Ana Sayfa Blog Sayfa 806

Piyale Madra çiziyor-43

Türkiye’nin önde gelen çizerlerinden Piyale Madra, çizgileriyle Türkiye ve dünyanın “hal ve gidişatını” yorumluyor.

Yazar Salman Rüşdi’ye bıçaklı saldırı

Şeytan Ayetleri, Utanç, Utanç, Geceyarısı Çocukları gibi kitaplarıyla tanınan İngiliz yazar Salman Rüşdi, New York‘ta bir konferans vermek üzereyken saldırıya uğradı.

Şeytan Ayetleri adlı kitabı nedeniyle yazar hakkında 1989 yılında,  İran’ın dini lideri Ayetullah Humeyni tarafından ölüm fetvası verilmiş ve yine İranlı bir vakıf öldürülmesi karşılığında 3 milyon doların üzerinde bir ödül vaat etmişti.

New York Eyalet Polisi, gözaltına aldığı erkek bir şüphelinin sahneye koşarak Rüşdi’yi boynundan bıçakladığını duyurdu. Ağır yaralanan ve helikopterle hastaneye kaldırılan 75 yaşındaki Rüşdi’nin sağlık durumuna ilişkin henüz bir bilgi bulunmuyor.

Saldırı sırasında olay yerinde bulunan Haham Charles Savenor, saldırıyla ilgili görüntüler paylaştı.

https://twitter.com/CharlieSavenor/status/1558104554650181639

BBC’ye konuşan görgü tanıklarından Carl Levan ise yaşananların korkunç olduğunu, Rushdie’nin “tekrar tekrar bıçaklandığını” belirtti. Olaya tanık olan Buffalo News‘ten Mark Sommer de siyah maske giyen birinin sahneye atlayarak Rüşdi’ye saldırmaya başladığını, kısa süre sonra 10-15 izleyicinin Rushdie’nin yardımına koştuğunu ve saldırganı durdurduğunu söyledi.

Dokuz yıl boyunca saklanarak yaşamıştı

Booker ödüllü Rüşdi, geleneklerin ötesine geçerek İslam’ın temel kavramlarının modern çağa uyarlandığı bir reform süreci öngörüyordu. Şeytan Ayetleri kitabıyla dine hakaret içerdiği iddia edildiği için yıllardır ölümle tehdit edilen yazar, dokuz yıl boyunca saklanarak yaşamak zorunda kalmıştı.

Rüşdi, saldırının gerçekleştiği sırada Chautauqua Enstitüsü‘nde düzenlenen bir etkinlikte konuşmacıydı. Onunla birlikte sahnede olan diğer bir konuşmacı da başından yaralandı.

New York Valisi Kathy Hochul, polisi soruşturma için “ne gerekiyorsa yapması için” görevlendirdiğini söyledi.

Rüşdi’nin hastaneye helikopterle kaldırılma anları da sosyal medya kullanıcıları tarafından paylaşıldı.

Salman Rüşdi kimdir?

Hindistan doğumlu İngiliz yazar, 1981 yılında Booker Ödülü de aldığı Geceyarısı Çocukları romanıyla ünlendi. Kitap yalnızca İngiltere’de bir milyonun üzerinde sattı.

Yazar daha sonra 1993’te Booker of Bookers ve 2008’de Best of Booker ödüllerini aldı.

Rüşdi’nin post-modern romanı Şeytan Ayetleri kitabı 1988’de basılır basılmaz büyük bir öfke doğurdu, yasaklanma çağrıları yapıldı. İran lideri Ayetullah Humeyni, yazar hakkında ölüm fetvası çıkarttı ve bu durum  diplomatik krizlere neden oldu. 

Dünya çapında, çevirmenler ve gösterilerde ölenler dahil 59 kişi bu konuyla ilgili hayatını kaybetti. Rüşdi pek çok Müslüman tarafından “kafir” ilan edilirken bazı kesimler tarafından da ifade özgürlüğünün temsilcisi oldu.

‘Hayat, hekimler için Bakan’ın tweetlerindeki kadar sevimli değil’

Türk Tabipleri Birliği (TTB) Merkez Konseyi Üyesi Kazım Doğan Eroğulları, sağlıkçılara yapılan ek ödemeleri düzenleyen ve Sağlık Bakanı Fahrettin Koca’nın “Kitap gibi sağlam” diyerek duyurduğu yönetmeliğe tepki gösterdi. Türk Eczacıları Birliği‘nden de bugün yapılan açıklamada da yönetmelik ‘hayal kırıklığı’ olarak nitelendirildi.

“Yönetmelik öyle bir karmaşık yönetmelik ki içinde ne getirdiğini maalesef göremiyoruz. Ama net olarak gördüğümüz şey şu; bizim taleplerimizin karşılanmadığı. Bir sonraki ay ne alacağını hiçbir sağlık emekçisi bilmiyor. Maalesef hayat, hekimler açısından Sayın Bakan’ın tweetlerindeki kadar sevimli değil.”

Sağlık Bakanı Fahrettin Koca, bugün Resmi Gazete’de yayınlanan ve sağlıkçılara yapılan ek ödemelerle özlük haklarını düzenleyen yönetmeliği sosyal medya hesabında şöyle duyurmuştu:

Pandemiden bu yana özlük hakları için mücadele eden sağlık emekçileri ise bu yönetmeliğin bir “ceza yönetmeliği” olduğunu savunuyor.

ANKA Haber Ajansı’nın aktardığına göre; aile hekimlerini ek ödeme kapsamının dışında bırakan yönetmelik, iki defa kınama cezası alacak olan devlet memurunun bir aylık ek ödemesinin kesilmesi ve performans sistemini daha da güçlendiren yönünde maddeler içeriyor.

‘Hayat, hekimler açısından Bakan’ın tweetlerindeki kadar sevimli değil’

TTB Merkez Konseyi Üyesi Kazım Doğan Eroğulları,  taleplerini şöyle sıralıyor:

  • Tek ödeme istiyoruz. Bunun da emekliliğe yansımasını istiyoruz. Bu yönetmelik karmaşık, emek sömürüsünü artıran performans sisteminin daha belirgin halde hissedildiği yönetmelik. Mesela bir devlet memuru bir kınama ceza almışsa ona ikinci bir cezayı öngörüyor ve o memurun bir aylık ek ödemesini kesiyor. Bu, bir anlamda mali şiddet.
  • Hekimin, sağlık emekçilerinin insanca yaşayacak bir ücrete ulaşması için insanca olmayan koşullarda çalışmasını öngören bir yönetmelik. Bu anlamda kamuda performans baskısı, özel sektörde ciro baskısıyla halkın sağlığını tehlikeye atan bir yönetmelik.
  • Hekimin, yaşamını kazanmak için çok daha fazla hasta bakması, çok daha fazla sayıda ameliyat yapması gerekiyor. Bu da hastalarda halk sağlığı sorunu olarak dönecek. Beş dakikada bir muayene olmaz ama hekim, ücreti alabilmek için çok daha fazla sayıda hastaya daha kısa sürede bakmak zorunda.
  • Sayın Bakan’ın bahsettiği şekilde bir yönetmelik değil. Aile hekimleriyle ilgili de bir düzenleme yapılacağı söylenmişti. Bu ek ödeme yönetmeliği, aile hekimlerini kapsamayan bir yönetmelik.
  • Üniversitelerin bir çoğunluğu, ek ödeme yönetmeliğinin kapsamı dışında kaldı. Biz, güvenceli bir çalışma modeli istiyoruz. Şiddetsiz bir çalışma ortamımız olsun istiyoruz.
  • Sağlık Bakanlığı’nın ‘Ayın 15’inde göreceksiniz’ dediği şudur; ‘ayın 15’ine kadar köle gibi çalışırsanız eğer, ay sonunda bir önceki aydan biraz daha fazla alabilirisiniz’ demek istiyor.
  • Maalesef hayat, hekimler açısından Sayın Bakan’ın tweetlerindeki kadar sevimli değil.

Türk Eczacılar Birliği: Reva görülen oranlar, sağlık personeli arasında katsayı adaletsizliğini artırıyor

Kamu eczacılarının uğradığı mağduriyeti giderecek şekilde söz konusu yönetmeliğin yeniden düzenlenmesini talep ettiklerini açıklayan Türk Eczacılar Birliğince de tepkiler şöyle dile getirildi:

“Yeni düzenlemeyle kamuda görev yapan diğer sağlık çalışanları gibi canla başla çalışan, görevlerini layıkıyla yerine getiren kamu eczacılarımıza reva görülen oranlar, sağlık personeli arasında katsayı adaletsizliğini artırdığı gibi hakkaniyetli de değildir.”

Türk Eczacıları Birliği, tarafından yapılan açıklamadan dikkat çekenler ise şöyle:

  • Eczacılık mesleği bir süredir çok sıkıntılı bir dar boğazdan geçmekte, eczacıların haklı talep ve beklentileri görmezden gelinmektedir.
  • Meslektaşlarımızın, adeta kaderine terk edildiği bu süreçte, hep birlikte ortaya koyduğumuz ‘eczacılara hak ettiği değer verilmelidir‘ iradesinin ve eylemlilik kararının ne kadar haklı ve yerinde olduğu bir kez daha ortaya çıkmıştır.
  • Beş yıllık eğitim alan, görev ve sorumlukları açısından kamu adına önemli ve ikame edilemez hizmetler sunan ve aynı zamanda stratejik personel statüsü taşıyan meslektaşlarımıza hak ettikleri değer ne yazık ki verilmemiştir.
  • Meslektaşlarımız; hastanelerde yönettikleri bütçe, yaptıkları iş, eğitim süreleri ve aldıkları risk itibariyle bu yönetmelikle belirlenen oranlardan çok daha iyisini hak etmektedir.
  • Kamu eczacılarına yapılacak mesai içi ek ödeme tutarlarında ve kadro unvan katsayılarında Türk Eczacıları Birliği olarak talep ettiğimiz oranlar görmezden gelindiği gibi, hizmet alanı kadro ve unvan katsayılarında dahi bir değişiklik yapılmamıştır.
  • Kamu eczacılarının öteden beri 5 yıllık lisans mezunu diğer sağlık çalışanlarıyla yaşadığı ücret adaletsizliğini derinleştiren, sağlık personeli arasındaki çalışma barışını bozan, kamu eczacılarını alenen yok sayan bu düzenlemeyi anlamamız ve kabul etmemiz mümkün değildir.

Zeytinli Rock Fest’in iptaline yapılan itiraz da reddedildi: Seferihisar Belediyesi talip oldu

Dün Zeytinli Rock Festivali‘nin “yoğun şikayetler ve kamu güvenliğinin korunması ” gerekçeleriyle iptal edilmesine ilişkin Balıkesir Burhaniye Kaymakamlığı‘na yapılan itiraz reddedildi.

BBC Türkçe‘nin aktardığına göre festival organizasyonunun yaptığı yazılı açıklamada “Gençlerimizden birkaç günlük mutluluğu esirgeyenler şunu asla unutmasın ki; Atatürk’ün Cumhuriyetimizi emanet ettiği Türk Gençliği gericiliğe ve karanlığa asla prim vermeyecektir” denildi.

Öte yandan İzmir Seferihisar Belediyesi Başkanı İsmail Yetişkin, yasaklanan festivale talip olduklarını söyledi.

Festivalin organizasyon şirketini de etiketleyerek attığı tweet’te Yetişkin, şöyle dedi:

“Zeytinli Rock Festivali’nin “kamu güvenliği” gerekçesiyle iptal edilmesi kabul edilemez. Festivale Seferihisar’da seve seve ev sahipliği yapmaya talibiz! Gençlerimizi ve rock müzikseverleri böylesine değerli bir etkinlikten mahrum etmemek için elimizden geleni yapmaya hazırız. ”

2005 yılından beri her sene Balıkesir‘de gerçekleşen ve rock müziğin önemli festivallerinden biri haline gelerek gelenekselleşen Zeytinli Rock Festivali, İlim Yayma Cemiyeti tarafından hedef gösterilmesinin ardından Burhaniye Kaymakamlığı tarafından yasaklanmıştı.

Kaymakamlık, 17-21 Ağustos’ta gerçekleşmesi yapılması planlanan festivali yasaklama gerekçesi olarak, “Vatandaşlarımız tarafından yapılan yoğun şikâyet ve yakınmalar göz önüne alınarak, kamu güvenliği ve sağlığı, toplumun huzuru, çevrenin korunması amacıyla uygun görülmemiştir” ifadlerin kullanmıştı.

Festivalde sahne alacak sanatçılardan ve kamuoyundan karara hala tepki yağıyor.

Sahne alacak gruplardan Moğollar, “Engellenmeye çalışılan bir festival değil, memleket gençliğinin özgürlüğü ve tercih hakkıdır” derken, Mor ve Ötesi grubu da tepkisini şu sözlerle paylaştı:

“Bu ülkenin fikri hür vicdanı hür gençleri, dünyadaki bütün akranlarının sahip olduğu her şeye fazlasıyla layıktır. Bu yaz, yasakçılığın son yazıdır. Birlikte şarkılar söyleye söyleye bu deli gömleğini yırtıp atacağız. Müzik yasaklanamaz.”

Boğaziçi’nde direniş 586’ıncı gününde de devam ediyor

Boğaziçi Üniversitesi akademisyenleri, bugün de atanmış rektör ve üniversite yönetimine karşı 586’ıncı kez bir araya geldi. Akademisyenler nöbetlerinin ardından haftanın her son iş gününde olduğu gibi haftalık açıklamalarını okudular.

Yoğun sıcağa karşı şemsiyelerle direnişlerini sürdüren akademisyenler 395’inci kez rektörlük binasına sırt çevirdi.

Fotoğraf: Can Candan

Bugün, Naci İnci’nin Boğaziçi Üniversitesi’ne rektör olarak atanmasının 351’inci, 30 Temmuz günü gerçekleştirilen destek oylamasında akademisyenlerin yüzde 95 oranında rektör adaylığına karşı olduğu açıklanan İnci’nin Matematik Bölümü tam zamanlı öğretim üyesi Mohan Ravichandran’ı hiçbir gerekçe göstermeden dönem ortasında görevden almasının ise 270’inci gününe gelindi.

Boğaziçi Üniversitesi akademisyenleri haftanın her iş günü olduğu gibi bugün de 12:15’te #KabulEtmiyoruzVazgeçmiyoruz diyerek arkalarını 395’inci kez rektörlük binasına döndüler.

Fotoğraf: Can Candan

Akademisyenler nöbet boyunca ellerinde “Kabul Etmiyoruz”, “Vazgeçmiyoruz” ve “Özerk, Özgür, Demokratik Üniversite” yazan dövizler taşıdılar.

Akademisyenler nöbetlerinin ardından şu açıklamayı gerçekleştirdiler:

Fotoğraf: Can Candan

‘Can Candan’a yeniden hukuksuzluk’

Bu hafta kayyım rektörlüğün, üniversitemize onarılması güç zararlar veren hasmane tasarrufları artık topyekûn bir saldırganlığa dönüştü.

Hukuksuz şekilde görevinden uzaklaştırılmasının 8. ayında, mahkemenin Şubat 2022’deki yürütmeyi durdurma kararıyla görevine geri dönmüş olan meslektaşımız, Batı Dilleri ve Edebiyatları Bölümü Öğretim Görevlisi Can Candan, bu hafta kayyım yönetim tarafından tebliğ edilen yeni bir kararla görev süresinin uzatılmamış olduğunu öğrendi. Yani, önceki görevden alınma kararı mahkeme tarafından açıkça hukuksuz bulunmuş olmasına rağmen, Naci İnci ve ekibi aynı hukuksuzluğu tekrar etmeyi seçerek Candan’ın üniversite ile ilişiğini yeniden kesmeye teşebbüs etti.

Fotoğraf: Can Candan

Tebliğ yazısında, gerekçe kisvesi altında ‘ders yükümlülüklerini yerine getirmemek’ ve ‘üniversite yöneticilerine hakarette bulunmak‘ gibi asılsız ve önceki mahkeme kararında belirtildiği üzere, gereğince soruşturulup sonuca bağlanmamış birtakım ithamlar yer alıyor.

Gayrimeşru yönetim tarafından hukuki ve akademik kriterler yok sayılarak alınan, Can Candan’ın maddi ve manevi haklarını gasbeden bu karar yalnızca kontrolsüz bir hınç ve husumet eseridir. Kabul etmiyoruz! Bu konuda yasal haklarımızın takipçisi olacağız ve Can Candan’ı yeniden ait olduğu yere, öğrencilerinin yanına geri alacağız.

Fotoğraf: Can Candan

Atatürk Enstitüsü’nün müdürü de görevden alındı

Kayyım rektörlük aynı hınç ve husumetle kurumlarımızı ve üniversitemizin hak edilmiş uluslararası saygınlığını borçlu olduğu kurumsal pratik ve geleneklerimizi hedef alıyor. Bu hafta Atatürk Enstitüsü’nün seçilmiş müdürü Cengiz Kırlı görev süresinin bitimine henüz 1,5 yıl varken tepeden bir kararla görevden alındı.

Osmanlı tarihçiliğinde çığır açan çalışmaların sahibi, idarecilik görevini layıkıyla ve özveriyle yerine getiren, üniversitemiz Arşiv ve Dokümantasyon Merkezi’nin öncü kurucularından olan Cengiz Kırlı’nın yerine Sevtap Demirci atandı.

Fotoğraf: Can Candan

Kırlı’nın görevden alındığını kendisine tebliğ etmeyen ve görevden alınma nedenini bildirmeye dahi tenezzül etmeyen rektörlük, bu tepeden atama kararını aynı gün Elektronik Belge Yönetim Sistemi üzerinden üniversite kamuoyuna duyurdu.

Atatürk Enstitüsü, Türkiye ve geç dönem Osmanlı İmparatorluğu çalışmaları alanında ulusal ve uluslararası düzeyde saygınlığı olan bir kurumdur.

Böylesi bir kurumun oluşumu ve devamlılığı hoca ve öğrencilerin kolektif emek ve özverisine dayandığı kadar özgür, katılımcı ve eleştirel eğitim ortamına ihtiyaç duyar.

Fotoğraf: Can Candan

Atatürk Enstitüsü bu vasıflar sayesinde Türkiye’deki çok sayıda sosyal bilimler araştırmasının beşiği hâline gelmiştir.

Rektörlüğün Atatürk Enstitüsü’ne karşı yaptığı bu darbe, kaliteli ve eleştirel eğitim ve öğretim ortamını da tehdit etmektedir. Atatürk Enstitüsü’nün meşru ve seçilmiş müdürü Cengiz Kırlı’nın görevden alınarak yerine Sevtap Demirci’nin atanmasını kınıyor ve bu karardan hızla geri dönülmesini talep ediyoruz.

Dersler iptal edildi

Uluslararası düzeyde saygınlığa sahip her köklü üniversite gibi, Boğaziçi Üniversitesi de başarısını liyakat sahibi bilim insanlarının bilgi üretimi pratiklerine, bu pratiklerden doğan geleneklere ve bu geleneklerin gelecek nesillere aktarımına borçlu.

Bu hafta, alanlarında bilimsel bilgi üretimine önemli katkılar vermeye devam eden birçok emekli hocamızın 2022 yılı sonbahar dönemi açacakları derslerinin, kayyım rektörlük tarafından hiçbir gerekçe gösterilmeksizin iptal edildiğini öğrendik.

Fotoğraf: Can Candan

Kayyım rektörlüğün, öğrencilerin eğitim ve öğretimine zarar veren bu keyfî kararını, aynı zamanda Boğaziçi Üniversitesi’nin kurumsal hafızasını silmeyi amaçlayan bir teşebbüs, bir hafızasızlaştırma siyaseti olarak görüyoruz. Üniversitemize karşı alınan bu düşmanca tutumu kınıyor ve kamunun dikkatine sunuyoruz.

ODTÜ’nün kayyım yönetimi

Kayyım yönetim eliyle Boğaziçi Üniversitesi’ni yok etme girişimlerine rağmen özgür, özerk, demokratik ve katılımcı ilkelere dayalı bir üniversite ideali için verdiğimiz mücadelede yalnız olmadığımızı bilmek bize güç katıyor.

Bu sene, Boğaziçi Üniversitesinde olduğu gibi ODTÜ’de de kayyım yönetimi, tüm bileşenlerin çağrılarına ve 38 bölümün tamamının taleplerine rağmen, her sene stadyumda yapılan genel mezuniyet törenini ‘güvenlik gerekçesi‘ ile yasakladı.

Ancak yönetimin tüm baskı ve engellemelerine rağmen öğrenci, akademisyen ve mezunlar 6 Ağustos’ta Devrim Stadyumu’nda kendi imkanlarıyla, olması gerektiği gibi, coşkulu ve renkli bir alternatif mezuniyet töreni gerçekleştirdi.

Öğrenciler bu mutlu günlerini geniş bir katılımla, hiçbir güvenlik sorunu yaşamadan, özgürce kutladılar. Keyfî ve baskıcı kararlara karşı direnerek haklarını elde etmeyi başaran tüm ODTÜ bileşenlerini kutluyoruz.

ODTÜ ve Boğaziçi’nde gerçekleştirilen alternatif mezuniyet törenleri, kayyım yönetimlerinin aczinin ve yalnızlığının açık bir ifadesi oldu; dayanışma ve mücadele ile var olmaya, büyümeye devam edeceğimizi bir kez daha vurguladı.

Üniversitedeki gayrimeşru uygulamalar bir an önce sona ermelidir.

Üniversitemizdeki tüm fakülte dekanları, enstitü müdürleri ve yüksek okul müdürü seçimle göreve gelmeli ve seçilmiş kurullarla denetlenebilmelidir.

Şeffaf ve demokratik yollardan belirlediğimiz ve haksızca işlerine son verilen dekanlarımız ve enstitü müdürümüz bir an önce görevlerine iade edilmelidir.

Atama ve yükseltme kriterleri hiçe sayılarak bölüm, fakülte ve enstitülerin onayı alınmadan, tepeden inme kararlarla yapılan tüm atamalar gayrimeşrudur, geri alınmalıdır.

İşlevsizleştirilen Boğaziçi Üniversitesi Yayınevi ve Cinsel Tacizi Önleme Koordinatörlüğü işinin ehli çalışanlarıyla birlikte bir an önce tekrar faal hâle getirilmelidir.

Fotoğraf: Can Candan

Gayrimeşru yönetim tarafından gerekçesiz şekilde el konulan İstanbul Matematiksel Bilimler Merkezi binası eski işlevine kavuşturulmalı, yeniden araştırmacıların kullanımına sunulmalıdır. Naci İnci ve yönetimi ile bugüne kadar hukuksuzca kadrolaşmış tüm isimlerin istifasını talep ediyoruz.

Fakülte ve bölüm kararları yok sayılarak işine son verilen ve dersleri iptal edilen meslektaşlarımızın haksızca uzaklaştırıldıkları işlerine iade edilmelerini, ayrıca öğrencilerimiz, akademik ve idari personelimiz hakkında mesnetsiz gerekçelerle açılmış tüm disiplin soruşturmalarının geri alınmasını bir kez daha talep ediyoruz. Üniversitemizi yılmadan ve kararlılıkla savunmaya devam edeceğiz.

Türkiye’de özgür, özerk, demokratik ve katılımcı ilkelere dayalı bir üniversite ideali gerçekleşene kadar,

Kabul Etmiyoruz, Vazgeçmiyoruz.”

Madene mahkum edilmiş bir kent: Hakkari

Video-haber: Şenol BALI

Kurgu: Kadir CESUR

*

HAKKARİ- Dağlık alanları ve yeşil bitki örtüsüyle bilinen Hakkari ve çevresi maden rezervleri bakımından da oldukça zengin. Bu potansiyel hakkında şimdiye kadar bütünlüklü  bir tespit çalışması yapılmış değil ancak  40 milyon ton ile dünyanın en büyük çinko yataklarından birinin burada bulunduğu tahmin ediliyor. Bu yüzden  son yıllarda özel şirket eliyle çinko ve kurşun üretimi faaliyetleri oldukça artmış durumda. Son verilere göre ülke genelinde  900 bin ton çinko üretiliyor ve bunun 100 bin tonu kentten  çıkarılıyor.

Kentin bu potansiyeli son yıllarda İranlı ve batılı şirketlerin ilgisini çekiyor. Birçok yabancı yatırımcı bölgeden ortaklar edinerek ya faaliyet yürütüyor ya da faaliyetlere başlamak için  resmi prosedürü tamamlamak için çalışıyor.

Şu an kentte 100’ün üzerinde maden şirketi bulunuyor ve bunların bir kısmı aktif olarak faaliyet yürütüyor. Bölgede zengin yatakları olan kurşun ve çinkonun hammadde olarak çıkarılıp işlenmesi zor ancak satılması kolay. Kentte çıkarılan çinkonun neredeyse tamamının uzun süre Mersin Limanı üzerinden Çin’e gönderilirken, şimdilerde ulaşım maliyetlerinin artmasından dolayı ise karayoluyla İran’a satılıyor. Ham halinin tonunun 100-150 dolara ihraç edilen  çinkonun işlenmiş hali ise 4000- 5000 dolar dolaylarında satın alınıyor. Kentteki kurum temsilcilerin en büyük itirazı da buna dönük. Ham maddenin ucuza satıldığını belirten kentteki dinamikler, bunun ekonomik kayba neden olduğu görüşünde.

Tek çare olarak görülüyor

2021 yılı sonu itibarıyla Türkiye nüfusunun  yüzde 15,3’ünü gençler oluşturuyor. Genç nüfus oranının en yüksek olduğu il ise yüzde 22,8 ile Hakkari. Ancak kentteki gençlerin çoğu işsizlikle boğuşuyor. Yoksulluk ve yaşanabilirlik oranlarında da Türkiye‘nin en geri kalmış illerinden biri.  Düzenli olarak göç veren ve neredeyse nüfusunun yarısını kaybeden  kentte tarım ve hayvancılık da her geçen gün geriliyor. Birçok bölgesinin güvenlik gerekçesiyle  hala ‘yasaklı bölge’ olduğu, turizm değerinin de yeterince ilgi görmediği kentte derin bir ekonomik kriz söz konusu. Hakkarililer bütün bu gerekçelerle yeraltı kaynaklarının çıkarılmasını kentin ekonomisini düzeltecek yegane çare olarak değerlendiriyor.

Yeraltı kaynakları bakımından oldukça zengin olduğu tespit edilen kentteki kurşun ve çinko değerlerinin Türkiye’deki ve Toroslardaki cevherleşmesine göre çok büyük potansiyellere sahip olduğu belirtiliyor. Dünya genelinde yılda 12 milyon ton metal çinko üretiliyor. Türkiye’de ise Kayseri civarından 100 bin ton, Hakkari’den 100 bin ton olmak toplam yılda ortalama %20 tenörlü yaklaşık 200 bin ton karbonatlı çinko cevheri üretiliyor. Bunun yanında 10 bin ton sülfürlü kurşun cevheri de bu yataklardan elde ediliyor. Ayrıca Hakkari çevresinde  çinko ve kurşun gibi madenlerin yanı sıra, kükürtlü bileşikler ve jeotermal kaynaklar da bulunuyor.

Kent sakinlerinin ve kurum temsilcilerinin  çoğu maden arama faaliyetlerine ekonomi merkezli bakıyor. Ancak bu konuda şikayetleri var. Onlara göre tüm madenlerde çalışan kent sakini  sayısı hala çok az ve dışardan gelen firmalar kente yeterince yatırım yapmıyor.  Kentte kurulması planlanan İzabe fabrikasının Siirt’te kurulması da bir başka sitem konusu .Rezervlerin  neredeyse tamamı Hakkari’de bulunan çinko ve kurşunun işleneceği tesislerin başka kentte  kurulmasını da haksızlık olarak görüyorlar. Geçen yıl yatırım bedeli 102 milyon dolar olan Lineer Metal Çinko Üretim Tesisi, Siirt Organize Sanayi Bölgesi‘nde kurulmuştu. Yılın ilk aylarında açılışı yapılan tesis başta Hakkari olmak üzere Şırnak ve Van’a uzanan bölgede çinko madenlerinden çıkarılacak olan cevheri işleyecek.

Çevre değil, maden sahaları korunuyor

Hakkari için hazırlanan MTA raporlarında; yoğun krom, kurşun, çinko, bakır, titanyum, altın vd. madenler bulunduğu belirtiliyor. Kentte; 2020 Ağustos ayında 7 bin 186 hektar, geçen yıl Haziran’da 1817 hektar, bu yıl Mart ayında 1993,50 hektar, geçtiğimiz günlerde ise 2 bin 826 hektar doğal alan maden şirketlerine ihale edildi.

Kentte madencilik yürüten çok sayıda firma arasında en büyüklerinin başında Ölmez Madencilik , Sedex Resources, Seyitoğlu Madencilik, Çağlar Madencilik ve Karakaya Madencilik geliyor. Meskan Bölgesi ve Karakaya sahası ise arama çalışmalarının yoğunlaştığı alanlardan. Ancak her geçen gün yeni  bölgelerde kurulacak yeni sahalar için fizibilite ve rezerv keşif çalışmaları yapıldığı açıklanıyor. Kentin birçok dağında bir tesis kurulmuş durumda. Kurulan tesisler için alınan yoğun güvenlik önlemleri ise dikkati çekiyor, çoğunun yakında birer güvenlik noktası kurulu. Maden faaliyetlerinin yapıldığı bir çok vadi de ‘ güvenlik ‘ gerekçesiyle yasaklı bölge olarak ilan edilmiş durumda ya da sıkı bir kontrole tabii.  Bu yüzden de basın mensuplarının tesise girmek bir yana, uzaktan görüntü almaları bile engelleniyor.

Bölge halkı yoksulluktan ve yoksunluktan kurtulmak için ‘tek çare’ olarak görse de maden sahalarının faaliyetleri neticesinde bölgedeki bitki örtüsü ve su kaynakları büyük zarar görüyor. Faaliyetler sonucu ayrıştırılan ağır metaller toprağa, havaya ve suya karışıyor, bulunduğu yerlerde bitkisel üretimlerin ve meraların da kirlenmesine yol açıyor.  Yine faaliyetler esnasında dere yatakları tahrip ediliyor, ulaşımı sağlamak uğruna  çoğu ormanlık olan alanlarda yol açma çalışması yapılıyor; yüzlerce ağaç ve endemik bitki türleri yok ediliyor. Bu durum, orada yaşayan hayvanların da bölgeyi terk etmesine neden oluyor.  Firmaların önemli bölümünün ise Çevresel Etki Değerlendirmesi (ÇED) raporu yok, buna gerek görülmemiş.

İtirazlar ve anlaşmazlıklar artıyor

Öte yandan korunan, her geçen gün büyüyen madencilik sektörü ve arama çalışmaları yoğunlaşması zaman zaman tansiyonun yükselmesine neden oluyor. Aşiretler , arazi sahipleri ve maden yetkilileri arasında yaşanan anlaşmazlıkların yanı sıra zaman zaman köylülerin kendi aralarında da ‘ranta dayalı’ çekişmeler yaşanıyor. Bu nedenle de maden şirketleri zaman zaman faaliyetlerini durdurmak zorunda kalıyor. Geçen aylarda Seyitoğlu Madencilik firmasının faaliyet yürüttüğü Kavaklı Köyü‘nde madenciliğe karşı çıkan beş ayrı köylünün darp edilerek gözaltına alınması kamuoyuna yansımıştı.

Servet Taş: 110 kayıtlı şirket var bunlardan 10’u aktif

Hakkari Ticaret ve Sanayi Odası (HATSO)  Başkanı Servet Taş da aşiretler ve köylüler gibi kentteki ocakların ekonomik olarak kentte önemli bir katkı sunduğu görüşünde. Taş’ın paylaştığı verilere göre odaya kayıtlı 110 ayrı maden arama şirketi bulunuyor ancak şu anda bunlardan sadece 10 tanesi aktif olarak çalışıyor. Taş, galeri sistemiyle faaliyetlerin yürütüldüğünü söyleyen Taş, denetime tabii olan söz konusu ocakların çevreyi tahrip ettiğine ilişkin bir duyum almadıklarını öne sürüyor:

Servet Taş/ HATSO  Başkanı

“İlimiz çinko ve kurşun madenleri açısından ciddi rezervlere sahip. Bu yönüyle dünyada üçüncü, Türkiye’de ise ilk sıradayız. Bu Hakkari için ciddi ekonomik bir dinamiktir. Kapatılmış onlarca maden ocağı var, şu an faaliyette olan 10 civarında. . Her biri 70-80 çocuğumuzu istihdam ediyor. Bu da Hakkari ekonomisine ciddi bir katkı sunuyor. Bizde 110’ dan fazla kayıtlı arkadaşımız var. Bunun Hakkari piyasasına da ciddi etkisi var. Çinko ve kurşun diğer maden ocakları gibi değil. Galeri sistemi ile faaliyet yürütüyor. Yeraltında patlatma yaparak tüneller açıyorlar. Tüm maden ocakları denetime tabi ve zaman zaman denetleniyor. Tahribatla ilgili bir duyum almadık.”

HDP İl Eş Başkanı: Ekoloji açısından ciddi zararları var

Ancak HDP Hakkari İl Başkanı Lokman Özdemir, Taş’la aynı görüşte değil. Maden ocaklarından belirli bir kesimin yararlandığını, beş-altı kişinin milyarder olduğunu ifade eden Özdemir’e göre ocaklar çevreye ciddi zarar veriyor. “Madencilik üzerine çalışma yapan müteahhitler birkaç fabrika kursa, insanların bir kısmı buradan geçimini sağlayabilir. Ama yatırımlar yine buraya yapılmıyor.”

Lokman Özdemir/HDP Hakkari İl Başkanı.

Kentte bulunan ocakların en büyüklerinden olan Sedex Resources Şirketi tarafından Kavaklı Köyü’nde yapılan kazı çalışmaları; çalışma alanının dışına çıktığı ve doğal ortamı tahrip ettiği gerekçesiyle dava konusu olmuştu. Köylüler 2021 yılında şirketin faaliyetlerinin durdurulması için yargı yoluna gitti. Dava dilekçesinde şu ifadeler yer aldı:

“Adı geçen şirket, ruhsatlarında belirtilen sınırların dışına taşımışlardır. Köyün doğal ortamını bozmuşlardır. Ağaçlar sökülmüş ve tekrar yetişmelerine imkân verecek bir ortam kalmamıştır. Yeşil alanlar tahrip edilmiştir. Tarım ve hayvancılıkla ilgilenmek imkânsız bir hâl almıştır. Doğal kaynak suları kullanılamayacak hale getirilmiştir.’’

Av. Kurt: Kazılar gelişigüzel, maden sınırları izinsiz genişletiliyor, rehabilitasyon yok

Köylüler adına davayı yürüten avukat Sefer Kurt, madencilik faaliyetlerinin yarattığı ekolojik tahribatları şöyle sıralıyor:

‘’Hakkari Kavaklı Köyü’nde faaliyet yürüten bir maden ocağıyla ilgili hukuki yollara başvurduk. Köy sakinleri genel olarak madencilik faaliyetleri nedeniyle birçok sıkıntıyı göğüslemek zorunda kalıyor. Köylülerin tamamı madencilikle uğraşırken maden şirketleri dağlarda gelişigüzel kazımlar yapması , aynı zamanda tahribat yarattıkları yerleri eski haline getirmemelerinden dolayı bütün yeşilliklerin üzeri şu an toz ve toprakla örtülmüş. Bu açıdan köylüler artık hayvancılıkla uğraşamaz bir duruma geldiler. Kavaklı, dağlarla çevrili bir köy. Köylüler dağların yamaçlarındaki boş arazilerde tarımcılık yapardı, çok sayıda meyve ağaçları vardı.

Maden arama şirketleri şantiyelerini dağ eteklerindeki boş alanlarına kuruyor. Bu nedenle köylüler o alanlarda tarım yapamaz hale geldi. Yine köy içinde akan büyük bir ırmağımız var. Bu suda öncesinde tatlı su balıkları yaşardı ama suyun bulanık akması ve etraftaki bitkilerin yok olması nedeniyle balıklar da üreyemez veya yaşayamaz hale geldi.”

Kurt,  bir başka önemli konuya daha dikkat çekiyor. Ona göre, belli bir alan için arama izni alan şirket burada aradığı madeni bulamayınca çevredeki dağlara yöneliyor:

‘’Maden şirketi öncesinde cüzi bir alanda maden arama ruhsatı çıkarmışken delme usulü ile buradan herhangi bir netice alamadığında kenar dağlara sıçrayarak bu sefer kendi sınırları dışında kazmaya başladı. Bunları yaparken, daha öncekilerde olduğu gibi, zarar verilen alanı olduğu gibi, herhangi bir rehabilitasyon çalışması yapmadan bırakıp bölgeye ağır zararlar veriyorlar. Köydeki dağların tamamı ormanlık alanlarla kaplı. Maden şirketleri, gelişigüzel bir şekilde dağların tamamını telef ediyor, bunu yaparken de ilgili kurumlardan izin almaya bile gerek duymuyor. Irmakla yol arasında bir sürü yaşı yüzyılı geçmiş ceviz ağaçları ve üzüm bağları vardı yakın geçmişe kadar. Şirkete ait araçlar oradan daha rahat geçsin diye o ağaçlar ve bağlar yok edilerek dümdüz bir yola çevrildi. ”

Hukuki süreç devam ediyor

Başlattıkları yargı sürecinin devam ettiğini aktaran Kurt, ÇED raporlarına ilişkin ise şu bilgileri paylaşıyor:

“Tarım ve Orman Bakanlığı’na yazdığımız yazıya kısmi bir cevap verdiler. 2021 yılı için  ‘ÇED raporuna gerek yoktur’ kararı alındığını söylediler. Kendilerinin de sahada yaptıkları incelemeler sonrasında bir takım ihlallerin olduğunu ve bu yönlü yaptırım ve tavsiyelerin olacağını da belirtmişler. Yargı süreci şu an başlangıç aşamasında . Mart ayında öncelikli olarak birçok kurum ve bakanlığa yazılar gönderdik. Bir kısmına cevaplar da geldi. Çevre ve Şehircilik Bakanlığı da ‘ÇED’e gerek yok’ dedi. Yine Hakkari Valiliği’ne başvuruda bulunmuştuk. Oradan gelen yanıtta da incelemelerin devam ettiği ve ÇED raporuna ilişkin eksikliklerin olduğu belirtildi. Hala tam olarak cevaplar ve raporlar gelmiş değil.”

Hammadde İran’a 100-150 dolara satılıyor, 3500-4000 dolara mamul ürün alınıyor 

Hakkari’den çıkarılan madenler asıl olarak İran’a ihraç ediliyor. Bu ülkede işlendikten sonra da yine Türkiye’ye satılıyor. Yani ucuza satılan hammadde o ülkeye artı değer ve maddi kazanç sağlıyor.  Ticaret Odası Başkanı Taş, “Geçmişte Çin de vardı. Çıkarılan cevherler Mersin ve İskenderun limanlarından  limanından, bu ülkeye gönderiliyordu. Maliyet arttığı için firmalar İran’a yöneldi, şu sıralarda en büyük alıcı İran” diyor.

İran’a tonu 100-140 dolardan hammadde ihraç edildikten sonra, mamul maddeyi  3500-4000 dolara ithal ettiğini anlatan Taş, yakın zamanda Siirt’te kurulan İzabe Fabrikası sayesinde gelir kaybının önlenebileceğini savunuyor.

Nazım Demir/ CHP Hakkari İl Başkanı.

CHP Hakkari İl Başkanı: Tarım ve hayvancılık yok edildi, tek çare madencilik

Kentte uzun bir süredir, Valilik kararıyla eylem ve etkinlikler yasaklı durumda. Yasaklar son dönemlerde yayla, mera ve turizm alanları için de uygulanıyor. Birçok bölgeye girişler ya yasak ya da izne bağlı. Bu yasaklardan dolayı tarım ve hayvancılığın yok olmak üzere olduğunu ifade eden CHP Hakkari İl Başkan Nazım Demir de maden ocaklarını kentin ekonomik sorunlarına tek çare olarak görenlerden:

“Maalesef şu an bizi kurtaracak tek şey olarak maden ocakları görülüyor. Madenler dışında kentin kalkınması için neredeyse bir şey yok. Hakkari halkının çoğu, şu anda tüketici pozisyonunda.  Meraların yasaklı olduğu bir yerde neyi bekleyebiliriz ki? Daha önce meracılık veya hayvancılık vardı, halkın yüzde 87 ‘si bununla uğraşırdı. Kalan yüzde 13’t de tarımla geçinirdi. Şu an köyler de yasaklı. Ondan dolayı şu anda madenler dışında bir şey kalmadı.”

HATSO başkanı Taş gibi Demir de bölgedeki arama faaliyetlerinin galeri usulü ile yapıldığına dikkat çekiyor: “Buradaki madenler galeri sistemi ile çalışıyor. Dağlar da buna elverişli.  2016 yılında ‘Cazibe merkezleri’ çalışması kapsamında 23 ilin kalkınması için fabrikalar açılacaktı. Buraya kurulacak fabrika Siirt’e taşındı. Gerekçesini biz de bilmiyoruz. Siirt’te belki bakır var ancak çinko ve kurşun burada çıkarılıyor. Oraya da kurulsun ama buranın hakkı olan fabrikanın oraya taşınması  bizi sıkıntıya soktu.’’

Hakkari’liler ne diyor?

Konuştuğumuz Hakkari’li yurttaşlar da maden ocaklarının ekonomik katkısını önceliyor. Abdulhalik Kara isimli yurttaş, Hakkari için  ‘İşsizler ordusu’ diyor: “Son beş altı yılda artan maden sahaların kente  gelir sağlamalarını elbette olumlu karşılıyoruz. Hakkari’nin insanları mağdur. Bu yüzden çinko madenciliği, fabrikaların daha çok istihdam sağlaması açısından iyi olacak. İşsizlik var gençlerde , bunların yüzde doksanı bundan faydalanacaktır.”

Fehmi Atak ise kent sakinlerinin maden ocaklarından  faydalanmamasından, tüm kazancın  il dışından gelerek maden çıkaranlar ile İran’da işletenler arasında paylaşılmasından şikayetçi: “Hakkari ili ve çevresinin maden açısından zengin olduğunu herkes biliyor. Özellikle 15-20 yıldır bazı firmaların Hakkari’yi kapattığını görüyoruz. Bunların yüzde doksanı yabancı firmalara ait. İran’dan Trabzon’dan farklı firmalar gelmiş buraya. Gençlerin hiçbiri fayda görmüyor. Ne esnaf ne de köylüler madenden bir fayda göremiyor.”

Haziran ayında ‘Madencilik Çalıştayı’ düzenlendi

Sanayi ve Teknoloji İl Müdürlüğü, Hakkari’nin farklı noktalarındaki maden yatakları ile mevcut madenlerin potansiyelinin detaylı araştırılması ve çıkarılan madenlerden daha fazla katma değer elde etmek için, “Maden Zenginleştirmesine Yönelik Altyapı İnceleme Fizibilite Projesi” hazırlandığını açıklamıştı. Yine  geçtiğimiz haziran ayında kentte Madencilik Çalıştayı düzenlendi. Hakkari Valisi ve Belediye Başkan Vekili İdris Akbıyık, Hakkari Üniversitesi, İstanbul Üniversitesi, Doğu Anadolu Kalkınma Ajansı, (DAKA) Sanayi ve Teknoloji İl Müdürlüğü ile Doğu Anadolu Madenciler Derneği’nin iş birliğiyle gerçekleştirilen çalıştayda, kentte yapılan çalışmalar hakkında bilgiler verildi. Çalıştaya, İstanbul Üniversitesi-Cerrahpaşa Rektör Yardımcısı Prof. Dr. Mehmet Bilgin, İl Emniyet Müdürü Salavat Mete Pınar, sivil toplum kuruluşlarının temsilcileri, kurum amirleri, madenciler ve akademisyenler de katıldı.

Kazalarla sık sık gündemde

Denetimsiz maden ocaklarında yaşanan kaza veya göçmeler ise işçilerin hayatlarına mal oluyor. Son olarak 2021 yılında merkeze 20 kilometre mesafede bulunan Üzümcü köyünde faaliyet gösteren firmaya ait çinko demir maden ocağında göçük oluşmuş, iki işçi hayatını kaybetmişti

Fotoğraflarla Tuz Gölü’nde hasat

Türkiye‘nin tuz ihtiyacının önemli kısmının karşılandığı Tuz Gölü‘nde yaklaşık üç ay süren tuz hasadı devam ediyor.

Yüzde 99 saflık oranında tuz üretimi yapılan gölden çıkarılan tuz, 60’dan fazla ülkeye gönderiliyor.

Göl, sık sık burada üreyen flamingoların ölümüyle de anılıyor. Tuz Gölü çevresinde tarım yapan kişilerin, göle su sağlayan kanalları kesmesi ve suyu kendi tarlalarına yönlendirmesi nedeniyle, geçen yıl yüzlerce flamingo yavrusu yaşamını yitirmişti. Bu yıl da hayvanların yine toplu halde ölümünü engellemek için taşıma suyla göle destek verilmeye çalışıldı.

AA muhabirleri Emin Sansar ve Aytaç Ünal ise Tuz Gölü’nün bambaşka bir yüzüne objektiflerini çevirdi: Tuz hasadı…

 

 

Oslo’nun ilgi odağı olan mors Freya’nın sağlığı, insanlar yüzünden kötüye gidiyor: Ötanazi yapılabilir

Temmuz ayından bu yana Oslo kıyılarında yaşayan 600 kilogram ağırlığındaki dişi mors, kalabalıkların yoğun ilgisi yüzünden sağlığından oldu.

İnsanlar, yetkililerin mesafeyi koruma çağrılarına ve uyarılarına rağmen Freya isimli genç memeliyi strese sokmaya devam ediyor.

Balıkçılıktan sorumlu sözcü Nadia Jdaini, Freya’nın yakınında toplanmış bir grubun fotoğrafını paylaşarak “Halkın pervasız davranışı ve yetkililerin tavsiyelerine uymaması, hayatları tehlikeye atabilir. Önlemleri araştırıyoruz ve ötanazi gerçek bir alternatif olabilir” dedi.

“Sağlığı açıkça kötüye gidiyor. Yeterince dinlenmiyor ve danıştığımız uzmanlar hayvanın stresli olduğundan şüpheleniyor.”

Korunan bir tür olan morslar normalde yumuşakçalar, küçük balıklar, karides ve yengeçle besleniyor ve Kuzey Kutbu‘nun daha da kuzey enlemlerinde yaşıyor.

Yetkililere göre normalde insanlara saldırmayan bu memeliler kendilerini tehdit altında hissettiklerinde saldırabilir.

Fakat pek çok uyarıya rağmen sık sık meraklı kalabalıklar fotoğraf çekmek için ona yaklaşmaya devam ediyor.

Adını İskandinav güzellik ve aşk tanrıçasından alan Freya, Norveç başkentinin sularında ilk görüldüğü 17 Temmuz’dan bu yana kamuoyunun ve tursitlerin ilgi odağı.

Freya’nın günlük 20 saate yakın uykunun yanı sıra, ördek kovalarken ve botlara binmeye çalışırken görüntüleri sosyal medyada çokça paylaşıldı.

Bir deniz biyoloğu, Freya ile ilgili bir paylaşımda, “Karada bir deniz aygırı görmek, uyku tulumu içinde fermuarlı bir ineği izlemek gibidir” dedi.

https://twitter.com/AmazingPosts_/status/1555808380215779328?s=20&t=4FVUS9zREu5X-cj3_ypdlQ

 

 

Genç aktivistler yüzlerce okul ve üniversiteyi ‘fosile son’ demek için işgal edecek

Dünyanın dört bir yanındaki lise ve üniversite öğrencileri, , eylül ve ekim aylarında “Fosile Son: İşgal Et!” (End Fossil: Occupy!) sloganıyla yüzlerce okul ve üniversitenin kampüsünü işgal etmeye hazırlanıyor.

Okul grevlerini bir adım daha ileri götürmeyi ve fosil ekonomisinin sonunu talep etmeyi amaçlayan öğrenciler, 1960’lardaki öğrenci aktivistlerinden ders alan iklim adaleti hareketinin gençliğinin “her zamanki gibi süregelen işleri” durduracağını söylüyor.

Lizbon‘dan Kaliforniya‘ya, Peru‘dan Almanya‘ya ve Madrid‘den Fildişi Sahili‘ne gençleri bir araya gelmeye ve sistemi değiştirebilecek uluslararası bir devrimci nesil örgütlemeye çağıran gençler “Neden işgal ediyoruz?” sorusuna da şu cevabı veriyor:

“Çünkü yürüyüşler yaptık. Kampanyalar başlattık. Açık mektuplar yazdık. Hükümetler, kurullar ve komisyonlarla toplantılar yaptık. Grevler yaptık. Meydanları, sokakları ve caddeleri hep birlikte binlerce ve milyonlarca insanla doldurduk. Ciğerlerimiz patlayana kadar bağırdık.

Genç göstericiler, 15 Şubat 2019’da Londra’nın merkezindeki Parlamento Evleri’nin karşısında “Youth Strike 4 Climate” tarafından düzenlenen iklim değişikliği protestosunda. Fotoğraf: Ben Stansall / AFP

Ve tam 2019 iklim seferberliğinin ortasında derin ve radikal bir toplumsal dönüşümün tohumu kök salmış gibi görünürken, Covid-19 geldi ve ivmemiz büyük ölçüde azaldı. Ancak azalmayan, sera gazı emisyonları, küresel güneyin sömürülmesi ve fosil yakıt endüstrisinin birikmiş akıl almaz kârlarıydı.”

Gençlerin açıklaması, Açık Radyo‘dan Nil Sarrafoğlu‘nun çevirisiyle şu şekilde:

“Düşmanımız olan fosil yakıt endüstrisinin dünyaya hükmettiği bir sır değil. Ve düşüyor olmaktan uzak; aslında, her zamankinden daha güçlü. Kanıt, The Guardian tarafından yakın zamanda yapılan ve fosil yakıtimparatorluğunun, küresel ısıtmayı güvenli sınır olan 1,5 derecede tutma umudumuzu tehdit eden 195 “karbon bombası” projesine sahip olduğunu dünyaya ifşa eden araştırmadır.

Bu doğru: Politikacılarımızın ve kurumlarımızın 2021’deki COP26’da gerçekten komik gösterisine rağmen, en büyük petrol şirketleri on yılın geri kalanında her gün gezegeni imha projelerine 103 milyon dolar harcama yolunda ilerliyor.”

16 yaşındaki A’niya Taylor, 20 Eylül 2019’da Washington DC’deki Küresel İklim Grevi protestolarının bir parçası olarak diğer gençleri Pennsylvania Bulvarı’ndan ABD Capitol Binası’na götürüyor. Fotoğraf: Samuel Corum

Ayaklanmak bizim tarihi sorumluluğumuz

“Dahası, iklim krizi adil bir kriz değil. En son IPCC raporları, iklim değişikliğinden en çok etkilenenlerin, genellikle buna neden olmakta en az katkısı olanlar olduğunu gösteriyor.

İnsanlık tarihinin en büyük felaketinin eşiğinde doğan gençler olarak, onu durdurmak için ayaklanmak bizim tarihi sorumluluğumuzdur.

Peki ne yapıyoruz? Yenilgiye teslim olmak bizim için asla bir seçenek olamayacağından, şimdi büyük ölçekte örgütlenmeliyiz. 2019’dan bile daha büyük yeni bir seferberlik zirvesi yaratmamız gerekiyor.

Bir işaret bekliyorsak, işte bu: Sıcaklıklar gitgide daha hızlı yükselirken, her zamankinden daha fazla harekete geçmenin yalnızca mümkün değil; aynı zamanda varoluşsal bir gereklilik olduğundan hiç bu kadar emin olmamıştık.

Önceki hataları tekrarlayamayız. Hayatta kalmak için tek şansımız olduğu için her zamankinden daha rahatsız edici olmamız gerekiyor. Gençliğin yenilikçiliği ve yaratıcılığı, rahatsız etme ve özgürleşme için şiddetli bir iştahla birleştiğinde dünyayı değiştirebilir.

Küresel bir öğrenci kuşağı olarak, “her zamanki gibi süregelen işleri” bozmalı ve harekete geçme ve örgütleme gücüne sahip olduğumuz alanlar olan okullarımız ve üniversitelerimizle başlamalıyız.

Oxford, Stanford, Princeton, Yale, McGill, Northwestern, MIT gibi bazıları fosil yakıt endüstrisine yatırım yapan birçok üniversite, bazen doğrudan yıkıma dahil oluyorlar. Bazen de dolaylı olarak bağlantılı oluyorlar.

Bizi geleceği olmayan bir dünya için, fosil kapitalizmi dünyası için eğitiyorlar. Okulda oturup her şey yolundaymış gibi eğitim almamızı istiyorlar. Ancak bizim için öğrendiğimiz dünyanın -iklim krizini yaratan dünyanın- geleceği yok.

Kuşağımızın büyük sorusu olan “İklim felaketi olmayan bir dünyayı nasıl yaratırız?” sorusu okulda oturarak cevaplanmayacak.

Sonuç olarak: Gezegen yanmıyormuş gibi çalışarak her şey yolundaymış gibi davranmaya devam edemeyiz. Diğer öğrencilerin bizden önce yaptığı gibi – Fransa’daki ‘68 Mayıs’ı öğrencilerindenArap baharına, Şili’deki Penguen Devrimi‘nden ve Brezilya‘daki Primavera Secundarista‘dan (2016 öğrenci protestoları) Wall Street İşgali’ne kadar, “her zamanki gibi süregelen işleri” durdurarak hükümetler ve topluma, şimdi her şeyi değiştirmemiz gerektiğini göstermemiz gerekiyor.

Eylül ve Aralık 2022 arasında, “Fosile Son: İşgal Et!” (End Fosil: Occupy!) eylem çağrısı kapsamında uluslararası düzeyde fosil ekonomisine son vermek için dünya çapında yüzlerce okul ve üniversiteyi işgal edeceğiz.

Herkesi bize katılmaya ve okullarında veya üniversitelerinde “işgaller” düzenlemeye davet ediyoruz, yeter ki üç ilkemize uysunlar: Gençlerin öncülüğünde işgal, iklim adaleti çerçevesinde olmak ve kazanana kadar işgali sürdürmek.

Gençlik hareketini canlandıracağız, yeni ittifaklar yaratacağız, radikalleşeceğiz, tüm toplumu desteklemek ve işgal etmek için harekete geçireceğiz ve bu kıvılcım yaratan uluslararası eylem aracılığıyla, kȃrın değil yaşamın merkezde olduğu, istediğimiz dünyayı hayal edeceğiz.

Fosil yakıt endüstrisini yok etmek için adalet ve özgürlük içinde ayağa kalkacağız. Hiç şüphemiz yok: gençlik devrimci bir öznedir. Akıntıyı tersine çevireceğiz, tarihi değiştireceğiz ve fosil ekonomisini parçalayacağız.

Biz burdayız. Biz radikaliz. İşgal etmeye hazırız.”

Müzede Sahne’nin bu yılki teması; Dünya 419 PPM Bir Sahne

Sakıp Sabancı Müzesi‘nin (SSM) düzenlediği açıkhava etkinliği Müzede Sahne, altıncı yılında iklim krizi ve ekolojik yıkım temasıyla başladı.

Açılıştı, Açık Radyo kurucusu, siyaset bilimci ve yazar Ömer Madra ile iklim aktivisti Atlas Sarrafoğlu birer konuşma yaptı. Konuşmaların ardından Şebnem İşigüzel’in yazdığı ve sanat yönetmeni Emre Koyuncuoğlu‘nun sahneye koyduğu “Taş” oyununun prömiyeri gerçekleştirildi.

Zinnure Türe‘nin yönettiği, Aslı İçözlü, Banu Fotocan ve Ayda Akkaya‘nın oynadığı “Taş”, bir köyde taş ocağı açılmasıyla başlayan üç kuşaktan üç kadının direnişini anlatıyor.

419 PPM çoktan aşıldı

Bu senenin teması,  ABD Ulusal Okyanus ve Atmosfer İdaresi’ne bağlı olarak Hawai’de faaliyet gösteren Mauna Loa İstasyonu verilerine göre geçen yıl atmosferde ölçülen en yüksek karbondioksit oranı 419 PPM’e dikkat çekmek amacıyla “Dünya 419 PPM Bir Sahne” olarak belirlendi.

Bu oran, şimdiden 420 ppm’in üzerinde birkaç kez ölçüldü.

Bu yılki program için üç yazara, üç özel oyun sipariş edildi.  Taş’ın yanı sıra Nadir Sönmez‘in yazdığı ve Ayşe Lebriz Berkem‘in yönettiği “Libido” ile Volkan Çıkıntoğlu’nun yazdığı, Gülhan Kadim‘in yönettiği “Tek Kullanımlık Hikâye” isimli oyunlar, Müzede Sahne’deki gösterimlerinden sonra sezon boyunca farklı tiyatro sahnelerinde izleyicileriyle buluşacak.

Oyunlardan önce gerçekleştirilecek panellerde konuyla ilgili uzman sanatçı, akademisyen, araştırmacı ve aktivistler izleyicilerle buluşacak. 14 Ağustos’a kadar devam edecek etkinlikler için biletler Mobilet üzerinden temin edilebilecek.