevkiinde, ne yazık ki tüm çabalarımıza, resmi başvurularımıza, suç duyurularımıza, dava açıp yürütmeyi durdurma kararı almamıza rağmen büyük bir doğa ve tarih katliamı yaşanmış, Assos Falezleri yok edilmiştir, bir doğal peyzaj yok edilmiştir. Assos artık eski Assos değildir ve olmayacaktır. Bölgeye arkeolojik sit yanı sıra “Doğal Sit Alanı” olma özelliği kazandıran tüm değerler yok edilmiştir” denildi.
Antik kenti tahrip etmeden, ilke kararlarına uygun bir şekilde bilimsel yollarla, bir bilim kurulu denetiminde çalışılarak daha az müdahale ile sorunun çözülebileceğini, bölge halkı ve turizmcilerin de bu kadar uzun süre mağduriyet yaşamayacağı kaydedilen açıklamada şu ifadeler yer aldı:
Mağduriyetlerin tespiti ve sorumluların belirlenmesi talebi
“Assos Antik Limanı’nda yaratılmış olan mevcut durumun eskiye oranla güvenlik açısından uygun olup olmadığı konusunda endişelerimiz vardır.
Mahkeme kararı doğrultusunda, Kültür ve Turizm Bakanlığı tarafından, bu iş için gereken tüm meslek alanlarından konularında uzman bir Bilim Heyetinin oluşturulması, heyetin mevcut durumu incelemesi ve bundan sonra yapılabilecekler için teknik ve bilimsel bir yol haritası çizmesinin zorunlu olduğunu düşünmekteyiz.
Assos Antik Limanı’nda her türlü faaliyetin yasaklanması nedeniyle yöre halkı ve turizmciler büyük bir mağduriyet yaşamıştır. Bu mağduriyetin giderilmesi zorunludur. Derneğimiz tarafından Çanakkale Valiliği’ne başvurularak Bölgenin afet bölgesi ilan edilmesi nedeniyle yaşanan mağduriyetin afet fonları vb gibi kaynaklardan karşılanması talep edilmiş ancak herhangi bir sonuç alınamamıştır. Bu konudaki talebimizi yineliyoruz.
Bir bilim heyetinin teşkil edilerek, Assos Antik Limanı’nda can ve mal güvenliğinin sağlanıp sağlanmadığının tespitini ve bundan sonra yapılması gerekenlerin belirlenmesini, Bölgenin bu denli tahrip edilmesinde görev ihmali bulunanlar hakkında gerekli soruşturmanın yürütülmesi ve yöre halkı ve turizmcilerim mağduriyetlerinin giderilmesini talep ediyoruz.”
Temel hak ve özgürlükler kısıtlayıcı yasa tasarılarına karşı mücadele başlatan Kıbrıs Türk Gazeteciler Birliği, “Özgürlük senden büyük #Dokunma” eylemleri çerçevesinde bu sabah başbakanlık ışıkları önünde pankart açtı.
Sabah 07.00-08.00 saatlerinde pankart açan gazetecilere, trafikteki vatandaşlar, korna çalarak ve selamlayarak, destek verdi.
Yenidüzen Gazetesi‘nin aktardığına göre, Birlikten yapılan açıklamada, eylemlerin, “gündeme getirilen üç yasa tasarısının yarattığı tehlikeye karşı toplumsal duyarlılık ve bilinçlenme sağlamayı amaçladığı belirtilerek, eylemlere yarın da devam edileceği kaydedildi.
Eylemler devam edecek
Gazeteciler Birliği, salı akşamı üç yasaya karşı verilecek mücadelenin yol haritasını çizmek üzere üyelerinin, diğer basın örgütlerinin, hukukçuların ve bazı milletvekilleri ile siyasi parti temsilcilerinin katılımıyla toplantı düzenledi.
Birlik lokalinde yer alan toplantıda, oluşturulan eylem komitesinin aldığı karar uyarınca dün geceden itibaren eylemler başladı.
Birlik, “Ceza, Özel Hayatın ve Hayatın Gizli Alanının Korunması ve Müfsidane Yayınlar yasalarında yapılmak istenen değişikliklere, toplumdaki bireyler ve kurumların sosyal medya dahil her mecrada özgür düşüncesini dile getirmeyi engellemeye yönelik oldukları” gerekçesiyle karşı çıkıyor.
Üç yasa tasarısına karşı aktif eylemlerine başlayacağını duyuran Kıbrıs Türk Gazeteciler Birliği şu açıklamayı yapmıştı:
“Temel hak ve özgürlüklerimizi kısıtlayıcı yasa tasarılarına karşı mücadelemizi yükseltiyoruz.
Özgürlüklerimizi korumak için kenetleniyor ve hep birlikte ayağa kalkıyoruz.
Gazeteciliğe, düşünce özgürlüğüne, yargı bağımsızlığına DOKUNMA!
İfade özgürlüğüne darbe niteliğindeki yasalarda yapılacak değişiklikleri toptan reddediyoruz.
Meclis komitesi gündemine getirdiği Ceza (Değişiklik), Müsfidane Yayınlar (Değişiklik) ve Özel Hayat ve Hayatın Gizli Alanının Korunması (Değişiklik) Yasa tasarılarını reddediyoruz.
Yürürlükteki yasalarda özgürlüğümüzü kısıtlayan maddelerin kaldırılmasını talep ederken bunlara yenilerinin eklenmesine izin vermeyeceğiz.
Mücadelemizi bu akşamdan itibaren aktif şekilde başlatıyoruz. Kalemimizle, sözcüklerimizle, canlı yayınlarımızla ve aktif eylem planlarımızla bizler sokakta olmaya ve sadece bizler için değil tüm toplumun ifade özgürlüğü için mücadele etmeye devam edeceğiz.
Tüm gazetecileri, tüm aydınları, demokrasi, insan hakları ve çağdaş değerlere önem veren tüm toplum kesimlerini mücadelemize katılmaya çağırıyoruz.”
Araştırmaya göre; Türkiye genelinin yüzde 45’inin, 18-24 yaş arası gençlerin ise yüzde 57’sinin seçim vaatleriyle oyunun değişebileceği görülüyor. Gençlerin yüzde 67’si eğitimi düzelteceğine inandığı siyasetçi için oyunu değiştirebileceğini söylüyor.
Seçimin kaderi
“Seçimin kaderi eğitim vaatlerine mi bağlı” ana sorusu üzerinden çeşitlendirilen araştırmayla Türkiye siyasetinin polimetresi ortaya konulurken sürecin nasıl işlemesi gerektiğine dair çözüm önerileri de sunuldu.
Araştırma kapsamında siyasetin gözünden eğitimi anlayabilmek amacıyla 70 yıllık tarihsel bir süreçte eğitim vaatlerinin genel eğilimleri ortaya kondu.
Türkiye’de eğitime yönelik seçim vaatlerine bakıldığında dünya örneklerine kıyasla çok genel, popülist, yüzeysel ve belirsiz kaldığı görüldü. Siyasi partilerin yıllar içinde eğitim vaatlerinin değişmediği ve tekrar ettiği, Türkiye’de eğitim ihtiyacının değişmediği belirlendi.
Saha çalışmaları KONDA Araştırma ve Danışmanlık tarafından yapılan araştırma, Türkiye’deki seçmen nüfusunu temsil edecek üç bin kişiyle gerçekleşti. 2023 seçimlerinde oy kullanacak 18-24 yaş aralığındaki gençlerin oy verme davranışları ve eğitim vaatleri arasındaki etkileşime de mercek tutuldu.
Her iki gençten biri eğitim sistemine öncelik istiyor
Araştırma kapsamında “Siyasetçiler neye öncelik versin?” sorusuna verilen cevaplar içinde eğitim, ekonomiden sonra ilk sırada geliyor. 18-24 yaş aralığındaki her iki gençten biri eğitim sistemine öncelik verilmesini istiyor.
Seçmenin oy verirken tercihini nasıl yaptığına bakıldığında ise 18-24 yaş arasındaki her iki gençten biri yüzde 54) hiçbir siyasi partinin kendisini temsil etmediğini düşünen veya seçim döneminde siyasi parti çalışmalarına bakarak oy verenlerden oluşuyor.
Seçim vaatleriyle oyu değişebilenlerin oranı yüzde 45
Araştırma kapsamında seçmenin oyunun seçim vaatleriyle değişip değişmediği soruluyor.
Türkiye genelinin yüzde 45’inin seçim vaatleriyle oyu değişebilirken, 18-24 yaş aralığında bu oran yüzde 57 olarak görülüyor.
Araştırmaya göre; her seçim aynı partiye/lidere oy verdiğini belirtenlerin arasında bile seçim vaatlerine göre oy verdiği partiyi değiştirme potansiyeli olanlar bulunuyor. Oy değiştirme konusunda daha az esnek olan taraftar ve liderci seçmen gruplarında dahi her beş kişiden en az biri seçim vaatleriyle oyunun değişebileceğini ifade ediyor.
10 öğrenciden yedisinin tercihini seçim vaadi etkiliyor
Seçim vaatleriyle oy tercihini değiştirmeye en yakın grup ise öğrenciler. Her 10 öğrenciden yaklaşık yedisi oy tercihinin seçim vaatleriyle değişebileceğini ifade ediyor. Meslek gruplarına göre incelendiğinde ise beyaz yaka çalışanların yüzde 48’inin; işçi, esnaf ve çiftçinin yüzde 40’ının; emekçilerin yüzde 35’inin; ev kadınlarının yüzde 41’inin, işsizlerin ise yüzde 50’sinin seçim vaatlerine göre oyunun değişebileceği görülüyor.
Toplumun yüzde 56’sı eğitimi düzeltecek siyasetçi için oyunu değiştiriyor
Araştırmada cevap aranan bir diğer soru ise “Toplum eğitimi düzelteceğine inandığı siyasetçi için oyunu değiştirebilir mi?” oluyor.
Toplumun yüzde 56’sı, gençlerin ise yüzde 67’si eğitimi düzelteceğine inandığı siyasetçi için oyunu değiştirebileceğini söylüyor.
Eğitim sisteminin iyi olduğunu düşünenlerin oranı yüzde 17
Araştırma verilerine göre; toplumun yalnızca yüzde 17’si eğitim sisteminin iyi/çok iyi olduğunu düşünürken, toplumun yarısından fazlası ise eğitim siteminin kötü/çok kötü olduğunu, 18-24 yaş aralığındaki gençlerin yalnızca yüzde 7’si eğitim sisteminin iyi/çok iyi olduğunu, her 10 gençten en az 7’si ise eğitim sisteminin kötü/çok kötü olduğunu düşünüyor.
Katılımcıların yüzde 34’ü aldığı eğitimin kendisine bir şey katmadığını belirtirken, eğitimin kendi çocuğuna bir şey katmayacağını düşünenlerin oranı ise yüzde 16.
Araştırma kapsamında her 10 kişiden sekizi ancak eğitim seviyesi yükselirse Türkiye’nin güçlü bir ülke olacağını düşünürken, her üç kişiden ikisi para ve statü sahibi olmak için iyi bir eğitimin şart olduğunu ifade ediyor.
Gençlerin derdi: Eğitim içeriği
Araştırma verilerine göre toplumun yüzde 93’ü, gençlerin ise yüzde 94’ü mesleki eğitimin güçlendirilmesini çok önemli buluyor. Bu konularla ilgili verilen “mesleki eğitim güçlendirilecek”, “öğrenciler iş dünyasına hazırlanacak şekilde yetişecek”, “eleştirel düşünme, sorgulama ve problem çözme becerilerine sahip gençler yetiştirilecek”, “her öğrencinin teknoloji eğitimi alması sağlanacak” gibi vaatler toplumun ve gençlerin yüzde 90’ı tarafından çok önemli bulunuyor.
Türk Eğitim Derneği Genel Başkanı Selçuk Pehlivanoğlu, araştırmayla ilgili şunları dile getirdi:
Türk Eğitim Derneği Genel Başkanı Selçuk Pehlivanoğlu
“Seçimler, ülkelerin kaderini değiştirir. Seçimler, gelecek nesillerin dünyaya açılan kapısını etkiler. O nedenle siyasilerin en büyük yükümlülüğü, genç nesillere sunacakları vaatlerde gizlidir. Tam bu noktada Türkiye yeni bir seçim sürecine hızla yaklaşırken, biz de ömrünü genç nesle, çocuklarımızın nitelikli eğitimine adamış, 94 yıllık bir sivil toplum kuruluşu olarak sorumluluğumuzu yerine getirmek istedik.
Üç nesli aynı sandıkta buluşturacak seçim sürecinde, eğitim taahhütlerinin ne kadar etkili olacağını gözlemlemek amacıyla bu araştırmayı yapmayı bir ülke görevi bildik. Farklı seçmen profilleriyle gerçekleştirilen derinlemesine görüşmelerle seçmenlerin zihin haritalarını çıkardık. Ulaştığımız sonuç tartışma götürmez bir netlikteydi. Eğitim, siyasetin ezberlenmiş denklemlerini bozabilir.”
TEDMEM Koordinatörü Dr. Sabiha Sunar
TEDMEM Koordinatörü Dr. Sabiha Sunar, araştırmayı neden gerçekleştirdiklerini şu sözlerle ifade etti:
“Ülkenin bütün çocuklarının daha mutlu bir geleceğe kavuşması için araştırmaya ve üretmeye devam ediyoruz. Eğitimin, ülkenin öncelikli gündemi arasında yer bulabilmesi için bu kez yönümüzü siyasete çevirdik. Amacımız, toplumun gözünde eğitimi konumlandırmak, toplumun siyasetten eğitimle ilgili beklentilerini somutlaştırmak ve eğitimin toplum ile siyaset arasındaki ilişkide oynadığı rolü tanımlamak.”
Rusya‘nın açtığı savaş sonrası kuşatılan Ukrayna kenti Mariupol‘de mahsur kalan yüz binlerce sivilden biri Irina Petrova, tehlikelere rağmen bakımı altındaki hayvanları terk etmeyi reddetti ve 30’dan fazla köpeği ‘cehennemden’ kurtardı.
Savaştan önce Mariupol’de bir chihuahua köpek barınağının sahibi olan Petrova, “En önemli şey hayatta olmamız” diyor.
Şubat sonunda Rusya’nın Ukrayna’ya savaş ilan etmesinini ardından Mart ayında ablukaya alınan Mariupol’de siviller, haftalarca Rus kuvvetleri tarafından tamamen dış dünyadan izole edilmişti.
Sivillerin tahliyesi neredeyse aylar aldı ve bu süre zarfında yüzlerce kişi ağır bombardımanlarda hayatını kaybetti veya yemek, ısınma ve suyun olmadığı yokluk içinde sığınaklarda yaşam mücadelesi verdi.
Ukrayna’da devam eden savaşta Birleşmiş Milletler verilerine göre 4 binden fazla inan hayatını kaybetti. Başka ülkelere veya şehirlere göç etmek zorunda kalan pek çok kişi ise evcil hayvanlarını geride bırakmak zorunda kaldı; hayvanat bahçeleri ve barınaklar terk edildi.
Savaşın devam ettiği ülkede sınırlar boyunca dünya çapındaki hayvan hakları örgütleri, geride kalan ve savaştan dolayı ölümle burun buruna gelen hayvanları korumak için mücadele vermeye devam ediyor.
Euronews‘e konuşanPetrova, bir ay boyunca şehirde mahsur kaldığını ve bir süre sonra 40’tan fazla insanın paylaştığı bir sığınak haline gelen kızının evine taşındığını söylüyor.
“İnsanların kafası karışmıştı, ne yapacaklarını bilmiyorlardı. Önce elektrik ve aydınlatma gitti, sonra iletişim ve su, en son gazın gitmesiyle ilkel yaşam başladı.”
Petrova tüm bu süre zarfında barınağındaki köpekleri hayatta tutmayı başardı. Aşırı soğuklarda birkaç günde bir barınağa yanlarına gitmek için vurulmayı dahi göze aldı.
Haftalar sonra şehirden kaçan araba konvoylarına katılma şansı elde eden Petrova, köpekleri geride bırakmayı reddetti:
“Hemen köpeklere koştum. Bir büyük araba vardı, koltuklarını katladım ve olabilecek tüm boşluklara köpekleri yerleştirdim. Tek tek saydım çünkü birini unutmaktan çok korktum, iki köpeği daha kapıdan içeri attım ve… Bilinmeyene doğru yola çıktık.“
Mariupol’den bu şekilde ayrılan konvoy ise büyük bir risk aldı: Yollarda mayınlar vardı ve düzenli olarak ağır bombardımana maruz kaldılar.
Üç günlük yolculuğun ardından Irina ve köpekler, Ukrayna’nın kontrolündeki Zaporizhzhya kentine ulaştı. Petrova ise herkesi bu kadar şanslı olmadığını, arkalarındaki beş harabanın harap olduğunu söyledi.
Kasabaya varıp Ukraynalı askerleri görünce ağladıklarını belirten Petrova ve köpekleri, güvende olsa da başka bir şehirde evsiz kaldı.
Irina’nın bir arkadaşını Facebook‘ta bir paylaşım yapması üzerine yardım teklifleri yağdı ve şimdiye kadar, 30 köpeğin 10’u yeni yuvalarına kavuşturuldu. Petrova, paylaştıkalrı bu zor deneyimin ardından köpeklere veda etmekte zorlandığını anlatıyor:
“Her biri için sanki çocuğumu veriyormuşum gibi ağladım, neyse ki kimse duymadı .Kalbimin ağrıması ve ruhumun parçalanmış olması bir şey ama aynı zamanda bu acı çeken hayvanlara mutlu bir hayat vermeyi borçlu olduğumu anladım.”
Öte yandan hala 20 köpeğe bakan Petrova, kalacak bir yer bulmakta hala zorlanıyor.Kış geldiğinde sert soğukla baş etme olanağı olmayan yazlık bir evde kalan Petrova, acilen uygun bir yer aramaya devam ediyor.
Mariupol’daki evinin yıkıldığına inansa da bir gün geri dönme sözü veriyor:
“Hiçbir şeyim yok. Bütün sokağımız yandı. Dönecek bir yer yok ama yine de döneceğiz.”
Muğla’nın Menteşe ve Yatağan ilçeleri arasındaki Bayır Mahallesi’nde yapımı devam eden entegre çimento fabrikasının yol açtığı doğa kıyımı her geçen gün büyüyor. Tamamı ormanlık bir alanda, fabrikanın inşaat faaliyetleri son hızla devam ediyor.
Çimento fabrikasına karşı mücadele eden yöre köylüleri Bayır Beldesi yakınında bir zeytin bahçesine kurdukları direniş çadırı ile nöbet tutuyor. Fabrikanın inşaat çalışmalarını endişeli bir şekilde izleyen köylüler Menteşe Belediyesi başta olmak üzere yerel yönetimlerin ve muhalefet partilerini kendilerine destek olması, fabrikaya verilen ruhsatların ve onaylanan imar planlarını iptalini istiyor.
Yurttaşların yıllar süren doğa mücadelesi
Evrensel’den Özer Akdemir‘in aktardığına göre; yaklaşık 30 yıllık bir yılan hikayesi gibi gelişen çimento fabrikasının inşaat faaliyetleri Deştin Köyü yakınlarındaki “Tek Ağaç” mevkiinde devam ediyor. Yöre halkının çimento fabrikasına karşı geçen aylarda başlattığı nöbet de sürüyor. Bayır beldesine yaklaşık 500 m, çimento fabrikası yapılmak istenen alana ise 4-4.5 km uzaklıktaki bir zeytinlik içerisinde bulunan nöbet alanında yöre köylüleri ve MUÇEP Menteşe Meclisi üyeleri dönüşümlü nöbet tutuyorlar. Mücadelenin kamuoyuna anlatımı ve diri tutulması için başlatılan nöbet aynı zamanda gelişmelerin hızla değerlendirildiği bir direniş üssü durumunda.
Nöbet alanının bulunduğu zeytinliğin sahibi Bayır Beldesinden Bekir Kaymak çimento fabrikasına karşı mücadelelerini 30 yılı bulduğunu belirterek, “1993 yılında Bayır’da başka bir şirket çimento fabrikası kurmak için çalışmalara başladı. Biz de mücadeleye başladık. O zamanlar köylülerden arazilerini domuz çiftliği yapacağız diye topladılar. Daha sonra çimento fabrikası olduğu ortaya çıkınca o zamanki belediye başkanları ve halkın tamamı bu projeye karşı dik durarak geçit vermedik. Tütüncülük o zamanlar çok önemli bir geçim kaynağı olduğu için halk komple bu işe karşı çıktı” dedi. Buna rağmen şirketin girişimlerini sürdürdüğünü aktaran Kaymak, “O dönem ben belediye meclis üyesiydim. Bana önce rüşvet teklif ettiler, ben kabul etmeyince resmen ölümle tehdit edildim” şeklinde konuştu.
‘Koltuk bunları değiştirdi’
O zamanlar çimento fabrikasına karşı çıkanların ilerleyen yıllarda belediye başkanlığına seçildikten sonra “Gizli ÇED” raporuna imza attıklarını ve fabrikanın ruhsatını onayladıklarını ileri süren Kaymak, “Koltuk bunları değiştirdi. Fabrikanın imar onayını Bayır Belediye Başkanı Sayın Alkan, 2010-2014 arasında yalpan gizli ÇED’i de CHP’li Belediye Başkanı Cumhur Çoban yaptı” dedi. Çimento fabrikasının yöredeki 12 köyü doğrudan etkileyeceğini belirten Kaymak, “Tarım ve sağlık açısından çok büyük sorunlar yaşayacağız. Buna engel olmak için elimizden ne geliyorsa yapmaya kararlıyız” ifadelerini kullandı.
‘Ben dilim döndüğünce anlatıyorum herkese ama Bayır halkı hala uyuyor’
Bekir Kaymak’ın eşi Gülhanım Kaymak zeytinlere ve diğer meyve ağaçlarına yıllardır çocuk gibi baktığını belirterek, “Çimentonun tozu üzerlerine gelirse bunlarda verim olmaz. Deştin köyünden pazara kadınlar otundan, meyvesine, balına kadar her şeyi getiriyorlar. Onlar da olmaz. Arıcılık, göbek mantarları tamamen yok olur. İki tane barajın arasında çimento fabrikasına nasıl izin verilir anlamıyorum. 7750 dönümlük yer vermişler fabrikaya. Ben dilim döndüğünce anlatıyorum herkese ama Bayır halkı hala uyuyor!” dedi.
‘Buradaki mücadele sadece doğaya dair bir mücadele değil’
MUÇEP Menteşe Meclisi ve Deştin Çevre Platformu sözcülerinden Haluk Özsoy, 30 yıldır devam eden mücadelenin son 5-6 aydır tekrar hızlandığını belirterek, “Yaklaşık 8 bin dönüme yakın bir alandan bahsediyoruz. Endemik bitki türlerinden, bir sürü canlının yaşadığı iki vadi arasında, tamamı ormanlık bir alan burası. Buradaki mücadele sadece doğaya dair bir mücadele değil, 12 köyün insanının yaşamını da tehdit eden bir duruma karşı mücadele. Buradaki köyüler bu alanlar bir olmuş durumda. Onları buradan başka yere taşıyamazsınız, ölürler. Faaliyet sırasında kireçtaşı çıkarmak için yapılan patlatmalar, günde 2000 ton kömür yakılacağı dile getiriliyor bunun etkisi ve kömürü taşımak için gelecek yüzlerce kamyon ve daha sayabileceğimiz onlarca sorunun kaynağı olacak bu fabrika. Fabrikanın kurulacağı alan o köylerin kalbinin attığı yer. Şirket çok hızla bitirmeye çalışıyor fabrikayı. Köyüler bunu ölüm projesi olarak niteliyorlar. Hayatları pahasına burada nöbet tutuyorlar. Köylüler buna izin verdiklerinde burada yaşayamayacaklarını biliyorlar” dedi.
MUÇEP Muğla Meclisi üyelerinden Mustafa Tuncaelli fabrikanın 30 yıllık bir geçmişi olsa da son sürecin 2004-2005 yılı itibariyle başladığını aktardı. Fabrika ile ilgili gelişen yılan hikayesine dönen hukuki süreci anlatan Tuncaelli, Muğla yerel yönetimlerinin fabrikanın kurulması sürecine karşı ellerindeki yetkileri halktan değil şirketten yana kullandıkları görüşünde.
Tuncaelli, geçen günlerde CHP Genel Başkanı Kemal Kılıçdaroğlu ile Ankara’da görüştüklerini, CHP Doğa Haklarından Sorumlu Genel Başkan Yardımcısı Ali Öztunç’un da yöreye geldiğini belirterek, “Şu an görünen manzara Kılıçdaroğlu ve Ali Öztunç bir hafta 10 gün içinde bu sorun çözülecek dediler. Bizler Büyükşehir Belediye başkanından Menteşe Belediye başkanının çimentocu şirkete verdiği yapı ruhsatının iptalini konusunda bizlere destek olmasını bekliyoruz” dedi.
‘Sonuna kadar direneceğiz’
Çimento fabrikasının yapıldığı alana birkaç km uzaklıkta olan Alaşar köylüleri ise muhtarlarından dert yandılar. 70 yaşındaki Fatma Türkmen,“Biz burada doğduk burada öleceğiz. Köyün muhtarı izin vermese bu iş olmazdı. Suyumuzu verdi, arazilerimizi sattı. Biz burada sonuna kadar direneceğiz” dedi.
‘Derdimizi anlatmak için her yolu denedik’
Köyün genç kadınlarından Semiye Tutmaz ise yaşananları “Derdimizi anlatmak için her türlü yolu denedik. Ancak birilerinin sesimizi duyulmasını engellendiğini düşünüyorum. Burası bölge açısından çok önemli bir yer. Orada saatlerce harmanın döndüğünü, tütünün, buğdayın buralarda ekilip işlendiğini anlatıyor babam. Bir ağacın büyümesi kolay mı? On binlerce ağaç kesilecek çimento fabrikası için. Köyümüzün üstüne kadar geliyor şirketin ruhsat alanı. Buraya kadar gelirse bizim burada yaşamımız yok olacak. Burası tamamen verimsizleşecek. Oysa burada her türlü meyve yetişiyor.Termik santral gibi bir sorunumuz varken şimdi ikisinin arasında kalacağız. Üç üniversite bitirdim ama şimdi burada orman işçiliği ve tarımla geçimimizi çıkarmaya çalışıyorum” ifadeleriyle anlattı.