Ana Sayfa Blog Sayfa 850

Konya Şehir Hastanesi’nde silahlı saldırıya uğrayan doktor hayatını kaybetti

Konya Şehir Hastanesi‘nde bugün öğleden sonra bir poliklinikte tedavi gören M.A, kardiyolog doktor Ekrem Karakaya‘yı silahla vurduktan sonra aynı silahla intihar etti.

Durumu ağır olan Karakaya ameliyata alındı fakat müdahelelere rağmen kurtarılamadı.

Saldırganın Yunak İlçe Devlet Hastanesi‘nde güvenlik görevlisi olarak çalıştığı öğrenildi. Konya Valisi Vahdettin Özkan ve İl Sağlık Müdürü Mehmet Koç, hastaneye gitti.

Hastane çalışanları protesto için iş bıraktı

Konya Şehir Hastanesi çalışanları, meslektaşlarının ölümü üzerine “Doktora uzanan eller kırılsın” sloganı atarak iş bıraktı, poliklinik muayenelerini durdurdu.

Türk Tabipler Birliği (TTB) taziye mesajında, “Tüm uyarılarımıza rağmen şiddet ortamına dur diyecek, şiddeti engelleyecek önlemleri almayan sorumluları da affetmeyeceğiz!” mesajını paylaştı.

Köyüne HES yaptırmak istemeyen Fındıklılara ‘jandarmaya direnme’ davası

Haber: Sıla ERTAŞ

*

Rize Fındıklı’da Meyvalı Köyü‘ndeki Pisxala Deresi üzerine yapılmak istenen HES için ölçüm yapılmasını engelleyen köylüler, aylardır açılan kamu  davalarıyla uğraşıyor.

Geçen eylül ayında, bölge halkının mücadelesiyle doğal sit alanı ilan edilen ve HES yapılamayan tek vadi olan Arılı Vadisi‘ndeki dere için debi ölçümü yapmaya gelen sivil giyimli kişileri köy halkı engellemişti. Kim oldukları bilinmeyen kişilerin daha sonra DSİ’den geldiği açıklandı, ancak köy halkı, söz konusu kişilerin adını vermedikleri bir şirket görevlisi olduklarını söylediklerini ve bu kişilerin kendilerini tehdit ettiğini aktardı.

İlk girişimin ardından köyü terk eden kişiler, yaz başında tekrar Meyvalı’ya gelerek ölçüm yapmak istediyse de köy halkının engellemesiyle yine çalışma yapılamadı.

Yaşanan tartışma üzerine köye gelen Jandarma, koruma altında ölçüm yapmak isteyen kişileri kent merkezine götürdü. Köylüyü tehdit eden kişileri polise teslim etmek isteyen halk ve bu kişileri vermek istemeyen jandarma arasında yaşanan kargaşada, köylüler darpla suçlanarak dört kişi gözaltına alındı.

Dava sürecinde şirket çalışanlarıyla köylüler arasında uzlaşma sağlandı ve  dava düştü.  Ancak görevli olmadığı bir alanda şirket çalışanlarını koruyan jandarma darp iddiasıyla yaptığı suç duyurusunu sürdürdüğü için köylülerden Avni Ertaş, Behçet Ertaş ve Hüseyin Acar, bugün yeniden Pazar Adliyesi 1. Sulh Ceza Mahkemesi’nde hakim karşısına çıkarıldı.

Avni Ertaş, duruşmanın ardından davanın insana ve insanlığın bütün iyi ve güzel gelişimine yönelik bir saldırı olduğunu söyledi. Son bir kaç yıldır sürekli rahatsız edildiklerini anlatan Ertaş, kendilerine destek verilmesini ve her akan suyun üzerine HES yapma sevdasından vaz geçilmesini istedi. “Vatandaş yalnız değil” diyen Ertaş, “Asıl onuru zedelenen bizleriz” diye konuştu.

Behçet Ertaş, yıllardır yaşam alanlarını koruma mücadelesi verdiklerini hatırlattı, Hüseyin Acar da davalarının suyun, kurdun, kuşun, insanın ve insanlığın davası olduğuna vurgu yaptı: “Biz kendimizi değil, yaşamımızı, yaşam alanlarımızı savunuyoruz.”

Davalılar, sunulan kayıtlar ve iki kişinin tanıklığıyla halkın lehine kanıtlanan suçlamanın düşürülmesini ve şirket çalışanlarının da tanık olarak dinlenmesini talep etti.

Vadideki mücadele 20 yıldır sürüyor

Arılı Vadisi’nde 24 ayrı HES projelendirilmiş durumda. Yöre halkının başvurusu üzerine Trabzon Kültür ve Tabiat Varlıklarını Koruma Bölge Kurulu, 2000’de vadiyi ‘Doğal sit’ alanı ilan etmişti.

Bölgede HES inşa etmek isteyen Zeki Enerji şirketi, proje önünde engel olan vadinin ‘Doğal sit’ alanı özelliğinin kaldırılması için Rize İdare Mahkemesi’ne dava açmış, ancak dava reddedilmişti.

Çevre ve Şehircilik Bakanlığı Tabiat Varlıklarını Koruma Genel Müdürlüğü‘nden bir heyet ise 2018’de bölgeye giderek  ‘Potansiyel Doğal sit alanlarının ekolojik temelli bilimsel araştırma projesi’ kapsamında inceleme yapmak istedi Heyetin yapacağı inceleme ile vadinin ‘Doğal sit’ özelliğinin kaldırıp, HES projelerinin önünün açılacağını öne süren vatandaşlar, yine heyetin önünü kesmişti.

İddianamede ne var?

Kamu davası olarak açılan son davada savcı, debi ölçümü yapmak isteyen kişilerin Devlet Su İşleri personeli olduğunu belirtiyor. Ancak köylülerin ifadesi, gelen kişilerin DSİ personeli değil, özel bir şirket elemanı oldukları yönünde.

İddianamede, şüphelilerin görevi başındaki memura direnmek ve darp etmek suçlarından “Cebir suretiyle görevi yaptırmamak için direnme” ve alenen hakaret suçlarından cezalandırılmasını talep ediliyor.

Savcının talepleri arasında köylülerin TCK 53’üncü maddeye göre belli hakları kullanmaktan yoksun bırakılması da isteniyor. Belli hakları kullanmaktan yoksun bırakılma, işlemiş olduğu suç nedeniyle toplumla güvene dayalı ilişkisi zedelenen kişinin belli bir süreyle, sürücü belgesinin geri alınması, bir meslek veya sanatın belli bir süre yerine getirilmesinin yasaklanması gibi  bazı hakları kullanmasının yasaklanması anlamına geliyor.

Davanın bir sonraki duruşması, şirket çalışanlarının tanıklığı talebiyle 12 Ekim tarihine ertelendi.

AB Parlamentosu’nda itirazlar yetmedi: Doğal gaz ve nükleer ‘sürdürülebilir’ olarak sınıflandırıldı

Avrupa Parlamentosu, nükleer ve gazın ‘çevresel açıdan sürdürülebilir ekonomik faaliyetler’ olarak taksonomiye dahil edilmesine karşı çıkan önergeyi reddetti.

Avrupa Komisyonu‘nun gaz ve nükleeri sürdürülebilir enerji kaynakları olarak etiketlemeye yönelik teklifi tartışmaya yaratmış, Avrupa Parlamentosu’nun Ekonomi ve Mali İşler (ECON) ve Çevre (ENVI) Komitelerindeki milletvekilleri, doğal gaz ve nükleerin AB Taksonomisi’nde yer almasını veto etmişti.

‣ AP komiteleri, ‘AB taksonomisi’ndeki gaz ve nükleeri veto etti

Lüksemburg, İspanya, Avusturya ve Danimarka‘dan oluşan daha küçük bir grup, teklife şiddetle karşı çıkmış, gaza büyük ölçüde bağımlı olan Almanya da nükleerin sürdürülebilir olarak dahil edilmesine itiraz etmişti.

Bu itiraz iklim aktivistleri tarafından sevinçle karşılanmış ancak bu oyu veren milletvekillerini, hem gazın hem de nükleerin AB taksonomisine dahil edilmesini destekleyen Fransa liderliğindeki üye devletlerin çoğuyla karşı karşıya getirmişti.

Fakat teklifin kesin olarak rafa kalkması için bugüne bırakılan genel kurul oylamasında 705 milletvekilinin 353’ünün ret oyu gerekiyordu.

Oylamada ise 278 karşı oyla bu çoğunluk sağlanamadı. Sonuç olarak, doğal gaz ve nükleer enerji taksonomiye dahil edildi.

Böylece  milletvekilleri, doğal gaz ve nükleer enerjinin ‘yeşil yatırımlar’ olarak etiketlenmesine izin vererek, yatırımcıların potansiyel olarak milyarlarca avroluk finansmanının önündeki son büyük engeli kaldırmış oldu.

Üye devletlerin itirazın engellenmesi, artık düzenlemenin 2023’ün başında yürürlüğe gireceği anlamına geliyor.

Yapılan açıklamada, “Komisyon, yeşil geçişte gaz ve nükleer faaliyetlerde özel yatırımın rolü olduğuna inandığından, belirli fosil gaz ve nükleer enerji faaliyetlerinin iklim değişikliğinin hafifletilmesine katkıda bulunan geçiş faaliyetleri olarak sınıflandırılmasını önermiştir. Bu belirli gaz ve nükleer faaliyetlerin dahil edilmesi, zamanla sınırlıdır ve belirli koşullara ve şeffaflık gereksinimlerine bağlıdır” denildi.

Avrupa Yeşilleri ve pek çok aktivist kararın ‘yeşil yıkama olduğunu söyleyerek tepki gösterdi:  “Bu enerji güvenliği için bir tehdit oluşturur ve temiz enerji geçişini sekteye uğratacaktır.”

Fosil ittifakı yeşil yıkama konusunda başarılı oldu

Yeşiller, yayımladıkları açıklamada şunları söyledi:

“Ne gaz ne de nükleer sürdürülebilir değildir. Bu, AB’nin yeşil yatırım etiketinin güvenilirliğini baltalıyor. Sürdürülebilir olmayan, kirli enerjiyi içeren sürdürülebilir bir sınıflandırma, yüzde yüz yenilenebilir bir gelecek için kullanılacak fonları yanlış yönlendirecek ve Rusya‘dan ithal yakıta  bağımlılığımızı derinleştirecektir.”

Avrupa Yeşiller Partisi Eş Başkanı ve Avrupa Parlamentosu Üyesi Thomas Waitz şunları söyledi:

“Bu, AB’nin yeşil yatırımları etiketleme konusundaki liderliği için feci bir kayıp. Fosil gazı ve nükleeri temiz yenilenebilir kaynaklarla aynı kategoriye koymak, tam manada klasik bir yeşil yıkama örneğidir.EPP ve Renew’in çoğunluğu güvenli geleceğimiz pahasına kendi çıkarları için uğraşan nükleer ve fosil yakıt lobicilerinin ittifakına boyun eğdi. 

Fosil ittifakı bilime ve açıkça sağduyuya karşı sert şekilde savaştı. Bu yeşil yıkama, Rus yakıtlarına olan bağımlılığımızı derinleştirmekten ve bizi iklim kaosuna daha da kilitlemekten başka bir işe yaramaz. Yeşiller olarak sivil toplum ve aktivistlerle birlikte bu engeli  aşmak için çok mücadele edeceğiz. Temiz, sürdürülebilir bir gelecek için verilen mücadele bitmedi.”

Vekiller ve sivil toplum itiraz edecek

Öneriye, Avrupa Parlamentosu’na üye neredeyse tüm siyasi gruplardan güçlü bir muhalefet geldi. Bir grup milletvekili, kararın “birincil mevzuata aykırı olduğu” gerekçesiyle doğal gazın AB Taksonomisine dahil edilmesine karşı mücadeleyi yargıda sürdürmeye hazırlanıyor. Avusturya ve Lüksemburg  daha önce kararı mahkemeye götürme niyetlerini açıklamıştı. Greenpeace de hukuka başvuracak.

Düşünce kuruluşu E3G‘ye göre, gazın AB taksonomisine dahil edilmesi “AB’nin genel politikaları ile çelişiyor”.

AB, tahsis edilen 300 milyar Euro’luk kaynağın 290 milyarını yenilenebilir enerjiye ve enerji verimliliğine, geri kalan 10 milyar Euro’yu ise bir geçiş yakıtı olarak doğal gaza yatıracak olan 2030 yılına kadar Rusya’dan tüm enerji ithalatını sona erdirecek REPowerEU planı da dahil olmak üzere, daha uzun vadeli enerji bağımsızlığı planları hazırlıyor. Sadece bir hafta önce AB, Fit for 55 paketini (AB’nin 2030 yılına kadar %55 sera gazı emisyonu azaltım hedefine ulaşmasını sağlamak için tasarlanan yasama paketini) uygulamaya koymak için, 2035 yılına kadar fosil yakıtlı otomobillerin yasaklanmasını ve 2030 yılına kadar küresel ısınmaya neden olan emisyonları azaltmak için diğer önlemleri de içeren bir yeşil politika paketini onaylamıştı.

AB Taksonomisi, şimdi, ilk hedefi olan finansal sistemde yeşil badanayı önlemek amacının gerisinde kalıyor. Uzmanlara göre, yatırımcılar, şirketler ve tüketiciler artık ihtiyaç duydukları bilime dayalı netliği ve güvenilirliği başka yerlerde arayacaklar.

Konuyla ilgili değerlendirme yapan uzmanların görüşleri şöyle:

Christophe Hansen (Avrupa Halk Partisi Milletvekili):  Avrupa Parlamentosu’nun bugün uzun vadede kör kalacak olması anlaşılmaz. Doğal gaz ve nükleer sürdürülebilir değil ve şimdi Taksonomiyi geçersiz kılacak”.

Thomas Richter: (Alman Yatırım Fonları Derneği CEO’su): Nükleer enerji ve doğal gazın taksonomiye uygunluğu sadece siyasi olarak değil, aynı zamanda bilimsel olarak da tartışmalı olduğu için, Parlamento’nun bu faaliyetlerin sınıflandırmaya dahil edilmesine karşı karar vermesini tercih ederdik”.

 Johannes Schroeten: (E3G Sürdürülebilir Finans Politika Danışmanı): Bu karar, Avrupa Birliği’nin Fit for 55 paketi ve RePowerEU ile gittiği yön ile açıkça çelişiyor. Avrupa, mevcut jeopolitik zorluklarla mücadele etmeyi desteklemek veya iklim değişikliğine karşı dönüşümü hızlandırmak için, AB içerisinde veya uluslararası, hiçbir şey yapmıyor. Avrupa Parlamentosu’nda Komisyonun önerisine çok güçlü bir muhalefet görmek yine de cesaret verici. Uluslararası alanda AB şu anda Çin, Bangladeş, Güney Afrika, Kolombiya ve hatta Rusya tarafından geride bırakılmış durumda ve hepsi planlı sınıflandırmalarında doğal gazı tamamen veya kısmen dışarıda tutuyor. Gaz, ne yatırımcılar ne de iklim için güvenli bir yatırım değil.”

AB Taksonomisi nedir?

AB Taksonomisi esasen, yatırım yapılabilecek çevresel açıdan sürdürülebilir ekonomik faaliyetlerin bir listesini oluşturan; özel ve kamu yatırımcılarının iklim bilincine sahip yatırımlar hakkında bilinçli seçimler yapmasına yardımcı olmayı hedefleyen bir katalogdur.

Avrupa Yeşil Mutabakatı‘nın temel aracı olan  taksonomi (sınıflandırma), çevresel açıdan sürdürülebilir ekonomik faaliyetleri belirleyen bir sınıflandırma sistemi oluşturuyor.

Bunun temel amacı, yeşil aklamayı önlemek ve yatırımcıların çevre ve iklim hedeflerimiz doğrultusunda ekonomik faaliyetleri belirlemelerine yardımcı olmak. Bu anlamda etkisinin Avrupa sınırlarının da dışına çıkması bekleniyor.

Başka bir deyişle, Taksonomi, neyin “yeşil” olarak kabul edilebileceğini ve neyin olamayacağını açıklayan bir mekanizma.

‣ AB’den ‘yeşil yıkama’yla mücadele için hamle

Bu kapsamda faaliyetlerin altı çevresel hedefe yönelik etkisi performans kriterlerine dayandırılarak değerlendiriliyor: İklim değişikliğini hafifletme; iklim değişikliğine uyum; su ve deniz kaynaklarının sürdürülebilir kullanımı ve korunması; döngüsel ekonomiye geçiş, suyu koruma ve geri dönüşüm; kirliliğin önlenmesi ve kontrolü.

Taksonomide halihazırda yeşil olarak etiketlenen sektörler arasında güneş enerjisi, jeotermal, hidrojen, rüzgar enerjisi, hidroelektrik ve biyoenerji yer alıyor.

Komisyon bunların ardından AB’yi kömürden uzaklaştırmak ve 2050 yılına kadar iklim nötrlüğünü sağlamak gerekçesiyle, ‘geçici bir köprü olarak kullanılabileceğini’ öne sürerek gaz ve nükleeri de listeye eklemeyi önermişti.

 

Finlandiya’nın ucuz ve yeşil enerji sorununu kum bataryaları çözebilir mi?

Finlandiyalı araştırmacılar, yeşil enerjiyi aylarca muhafaza edebilen, dünyanın ilk “kum pilini” geliştirdi. Uzmanlar, bunun yeşil enerjinin yıl boyunca kullanılması sorununa çözüm getirebileceğini umuyor. 

BBC‘den Matt McGrath‘in aktardığına göre, düşük yoğunluklu kum kullanılan cihaz, güneş ve rüzgardan elde edilen enerjiyle şarj oluyor. Kum ısıyı yaklaşık 500 derecede muhafaza ediyor ve bunun enerjinin pahalı olduğu kışın evleri ısıtmak için kullanılabileceği söyleniyor.

Finlandiya gazının çoğunu Rusya‘dan alıyordu. Ukrayna’daki savaşla birlikte gaz tedarikinin aksaması, ülkenin NATO’ya katılmasının ardından da Rusya’nın gaz ve elektrik satışını durdurması nedeniyle ülke, yeşil enerjiye daha fazla yoğunlaşmaya başladı.

Finlandiya’nın batısındaki bir santralde devreye sokulan kum bataryalarının hükümetin ve halkın ucuz ve sürekli enerjiye ulaşma endişelerini gidermesi bekleniyor.

Kum pili

Kum pili, Vatajankoski elektrik santralinin bir bölümünde kuruldu. Bölgedeki evler bu santralden ısıtılıyor. Düşük maliyetli elektrik, kumu 500 dereceye kadar ısıtıyor. Sıcak hava ısı dönüştürücü yardımıyla kumda sirküle ediliyor.

Güneş ve rüzgar enerjisini uzun süreli depolayabilecek

Kum, ısının depolanmasına çok elverişli ve çok az ısı kaybına yol açıyor. Cihazın geliştiricileri, kumun aylarca 500 derecede kalabileceğini söylüyor.

Enerjinin daha pahalı olduğu zamanda batarya sıcak havayı bölgenin su ısıtma sistemine veriyor. Sıcak hava suyu ısıtıyor. Sonra bu su çevredeki evlere, iş yerlerine ve hatta yüzme havuzlarına pompalanıyor.

Cihazda 100 ton kadar kum kullanıyor. Basit görüntüsüne rağmen bu sistem güneş santralleri ve rüzgar tirbünlerinden elde edilen enerjinin en fazla ihtiyaç duyulduğu anda kullanılmak üzere depolanması için uygun maliyetli bir çözüm olarak ortaya çıkıyor.

Halihazırda bataryaların çoğunda lityum kullanılması nedeniyle hem pahalı hem de karbon izleri çok fazla. Kankaanpaa kasabasında bir grup genç mühendisin ürettiği ve ilk ticari montajı tamamlanan kum pillerinin ise depolama sorununu düşük maliyetli ve düşük etkili biçimde çözebileceği düşünülüyor. 

Güney Kore’de 20 haftalık fetüsten devlete dava: Karbon salımını azaltın

 

Güney Kore’de, aralarında 20 haftalık bir fetüsün de bulunduğu bir grup, karbon salımını azaltmak için yeterli çaba sarfetmediğini belirttikleri devlete, gelecek kuşakların haklarını gasp ettiği gerekçesiyle dava açtı.

Ülkede halkın iklim değişikliği konusunda gerekeni yapamadığını ifade ederek devlete açtığı ilk dava bu değil. Başta hava kirliliği olmak üzere sağlıklarının tehlikeye atıldığını, yaşam kalitelerinin düşürüldüğünü belirterek daha önce de dava açanlar olmuştu, ancak bir fetüsün davacı olduğu ilk dava.

Davayı açan nükleer karşıtı avukatlar kolektifi ‘Ayçiçeği’nin başkanı Kim Yound-hee de bir fetüsün ilk kez davacılar arasında yer aldığına dikkat çekerek, ”Fetüs temsili bir davacı olarak seçildi çünkü fetüs gelecek kuşakları sembolize etmek için en uygun ve önemli varlık” dedi.

Davayı açan nükleer karşıtı avukatlar kolektifi ‘Ayçiçeği’nin başkanı Kim Yound-hee, bir fetüsün ilk kez davacılar arasında yer aldığına dikkat çekti: “Fetüs temsili bir davacı olarak seçildi çünkü o,  gelecek kuşakları sembolize etmek için en uygun ve önemli varlık.”

61 bebek ve 11 yaşın altındaki çocuklar ve ebeveynlerinden oluşan grup dava dilekçesinde karbon emisyonlarını azaltma konusunda belirlenen hedeflerin ulaşılamaz olduğunu, bunu sağlayamamanın da anayasaya aykırı olduğunu belirtti.

Güney Kore’de, aralarında 20 haftalık bir fetüsün de bulunduğu bir grup, karbon salımını azaltmak için yeterli çaba sarf etmediğini belirttikleri devlete, gelecek kuşakların haklarını gasp ettiği gerekçesiyle dava açtı.

Ülkede halkın iklim değişikliği konusunda gerekeni yapamadığını ifade ederek devlete açtığı ilk dava bu değil. Başta hava kirliliği olmak üzere sağlıklarının tehlikeye atıldığını, yaşam kalitelerinin düşürüldüğünü belirterek daha önce de dava açanlar olmuştu, ancak bir fetüsün davacı olduğu ilk dava.

Davayı açan nükleer karşıtı avukatlar kolektifi ‘Ayçiçeği’nin başkanı Kim Yound-hee, bir fetüsün ilk kez davacılar arasında yer aldığına dikkat çekti: “Fetüs temsili bir davacı olarak seçildi çünkü o,  gelecek kuşakları sembolize etmek için en uygun ve önemli varlık.”

61 bebek ve 11 yaşın altındaki çocuklar ve ebeveynlerinden oluşan grup dava dilekçesinde karbon emisyonlarını azaltma konusunda belirlenen hedeflerin ulaşılamaz olduğunu, bunu sağlayamamanın da anayasaya aykırı olduğunu belirtti.

Güney Kore hükümeti 2030’da sera gazı emisyonlarını yüzde 40 azaltma hedefi koymuştu.

Takma adı ‘Ağaçkakan’

Davayı ‘Ağaçkakan’ takma adı verilen fetüsü adına açan 20 haftalık hamile Lee Dong-Hyun, ”Her hareket ettiğinde onu taşımaktan gurur duyuyorum. Ama iklim krizi ve facialarla yaşamak zorunda olduğu için çok üzülüyorum” dedi.

Davacılardan 10 yaşındaki Han Je-ah ise “Yetişkinler dünyayı bizim için koruyacaklarını söylüyor ancak bu, bizim geleceğimizi kurtaracak gibi görünmüyor. Karbon emisyonlarını şimdi düşürmek için daha fazla çabalamalılar” diye konuştu.

Avukat Kim, mahkemenin geçmişteki bir davada bir fetüsün anayasal haklarını talep edebileceğine dair kararını ve Güney Kore Yüksek Mahkemesi’nin kuşaklar arasında temel haklar açısından fark olmamasının gözetilmesi gerekliliğine vurgu yaptığını anımsattı ve fetüsü savunmaktan memnuniyet duyduğunu ifade etti

Hükümetin verilerine göre iklim değişikliğine bağlı doğal afetlerin sayısı 1985’te beri her geçen yıl artıyor.

İklim aktivistlerinin elleri bu kez ‘Son Akşam Yemeği’ tablosunda

İngiltere‘nin başkenti Londra’da bulunan Kraliyet Akademisi’ne gelen beş iklim aktivisti, Leonardo Da Vinci’nin öğrencisi Giampietrino tarafından 1520’lerde yapıldığına inanılan ‘Son Akşam Yemeği’ eserinin kopyası olan tablonun çerçevesine ellerini yapıştırdı.

Birleşik Krallık hükümetinin yeni fosil yakıt ruhsatlandırma ve üretimini durdurmayı taahhüt etmesini amaçlayan Just Stop Oil adlı aktivist grubu, tarihi sanat eserlerine ellerini yapıştırdıkları eylemlerine devam ediyor. Son bir hafta içinde beşinci kez büyük bir sanat kurumunu hedef alan aktivistler, sivil direniş eylemi yoluyla sanat kurumlarının fosil yakıtçı şirketlerle işbirliğini sonlandırmasını ve sanat yoluyla hükümetleri etkilemelerine destek vermelerini istiyor.

Birleşik Krallık’ta iklim eylemi: Genç aktivistler kendilerini ünlü tablolara yapıştırdı

Bu kez, Son Akşam Yemeği eserinin reprodüksiyonuna ellerini yapıştıran aktivistlerden biri de tablonun altına spreyle ‘No New Oil’ (Daha Fazla Petrole Hayır) yazdı.

Galerideki bir protestocu, hükümeti İsa‘ya ihanet eden Yahuda‘ya benzetti ve örgütün bu muhteşem güzel tabloyu, gelecek her zamankinden daha karanlık görüldüğü için seçtiklerini söyledi.

Eylemcilerden 47 yaşındaki eski bir ilkokul öğretmeni olan Lucy Porter, “Öğretmenlik yaparken öğrencilerimi Kraliyet Akademisi gibi büyük kurumlara getirdim. Ancak hükümetleri yeni petrol ve gaz projelerine ruhsat vererek geleceklerini mahvetmeye kararlıyken, onların kültürümüze saygı duymalarını beklemek haksızlık olur” dedi.

21 yaşındaki bir sanat öğrencisi olan Jessica Agar ise şunları söyledi:  “Hiçbir resim 6 aylık yeğenimin hayatından daha değerli değildir. Hiçbir heykel, aşırı sıcak ekinleri öldürdüğü için açlıktan ölen bebekleri besleyemez. Hemşireler galerilerin değil, gıda bankalarının önünde sıraya giriyor. Eğer bu galerinin yöneticileri sanatın dünyayı değiştirme gücüne sahip olduğuna gerçekten inanıyorlarsa, o zaman bu gücü talep etmelerini, hükümet yeni bir petrol taahhüt etmeyene kadar galeriyi kapatmalarını ve açmayı reddetmelerini talep ediyorum”.

Just Stop Oil aktivistleri, bir ay içinde Londra’daki Courtauld Galerisi‘nde Vincent Van Gogh‘un bir tablosu ve Manchester Sanat Galerisi‘nde bir JMW Turner resmine ellerini yapıştırmıştı. Aktivistler, pazar günü Silverstone yarış pistinde oturarak Formula 1′in Britanya Grand Prix‘sini de protesto etmişti.

En son protesto, pazartesi günü Londra’daki Ulusal Galeri‘de gerçekleşti. Eylemcilerin ellerini çerçeveye yapıştırmadan önce John Constable‘ın ünlü manzara resmi “The Hay Wain”i, görüntünün değiştirilmiş bir versiyonuyla kapladı.  Kırsal bir Suffolk sahnesini betimleyen tablodaki bir nehir asfaltlanmış bir yolla değiştirdi ve resmen fabrika bacalarıyla uçaklar eklendi. Grup, seçtikleri manzaraların doğal güzelliğinin iklim değişikliği nedeniyle büyük risk altında olduğunu söylüyor.

 

OGM’nin ‘yangını önlemek’ için milyonlarca ağacı kesme talimatı, yangından tehlikeli: ‘Aşırı odun üretimine kılıf’

Orman Genel Müdürlüğü (OGM) Orman Yangınlarıyla Mücadele Dairesi Başkanlığı,  yangın önleme çalışmaları kapsamında neredeyse milyonlarca ağacın kesilmesine ilişkin bir talimat gönderdi.

Cumhuriyet‘in bugünkü haberiyle yeniden gündeme gelen bu talimatın tarihi ise 27 Şubat 2022.

OGM’nin tüm taşra ve merkez birimlerine Genel Müdür Bekir Karacabey imzasıyla gönderilen sayılı yazılı talimatta, yüz binlerce hektar ormanlık alanın tahrip edilmesi anlamına gelen şu ifadeler yer alıyor:

“Orman içi ve bitişiğinden geçen her türlü yolların kazı ve dolgu şevlerindeki ağaçların tamamının kesilmesi ve bu noktalardan itibaren her iki yönde topografik şartlar göz önüne alınarak 5 metre mesafede tamamen tıraşlama yapılarak yanıcı maddenin ortadan kaldırılması..”

Talimat, daha sonrasında ise 285 Sayılı Tebliğin 17. Maddesi doğrultusunda “Her iki yönde 25-50 metre mesafede ara ve alt tabakanın temizlenmesi ve bakım müdahaleleri ile yanıcı maddenin azaltılmasının sağlanması, gerekli durumlarda kapalılık bire kadar indirilecektir.….” şeklinde devam ediyor.

‣ Orman yangınları konusunda önemli soruların yanıtları

Türkiye Ormancılar Derneği (TOD), bu talimata ilişkin 11 Nisan’da yayımladığı basın açıklamasında, bu uygulamanın tüm ekosistemleri bozacağına dikkat çekerek “Amaç yangını önlemek mi yoksa üretim mi?” sorusunu soruyor:

“OGM tarafından verilen bu talimat, orman ekosistemleri ve biyolojik çeşitliliğin devamlılığı açısından yanlış bir uygulamadır. Bilindiği gibi Akdeniz ormanları hassas ekosistemler olup zaten iklim değişikliği ve insan baskısının olumsuz etkisi altındadır. Bu denli geniş bir hat boyunca parçalanmanın yangınlara karşı bir mücadele yöntemi olarak açıklanması kuşku uyandırmaktadır.”

Dernek, talimattaki hesaba göre yüz binlerce hektar orman alanında daha parçalanma yaşanabileceğini ve orman örtüsünün seyrelerek sonuçta da ekosistem dengesinin bozulacağını öngörerek, uygulamanın yangından daha çok zarar vereceğini şöyle anlatıyor.

Bu iyimser rakam bile, Türkiye’nin 2021 yılındaki orman yangınlarında kaybettiği orman alanından çok daha büyük bir alana karşılık gelmektedir.

Parçalanma daha da artacak

Açıklamada OGM’nin insan-orman etkileşimini en aza indirme, yeterince teknik personel, halkın eğitimi ve katılımı, kurumlar arası güçlendirilmiş iş birliği, caydırıcı cezalar, yeterli teknik ekipman (arozöz, ilk müdahale aracı, uçak, helikopter gibi) sağlanması ve en geç mayıs ayı başı itibariyle yangına hazır hale gelinmesi gibi konuları öncelik haline getirmesi gerektiği de belirtildi:

“Bahse konu bu talimat, OGM’nin yangınlara karşı geliştirecek ciddi bir yaklaşımdan uzak olduğunu da göstermiştir. Ülkemizde son yıllarda hem yangın sayısı hem de yanan alan miktarı artmaktadır ve bunun nedenlerinin iyi tespit edilmesi gerekmektedir. Bu bağlamda ormanların bu şekilde parçalanması mı çözümdür? Yoksa ormanlar üzerindeki, yangına da neden olan insan baskısının azaltılması mı çözüm olmalıdır?”

‣ Yangın sezonuna ne kadar hazırız? Cihan Erdönmez: Ormanlar lunapark gibi işletiliyor
‣ Orman yangını, hava, iklim: Değişen bir şey yok

OGM ve Sayıştay raporlarına da yansıdığı üzere, ormanlardaki parçalanmanın mevcut uygulamalarla zaten aşırı derecede arttığına dikkat çeken Dernek uzmanları bu yeni uygulama ile orman içi yolların çevreleri yaklaşık 100 metre kadar genişlikte boşaltılacağını ve bu kısımlardaki ağaçlar ve çalıların kesilmesi sonucu kapalılığın neredeyse yüzde 10’lara kadar düşürüleceğini söylüyor.

Bu mücadele yöntemi, binlerce kilometre yol ağı olan başta Ege ve Akdeniz bölgeleri olmak üzere yangına hassas blok orman alanlarında çok ciddi orman tahribatı ve parçalanması anlamına gelmektedir.

Bu alanlarda yaşayan fauna ve flora elemanlarının yaşam alanları bozulacak ve ekosistem dengesi alt üst olacaktır.

Daha kaç milyon metreküp odun üretimi yapılacak?

Dernek, OGM’nin şu sorulara cevap vermesi gerektiğini söylüyor:

“Bu uygulama ile ne kadarlık bir orman alanı daha parçalanacak ve daha kaç milyon metreküp odun üretimi yapılacaktır? Bu hesap yapılmış mıdır? Bu uygulamanın amacı yangına karşı mücadele midir? Yoksa odun üretimini arttırmak mıdır?”

Ormanların içinde sayısız enerji santrali, maden sahası, mermer ve taş-kum ocağı, turizm tesisi, enerji nakil hattı, petrol ofisi ve yerleşim yerleri varken çözümün ormanların daha da fazla parçalanması olmaması gerektiğini belirten uzmanlar şöyle devam ediyor:

Ülkedeki odun üretimi -orman endüstrisi sektörü ve biyokütle enerji santrallerine ucuz hammadde sağlamak için – sadece son dört yıl içinde yüzde 69,5 oranında arttırılmış ve bu artışın devamını sağlamak için burada yapılmak istenene benzer şekilde ormancılık tekniğine aykırı uygulamalar icat edilmeye başlanmıştır.

Bu nedenle bu uygulama da yangına karşı önlem almaktan çok, aşırı odun üretimine kılıf uydurma girişimi olarak değerlendirilmektedir.

Günü kurtarma

Talimatın mevcut şekliyle uygulayıcının inisiyatifine bırakılması halinde, yanlış bir mesaj verdiğini belirten TOD, yangını önlemek için yapılabilecek doğru uygulamanın ise şöyle olması gerektiğini belirtiyor:

  • Sadece yangına hassas alanlarda ve ihtiyaç duyulan ulaşım tesislerinde; yol kenarlarında (şevlerde) transportu ve yolun güneşlenmesini engelleyen ve tepe yangınını yol ötesine geçmesine engel olmak amacıyla, sadece bir sıra ağaçla sınırlı kalmak kaydıyla, çıkması gerekli ağaçlar işletme müdürlüğü kontrolünde ve sorumluluğunda sahadan çıkartılması.
  • Bu alanın hemen bitişiğinde yer alan 30-40 metre genişliğindeki alanda ise ağaç kesimine gerek kalmadan denetimli yakma uygulaması ile ara ve alt tabakadaki unsurları, yani yakıt yükünü azaltarak örtü yangının tepe yangınına dönüşmemesinin amaçlanması.
  • Yapılacak çalışmalar sadece yangın tehlikesinin azaltılmasına yönelik olacağından kesinlikle üretim amaçlı uygulama yapılmaması özellikle emredilerek, bunun mutlaka kontrol edilmesi.

OGM; orman-insan etkileşimindeki aşırı artışı fark edip, buna karşı daha fazla kalıcı önlem almalı; sadece günü kurtarma anlamına gelen ve ülkemiz ağaç varlığının azalmasına yol açacak olan bu uygulamadan derhal vazgeçmelidir.

Kamuoyu; her sözünün ve her yazının başına sürdürülebilirlik ilkelerini ekleyen ilgili kurumların, sözde değil uygulamada bu ilkeleri hayata geçirmesini beklemektedir.

 

 

 

Gökçek’in Ankapark’ı belediyeye devredilecek

Ankara Büyükşehir Belediyesi’nin parkın tahliyesi ve belediyeye devri için açtığı davanın karar duruşması bugün görüldü. Davalı vekili duruşmada, kira sözleşmesinde fesih bulunmadığını, tahliye kararı verilirse haksız bir durum oluşacağını beyan etti.

Davacı Ankara Büyükşehir Belediyesi vekili ise aldırılan keşif ve bilirkişi raporlarının delil sayılmasını, davanın kabulünü istedi. Beyanların ardından hükmü açıklayan mahkeme, davayı kabul ederek, AOÇ arazisi içindeki Ankapark’ın tahliyesine ve işletmecinin taşınmaz üzerindeki müdahalesinin kaldırılmasına karar verdi.

Yavaş: Parkın geleceğine Ankaralılar ile karar vereceğiz 

Kararın ardından sosyal medya hesabından  değerlendirme yapan Ankara Büyükşehir Belediye Başkanı Mansur Yavaş, “2 yılı aşkın süredir devralmak için hukuki mücadele verdiğimiz ANKAPARK davası sonuçlandı. Bugün parkın tahliyesine ve Belediyemize devrine karar verildi. Kurban Bayramı’nın hemen ardından gerekli tespitleri yaparak parkın geleceğine Ankaralılar ile birlikte karar vereceğiz” dedi.

 

Ankara’da nefret çağrıları serbest, Onur Yürüyüşü yasak!

Polis dün gerçekleştirilen 2. Ankara Onur Yürüyüşü’ne katılan eylemcilere saldırdı. 42 LGBTİ+ aktivisti gözaltına alındı. İslamcı gruplar ise polis koruması altında linç çağrısı yaptı.

Hacı Bayram Camii ve Kuğulu Park’taki linç ve nefret çağrılarına izin veren polis, Kuğulu Park’ın etrafını yürüyüş öncesinde çevrelendi. Gazeteciler alandan zorla uzaklaştırıldı. “Şova izin vermeyeceğiz” denilerek parktaki LGBTİ+’lar dışarı çıkarıldı.

Fotoğraf: Kaos GL

‘Nefrete inat, yaşasın hayat’

Kaos GL’nin aktardığına göre; LGBTİ+’lar tüm engellemelere rağmen Onur Yürüyüşü’nü gerçekleştirdi. Tunalı Hilmi Caddesi’ne bağlanan sokaklardan, “Nefrete inat, yaşasın hayat” sloganları yükseldi.

Daha toplanma başlamadan bir LGBTİ+ aktivistini gözaltına alan polis, yoğun biber gazı kullanarak 42 kişiyi gözaltına aldı. Gözaltılarda ters kelepçe yapıldı.

Gözaltına alınanlar Emniyet’teki ifadelerinin ardından 6 Temmuz sabah saatlerinde serbest bırakıldı.

Fotoğraf: Kaos GL

Polis basına da saldırdı

Yirmiden fazla LGBTİ+ aktivistinin gözaltına alındığı saldırıda Mezopotamya Ajansı’ndan gazeteci Emel Vural‘ın yüzüne biber gazı sıkıldı. Polis, KaosGL.org muhabiri Aslı Alpar’ı da bacağından yaraladı.

LGBTİ+’lar saldırılar öncesi Tunalı Hilmi Caddesi’nde birçok farklı grup halinde yürüdüler.

Kennedy Caddesi ve Bestekar Sokak’ta polis darp ederek LGBTİ+’lara saldırdı.

Ankara Onur Yürüyüşü basın açıklaması Tunalı Hilmi Caddesi’nde yürünerek okundu.

Fotoğraf: Kaos GL

Ne olmuştu?

Ankara‘daki Onur Yürüyüşü‘nü hedef alan ve “Vallahi yürütmeyeceğiz” diyen Yeniden Refah Partisi Gençlik Kolu Başkanı Melih Güner, twitter hesabından yürüyüşü yasaklayan Ankara Valiliği‘ne, yasak kararını kendisini bizzat arayarak haber verdikleri için teşekkür etmişti.

Daha önce İstanbul ve İzmir Onur yürüyüşlerinin engellenmesi için çağrı yapan Müdafaa-i İslam Hareketi de taraftarlarını Hacı Bayram Veli Camii’ne çağırmıştı. 

Ankara Onur Yürüyüşü Komitesi’nin bu gelişmeler üzerine Ankara Valiliği ve İçişleri Bakanlığı’nı göreve davet ettiği çağrı metninde “Bu süreçte gerici İslamo-faşist çeteler tarafından yapılan çağrılarda birçok şehirde olduğu gibi Ankara’da da alenen halkı kin ve nefrete teşvik etme suçu işleniyor. Ankara Valiliği ve İçişleri Bakanlığı’nın görevini yapıp bu grubun toplanmasını engellemediği taktirde biz de tıpkı İstanbul Pride gibi, yetkilerini kötüye kullanmalarına izin vermeyeceğimizi Türkiye halklarına ilan ediyor, özgür ve eşit yaşamı savunan herkesi bizimle dayanışmaya davet ediyoruz!” denilmişti.

Eylemciler İspanya’nın boğa festivalini dinozor kılığında protesto etti

İspanya’nın dünyaca ünlü San Fermin Boğa Koşusu festivali öncesi hayvan zulmünü protesto etmek için dinozor kılığına giren yüzlerce hayvan hakları aktivisti, boğayı temsil eden diğer aktivistleri kovalayarak İspanya‘nın Pamplona kentinde eylem yaptı.

Eylemde dinozor kılığına giren yüzlerce kişi, diğer aktivistleri kovaladı.

Dinozorların boğaları ve San Fermín eğlencelerinin arkasındaki mafyayı temsil ettiğini belirten eylemciler, “Boğa Güreşi Tarih Öncesine Aittir” yazılı pankartlar taşıdı.

Aktivistler protestolarındaki amacın, bu festivalin hayvanlara karşı herhangi bir zulüm olmadan gerçekleştirilebileceğini göstermek olduğunu söyledi.

Bu, uluslararası hayvan hakları örgütü PETA ve İspanyol STK AnimalNaturalis tarafından her sene festival öncesi yapılan protestların 18’incisi oldu. Protestolar normalde her yıl, Pamplona’nın belediye meydanında öğle saatlerinde geleneksel “chupinazo” havai fişek patlamasıyla festival başlamadan bir gün önce yapılıyor. Koşular Perşembe günü başlıyor.

Washington Post‘a konuşan PETA kıdemli dijital kampanya görevlisi Chelsea Monroe şunları söylüyor:

“Boğa güreşi, uzun ritüelli bir boğa infazıdır. Bu festivale gelen birçok turist, birkaç sokak birlikte koştukları boğaların daha sonra o gün boğa güreşi arenasında öldürüldüğünün aslında farkında değil. Ölene kadar 20 dakika boyunca defalarca bıçaklanıyorlar. Turistlerin, paralarıyla bu acımasız endüstriyi desteklediğini bilmelerini istiyoruz.”

Festivalin öne çıkan özelliği, sabahın erken saatlerinde binlerce insanın, şehrin boğa güreşi arenasına giden dolambaçlı taşlıyolları boyunca altı boğadan kaçmak için koştuğu “encierro”.

Altı boğa, festival boyunca her öğleden sonra düzenlenen boğa güreşlerinde  öldürülüyor.

Festivalin diğer günleri ise yemek, içmek, dans etmek ve kültürel eğlence üzerine kurulu.

Pamplona’nın 200 bin kişilik nüfusu dokuz günlük festivalin en yoğun günlerinde 1 milyona ulaşıyor.

Festival, koronavirüs pandemisi nedeniyle son iki yıldır askıya alındı. Yetkililer, festivaldeki kalabalık etkinliklerin bu yıl da enfeksiyonlarda önemli bir artışa yol açabileceğinden korkuyor.

AnimalNaturalis’ten Jana Uritz, “İspanya’da boğa güreşinin geleceğine ilişkin tartışmalar hiç bu kadar canlı olmamıştı. yYetkililerin net bir duruş sergilemesi gerekiyor. Hayvanlara eziyet etmekten yana olup olmadıklarını veya tam tersine bu tür barbarlıkları yasaklamaya hazırolduklarını söylemek için gerekli cesareti göstersinler” diyor.

Boğa güreşi, İspanya’da hala son derece popüler olsa da buna karşı eylem de son yıllarda büyük bir ivme kazandı. Hayvan hakları grupları Kültür Bakanlığı’nın verilerine göre İspanyolların yüzde 90’ının, 2014-2015’te boğaların yer aldığı herhangi bir festival etkinliğine katılmadığının altını çiziyor.