Konya‘da, Ayşe Dırla‘ya darp uygulayan Özgür Duran‘a engel olmak isterken öldürdüğü gerekçesiyle 12,5 yıl hapse çarptırılan ve kararı Yargıtay tarafından bozulan Kadir Şeker hakkında tahliye kararı verildi.
Şeker’in avukatları, yeniden yargılandığı davada cezasının Yargıtay’ca 10 yıl 10 aya düşürülüp tutukluluk halinin devamına hükmedilmesine itiraz etti. İtiraz 4’üncü Ağır Ceza Mahkemesi‘nce kabul edildi ve Şeker hakkında tahliye kararı verildi.
Ne olmuştu?
5 Şubat 2020’de Konya’nın Selçuklu ilçesi‘ndeki Piri Reis Parkı‘nda Ayşe Dırla’yı döven Özgür Duran’ı engellemeye çalışmış; çıkan arbedede Şeker, Duran’ı kalbinden bıçaklayarak öldürmüştü.
Konya 3’üncü Ağır Ceza Mahkemesi‘nde ‘kasten öldürme’ suçlamasıyla yargılanan Kadir Şeker’e, ömür boyu hapis cezası verildi. Mahkeme heyeti, suçun ‘haksız tahrik’ altında işlendiğine kanaate getirerek cezayı önce 15 yıla ardından Kadir Şeker’in duruşmadaki iyi halini gözeterek 12,5 yıla indirdi. Yargıtay 1’inci Ceza Dairesi, Şeker’e verilen cezayı yüksek bularak kararı bozdu. Kararda ‘haksız tahrik’ indiriminin, haksızlık içeriğinin ulaştığı boyut dikkate alınıp, asgari düzeye yakın ceza olması gerektiği vurgulandı.
Yargıtay’ın kararı sonrası tutuklu sanık Kadir Şeker, Konya 3’üncü Ağır Ceza Mahkemesi’nde dün yeniden yargılandı. Duruşmada savcı, son mütalaasında, daha önce verdikleri mütalaayı tekrar ettiklerini belirterek, sanığın suçu haksız tahrik altında işlediği için cezasının azami oranda indirilmesini ve Şeker’in cezaevinde bulunduğu süre de göz önüne alınarak tahliyesini talep etti.
Mahkeme heyeti, Şeker’in cezasını 10 yıl 10 aya indirerek tutukluluk halinin devamına karar verdi. Bunun üzerine avukatları, dün bir üst mahkeme olan 4’üncü Ağır Ceza Mahkemesi’ne tutukluluk halinin devamına itirazda bulundu. 4’üncü Ağır Ceza Mahkemesi de itirazı kabul edip, Kadir Şeker’in tahliyesine karar verdi.
Karadeniz ve Doğu Akdeniz’de fosil yakıt arama çalışmalarına karşı, Eylül 2020’de başlatılan ‘Don’t Dig/Kazma Bırak/Μας Σκάβουν τον Λάκκο’ kampanyası kapsamında Yunanistan, Türkiye ve Kıbrıs‘taki ekoloji hareketleri enerjinin şirketlerin ve devletlerin çıkarları için savaşmama çağrısında bulundu.
Son aylarda Türk-Yunan ilişkilerinde tırmanan gerilime işaret edilen açıklamada, her iki ülkenin de Birleşmiş Milletler’e (BM) birbirlerinin ihlallerini şikayet eden mektuplar gönderirken çılgın bir silahlanma yarışına devam ettikleri vurgulandı.
‘Yunanistan ve Türkiye sürekli yeni silah alımı yapıyor’
İki yönetici sınıf arasındaki hakimiyet mücadelesinin uzun süredir devam ettiğine değinilen açıklamada “Türkiye bağımsız bir bölgesel rol oynamaya çalışırken, Yunanistan Batı ittifakının bekçisi olarak zirveye çıkmak istiyor. Ayrıca Türkiye’deki derin ekonomik kriz ve yaklaşan seçimler AKP hükümetini milliyetçilik kartını oynamaya yönelten ek bir faktör gibi görünüyor. Her iki hükümet de sürekli bir ekonomik yıkıma neden olan yarışta yeni silah alımları yapıyorlar” denilerek şunlar aktarıldı:
“Türkiye, Yunanistan ve Kıbrıs halkları yeni bir ekonomik krizin ve enflasyonun etkisinden muzdaripken, Türk hükümeti askeri harcamalarında yüzde 15’lik bir artış açıkladı ve NATO zirvesindeki kirli pazarlık sonrası artık ABD’den F-16 jetleri satın alabilecek. Yunanistan yeni bir borç krizi tehlikesiyle karşı karşıya, ancak aynı zamanda GSYİH’sının yüzde 2,8’ini askeri harcamalara harcıyor, NATO’da bu oran ABD’den sonra geliyor!”
‘Petrol, gaz, elektrik fiyatları artıyor: Enerji şirketleri kazanıyor’
Ukrayna’da süren savaşın enerji krizini şiddetlendirdiğine de işaret edilen açıklamada “Petrol, gaz ve elektrik fiyatları artarken, dev enerji şirketleri büyük karlar elde etmeye devam ediyor ve bedelini de halklarımız ödüyor” denildi.
Ukrayna’daki savaşın, hem uluslararası alanda hem de Doğu Akdeniz‘deki egemen söylemi ‘yeşil geçiş‘ politikalarından ‘enerji güvenliği‘ne kaydırdığına dikkat çekilen Kazma Bırak Kampanyası’nın açıklamasında “Bu gelişmeler sonucunda Türkiye’nin Ege ve Doğu Akdeniz‘de petrol ve gaz sondajı için arama çalışmalarına yeniden başladığı görülüyor. Yunan hükümeti de aynı bölgelerde petrol ve gaz sondajları için ‘yeni projelerini’ açıkladı. Yakın zamanda Kıbrıs‘ta, İtalyan Eni ve Fransız Total enerji çokuluslu şirketleri Blok 6‘da bir doğalgaz arama kuyusu açmaya başladılar” ifadeleri kullanıldı.
Bir propaganda aracı olarak ‘doğalgazın bulunuşu’
“Petrol ve doğalgaz arama çalışmaları aynı zamanda üç hükümet tarafından da yoksullara bir umut ışığı sunmak için kullanılıyor” ifadelerine yer verilen açıklamada ‘doğalgazın bulunmasıyla ekonominin iyileşeceği söylemi’nin, işlevli bir propaganda aracı olmaya devam ettiği vurgulandı.
Açıklamada “Bu da elbette bir yalan, küresel güneydeki birçok ülkede yaşayanların zaten bildiği gibi; doğal kaynakların sömürülmesinden zengin olanlar yerli halklar değil, çok uluslu şirketler” denildi.
EastMed boru hattının geleceğinin hala belirsizliğini koruduğuna değinilen açıklamada ayrıca “Doğu Akdeniz petrol ve gazının nasıl çıkarılacağı ve taşınacağı konusunda farklı ülkeler arasında görüşmeler devam ediyor. Diğer yandan İsrail ve Türk hükümetleri, İsrail doğalgazının Türkiye’den geçecek bir boru hattıyla Avrupa’ya taşınması için yakında müzakerelere başlayacaklarını duyurdular. Öte yandan Yunanistan ve Kıbrıs, sıvılaştırılmış doğalgaz sevkiyatları (LNG) yoluyla doğal gaz transferi için İsrail ve Mısır ile ilişkilerini iyileştirmeye çalışıyor” ifadelerine yer verildi.
‘Kapitalistlerin ve hükümetlerin ikiyüzlülüğü gözler önüne serilmiş oldu’
“Kazma Bırak/Μας Σκάβουν τον Λάκκο” kampanyası kapsamında üç ülkenin ekolojik hareketleri ve bileşenleri enerji krizinin tetiklediği fosil yakıtlara dönüş politikalarının özünde zaten yetersiz olan + 1.5 °C’lik Paris Anlaşması hedefine ulaşmak için her türlü anlamlı girişimi sona erdirdiğine inandıklarını açıklayarak şunları aktardılar:
“Aslında ‘yeşil geçiş’ten bahsederken tek umursadıkları kârları olan kapitalistlerin ve hükümetlerin ikiyüzlülüğü gözler önüne serilmiş oldu.”
‘Hükümetlerimizin rekabetçi milliyetçi emelleri uğruna savaşa girmeye karşı mücadele edeceğiz’
Kömür, petrol, gaz ve nükleer yoluyla enerji üretimine tam dönüşün, daha fazla çevresel felaket, iklim değişikliğinin hızlanması ve türlerin yok olması anlamına geldiğini hatırlatan ekoloji bileşenleri, “Dev enerji şirketlerinin çıkarları veya hükümetlerimizin rekabetçi milliyetçi emelleri uğruna savaşa girmeye karşı tüm gücümüzle mücadele edeceğimizi ifade ediyoruz” dedi.
Kampanya kapsamında Yunanistan, Türkiye ve Kıbrıs’taki tüm hareketler, enerji şirketlerine ve savaş çığırtkanlığı yapan hükümetlere karşı, birbirleriyle bağlar kurmaya ve halkların barışçıl ve sürdürülebilir bir çevrede yaşama haklarını savunmaya çağırıldı. Kazma Bırak Kampanyası’yla talep edilenler ise şöyle:
Savaş çığırtkanlığına ve milliyetçiliğe karşı çılgın silahlanma yarışını sonlandırmak,
Ege ve Akdeniz’de sondajları durdurmak,
Enerji şirketlerinin toplum eliyle kamu mülkiyetine ve demokratik denetime alınması,
Büyük kapitalist şirketlerin ekonomi ve toplum üzerindeki egemenliğine karşı gerçek bir yeşil çözüm için mücadele edeceğiz.
Birleşik Krallık‘ta iktidardaki Muhafazakar Parti‘nin lideri başbakan Boris Johnson, 50’den fazla hükümet görevlisinin istifasının ardından görevi bıraktığını açıkladı.
Johnson, sonbahara kadar görevi sürdürüp, koltuğunu seçilen yeni lidere devredecek.
Londra‘da meşhur başbakanlık konutu Downing Caddesi 10 numarada istifasını açıklayan Johnson,”Dünyanın en güzel işinden vazgeçecek olduğum için çok üzgün olduğumu bilmenizi isterim,” dedi.
Sağlık Bakanı Sajid Jawid ve Maliye Bakanı Rishi Sunak kabineden istifa eden ilk bakanlar olmuş, yeni Maliye bakanı Nadhim Zahawi, göreve geldikten iki gün sonra Başbakan Johnson’u istifaya çağırmıştı. Bakan ve bakan yardımcılarının bulunduğu 50’den fazla kamu görevlisinin istifası ile hükümet çıkmaza girmişti.
Muhafazakar Parti’nin yeni lideri seçtikten sonra Johnson, Kraliçe Elizabeth‘e istifasını verecek ve Kraliçe yeni hükümeti kurma görevini devralacak.
Johnson’ı istifaya götüren süreç, COVID-19 salgınının başında ülke karantinadayken Başbakanlıkta düzenlenen partilerle başlamıştı.
Karantina kısıtlamalarını ihlal ettiği ortaya çıktıktan sonra Johnson tüm tepkilere ve istifa çağrılarına karşın koltuğunu korumayı başarmış, 148’e 211 oyla partisinden güvenoyu almıştı.
Muhafazakar Parti’nin Parlamento’daki grup denetçisi Chris Pincher, taciz iddiaları sebebiyle partiden uzaklaştırıldı.Suçlamalara karşın Pincher’ı görevden almayan Johnson’ın kabinesinde art arda yaşanan son istifalar ise hükümetin sonuu getirdi.
Johnson döneminde iklim politikalarında neler oldu?
2000li yılların başından bu yana iklim krizini tamamiyle inkar etmese de şüpheci açıklamalar yapan Johnson, sonrasında söylemini değiştirmişti.
Örneğin, 2015’te Daily Telegraph‘ta yazdığı yazısında, olağandışı kış sıcaklığının “küresel ısınmayla hiçbir ilgisi olmadığını” iddia etmiş, 2013’te, Dünya’nın mini bir buzul çağına doğru gittiği fikrine “açık fikirli” olduğunu söylemişti.
Geçen yıl gazetecilere, geçmişte ‘iklim şüpheciliği yaşadığını’ itiraf eden Johnson, 2019’da başbakan olduktan kısa bir süre sonra aldığı bilimsel bir brifing nedeniyle fikrini büyük ölçüdedeğiştirdiğini söyledi.
Paris Anlaşması’nın kabul edilmesinden dokuz gün sonra, 21 Aralık 2015’te Daily Telegraph’ta yayınlanan bir Boris Johnson yazısı.
Johnson hükümetinin ormanları kurtarmak, metanemisyonlarını azaltmak ‘Yeşil Küresel Britanya’ için net sıfır karbon gibi vaatleri vardı.
Milletvekilleri, 24 Haziran 2019’da, tek bir itiraz olmaksızın, Birleşik Krallık’ı yasal olarak bağlayan bir 2050 yılına kadar net sıfır karbon emisyonu hedefine bağlayan yasayı kabul etti.
Hükümetin, dünyanın takip etmesi için bir ölçüt oluşturacağını söylediği, ender görülen bir parlamenter birlik gösterisiydi.
Johnson İskoçya‘nın Glasgow kentinde düzenlenen COP26 zirvesine ev sahipliği yapmış ve iklim değişikliği konusunda uyarılarda bulunmuş, ülke liderlerinden cesur taahhütler istemişti:
“Kömür, arabalar, nakit destek ve ağaçlar konusunda konuşma ve tartışmayı bırakıp eyleme geçilmeli. Anlamlı olsalar da umutlar, hedefler ve istekler değil, değişim için net taahhütler ve somut zaman çizelgelerine ihtiyacımız var. İklim değişikliği konusunda gerçekçi olmamız gerekiyor ve dünyanın bunun ne zaman olacağını bilmesi gerekiyor.”
Fotoğraf: Hollie Adams / EPA
Greenpeace, sonrasında, COP26’nın büyük bir kaçırılmış fırsat olduğunu söyleyerek “Fosil yakıtlarla ilgili her belirsiz politika değerli zamanı boşa harcıyor. Söz verilen ve teslim edilmeyen her pound, Hükümet tarafından iklim değişikliğinden en çok etkilenenlere ihanettir. Okyanusları ve ormanları savunmak için yapılan her başarısız anlaşma, hassas atmosferimizi geri dönüşü olmayan bir devrilme noktasına itiyor” demiş ve Başbakan Johsnon’a verilmek üzere bir imza kampanyası başlatmıştı.
Kampanyada şu ifadeler yer alıyordu:
“İngiltere’nin iklim değişikliği konusunda gerçek bir liderlik sunma zamanı geldi:
Yeni fosil yakıt projelerini durdurun ve yenilenebilir enerji, yeşil evler ve temiz ulaşımda milyonlarca yeni iş yaratın.
Bankaların ve yatırımcıların iklimi yok eden sektörlere fon sağlamasını engelleyen yasa çıakrın.
Ormanları, okyanusları ve doğayı gerçekten koruyun.
Ön saflarda yer alan ülkelerde iklim eylemi için fonları artırmak ve yardım bütçesindeki kesintileri tersine çevirmek için çalışın”
Mart ayında İngiltere basını, bazı Muhafazakar Parti vekillerinin Rusya-Ukrayna savaşı sonrası artan yaşam ve enerji maliyetinin İngiltere’nin sera gazı emisyonlarını azaltma planlarının örtüşmediğini dile getirmesiyle ‘Johnson’ın iklim planlarının sınandığını’ yazdı.
Enerji bağımsızlığı için İngiltere hükümeti çözümü , yeni enerji stratejisine mevcut nükleer santrallere sekiz yeni nükleer reaktör eklemekte buldu.
Nisan ayında açıklanan planda İngiltere’nin “enerji bağımsızlığını artırmak” ve Rusya’nın Ukrayna’yı işgaliyle birlikte artan fosil yakıt fiyatlarına karşı “enerji güvenliğini” sağlamayı amaçlayan plan rüzgar, güneş ve hidrojen enerjisi üretimini artırmak da öngörülüyordu.
İş ve Enerji Bakanı Kwasi Kwarteng de dün kabineden istifa edenler arasında yer aldı.
Tüm yıl boyunca faaliyet gösteren ve deniz seviyesinden 3.106 metre yükseklikte bulunan Avusturya Alpleri’ndeki Sonnblick gözlemevi çevresindeki kar, şimdiye kadarki en erken erime rekorunu kırdı. Kar yığınının önümüzdeki birkaç gün içinde tamamen eriyerek yok olması bekleniyor. Gözlemevinde çalışan bilim insanları ise “dehşete düştüklerini” söylüyor.
Avusturya Alpleri’nin zirvesi, bazı yıllar bütünüyle karla kaplı oluyor. Ancak bu yıl, karlar henüz temmuz ayının başında tamamen eriyerek 1963 ve 2003’te 13 Ağustos tarihinde gerçekleşen en erken erime rekorunu egale etti.
Zentralanstalt für Meteorologie und Geodynamik‘te klimatolog olan Alexander Orlik, “Dün (6 Temmuz) kar kalınlığı 3 cm idi. Bugün veya sonraki gün tamamen erimesini bekliyorum. Karların tamamen erimesi olağan değildir. Bazı yıllarda kar örtüsü bütün yaz boyunca oradadır. Ama en erken ağustos ayında olur” dedi.
Haziran da kötü geçti
Zirvede haziran ayı boyunca da kar, kayıtların başladığı 1938’den bu yana en düşük seviyelerde ölçülmüştü.
Orlik şöyle konuştu:
“30 Haziran’da Sonnblick’teki kar kalınlığı 39 cm idi. Haziran ayında bir önceki en düşük kar derinliği, 1942’de 120 cm idi. Ortalama bir haziranda, ay sonunda 307cm kar yağar. Geçen yıl haziran ayında minimum kar derinliği 362 cm idi.”
Gözlemevi , diğer verilerle birlikte her 10 dakikada bir kar seviyesini yayımlıyor. Yağış ölçümleri etkilese de bu veriler istikrarlı düşüş eğilimini açıkça gösteriyor ve salı gününden itibaren kar sadece birkaç santimetreye kadar inmiş durumda.
Sonnblick, bilim insanlarının atmosferin daha yüksek seviyelerini keşfetmeleri için 1886’da inşa edilmişti. O zamandan beri meteorologlar tarafından hava durumunu tahmin etmek için kullanılıyor ve en uzun ve en güvenilir iklim verileriyle dağ gözlemevine ev sahipliği yapıyor.
Kavurucu sıcak dalgalarının yaşandığı Avrupa‘daki ısınma, dağlardaki kar ve buzun çoğunun alışılmadık şekilde hızlı bir şekilde erimesine neden oldu. Bu durum, hafta başında İtalya‘daki Marmolada dağında bir buzulun çökerek çığa yol açması sonucu en az yedi kişinin öldüğü trajik bir sonuca yol açtı. Bilim insanları, küresel ısınma nedeniyle buzun zayıflamasıyla ortaya çıkan felaketi küresel iklim değişikliğine bağlıyor.
Dün Bakırköy’de öldürülen Avukat Servet Bakırtaş için bugün iş bırakan avukatlar, Bakırköy Adliyesi önünde toplandı.
Kendisine açılan bir tazminat davası gerekçesiyle bürosunda davanın avukatı Servet Bakırtaş’ı vuran kişi, daha sonra da müvekkili Öznur Tufan‘ı öldürmüştü.
Dün iki gün boyunca duruşmalara girmeme kararı alan Barolar, bugün 11.00’de Bakırköy Adliyesi önünde Bakırtaş için eylem düzenledi.
Ankara, İzmir, Bursa, Sakarya, Ordu, Malatya, Kocaeli, Denizli ve başka illerde de avukatlar iş bıraktı ve protestolar düzenledi.
Bakırköy’deki anmaya Türkiye Barolar Birliği (TBB) Başkanı Erinç Sağkan, İstanbul Barosu Başkanı Mehmet Durakoğlu, ve pek çok avukat katıldı.
Avukat Servet Bakırtaş’ın kendi gibi avukat olan kızı Elif Bakırtaş da eyleme babasının cübbesiyle katıldı.
İstanbul Barosu Başkanı Durakoğlu‘nun okuduğu bildiri, Türkiye’de bütün adliyelerde saat 11.00’de, aynı anda okundu:
“Dün Bakırköy’de bir meslektaşımızı alçakça sıkılan kurşunlara kurban verdik. Avukat Servet Bakırtaş sadece ve yalnız avukatlık yaptığı için öldürüldü. Avukatı, müvekkiliyle özdeşleştiren sapkın zihniyet, silahtan aldığı güç ile ölüm kustu. Avukat ölümleri ya da saldırılar, mesleğimizi yaparken hangi tehditleri taşıdığımızdan ötede, bu tehditleri yaratan toplumsal bakışı da anlatmaktadır.”
Avukatın rolünü ve yaptıkları işi kavramaktan uzak bir zihin yapısının, giderek onu taraf konumuna sürüklemesi kelimenin tam anlamıyla ilkelliktir.
Bir mesleğin ölümü göze alarak sürdürülmesi, sürdürenler için ne denli onur vesilesi olsa da bu toplumun bir kesimi için utançtır.
Katledilen meslektaşımız Servet Bakırtaş için Bakırköy Adliyesi'ndeydik.
Avukat cinayetlerine sessiz kalmayacağız. Tüm bu cezasızlık ve itibarsızlaştırma çabalarına direneceğiz. pic.twitter.com/4EL41XXmbM
— Çağdaş Avukatlar Grubu (@cag_avukatlar) July 7, 2022
Katil zanlısını da bir avukat savunacak
“Artık bildiriler yazmak, yaslar tutmaktan bıktık. Sanıkların ağırlaştırılmış müebbet hapislere makkumiyetleri acımızı hafifletmiyor artık. Her bir avukat ölümünün bir toplumsal ders olmasını bekleyip, bu zavallı yaratıklara bir şeyler anlatmasını beklerken çoğalan ölümler bizden bir parça daha koparmaya devam ediyor.
Oysa biz adaletin tecellisi için yapıyoruz bu mesleği. ‘Savunma olmazsa, olmaz yargılama’ diyoruz. Öylesine kutsiyet yüklüyoruz ki mesleğimize şimdi bir özel müdafii olmazsa bu katil zanlısını da zorunlu olarak bir avukat savunacak.
Dün öyle oldu sorguda. Biliyoruz ki başımız sağ olamayacak bizim. Dilenen sabırların sırasız avukat ölümlerine yararı olmayacak. Avukat Servet Bakırtaş ile birlikte verdiğimiz can, taşan sabrımızın durdurduğu son yürek olmayacak.
Duruncaya kadar hukuk adına, durduruluncaya kadar adalet adına atan Servet Bakırtaş’ın yüreği şimdi bizde atacak. Kamusal hizmet veren bir mesleğin mensupları olarak Avukat Servet Bakırtaş’ı düşünce dünyamızda şehit olarak yaşatacağız. Sözün bittiği yerdeyiz.”
Meslektaşlarımız katledilmesine, beyaz gömlekliler ile siyah cübbeliler birlikte tepki gösterdik. pic.twitter.com/E0QtoWuBbt
4 Nisan 2022’de TBMM’ye sundukları “avukata yönelik şiddetin araştırılması için Meclis Araştırma Komisyonu kurulması” önergelerinin istediklerini 5 Nisan Avukatlar Günü’nde reddedildiğini hatırlatan Erinç Sağkan da, Konya’da öldürülen Doktor Ekrem Karalaya’yı anarak şunları söyledi:
Herkesin silaha çok rahat ulaşabildiği, en ufak tartışmaların çok ağır sonuçlara gelinen bir şiddete dönüştüğü bir anı yaşamaktayız. Maalesef ki, bu şiddet son dönemlerde artarak diplomalı profesyonellere yöneliyor.
Bunları artık bireysel, münferit olaylar olarak göremeyiz. Bunun arkasında yatan sebeplerin ise bugüne kadar bu meslek gruplarını ötekileştiren söylem, cezasızlık politikaları ve bu meslek gruplarının gittikçe ekonomik kaosun içine sokularak itibarsızlaştırma çabasının yattığını görüyoruz ve ifade ediyoruz.
Ankara Merkez Adliye önünde görevi sırasında katledilen Av. Servet Bakırtaş için oturma eylemi yapılıyor. pic.twitter.com/uh5AoeBVVL
🔴 “Bir yanda ekonomik şiddet, öbür yanda ölüm; yeter artık!” Diyen İzmir Barosu’ndan (@izmir_barosu) yüzlerce avukat, öldürülen meslektaşları Av. Servet Bakırtaş için İzmir Adliyesi’ne yürüdü. pic.twitter.com/i4jdbKfeuu
Hollandalı çevre örgütleri, Air France KLM‘nin Hollanda koluna, uçuşlarının “sürdürülebilir” olduğu konusunda halkı yanılttığı ve Avrupa Tüketici Yasası’nı ihlal ettiğini belirttikleri reklam kampanyası nedeniyle seri davalar açmaya başladı.
İlk davayı, çevre hukuku alanında çalışan ClientEarth ve Reclame Fossielvrij tarafından desteklenen Hollandalı kampanyacı grup Fossielvrij NL, Amsterdam Bölge Mahkemesi’nde “havayolu sektöründe yeşil yıkama” iddiasıyla açtı.
“Daha sürdürülebilir bir uçak filosuna milyonlarca Euro yatırım yaptığını ve 2050’ye kadar net sıfır emisyon hedefi için çalıştığını” açıklamayan KLM ise davadan önce gruplarla görüşmesine rağmen bir uzlaşma sağlanamadı.
KLM, Reuters’e bir açıklama göndererek, “Müşterilerimizi yanlış bilgilendirmek kesinlikle bizim çıkarımıza olmaz. Gelecekteki seyahatleri mümkün olduğunca sürdürülebilir kılmak bizim sorumluluğumuzdur. İletişimlerimizin yürürlükteki mevzuat ve düzenlemelere uygun olduğuna inanıyoruz” demişti
Fossielvrij NL aktivistlerinden Hiske Arts ise “KLM, daha sürdürülebilir uçuş yolunda olduğuna dair yanlış mesaja takılıp kaldı. İklimimizin bozulmasını hızlandıracak hava trafiği sürekli büyümesini planlarken bunu yapmanın bir yolu yok.”
Reklamlar çözümün değil, sorunun bir parçası
Aktivistler, uçuşlarının iklim krizini daha da kötüleştirmeyeceğine dair yanlış bir izlenim vererek AB’nin ‘Haksız Tüketici Uygulamaları Direktifi’ni ihlal ettiğini iddia ettikleri KLM’nin ‘Sorumlu Uçun’ reklamlarını durdurmak istiyor.
Geçen aralık ayında başlatılan reklam kampanyasında şirket müşterileri ağaçlandırma projelerine destek vererek veya daha yeşil havacılık yakıtlarının maliyetine katkıda bulunarak, sektör için “sürdürülebilir bir geleceğe” öncülük etmelerine yardımcı olmaya çağırıyor.
Ancak aktivist grupları, havacılığın fosil jet yakıtı, geliştirilmiş motorlar, verimlilikler veya diğer gelecekteki teknolojileri değiştirerek küresel iklim hedeflerini karşılayacak kadar hızlı bir şekilde sürdürülebilir hale getirilemeyeceğini iddia ediyor. Bu görüş, mart ayında önde gelen bir yatırımcı grup tarafından da yinelenmişti.
ClientEarth, Hollanda mahkemesinin KLM herhangi bir savunma yapmadan önce davanın devam edip etmeyeceğine karar vereceğini söyledi.
Fransa Başbakanı Elisabeth Borne, daha önce özelleştirilen ülkenin en büyük elektrik dağıtım şirketinin “enerji güvenliği” adına yeniden kamulaştırılacağını duyurdu.
Genel seçimlerin ardından ilk kez Meclis Genel Kurulu’na hitap eden Borne, “Devletin EDF’nin sermayesinin yüzde yüzünü yeniden kontrol etmeyi planladığını bugün size burada teyit ederim.” dedi.
Borne’a göre, yeniden kamulaştırmanın EDF’nin en kısa zamanda kapasitesini artırmasına yol açacak. Bu adım sayesinde de ülkenin geleceği adına enerji kaynakları için iddialı ve vazgeçilmez projelerin hayata geçirilecek.
Açıklamanın ardından EDF’nin borsadaki hisseleri yüzde 5’den fazla artış gösterdi. Fransız devleti, şu anda EDF’nin hisselerinin yüzde 84’ünü elinde tutuyor.
Nükleer santralleri yenileme baskısı
Rusya’nın Ukrayna’yı işgali sonrası başlayan küresel enerji krizinin, EDF gibi tarifeleri devlet tarafından düzenlenen elektrik şirketlerini olumsuz etkiliyor.
Fransız hükümetinin, EDF’nin eski nükleer santrallerini yenileme projesinin de yine önemli ölçüde borcu olan bu şirketin üzerinde baskı oluşturduğu belirtiliyor.
Fransa’da elektrik enerjisinin yüzde 75’i nükleer santrallerden karşılanıyor.
Erzincanİliç’te 12 yıldır faaliyet gösteren Kanada ve Çalık Holding ortaklığındaki Anagold altın madeni şirketinin Çöpler Altın Madeni’nin fay hattı üzerinde olup olmadığının tespit edilmesi için sahada bilirkişi keşfi yapıldı. Keşfe Erzincan’daki siyanür saçan şirketin faaliyetlerini duyuran ve yıllardır bunun için mücadele eden davacı Sedat Cezayirlioğlu ve gönüllü avukatı İsmail Hakkı Atal alınmadı.
Sözcü’nün aktardığına göre; Cezayirlioğlu, keşfe alınmadığını bildirerek bilirkişilerden birinin kendisine “Heyette bir çevre mühendisi bile yok” dediğini söyledi ve şöyle isyan etti:
“Kendileri çalıp kendileri oynuyorlar. Bakanlık da burada. Zaten siyanür bölgesini lale bahçesine çevirmişler. Türkiye burada dönün entrikaları duysun. Hazırlıkları yapıyorlar ki [tesisi] açabilsinler.”
‘Şirket delilleri karartmak için son on günde gece gündüz her yeri temizlemiş’
Sedat Cezayirlioğlu (solda) ve İsmail Hakkı Atal
Avukat İsmail Hakkı Atal ise “Biz bilirkişi keşfine gelenlerin bile kim olduklarını bilmiyoruz. Biz yoldayken şirketin delilleri kararttığı, 10 gündür hummalı bir çalışmayla her tarafı temizledikleri bilgisi geldi. Bunun üzerine biz de keşfin ertelenmesini talep ettik. Ancak mahkeme kabul etmedi. Davacı taraf olmadan şirketin avukatları, şirketin yetkilileri ve mahkeme heyeti keşfe gittiler. Muhtemelen bizim denetimimiz olmadan şirketin gösterdiği alanda yapacaklar. Şirket 10 gündür geceli gündüzlü çalışarak bölgedeki bütün siyanür bulaşıklarını temizlemiş” dedi.
Atal davanın asli tarafı olmadan yapılan keşfi ve çıkacak olan sonucu protesto ettiklerini aktardı.
Şirket avukatı hedef aldı: İfade özgürlüğü sınırları içeresinde kabul edilemez
Öte yandan Anagold Madencilik bugün yaptığı bir açıklamayla Avukat Atal’ı hedef gösterdi. Anagold tarafından yapılan açıklamada “Mesleği avukatlık olan birinin hakim olmadığı teknik konularda halkı endişeye sürükleyecek bu şekilde gerçeğe aykırı ve halkı endişeye düşürmeye yönelik bir açıklama yapması ifade özgürlüğü sınırları içeresinde kabul edilemeyeceği ve değerlendirilemeyeceği gibi ayrıca meslek ilke ve kurallarına aykırılık teşkil etmektedir. Müvekkil şirket, bu hususta da gerekli hukuki aksiyonları alacaktır” denildi.
‘Hodri meydan: 2016 sonrası bölgedeki kanser vakalarını yayınlayın’
Atal’ın ise söz konusu açıklamaya yanıtı “Hodri meydan diyoruz. Havasına, suyuna, toprağına siyanür karıştırarak azar azar zehirlediğiniz, ölüme götürdüğünüz bir halka şikayetle geri adım attıracağınızı mı zannediyorsunuz? Sağlık Bakanlığının resmi istatistiklerine göre 2002 ile 2016 yılları arasında erkeklerde prostat kanseri 3 kat , lenf kanseri 5 kat , troid kanseri 12 kat , akciğer kanseri 1,5 kat artmış, kadınlarda ise meme kanseri 1,5 kat , troid kanseri6,5 kat , akciğer kanseri2 kat artmış” şeklinde oldu.
“Hodri meydan , Sağlık Bakanlığı 2002 -2022 arası İliç kanser istatistiklerini ve 2016 sonrası Türkiye kanser istatistiklerini yayınlasın. Kanser vakaları2016’dan bu yana 10’larca kez artmamışsa kendi kendimizi şikayet edeceğiz.”
Marmaris’te orman yangını, Batı Karadeniz’de sel felaketi… Türkiye; 2021’de yaşadığı felaketlerin benzerlerini yeniden yaşıyor. Geçen yıl 170 bin hektarlık alanın kül olduğu Muğla’da bu yıl 4 bin 500 hektar alan yandı. Karadeniz’deki sel felaketleri hem tarım hem de yaşam alanlarına zarar veriyor. Çevre felaketlerinin tekrar tekrar yaşanmasından hükümeti sorumlu tutan ana muhalefet partisi CHP, ülkede “çevre adaleti” sağlanmadan bu felaketlerin arkasının kesilmeyeceğini savunuyor.
Yaklaşan seçimler öncesi halka “Çevre adaletini sağlayacağız” sözü veren CHP’nin Doğa Hakları ve Çevre Politikalarından Sorumlu Genel Başkan Yardımcısı Ali Öztunç, Türkiye’nin temel çevre sorununun “çevre” ve “ekoloji” kavramlarının politika ve hak bağlamında kavranmaması olduğunu düşünüyor.
Çevresel politikaların halen fiziki çevreye yönelik bir politika olarak algılanmasından yakınan Öztunç, basit önlemlerden söz eden herkesin çevreci olduğunu iddia edebildiği bir ülkede, cumhurbaşkanının “çevrecinin daniskası” olduğunu söylemesine şaşırılmaması gerektiğine dikkat çekiyor. CHP’nin ise “Gelecek nesiller için ekosistem hakkının korunacağını anayasal güvenceye alma” sözünü verdiğini anlatan Öztunç, CHP iktidarında “İklim Adaleti” ilkesini hayata geçireceklerini dile getiriyor.
Öztunç, bunu nasıl yapacaklarını da Yeşil Gazete’ye anlattı:
Hilal Köylü: Marmaris’te çıkan yangına yapılan müdahalelerin yetersizliği yine tartışma konusu oldu. Ormanı yaktığını itiraf eden bir kişi tutuklandı ama siz de bölgedeydiniz. Bölgede yangını söndürmek için helikopter ve uçakların zamanında hareket etmediğini söylediniz? Ne yapıldı, ne yapılmadı bölgede?
Ali Öztunç: Bir gün önce ortada görünmeyen helikopter ve uçaklar yangının Cumhurbaşkanı Tayyip Erdoğan’ın Okluk Koyu’ndaki yazlık sarayına yaklaşmasıyla kendini gösterdi. Orman yansın önemli değil, ama saraya yaklaşınca müdahale söz konusu oldu. Yangın ilçe merkezine ulaşmasın diye ağaçlar kesildi, koridorlar oluşturuldu. Zamanında müdahale olmadığı için yangın daha da büyüdü. Rüzgarın olmadığı zamanlarda gece görüşlü yangın söndürme helikopterleri müdahale etse yangın sönecek ve bitirilecekti ama bunu yapamadılar. Çünkü gece görüşlü yangın söndürme helikopterleri yok. Belli ki geçen yıldan hiç ders alınmamış. İş bilmezlik, beceriksizlik, dağınıklık sürüyor. Ormanlarımız yakılıyor, sonra ne oluyor? Ormanların yerine oteller, villalar, yazlıklar yapılıyor. AKP de bu duruma göz yumuyor. Çünkü AKP’nin ormanlarla, insan hayatıyla, doğayla ilgilenmediğini hepimiz biliyoruz. AKP çevreyle değil rantla ilgileniyor. Biz bu rant düzenini yıkacağız. Sözümüz söz.
‘Yangınların sorumluları yargı önüne çıkacak’
Orman yangınlarıyla etkin mücadele için bir rapor yayımladınız. Hükümetin, Türkiye’nin ihtiyacı olanı yapmadığını söylüyorsunuz o raporda da. Siz neler yapacaksınız?
Muğla’da geniş katılımlı bir çalıştay yaparak bilim insanlarıyla birlikte yol haritamızı oluşturduk. Yangınlara neden olan etkenleri tanımlayıp, önlenebilirlik mekanizmalarını geliştirmenin yolunu araştırdık.
Maalesef ormanlar korunan değil, kullanılan, ekonomik getiri sağlayan alanlar olarak ele alınmış. Böyle olunca, yangına müdahale edecek ekip ve ekipman dahi bu mantık üzerinden oluşturuluyor. Türk Hava Kurumu’nun devreden çıkarılması, şeffaf olmayan helikopter ve uçak ihaleleri, mevsimlik yangın söndürme personeli istihdamı, personel eğitimi verilen okulun kapatılması, ormanların ıslah ve gençleştirme adı altında denetimsiz kesim yapılan alanlara dönüştürülmesi gibi birçok yanlışlık silsilesi yangınların boyutlarını artırıyor.
Öncelikle Anayasa’nın 169’uncu maddesi gereğince yanan orman yerlerinde yeni orman yetiştirilmeli, bu alanlarda kesinlikle başka bir faaliyete izin verilmemelidir. Bu alanlar imara açılmamalı, bu alanlarda yapılaşmaya izin verilmemelidir. Biz bunu yapacağız.
Orman yangınlarının makul sürede kontrol altına alınmasını sağlayacak ve daha geniş alanlara yayılmasını önleyecek stratejiler oluşturacağız. Bunun için yeterli ekipman ve personel bulunduracağız. Bu yeterliliğe sahip olmayan özel firma ile yapılan sözleşmeleri feshedeceğiz ve orman denetimlerinin kamu eliyle yürütülmesini sağlayacağız.
Orman muhafaza memurlarının görev ve yetkilerini genişleteceğiz, ormanlardaki suçüstü hallere müdahale edebilme yetkilerini artıracağız.
Görevi orman yangınıyla mücadele olan, yangın eğitimi almış, bu alanda uzmanlaşmış kişilere kadrolu istihdam alanı açacağız. Orman köylülerine dönük eğitimleri artıracağız.
Yangınların sorumlularını etkin bir biçimde araştıracak, yargı önüne çıkaracağız.
Orman yangınlarında ağır bilanço: 170 bin hektar alan yok oldu
CHP’nin 2021 Doğa Hakları İhlalleri raporuna göre 2021’de çıkan yangınlarda Türkiye’de 170 bin hektarlık ormanlık alanını kaybetti. Orman yangınlarına özel bir bölümün ayrıldığı o raporda; yangınların ağustos ayında arttığına dikkat çekilirken, Şemdinli’den Konya’ya, İzmir’e, Denizli’ye, Muğla’ya, Mersin’e uzanan geniş bir alanda çıkan yangınlarda ülkenin büyük zarara uğradığı belirtiyor. Yangınların çıkmasında hükümetin rol oynadığı mesajının verildiği raporda öne çıkan kimi başlıklar şöyle:
*Yangın söndürme uçağı alımı için 2022 yılı bütçesinde 2,4 milyar liralık kaynak ayırdığını söylese de muhalefet böyle bir bütçenin olmadığından yakındı. Muhalefetin yangın söndürme uçağı alınması için bakanlık bütçesine ek ödenek sağlanmasına dönük önergeleri Meclis’te reddedildi.
*Orman Kanunu’nda değişiklik yapıldı. “Kamu Yararı” ve “Zaruret” varsa yapılaşmaya izin verildi.
*TOKİ, zeytinlik arazileri ranta açıyor. AKP, zeytinliklere elektrik üretim santrali ve bunlara kaynak temin eden sahalar kurulması için yasa değişikliği yapmaktan vazgeçmiyor
*Cumhurbaşkanı imzasıyla 15 yaylanın statüsü kaldırıldı, bu yaylalarda yapılaşmanın önü açıldı. Kuzey ormanları bölgesinde tahrip ve tehdit unsurları sürüyor. Bafra Ovası betonlaşma tehlikesiyle karşı karşıya. Denizli’nin kekik tarlalarına taş ocağı açılması için “ÇED gerekli değildir” denildi.
‘Halk; sorumlu olmadığı krizin bedelini ödemeyecek’
CHP; Türkiye’de yaşanan çevre felaketlerini ‘hak ihlali’ olarak tanımlıyor. 2021 Doğa Hakları İhlalleri raporunuzda da geniş bir bilanço ortaya koyuyorsunuz. Çevre adaleti sağlanmadan bu hakların son bulmayacağına dikkat çekiyorsunuz.İklim adaleti ile tam olarak neyi kastediyorsunuz? İklim krizinin yarattığı eşitsizlikleri gidermek için hangi politikaları hayata geçireceksiniz?
İklim krizinin temelinde eşitsizliklerin yattığını biliyoruz. Partimizin doğa haklarına ilişkin manifestosunda da bu yönde “iklim adaleti”ni rehber edineceğimizi dile getirdik. “İkinci Yüzyıla Çağrı” beyannamemizde, gelecek kuşakların ekosistem hakkını anayasal güvence altına alacağımızı beyan ettik. Dezavantajlı topluluklar, oluşmasında ve büyümesinde sorumlu olmadıkları krizin bedelini ödemek zorunda kalıyor. Toplumsal bir dönüşüm formunda, şu an iklim krizi nedeniyle yoksullaşan, sağlıklı gıdaya erişemeyen, işsiz kalan, göç eden dezavantajlı toplulukları önceleyen, eşitsizlikleri kaldırmaya dönük politikaları hayata geçireceğiz.
Kadın ve erkeklerin iklim krizi karşısındaki konum ve rolleri arasındaki eşitsizlik, iklim krizinden kaynaklı mağduriyetlerinde de kendini gösteriyor. OECD’ye göre kadınlar özellikle gelişmekte olan ülkelerde maaşlı mesleklere nazaran tarım gibi alanlarda daha yoğun olarak istihdam ediliyor. Dolayısıyla kadınlar, iklim krizinin yaratacağı ekonomik krizler karşısında daha dezavantajlı konumda. Sel, taşkın, kuraklık gibi aşırı iklim olayları yüzünden daha fazla kadın yerinden ediliyor, göçe zorlanıyor, yoksullaşıyor. Yoksullukla boğuşan topluluklardaki kadınlar, mülkiyet hakkından mahrum kalmak, eğitim ve sağlık haklarından yararlanamamak ve gelir sahibi olamamak gibi sorunlarla muhatap oluyor.
Biz bu alanda neler yapacağımızı belirledik. Şöyle ki;
Dönüşüm nedeniyle işlerini kaybetmek zorunda kalan işçileri, bağımsız olarak yaşamlarını idame ettirebilmek için ekolojik tarım gibi alanlara yönlendirmeye yönelik kamu teşvikleri oluşturulacak, dönüşüm sürecinde oluşacak yeni istihdam alanlarında öncelikli istihdam hakkı sağlayacak yasal güvenceler yaratılacak.
Enerji ihtiyacı, yerel ölçekli ihtiyaçları gidermeye yönelik enerji kooperatifleri aracılığıyla çözülecek. Kurumlarım, konutların, sadece kendi elektriklerini üretmelerine yönelik çözümler geliştirilecek. İhtiyaç fazlası enerjinin, enerjiye erişim hakkı kısıtlı olan yoksullar ve diğer dezavantajlı topluluklarla paylaşılmasını, küçük üreticilerin ihtiyaçlarının karşılanmasını sağlayan dayanışma ağları oluşturulacak.
İklim krizi beraberinde gıda krizini, temiz suya ulaşımdaki zorlukları da getiriyor. Nedir çözümleriniz?
Üretici ve tüketici kooperatifleri kuracağız. Yoksulların ve diğer dezavantajlı toplulukların ucuz ve/veya ücretsiz gıdaya erişimini de teminat altına alan yurttaş dayanışma ağları oluşturacağız. Kullanılmayan hazine arazilerinin özelleştirilmesine son vereceğiz. Bu araziler, yerel yönetimlerin denetimi ve öncülüğünde yerel gıda ihtiyacını karşılamayı ve yoksulların ve diğer dezavantajlı toplulukların ucuz ve/veya ücretsiz gıdaya erişimini öncüleyen, adil-paylaşımcı-iklim dostu üretici kooperatiflerine tahsis edilebilir.
Sahici ihtiyaçlara yönelen bütçe
İklim krizine çözüm çalışmalarınıza dönük nasıl bir bütçe planlaması yapıyorsunuz?
Kamusal bütçenin çok az bir kısmı iklim ve doğa için ayrılıyor. Ayrılan bütçe daha çok personel ücretlerini karşılamaya yönelik. Hangi araçları kullandığımızdan ziyade, nasıl kullandığımıza odaklanmalıyız. Sizin asıl niyetiniz burada çıkar. Şeffaf, katılımcı bir bütçeyi oluşturup bu bütçe üzerinden sahici ve hesap sorulabilir harcamalar yapabilirseniz, üretim ve tüketim ilişkilerini dönüştürebilirseniz, yapay algıları bırakıp sahici ihtiyaçlara yönelebilirseniz, gereksiz kamu harcamalarını kısabilirseniz hem iklim krizine yol açan davranışları azaltır hem de bütçenizi kurabilirsiniz.
‘Vahşi üretim modelini terk etmeli’
Paris İklim Anlaşması’nı hayata geçireceğinizi söylüyorsunuz. Peki, nasıl?
Yürürlüğe girmesi için yıllarca çağrı yaptık. AKP, uzun yıllar sonra getirdi ama icraat yok. AKP’nin şu ana kadar yanaşmadığı kömüre karşı taahhütleri bizler açıkla dile getireceğiz. Yine de iklim krizinin sadece kömürlü termik santralleri kapatmakla aşılabilecek bir sorun olmadığını biliyoruz. İklim anlaşmasının tarafları arasındaki eşitsizlikleri de yok etmemiz gerekiyor. Tekil olarak Türkiye’deki iktidar değişikliğiyle çözülecek bir mesele olmadığının da farkındayız. Çok uluslu şirketlerin bu konuda yaptıkları lobilerin, gelişmemiş ülkeler üzerinde kurdukları baskıların farkındayız.
AKP’nin yaptığı gibi sadece işverenlerle bu süreci yürütürseniz, orada kaygı; iklim değil rant olur. Vahşi bir şekilde doğayı ve emek gücünü sömüren bir sistem, ekolojik krizi yarattı. Bu sömürünün yarattığı kıtlığı aşmaya çalışıyorlar. Paris Anlaşması’nı, yeşil mutabakat eylem planını getirme nedenleri de emisyon ticareti, gümrükte karbon ticareti gibi ekonomik kaygılar üzerinden temelleniyor.
Vahşi üretim modelini terk etmekle ilgili kimse bir şey söylemiyor. Doğayı meta olarak görüp, sonsuz bir hırsla saldıran, daha fazla tüketmek için işçileri uzun süreli, yoğun güç harcadıkları çalışma koşullarında çalıştıran bir sistemle ekolojik krize neden oldular. Bu yüzden kullanılacak hammaddeyle, doğayla barışık çalışacaklarını vaat ediyorlar. Oysa işçiyle, emekle de barışık olmak gerekiyor. İşçilerin çalışma koşullarını, çalışma saatlerini yeniden düzenleyeceğiz.
Kömürden çıkış: Toplumu önceleyen bir süreç olmalı
Temiz enerji için öngörüleriniz neler?
Enerji dönüşümü, enerji verimliliği gibi kavramlar fosil yakıta dayalı enerji tercihleri üzerinden biçimleniyor. Kömürden çıkışı hedefliyoruz. Kömürden çıkışla birlikte olacak dönüşüme ilişkin parti organlarımızda çalışma ve tartışmalarımız sürüyor. Yeşil mutabakat süreçlerini takip ediyoruz. Ancak gelişmiş ülkelerin perspektifi ve enstrümanları ile yapabileceğimiz bir olgu değil.
Ülkemizi, üreticilerimizi, işçilerimizi, tarımımızı, vs. birçok değerimizi birlikte içeren, bizleri inceleyen, bizleri öncüleyen bir sürece ihtiyacımız var. Ve bu sadece doğa hakları biriminin alanı değil. Toplumsal formun değişikliğinden söz ediyoruz. Fosil yakıt ve buna bağlı gelenekselleşmiş bir toplum ve sosyoloji var. Bir anda, sektörel bir takım eylem planlarıyla çözülecek bir şey olmadığının farkındayız. Bu yüzden teknoloji ve kaynak tercihi değişikliğinden daha derin bir toplumsal formu kurmamız gerekiyor.
Nükleer, ‘temiz enerji’ değil
Nükleer enerjiye, santrallere yaklaşımınız nasıl olacak?
CHP; parti programı ve seçim vaatlerinde nükleer santrallerin kurulmasını istemediğini açıkça belirtiyor. Ülkemizdeki Sinop ve Akkuyu projeleriyle ilgili yasal ve toplumsal süreçlere de dahil olduk. TBMM’de de nükleere karşı duruşumuzu sergiledik. Nükleer santralin temiz enerji olduğu konusunu, tesisin çalışma esnasında ürettiği karbon üzerinden temellendiriyorlar. Nükleer santralin temiz olup olmadığına, termik santral bacasından çıkan kara duman üzerinden karar verilemez.
Nükleer santralin üretim süreci, santralde kullanılacak hammaddenin elde edilmesine ilişkin madencilik aşamaları, faaliyet sonrası atıkların kontrolü ve bertarafı gibi aşamaları da kapsayan uzun bir süreçten söz ediyoruz. Bu aşamaların tamamını ele almadan, belli bir kesitine odaklanıp temiz enerji algısı yaratıyorlar. Nükleerin temiz olduğundan bahsedebilmemiz için santralde kullanılacak kaynağa ilişkin madenciliğin yarattığı kirliliği de irdelemelisiniz. Atıkların ne olacağını tüm dünya bilmiyor. Adeta gelecek kuşaklara nasıl baş edeceklerini bilemeyecekleri atıkları miras bırakıyoruz.
Akkuyu Nükleer Santrali özelinde Rusya, piyasanın üzerinde bir bedelle Türkiye’ye elektrik satacak. Santral; elektrik fiyatlarını artıracak, enerji yoksulluğunu derinleştirecek bir tesis. İş güvenliği önlemlerine dahi uymayan bir tesise, büyük ‘güvenlik’ sorumluluğu yüklüyoruz, bu da akıl alır bir şey değil.
Kanal İstanbul’a karşı olduğunuzu biliyoruz. İktidar olursanız, bu projeyle ilgili ilk adımınız ne olacak?
Kanal İstanbul demokrasi krizidir. AKP iktidarı; yurttaşları, sivil toplum örgütlerini, yerel yönetimleri sürece katmadan, üstten inme kararlarla projeyi hayata geçirmeye çalışıyor. Partimizin bu konudaki tavrı nettir. İktidara gelir gelmez bu projeyi iptal edeceğiz. Kanal İstanbul gibi bir ucubeye yönelik hiçbir ödemeyi yapmayacağız. Bu proje İstanbul’daki bir bölgeyi ilgilendiren bir mesele değildir. Kara ve deniz ekosistemi, canlı yaşamı, doğal, tarihi ve kültürel değerlen yönünden çok geniş bir coğrafyayı yakından ilgilendiriyor.
Doktor Ekrem Karakaya‘nın dün Konya Şehir Hastanesi‘nde silahla katledilmesinin ardından alınan grev kararı ile Türkiye’nin hemen her şehrinde doktorlar ve sağlık çalışanları iş bıraktı.
Çalıştıkları sağlık birimleri önünde yaptıkları eylemlerle öfkelerini ve yaslarını dile getiren sağlık çalışanları, şiddetin son bulması için haykırırken Sağlık Bakanı Fahrettin Koca‘ya istifa çağrısı da yaptı.
Sabah mesai saati başladığında sağlık birimlerinin önünde Karakaya için saygı duruşunda bulunan doktorlar, eylemlerine gün boyunca devam edecek.
Grev, yarın da sürecek. Kamuoyuna acil durumlar dışında hastanelere gelmemesi duyurulmuştu.
Eskişehir
Çapa’da doktorların eylemine polis saldırısı
İstanbul Tabip Odası’nın çağrısıyla saat 12:30’da İstanbul Çapa Tıp Fakültesi girişinde toplanıp İstanbul İl Sağlık Müdürlüğü’ne yürüyüş için toplanan binlerce sağlık emekçisi ve sendikaya polis biber gazıyla saldırdı, yürüyüşe izin vermedi.
Saldırıların ardından polis barikatı iki kez aşılarak yürüyüşe devam edildi.
Sağlık emekçilerine polis şiddeti kar etmedi. Sağlık emekçileri barikatı aştı pic.twitter.com/55T9wuFS7y
Hasta yakını tarafından vurulmak sağlıkta şiddet değilmiş!
Öte yandan Gaziantep Valisi Davut Gül, tepki çeken paylaşımında Karakaya’nın öldürülmesini ‘menfur saldırı’ diye nitelendirerek olayın ‘sağlıkta şiddet olmadığını’ iddia etti:
“Bugün bir hekimimiz menfur bir saldırıyla hayatını kaybetti. Nereden baksanız acı bir olay ama daha acı olanı, herkesin mevzi kazanma derdinde olması! Sağlıkta şiddetin ortadan kalkması için alınabilecek tedbirler olmakla birlikte bu olayı sağlıkta şiddet gibi açıklayamayız…”
Doktor Karakaya’nın ölümüne ilşkin haberlere dün de yayın yasağı getirilmişti.
Hatay
Sağlık çalışanlarına tıp fakülteleri ve öğrencilrin yanı sıra, vatanadaşlar da destek veriyor. İzmir’de İl Sağlık Müdürülüğü önünde eylem yapılırken, Ankara, Gaziantep ve pek çok ilde sokaklarda çalışanlar, öğrenciler vatandaşlar pankartlarla yürüyor.
Sosyal medyada #YaşamakİçinGöREVdeyiz diyen hekimlere, #SağlıktaSiddeteHayır ve #DoktorumaDokunma etiketleriyle destek veriliyor.