Ana Sayfa Blog Sayfa 783

Barolar Birliği’nden BİK’in ‘Basın Ahlak Esasları’ kararına iptal davası

Türkiye Barolar Birliği (TBB), Basın İlan Kurumu Genel Kurulu kararı ile belirlenen ve 6 Temmuz’da Resmi Gazete‘de yayımlanarak yürürlüğe giren Basın Ahlak Esasları’nın yürütmesinin durdurulması ve iptali için Danıştay’a dava açtı.

Barolar Birliği’nden yapılan açıklamada, “Söz konusu karar, kanuni dayanaktan yoksun biçimde, kanunla düzenlenmesi gereken birçok konuda belirsiz ve ölçüsüz, yoruma açık, muğlak düzenleme ve sınırlamalar getirmektedir” ifadelerine yer verildi.

BİK, son olarak Evrensel Gazetesi’nin resmi ilan ve reklam hakkını iptal etmiş; meslek örgütleri ilan kesme cezalarıyla kurumun basın özgürlüğüne düzenli olarak müdahale ettiği gerekçesiyle bir araya gelerek ortak tepki göstermişti.

Resmi ilan yayınlama hakkı iptal edilen Evrensel Gazetesi: Metin Göktepe’nin yoldaşları susmaz!

Açıklamada şunlar kaydedildi:

“Bu haliyle, ifade ve basın özgürlüğünün ihlali sonucunu doğuran söz konusu düzenleme, ilgili kuruluşlar bakımından mahkemeye erişim hakkının sınırlanmasına da neden olmaktadır. Dava konusu düzenleme, kanun önünde eşitlik ilkesine aykırı uygulamalara sebebiyet verebileceği gibi kanuni belirlilik ilkesine de açıkça aykırılık taşımaktadır. Dilekçede dava konusu düzenlemenin dayanağı yasa hükmünün, mevcut yapısal sorununun çözümü için Türkiye Büyük Millet Meclisi’ne gönderilmesi ve pilot karar usulünün uygulanmasına ilişkin Anayasa Mahkemesi tarafından verilen karara da dikkat çekilmiştir.”

Yeni ‘Basın Ahlak Esasları’ yürürlükte: Basın İlan Kurumu yazılı medyanın RTÜK’ü olmaya hazırlanıyor

Ne olmuştu?

Kamuoyunda tartışmalara yol açan “dezenformasyon” yasası teklifinin görüşmeleri Meclis’in yeni yasama yılının başlayacağı ekim ayına ertelenirken, “Basın Ahlak Esasları”, 28 yıl aradan sonra yeniden düzenlendi.  Resmi Gazete’de 6 Temmuz’da yayımlanan esaslara göre, terör örgütleri ve üyeleri hakkında bilgi ve görsellere, bu örgütleri meşru gösterecek şekilde yer verilemeyecek. “Aile yapısını bozmaya yönelik ve ailenin korunmasına aykırı yayın” yapılamayacak. Türk toplumunun ortak milli ve manevi değerlerini zayıflatmaya yönelik yayın yapılamayacak.

Çocukların konu olduğu yayınlarda çocuğun üstün yararı gözetilecek kimlik ve yerleşim bilgilerine açık veya dolaylı olarak yer verilmeyecek.

Doğa fotoğrafçısının çığlığı: Burdur Gölü kan ağlıyor

Türkiye’nin en büyük göllerinden biri olan Burdur Gölü, her geçen gün biraz daha küçülüyor. Buharlaşma, kirlilik, yasal veya kaçak yapılan on binlerce sondaj ve gölü besleyen derelere inşa edilen gölet ya da barajlar nedeniyle kuruyan gölün Isparta‘ya sınırı tamamen kayboldu. Burdur sınırları içinde kalan gölün, kuruyan alanlarında küçük su birikintileri görülüyor.

2018 yılında su birikintisinden sızan iki akıntıyı fotoğraflayıp, ‘Burdur Gölü’nün gözyaşları’ diyerek paylaşan doğa ve yaban hayatı fotoğrafçısı Tamer Yılmaz, dört yıl sonra kurumanın hızla arttığı bölgede yeni görüntüler çekti. Yılmaz, bu kez çektiği fotoğrafı, ‘Burdur Gölü kan ağlıyor’ notu ile paylaştı. Sosyal medyadan paylaşılan notta Yılmaz, “Göl çekildikçe göl tabanındaki gözeler de bir bir açığa çıkıp, bu gözelerden çıkan sular da göle ulaşmaya çalışıyor. Ama burada diğer gözelerden farklı olarak kan ağlıyor sanki” dedi.

Göldeki su kaybı yüzde 55

Eğirdir, Beyşehir, Salda ve Burdur gibi birçok gölde araştırmalar yürüten Türkiye Tabiatını Koruma Derneği (TTKD) Bilim Danışmanı Dr. Erol Kesici, göl aynasının yüzde 45 oranında küçüldüğünü söyledi. Dr. Kesici, gölün 50 yıl önce 7,5 milyar ton olan su kapasitesinde yüzde 55 kayıp yaşandığını belirterek, 3,4 milyar ton su kapasitesi kaldığını dile getirdi.

Burdur Gölü’nü besleyen dereler üzerine 1970’ten beri gölet ya da barajlar inşa edildiğini anlatan Dr. Kesici, “Su kaybının temel nedeni budur. Tüm bilim insanları, üniversiteler ve kamu kurumları, bu konuda hemfikir olmasına rağmen 2022’de bile hala gölü besleyen bu kaynaklardan, kalanların üzerine gölet veya baraj müjdeleri veriliyor” dedi.

Dr. Kesici, göl havzasında on binlerce yasal veya kaçak sondaj bulunduğunu, gölü besleyen yer altı su kaynaklarının da bu şekilde çekilmesi ile su seviyesinde düşüş olduğunu kaydetti. Burdur ve Isparta’daki tesisler ve atıklar nedeniyle de aşırı kirlilik yaşandığını belirten Erol Kesici, bunun kuruma gerekçesi olduğunu; ayrıca göl kenarında yasak olmasına rağmen hayvan otladığını, bu durumun da sıkıntı oluşturduğunu belirtti.

‘Akciğerler için ciddi tehlike’

Göl havzasında kuruyan alanların onlarca kilometrekareye ulaştığını belirten Dr. Kesici, meydana gelen tozların başta akciğer hasarlarına yol açması nedeniyle insan sağlığı olmak üzere tarımı olumsuz etkilediği uyarısında bulundu:

“2013 yılında yaptığımız bir çalışmada göl aynasının, kuzeydoğuda Isparta’nın Keçiborlu ilçesi sınırlarına girdiğini gördük. Burdur Gölü, normalde büyük kısmı Burdur, bir kısmı da Isparta olmak üzere iki il sınırları içerisinde yer alıyordu. Gölün tüm kıyılarında kuruma görülüyor. Ancak kuruyan alanların büyük kısmı, Isparta tarafı. Kuruma nedeniyle artık günümüzde Isparta sınırında göl aynası kalmadığı gibi, oldukça da uzaklaştı”

Dikkuyruklar artık gelmiyor

Söz konusu kurumanın bu şekilde devam etmesi halinde, 2030- 2040 arasında yüzey alanının yüzde 70’inin kaybolacağının öngörüldüğünü vurgulayan Dr. Kesici, şu uyarılarda bulundu:

“Gölün doğal dengesi, ekosistemiyle birlikte mutlak suretle korunmalı. Havzadaki tarımsal veya yerleşim amaçlı tüm kıyı işgallerine son verilmeli. Gölü besleyen yer altı suları ve yüzey sularının akışlarına müdahale edilmemeli. Sondajlara son verilmeli ve kapatılmalıdır. Tarım ve hayvancılık modern uygulamalarla yapılmalıdır. Vahşi sulama yasaklanmalı ve damla- sulama sistemi zorunlu olmalıdır. Burdur Gölü’nü temsil eden dünyanın en önemli kuşlarından biri olan dikkuyruklar, artık göle gelmiyor. Bu kuşun da gelmemesi, bu gölün kan ağladığının en önemli göstergesidir. Çünkü aşırı su kaybı nedeniyle, kalan su neredeyse deniz suyundan fazla tuzluluk oranına ulaştı.”

TGS: Halkın haber alma hakkı, polis kalkanlarıyla engelleniyor

Türkiye Gazeteciler Sendikası (TGS), son aylarda gazetecilere yönelik hukuksuz baskılara ve engellemelere karşı bir basın açıklaması yayımlayarak “Gazetecileri ve gazeteciliği savunmaya devam edeceğiz” dedi.

Diyarbakır’da Kürt gazetecilerin tutuklanmasından itibaren başlayan sürecin, hemen her hafta onlarca gazetecinin şiddete uğradığı, gözaltına alındığı, fişlendiği bir iklime evrildiği belirtilen açıklamada “Halkın haber alma hakkının polis kalkanlarıyla engellendiği, basın ve ifade özgürlüğünün parmaklıklar arkasına atıldığı ve demokrasimizin yok edilmek istendiği bir süreci yaşıyoruz” ifadeleri yer aldı:

“Ekonomik krizin içinde seçim sath-ı mâiline girdiğimiz bu günlerde iktidar, gazeteciler haberdar etmesin, halk habersiz kalsın istiyor.”

Gaztecilere ölüm tehdidi, darp, gözaltı

Açıklamada sadece son bir haftada yaşanan şu gelişmeler sıralandı:

  • “Genel Başkanımız Gökhan Durmuş ve hem Avrupa Gazeteciler Federasyonu Başkan Yardımcısı hem de Sendika yöneticimiz Mustafa Kuleli’nin de aralarında bulunduğu gazetecilerin yazıları nedeniyle fişlendiği ortaya çıktı.
  • İstanbul Kadıköy’de 1 Eylül Barış Günü eylemlerini izleyen Bianet muhabiri Tuğçe Yılmaz polisin cinsel tacizine maruz kaldı. Aynı eylemde sendika.org muhabiri Zilan Azad gözaltına alındı.
  • Van’da 1 Eylül Dünya Barış Günü mitingini takip eden gazetecilerden Mesut Bağcı polisler tarafından yere yatırılarak darp edildi ve kamerasını kırıldı.

  • Kendisini ‘TEM Şube’ mensubu olarak tanıtan bir sivil polis, MA muhabiri Berivan Kutlu ile JİNNEWS muhabiri Zelal Tunç’u ölümle tehdit etti. Polis, gazetecilere “Seni vururum, kimse seni bulamaz” dedi.
  • Aynı polis, JİNNEWS muhabiri Elfazi Toral’a da silah çekti. Ayrıca polisler, sık sık gazetecilerin görüntü almasını engelleyerek, kameralarını kırmaya çalıştı.

  • Aynı gün İstanbul’un Beykoz ilçesindeki Tokatköy‘de yaşanan kentsel dönüşümde kolluğun müdahalesini görüntülemek isteyen basın mensuplarının mahalleye girişi engellendi. Halk TV muhabiri Erdinç Yılmaz polis kalkanlarıyla darp edildi.

  • 2 Eylül’de Ankara Cumhuriyet Başsavcılığınca hakkında yürütülen soruşturma kapsamında yakalanan eski Türk Hava Kurumu (THK) Üniversitesi Rektörü Ünsal Ban‘ın fotoğrafını çekmeye çalışan gazeteciler ise Gasp Büro Amiri tarafından tehdit edildi. Basın odası kapısına gelen 3-4 polis, gazetecileri şüpheli gibi kapıya dizdi ve fotoğrafları yayımlamamaları için tehdit etti.
  • 3 Eylül’de Kartal Meydanı‘nda tutuklu yakınlarının yapmak istediği basın açıklamasında ETHA muhabiri Elif Bayburt gözaltına alındı ve MA muhabiri Doğan Kaynak darp edildi.

Bu baskıların ne gazetecileri ne de gazetecilerin sendikasını yolundan geri döndüreceğini belirten TGS, şöyle seslendi:

“Yıllardır bitmeyen bu baskılarla bir kamu hizmeti olan gazeteciliği boğmaya çalışan, haberin topluma ulaşmasını engellemek isteyen iktidarı bir kez daha bu politikalardan vazgeçmeye, gazetecilerin haklarına, halkın haber alma hakkına saygı göstermeye çağırıyoruz.”

 

‘Güzel Atlar Ülkesi’ şantiyeye döndü: Kapadokya, züccaciye dükkanına fil girmiş gibi!

Video haber: İrfan TUNÇÇELİK

*

UNESCO Dünya Kültür Mirası listesinde yer alan Kapadokya’da, Göreme-Ortahisar kasabaları arasında yapılan yol çalışmasına yönelik tepkiler devam ediyor. 2021 yılında 2 milyon 285 bin kişi, 2022 yılının ilk 5 ayında ise 1 milyon 30 bin 491 yerli ve yabancı turistin ziyaret ettiği bölgede devam eden yol çalışması, Göreme Açık Hava Müzesi’nin bulunduğu Zemi Vadisi ile İçeri Dere Vadisi arasındaki Adatepe sırtı boyunca uzanıyor. Alanda aldığımız bilgiye göre çalışma, peribacaları ve kaya oyma yapılarının bulunduğu alana 25 metre, Saklı Kilise‘ye 15 metre mesafede. Yolun Göreme merkeze giriş yaptığı alanda da kaya oyma yapıları, kiliseler, manastırlar, peribacaları bulunuyor.

Göreme Millî Parkı ve Kapadokya, UNESCO tarafından 1985 yılında Dünya Mirası olarak tescillendirildi.

Bölge, volkanik erozyonla oluşmuş dağ sıraları, vadiler ve peri bacaları, Nevşehir‘in, Ürgüp ve Avanos ilçeleri, Karain, Karlık, Yeşilöz ve Soğanlı yerleşimleri ile Kaymaklı ve Derinkuyu yeraltı şehirleri arasındaki alanı kapsıyor.

Bir kaya yerleşim yeri olan alanda kaya bloklarının içine oyulmuş kiliseler, şapeller, yemekhaneler ve oturma mekânları içeren Göreme Açık Hava Müzesi’nde de sırasıyla Kızlar ve Erkekler Manastırı, Aziz Basil Kilisesi, Elmalı Kilise, Azize Barbara Kilisesi, Yılanlı Kilise, Mutfak-Kiler, Yemekhane, Karanlık Kilise, Azize Catherine Şapeli, Çarıklı Kilise ve ayrıca müze girişinde mevcut yolun diğer tarafında da Tokalı Kilise bulunuyor.

Yeni kurulan Alan Başkanlığı’nın açıklamaları çelişiyor

Kapadokya Alan Başkanlığı, 23 Mayıs 2019 tarihli 7174 sayılı Kapadokya Alanı Hakkında Kanun’un yayınlanması ile 31 Mayıs 2019 tarihli 38 sayılı “Kapadokya Alan Başkanlığı Hakkında Cumhurbaşkanlığı Kararnamesi” yayımlanarak yürürlüğe girdi. Kurulan Kapadokya Alan Başkanlığı’nın ve ilgili kanunun amacı Kapadokya’nın tarihi ve doğal değerlerini korumak olarak ifade ediliyor.

Göreme ve Ortahisar beldelerini birbirine bağlayan yol projesi ise Nevşehir İl Özel İdaresi tarafından projelendirildi ve 2021 yılının Ekim ayında da Kapadokya Alan Komisyonu tarafından onaylandı. İlgili yetkililer ve yerel yöneticiler de 11 Mayıs 2022’de alanda inceleme yaparak projenin başlatılmasını onayladı. Çalışmalar Nevşehir İl Özel İdaresi Yol ve Ulaşım Hizmetlerine bağlı ekipler tarafından başlatıldı.

Nevşehir Kültür ve Tabiat Varlıklarını Koruma Bölge Kurulu 2011 yılında, mevcut yoldaki ağır tonajlı araçların yarattığı titreşimler ve atmosferik gazların kültür varlıklarına zarar verdiğini öne sürerek yolu ulaşıma kapatma kararı verdi. Kapadokya Alan Başkanlığı da  kurulun bu kararını gerekçe göstererek yeni yol çalışmasını uygulamaya soktu.

Çevre aktivistleri, uzmanlar, ilgili odalar ve arkeologlar yolun tarihi mirasa ve kültür varlıklarına zarar verdiğini belirterek yol yapımına itiraz ediyor. Gelen itirazlar üzerine yazılı bir basın açıklaması yapan Alan Başkanlığı, açıklamasında yolun “kadastral bir yol” olduğunu ve orada kültürel varlıkların bulunmadığını iddia ediyor. Açıklamanın devamında alternatif yol çalışmalarının 2.2 km uzunluğunda olup genişliği 5 ile 7 metre arasında değiştiğini ve planlanan yolun kaya oluşumlarından uzakta olduğu, Saklı Kilise’ye ise 18 metre mesafede olduğu iddia ediliyor.

Ancak aynı başkanlık 29 Ağustos 2022’de yaptığı yeni bir açıklamada 5 ile 7 metre genişliğindeki yolu 10 metreye çıkaran bir değişiklik yaptıklarını söyledi, aynı bölgedeki yol için önceki açıklamada Saklı Kilise’ye 18 metre mesafede olduğunu iddia etmişken, yeni açıklamada bu mesafenin 32 metre olduğunu belirtti. Bunun yanı sıra yeni yolun peribacalarına 20 metre mesafede olduğunu, yolun kısa sürede tamamlanmasının planlandığını ve yeni yolun bitmesinin ardından eski yolun, araç trafiğine kapatılacağını da bildirdi.

Yolun amacı doğal gaz hattı mı?

Doğalgaz dağıtımında faaliyet gösteren Enerya Kapadokyagaz adlı şirketin resmi sitesinde, 18 Mart 2021 tarihinde ve 10083-1 sayılı Kurul Kararıyla Enerji Piyasası Düzenleme Kurumu‘ndan (EPDK) aldığı izinle Göreme, Ortahisar ve Uçhisar beldelerini dağıtım lisansına dâhil ettiklerini duyuruyor.

Şirket duyurunun devamında, doğalgazın getirilmesi için ilgili tüm kamu kurum ve kuruluşları ile çok yoğun görüşmeler yaptığını, gerekli prosedürlerin tamamladığını, gelecek yıla kalacak olan projenin bir yıl öne çekildiğini belirtiyor ve Nevşehir AKP Milletvekilleri Mustafa Açıkgöz, Yücel Menekşe ile Göreme Belediye Başkanı Ömer Eren, Uçhisar Belediye Başkanı Osman Süslü ve Ortahisar Belediye Başkanı Mustafa Ateş’in bu süreçte kendilerine destek verdiğini söylüyor.

Firmanın resmi sitesinde, doğalgaz hattının geçeceği yol ağı ile ilgili herhangi bir bilgi yer almıyor. Belediyelerin resmi sayfalarına ve yerel basına yansıyan haberlere göre, Kapadokya Alan Başkanlığı ve Kapadokya Doğalgaz yetkililerinin de içinde olduğu AKP ve MHP’li bir heyetin yol çalışmasının sürdüğü alanda inceleme yaptığı ve doğalgaz hattının güzergahının belirlenerek çalışmalara başlandığı dikkat çekiyor.

Doğal gaz şirketi, 31 Aralık 2021’de Göreme Belediyesi ile “Doğal Gaz Kazı Protokolu” imzalayarak belediyeden genel kazı iznini de aldı. Alanda haber takibi yaparken görüştüğümüz yerel halk ise, yol yapımının ana nedeninin yolu kısaltmak değil, doğalgaz hattı yapmak olduğu görüşünde.

Görüşme ve bilgi taleplerine ret 

Konu ile ilgili aradığımız Kapadokya Alan Başkanlığı görüşme talebimizi reddetti. Proje ve ihale belgelerine ilişkin sorularımızı yanıtsız bırakan başkanlık, projelerin ilgili bakanlık tarafından kendilerine gönderildiğini Alan Başkanlığı’nın ise sadece onay verdiğini aktardı. Başkanlık yetkilileri, Göreme-Ortahisar yol projesi uygulamasının Nevşehir İl Özel İdaresi tarafından yürütüldüğünü belirtti.

Sorularımızı yanıtsız bırakan bir diğer makam ise Nevşehir İl Özel İdaresine bağlı Yol ve Ulaşım Hizmetleri. Yeşil Gazete’ye “bu konuda basına bilgi veremeyeceklerini” bildirdiler,

Kapadokya’da yapılaşma artıyor

Kapadokya bölgesinde devam eden yol projesinin yanında farklı farklı betonarme yapılaşmaların arttığını gözlemleniyor. Kültürel varlıklar tahrip edilerek yapılan büyük oteller, kesme taşlarla inşa edilmiş butik oteller, belediyelere ait iş merkezleri, sayıları her geçen gün artan ATV motor taşıtlarının yanı sıra Göreme Açık Hava Müzesi ile Kızılçukur Vadisi’nin yollarının kesiştiği yerde, yaklaşık 20 bin metrekarelik alana Excap Turkey adlı şirket tarafından ‘Macera Parkı’ adı altında eğlence merkezi inşa ediliyor. Bu alan içerisinde excap balonu, zipline hattı, insan sapanı, dev salıncak ve çocuk parkurları, restoranlar ve otoparklar da inşaatı yapılacak.  Ürgüp’e bağlı Mustafapaşa Köyü‘nde patates ve soğan tarlası olan 90 dönümlük bir arazi üzerine inşa edilen bir başka yapı ise Azerbaycanlı iş insanı Abu Bekr‘e ait. Yapı, Kapadokya’nın en geniş arazilerinden birinde konumlanıyor. Bölgede konuştuğumuz kaynaklar ise, söz konusu iş insanının karanlık ilişkileri olabileceğinden şüphe ettiklerini dile getiriyor.

Ayrıca Ulaştırma ve Altyapı Bakanlığı tarafından 52 km uzunluktaki Nevşehir-Ürgüp Yolu ve Ürgüp Ayrımı Yolu Projesi‘nin 2017 yılında yapımına başlandığı ve bitiş tarihi 2021 yılı olarak planlandığı ifade ediliyor. Ulaştırma ve Altyapı Bakanı Adil Karaismailoğlu, projenin 2023’te tamamlanacağı açıklamasını yapmıştı. Proje bedelinin 184 milyon 612 bin TL olan yolun 40 kilometresi Nevşehir il sınırlarında, 12 kilometresi ise Kayseri il sınırlarında yer alıyor.

Emlak sitelerinde yaptığımız araştırmalarda, yürürlükte olan ve yapımı devam eden projeler çevresinde eş güdümlü olarak bağ, bahçe, arsa ve araziler parsel parsel satılığa çıkarılıyor.

UNESCO: Plan ve denetim yok, ATV artışı risk

UNESCO’ya taraf ülkeler topraklarındaki dünya mirası varlıkların korunma durumlarını içeren Dünya Mirası Sözleşmesi’nin uygulanması durumuna ilişkin Dünya Mirası Komitesi‘ne her altı yılda bir periyodik rapor sunuyor. Göreme Millî Parkı ve Kapadokya’ya ilişkin en son 2014 yılında bir rapor hazırlandı. Raporda ana hatlarıyla eğitim, finansman, hukuk, trafik, planlama ve yönetim alanlarında birtakım eksikliklere yer veriliyor. Bölge’ye dair aktarılan olumsuzluklar ve eksikliklerin bir kısmı ise şöyle:

Yerleşim yerlerindeki ürünlerin, hizmetlerin ve ticari tesislerin mimari yapılarının kalitesinin düşük olduğu, ata binme, balon ve bisiklet turları olumlu etkilere sahipken ATV kullanımının etkilerinin olumsuz olduğu, varlığın üstün evrensel değerini korumaya yönelik bir yönetim sistemi ve planı mevcut olmadığı ve bölgede az sayıda denetim olduğu, bu denetimlerin ise planlı olmadığı belirtiliyor.

Mimarlar Odası’ndan suç duyurusu

Mimarlar Odası Ankara Şubesi, Kapadokya’da milyonlarca yılda oluşmuş Peri Bacaları’nın yol yapımı nedeniyle yok olmasına izin veren Kapadokya Alan Başkanlığı yetkilileri hakkında “görevi ihmal” ve “görevi kötüye kullanma” suçundan Nevşehir Cumhuriyet Başsavcılığı’na suç duyurusunda bulundu. Suç duyurusu ile ilgili şu ana kadar herhangi bir geri dönüş sağlanmadığı bilgisine ulaştık.

Çevre gönüllüleri ise imza kampanyası projesi olan Change.org sitesinde “Peri Bacalarına Dokunma!” başlıklı bir imza kampanyası başlattı. Sosyal platformlarda giderek büyüyen kampanya, şu ana kadar 22 bin kullanıcı tarafından imzalandı.

1. derece sit alanı Kapadokya’da yol projesi ve yapılaşmalara karşı itirazlar ise devam ediyor. Kapadokya Çevre Platformu, Kültürel ve Doğal Mirası İzleme Platformu, aktivistler, siyasetçiler ve Jeoloji Mühendisleri Odası, Kapadokya’daki yol projesi ve bölgede artan yapılaşmaları Yeşil Gazete‘ye değerlendirdi.

‘Fizibilite, teknik rapor, projelendirme, ÇED yok’

Mükremin Toprak

Yol projesinin 40 gün önce başladığını söyleyen Kapadokya Çevre Platformu koordinatörü Mükremin Tokmak, Ortahisar belediyesinin halka doğalgaz getirme sözü olduğunu ifade etti. Tokmak, doğalgaz şirketinin Uçhisar ve Ürgüp’ten getirilecek doğalgaz boru hattının çok maliyetli olduğunu belirterek, daha kısa bir yolun yapılmasını talep ettiğini, ve bu yolun yapılmaması durumunda Belediye Başkanlığı ve Alan yönetimine yatırım yapmayacağını söylediğini aktardı.

Tokmak şunları anlattı:

“2.2 km’lik Göreme- Ortahisar’dan kısa yol buldular. Bu proje ile Alan Başkanlığı’na başvurdular. Onlar da onay verdi. Fakat bunun hiçbir fizibilitesi, raporu, teknik yol projelendirme, ÇED raporları yok.  Gerekli çalışma yapılmadı. Yaptığımız araştırmalarla gördük ki bu yol yasal olmayan bir yöntemle yapılmaya çalışılıyor. Alan başkanlığının yayınladığı jeoradar görüntülerini gördük. Fakat jeoradar ve sismik araştırmalar yolun geçtiği manastır kompleksinde yapılmadı. Alan başkanlığının yaptığı açıklama yöntem olarak günah savuşturmadır. Yolun geçtiği alanda manastır, yemekhaneler, şapeller, toprağın altında gömülü bir sürü mekan var. Müzenin burada arkeologlar eşliğinde çalışma yapması gerekiyor. Bilimsel raporlar, üst ölçekli planlar yapılacak, askıya çıkarılacak sonra da alt ölçekli planlara geçirilecek 4-5 yıl sürecek bir çalışmadır. Alan yönetimi kurulalı henüz sadece üç yıl oldu. Bu durumdan dolayı kaygılıyız. Hassas davranılmasını talep ediyoruz.”.

2011 yılında Kültür Varlıkları Koruma Kurulu‘nun mevcut yol ile ilgili verdiği kararı hatırlatan Tokmak, Göreme ve Ortahisar halkının bu karara karşı çıktığını söyledi. Mevcut yol ile ilgili bir takım alternatif çözümlerin geliştirilebileceğini belirten Tokmak, doğal miras alanlarını tahrip ederek, yok ederek çözüm üretilemeyeceğini ifade etti:

‘Kapadokya’da ben yaptım oldu denilemez’

“Bu yol tamamlandığında imara açılmış olacak. Marketler, turizm mekanları olacak. Başka bir rant hesabı var işin içinde. 30 ve 51 ton aralığında değişen iş makineleriyle buralar kazındı. Bu alandan 6,5 metre toprağı kazıp peri bacalarını yıkarak asfalt yola bağlayacaklar. Tokalı Kilise’yi kurtaralım derken yapacağın en büyük katliam olur. Yolun yapılmasının asıl nedeni doğalgazı geçirmek. Burası Kapadokya, ben yaptım oldu denecek bir yer değil. Keyfi yetkiler kullanarak ben verdim izni deme lüksü yok. Burası kimsenin malı değil. UNESCO tarafından korumaya alınmış, 1.dereceden arkeolojik ve doğal sit alanı. Buraya kimse dokunamaz. Burası kadastral bir yol değil. Ortahisarlıların bağ ve bahçelerine gitmek için eşek arabalarıyla kullandığı bir yol. İşleyen, seyrüsefer yapılan bir yol değil. Bulunduğumuz alanda insan bile zor inip çıkıyor. Alan yönetiminin kurulması ile birlikte yıpranma ve bozulma on kat arttı. Eskiden koruma kurulları vardı. 2863 sayılı kanun etkili ve yetkiliydi. Mahkemeler aracılığıyla yürütmeyi durdurma kararları alıyorduk. Ama şu an birkaç bakanlığın yetkisi Alan Başkanlığı yönetimi adı altında bir bürokrata teslim edildi. Yol demek rant demek, bu bölgedeki mülkiyetlerin el değiştirmesi demek. Bu proje ve planlardan haberdar olanların uyanık yatırımlar yaptı ve yol projesi çevresinde arsa spekülasyonu ile kısa yoldan köşeyi döndüler bile. Biz SOS koduyla bir imdat çağrısında bulunduk. Suç işliyorlar. Kanunen soruşturup gerekli cezaları almalarını sağlayacağız. Peşini bırakmayacağız.”

‘Alan Başkanlığı kuruldu, Kapadokya şantiye doldu’

Kapadokya bölgesinin, alan başkanlığının kurulması ile birlikte saldırıya uğradığını belirten aktivist Tayfun Ceyhan ise alan başkanlığının kurulmasından sonra milyonlarca yılda bir oluşacak peri bacaları bölgesinde şantiyeleri görmeye başladıklarını söyledi:

“Burası sadece bizim değil, dünyanın mirası. Yol adı altında burası bir felakete doğru gidiyor. Şuan Göreme Açık Hava Müzesi’nin üzerindeyiz. Yapılacak bu yol araç trafiğine açıldığında ve ağır tonajlı vasıtalar da bu yoldan geçmeye başladığında kiliselerdeki freskler, o güzel resimler dökülecek ve yıpranacak. Yol adı altında diğer bölgelere de saldıracaklar. Kapadokya elden gidiyor.”

Aktivist Tayfun Ceyhan

Dünyadaki milli parkların işleyişine değinen Ceyhan, dünyanın hiçbir yerinde araçların ve ağır tonajlı araçların söz konusu parklardan geçmediğine dikkat çekti:

“Kapadokya da bu titreşimlerden en çok etkilenecek yerlerden biri. Dünyadaki diğer parklar gibi buraya araç girişi yasaklanmalı, insanlar bu parkları yürüyerek gezmeli. Uygun mesafeye karavanlara ve araçlara uygun araç parkları yapılabilir. Bu yol iki kasabayı birbirine bağlayacak, doğalgaz gelecek. Doğalgazı getirecek başka yollar da var. Ürgüp’ten getirsinler, Kapadokya’ya yapacağı tahribat geleceğimizi etkiliyor. Kapadokya elden giderse gelmez, bunun sorumlusu da bugün buna imza atanlardır. Bu konuda gerekli fizibilite raporlarının olduğuna, çevre değerlendirilmesi yapıldığına da inanmıyoruz. Eğer yapıldıysa yetkililer çıkıp, belgeleriyle birlikte gerekli açıklamayı yapsın. Buraya ilişkin bir ÇED raporu olduğunu da düşünmüyoruz. Kapadokya elden gidiyor. Tüm dünyadan bu dünya mirasına sahip çıkmalarını bekliyoruz. Bu durumun sorumlusu bu karara imza atanlardır ve bu imzanın hesabı bir gün sorulur.”

Ceyhan, yol projesi yapılırken, belediyeyle, çevre gönüllüleri, çevre platformları ve halkla bir fikir alışverişinde bulunulmadığının bilgisini paylaştı. Kamuoyunun dozerler ve kepçeler alana girdikten sonra haberdar olduğunun altını çizen Ceyhan şöyle konuştu:

“Bizler Alan Başkanlığı’nın talan başkanlığı olacağını biliyorduk. Bu yol yapıldığı zaman yolun kenarına dükkanlar, alışveriş merkezleri yapılacak, onun hesabını yapıyorlar. Kapadokya’da altın yumurtlayan tavuğu kesiyorlar. Yargı önünde bunun hesabını bir gün verecekler. Sorun yol değil, sorun Kapadokya’da rant yaratmak isteyenler ve bu durumun bu bölgeye vereceği zararlar. Efendim doğalgaz gidecekmiş. Doğalgaz şirketleri başka rotadan kazı çalışması yapsınlar. Anayolun kenarında bunun çalışmasının yapılmasına uygun mekanlar var. Burayı yeni bir rant bölgesi yaratmak için seçtiler. Onlar için Peri bacaları varmış yokmuş önemli değil, Yeter ki bugün para gelsin. Para için milyonlarca yılda bir oluşabilecek Peribacaları’nı yok etmekle, kiliseleri yok etmekle dünyayı karşımıza alacağız. UNESCO yarın buraya dava açacaktır. Bu anlamda burada belediyeler hiç toplanmadı, halk hiç toplanmadı, vilayet hiçbir şey yapmadı. Alan yönetimi halkı hiç bir şekilde bilgilendirmedi. TMMOB’un görüşü alınmadı. Çevre gönüllülerine hiçbir şey sorulmadı. Peri Bacaları yok ediliyor. Kapadokya’ya bir hançer saplandı. Bu hançeri çıkarmak devletin görevidir. En iyi yasalar uygulayanların elinde olumsuzluğa da dönüşebilir ve biz bu yasanın doğru uygulandığını düşünmüyoruz. Biz Alan Başkanlığına uzun zamandır ‘Talan Başkanlığı’ diyoruz. Kapadokya’nın da bu başkanlıkla korunabileceğine inanmıyorum. TMMOB’un, çevre platformlarının, yerel yönetimlerin, sivil toplumun içinde olmadığı bir yönetim tarafından yönetiliyor ve siyasal iktidara göre şekil alıyor. Biz bunu kabul etmiyoruz.”

Gezdiğimiz alanın altında her yerde tarihi eserlerin olduğuna dikkat çeken Ceyhan sözlerini şöyle tamamladı: “Bulunduğumuz yerin altında kiliseler ve mağaralar var ve buraların ileriki yıllarda turizme, insanlığa kazandırılması için çalışmalar yapılacaktır. Yarın bu yol yapıldığı zaman bu kiliseler aşınacak, tahrip olacaklar. Depremin yaratamadığı zararı bu yönetimler verecek. Eğer bu yollar yapılırsa on yıl sonra burayı bir daha görün. O zaman çocuklarımız “Aranızda hiç mi akıllı bir kişi yoktu?’ diyecekler. Dünyaya ve UNESCO’ya ve yerel halka çağrı yapıyoruz. Turizmcilere çağrı yapıyoruz. Buraya gezmeye gelenlere çağrı yapıyoruz. Lütfen gözünüzü Kapadokya’dan ayırmayın. Biz durmuyoruz siz de durmayın. Yoksa ileriki yıllarda Kapadokya’yı böyle göremeyeceksiniz. Kapadokya’nın korunması anlamında emek veren herkese teşekkür ediyoruz. Ama teşekkür etmediklerimiz de var. Üç maymunu oynayanlara teşekkür etmiyoruz.”

‘Kaş yapayım derken, göz çıkarıyorlar’

Yeşil Gazete’ye konuşan Kültürel ve Doğal Mirası İzleme Platformu yöneticisi ve Arkeolog Nezih Başgelen de Kapadokya’da devam eden yol çalışmalarına ve yapılaşmalara tepkili.

Arkeolog Nezih Başgelen

Kapadokya’nın değerleriyle birlikte önemli ve benzersiz bir kültür mirası olduğunu hatırlatan Başgelen, Kapadokya’nın kültür ve tarihi bir arada barındıran sayılı yerlerden bir tanesi olduğuna dikkati çekti. Kapadokyayı 1970’lerden beri çok yakından incelediğini söyleyen Başgelen, UNESCO listesine girmiş ve daha sonra da pek çok ulusal ve uluslararası koruma mevzuatı içerisinde yer almış bir alanın şu anda ticari gayelerin ön bastığı, turizmdeki rantsal isteklerin cenderesine düştüğü durumun iç açıcı olmadığını vurguladı. Başgelen sözlerini şöyle sürdürdü:

JMO Başkanı Hüseyin Alan.

“Burası jeolojik zamanların bir bileşkesi. Rüzgar, insan, ve bir taraftan da doğa tarafından biçimlendi ve Kapadokya’ya bu unsurlar değer kattı. Böyle bir bölgenin rantsal değerler uğruna, oteller, dükkanlar, eğlence merkezleri gibi yerlerin oyuncağı haline gelmemesi lazım. Buranın bu hırslardan zarar görecek bir oluşumun dışında olması lazım. Kitle turizminin tüm yıkıcı etkilerinin sahada olduğunu görüyoruz. Kaş yapalım derken göz çıkarılıyor. Bu alandaki uluslararası kriterlere uygun koruma normlarını uygulayamıyoruz. Alana gittiğiniz zaman da görüyorsunuz ki bölgedeki turizm odaklı işletmeler Kapadokya’yı Kapadokya yapan değerlerin geleceğe nakledilmesi konusunda gerekli hassasiyeti göstermiyor. UNESCO farklı bir kültürel örgüt. Ülkelerin iç işlerine karışamıyorlar. UNESCO’ya sunulmuş bir yerin koruma yükümlülüğü o ülkeye ait. Çünkü siz ülke olarak o bölgeyi korumayı taahhüt ediyorsunuz. UNESCO’nun sizi listeye alması için imza attığınız, sorumluluk aldığınız pek çok konu var. Türkiye’nin yerel yönetimlerin sorumluluk alanları da dahil olmak üzere bu sorumlulukları yerine getirmediğini görüyoruz. UNESCO kültür mirasları listesinde yer alan ülkelerin, ‘Ben neyi taahhüt ettim neyi yerine getirmiyorum’ diye ilk önce dönüp kendine bakması lazım. UNESCO gelip bunu değerlendirir ama söz konusu ülkenin iç işlerine karışma gibi bir yetkisi yok. Bu konudaki çekincelerini bildirebilir ya da bu bölgeyi listeden çıkartabilir. Türkiye de zaman zaman bu konuda son derece sıkıntılı süreçler yaşattı. İstanbul’un tarihi yarım adasında, surlarda UNESCO’nun İstanbul’un üyeliğini sorgular hale geldiğini biliyoruz. Pandemiden sonra Kapadokya’da taşlar yerinden oynadı. İlgili tarafların bir an önce bir araya gelerek Kapadokya Alan yönetiminin gerçek anlamda dünyadaki örnekler gibi uygulamasını sağlamamız lazım. Kapadokya’daki gereken hassas koruma ilkelerini titizlikle uygulaması, gözetmesi ve gereğini yapılması lazım.”

UNESCO Listesi’nden çıkarılabilir

Kapadokyadaki yapılaşmaların, projelerin ve talanların devam etmesi halinde UNESCO Kültürel Miras listesindeki yerinin sorgulanır hale geleceğini ve zamanla listeden çıkarılabileceğine vurgu yapan Başgelen’in konuyla ilgili değerlendirmesi şöyle:

“Sizin verdiğiniz taahhütlerde, hassas ilkeler bütünü var. UNESCO tarafından bunlar hassas bir şekilde değerlendiriliyor. Kapadokya da bu şekilde listeye alındı. Ama geldiğimiz noktada Kapadokya Türkiye’nin UNESCO listesine alınan ilk yerlerinden biridir. Şu anda tanıklık ettiğimiz yıkım, yol yapım çalışmalarıyla, verdiğimiz taahhütlerin ne olduğunun ayırdında olmadığımızı anlıyoruz. Kapadokya’nın korunması için Alan yönetimine de bağlı, sivil toplumun ve diğer koruma mevzuat uzmanlarının da içinde olduğu bir çözüm merkezi kurmanın bir yolunu bulmamız lazım. Burası herhangi bir alan değil. Saklı Kilise’yi Tokalı Kilise ile karşılaştıramazsınız, ikisi de bambaşka değerler. Çavuşin‘deki tarihi eserler, Zerve‘dekilerden farklı. Hepsinin karakteri ve değeri ayrı. Bölgenin kendine has karakteristik zenginlikleri o kadar farklı ki dünyanın başka bir yerinde bir benzeri yok. Kapadokya her türlü özel mevzuatı hak ediyor. Belirli yerlerde tümüyle araçlardan arındırılması gerekir. İnsanlar da bunu istiyor. Doğa yürüyüşü, yürüyerek ya da at sırtında gideyim diyor. Çok nitelikli bir coğrafya. Araçlar, yollar, oteller gibi modern unsurlarla, yıkıcı pek çok tehlikeyle yüz yüze kalıyor. İhtiyaçlar doğrultusunda belli yerlerde yer altından tüneller yapılabilir. Türkiye bu teknolojilere sahip. Alanı zedelemeden, kültürel tabakalara zarar vermeden bölgeye has çözümler geliştirilebilir. Dünyanın bizden beklediği bu. Buranın niteliğine uygun koruma tedbirlerini ya da belli ihtiyaçları giderecek yeni projeler ve uygulamaları bu hassasiyetler çerçevesinde düşünmemiz, tartışmamız gerekir. Türkiye hep ‘Yaptım, oldu’ metoduyla hareket ediyor. Korumayla ilgili sivil toplum kuruluşlarına danışmadan onları da bu konunun içine dahil etmeden hareket etmek bu sıkıntılı durumları istenmeyen görüntüleri ortaya çıkartıyor. İki tane dozer aldım soktum, oraya yol açıyorum dediğin anda züccaciye dükkanına fil girmiş gibi bir durum ortaya çıkıyor.”

Bölgeye has bir organizazyon şemasına ihtiyaç var’

“Bir sürü koruma mevzuatında tarafız” diyen Başgelen uluslararası alanda aldıkları koruma kararları olduğunu belirtti:

Avrupa Peyzaj Sözleşmesi’nin de tarafıyız. Biz buna uyacağız diye imza koymuşuz, Meclis’te onaylamışız. Ama şu anda bunun tam tersini yapıyoruz. Örneğin doğal bağcılık vadilerinin, şatoların, Rönesans’tan bugüne pek çok kültürel değerin olduğu İtalya’nın Toskana bölgesinde belli yerlerde asfalt yol bile yapılmıyor. Bağlar etkilenecek diye gürültü yapmana bile izin verilmez. Belirli yasaklar var. Toledo, İspanya‘da, Fransa‘da da benzer bölgeler var. İnsanlar koruma normlarına uyarak geziyor. Hiç kimsenin de itirazı yok. Biz burada bunu yapamadık. Siyasi dengeler, yereldeki politik taraflaşmalar bu konuda uygulanması gerekeni devre dışı bırakıyor. Bunu aşmamız lazım. Kapadokya’ya has bir organizasyon şemasına ihtiyaç var. Kapadokya bunu her değeri ile hak ediyor. Bir an önce bir araya gelmemiz ve ortak akıl ile sistematik bir şekilde toplanmamız gerekiyor. Kapadokya 365 gün önemli bir yer. Orada neler yapılabileceği konusunda ciddi deneyimleri olan uzmanlarımız var. Hem ulusal hem de uluslararası alanda devreye alınabilecek tecrübelerle, en iyisini yapmak durumundayız.”

‘Talan için başkanlık kurmuşlar’

CHP İl Başkanı Kamil Gülmez

Bölgede incelemeler yaparak rapor hazırlayan Cumhuriyet Halk Partisi Nevşehir İl yönetimi de süreci yakından takip ediyor. Sorularımızı yanıtlayan İl Başkanı Kamil Gülmez, Alan Başkanlığı’nın yol ile ilgili açıklamalarını eleştirdi.

Alan Başkanlığının yapımı süren yolun ‘kadastral’ yol olduğuna ilişkin açıklamasına tepki gösteren Gülmez, “Herhangi bir tarihi eser olmazsa, sit alanı olmazsa 1.derece sit alanı ve dünya mirası olan bir yerde kadastral yol durumu geçerli değildir. Önemli olan bu güzelliklerin korunmasıdır. Yıllardan beri korumakta olduğumuz ve gelecek nesillere aktaracağımız bir mirastır. Alternatif bir yol güzergahı düzenlenmişken, valilik bu rotadan yolu getirmeyi planlamaktadır. O vadiyi tamamen ortadan kaldıracak. O vadide mağaralar, kiliseler, peri bacaları var. Bu yanlış bir uygulama” dedi.

Koruma kurullarının lağvedilmesi ardından çıkarılan bir yasayla Alan Başkanlığının kurulduğunu anımsatan Gülmez, başkanlık yöneticilerinin siyasi iktidar tarafından atanan kişiler olduğunu ifade etti:

“Bunlar alternatifleri değerlendirmiyorlar. İlişkili oldukları mevcut iktidar partisi ve ortaklarının isteklerini yerine getiriyorlar. Çevreyi koruma öncelikleri değil. Görüntülerle birlikte rapor hazırladık, Alan Başkanlığı Kapadokya’yı talan etmektedir, ben de bu kurumu Talan başkanlığı olarak niteliyorum. Kapadokya’ya yazık olur. Bölgede bulunan Ürgüp, Göreme, Uçhisar ve Ortahisar’da bulunan vadilerin korunması gerekir. Devlet, korumayı bırakın, bunları yok etmeye çalışmaktadır. STK’lara ve kamuoyuna çağrı yaptık, tekrar yapıyoruz. Kapadokyayı koruyalım ne gerekiyorsa yapalım.”

JMO: Sürece dahil edilmedik

Bugüne kadar Alan Başkanlığı ve valiliğin bölgede süreci yürütürken yaptığı imar çalışmaları yol ve alt yapı çalışmaları konusunda Jeoloji Mühendisleri Odası’nın (JMO) herhangi bir görüş ve düşüncesini almadıklarını belirten JMO Başkanı Hüseyin Alan ise Türkiye açısından son derece önemli olan 10-15 milyon yıllık volkanik dağların patlaması sonucunda meydana gelen önemli bir doğal varlık niteliğinde olan peri bacalarının ve onun içerisinde gelişen yaşamın, kültürün bir şekilde yok edilmesine sebebiyet veren anlayışın ortadan kalkmasını dilediklerini anlattı.

Kapadokya Alan Başkanlığın kurulması ile ilgili kanunun yanlış olduğunu ifade eden Alan, şu ifadeleri kullandı:

“Alan yönetiminin temel prensibi orada doğal veya kültürel varlıkların korunması ve geleceğe taşınması olmalıdır. Bugün ise bu kurum yerel kalkınmanın bir unsuru olarak toplumsal gelir veya kalkınmanın bir aracı haline dönüştürülmesinden uzak bir anlayışla yönetiliyor. Kıymetli doğal varlıkların olduğu bir bölgede bunların hiçbiri maalesef ne korunuyor ne de buna ilişkin bir çalışma yürütülüyor. Bu tür alanlarda yol, alt yapı, imar planlama, kentsel yerleşim gibi konularda çok hassas olmak gerekir. O alanların doğru tespitlerin yapılması, korunmaya değer jeolojik veya kültürel değerlerin olup olmadığının belirlenmesi, burada herhangi bir müdahalenin yaratacağı tahribatın ortaya çıkarılması gerekir. Bugün bu kurumlar liyakatsız kişiler tarafından onanıyor ve yine liyakatsız kişiler tarafından projelere başlanıyor. Bu yol da bunlardan biri. Toplumsal tepkiye ve tüm eleştirilere rağmen çalışmalar devam ediyor.”

Kapadokya hangi ülkede olsa jeopark ilan edilir’

Buna benzer çalışmanın geçen yıl Assos Limanı ve çevresinde gerçekleştiğini ve doğal varlıkların tamamının yok edildiğini hatırlatan Alan, tahribat yaşandıktan sonra mahkemeler tarafından durdurma kararı verildiğine değinerek sözlerini şöyle noktaladı:

“Burada da bu süreç aşılmadan ilgili idari yapılar hızlı bir şekilde bu yolun yapımını durdurur. Buradaki doğal ve kültürel varlıkların tespiti ve tescili yapıldıktan sonra burada yol yapımına gerek olup olmadığına karar verirler. Oda olarak bölgede etkin inceleme yapacağız ve kamuoyuyla paylaşacağız. Alan başkanlığının açıklaması tam bir komediydi. Doğal varlıkların niteliğini hiç göz önüne almadan burada herhangi bir kültürel varlık tespit edilememiştir gibi bir cümleyle geçiştiren toplumun hafızası ile dalga geçen bir anlayışla açıklama yaptılar.  Kapadokya’nın kendisi doğal varlıktır zaten. Dünyanın gelişmiş herhangi bir ülkesinde olsa orası büyük bir jeopark ilan edilir, o park içindeki doğal varlıkların hepsi tek tek tescil edilir ve sonuçta toplumun hizmetine sunulurdu. Bunu götürüp Alan Başkanlığı adı altında bir düzenlemeyle ranta ve talana açtılar. Bugün oradaki hiçbir doğal varlık ve güzellik korunamıyor.”

 

 

 

Kaymakamlığın Onur Haftası’nı yasaklama gerekçesi: Küresel güçler, şer odakları!

Yüzlerce insanın gözaltına alındığı Onur Yürüyüşü’yle akıllara kazınan Onur Ayı ve 30. İstanbul LGBTİ+ Onur Haftası’na ilk kez bu sene getirilen yasaklamanın gerekçesi iki ay sonra ortaya çıktı. Bu yasağın öncesinde Maçka’da piknik yapmak isteyen LGBTİ+’lara da engel olunmuş, sadece cinsel yönelim ve kimlikleri nedeniyle insanlar dışlanmıştı.

Lubunyalar onurla rak rak rak yürüdü: 373 kişi gözaltına alındı

İstanbul LGBTİ+ Onur Haftası’nın bütün etkinlikleri Kadıköy Kaymakamlığı ve Beyoğlu Kaymakamlığı’nın kararıyla yasaklanmıştı.  

26 Haziran günü saat 17.00’de başlaması planlanan yürüyüş öncesi saat 11.00’den itibaren Taksim’e çıkan metro durakları kapatılmıştı. 

Taksim’in birçok sokağı polis ablukası altına almıştı. Basın mensuplarıyla eylemcilerin bir araya gelmemesi için polis üst düzey güvenlik önlemleri almış, gazetecilerin görevlerini yapmaları engellenmişti. Gün boyunca devam eden polis saldırılarıyla 373 kişi gözaltına alınmıştı.

Haftadan iki ay sonra karar geldi

Kaos GL‘den Yıldır Tar‘ın haberine göre; İstanbul LGBTİ+ Onur Haftası Komitesi ve SPoD, hafta etkinliklerine getirilen yasaklara dava açtı. Beyoğlu ve Kadıköy Kaymakamlıkları’nın yasak kararlarına ilişkin davada kurumlar yasak kararının yürütmesinin durdurulmasını talep etti.

Dava dilekçesinde, Beyoğlu Kaymakamlığı kararının önce açıkça duyurulmadığı, idari kurumların temel hak ve özgürlükleri kısıtlarken gereken önemi dahi vermediği yer aldı.

Mahkeme, başvurudan iki ay sonra karar verdi. Beyoğlu Kaymakamlığı’nın yasak kararına açılan davada İstanbul 10. İdare Mahkemesi, yürütmeyi durdurma isteğini reddetti. Mahkeme, esasa dair henüz karar vermedi.

Dava dosyasında yer alan savunmasında Kaymakamlık, “bazı toplumsal duyarlılıklar” gerekçesini yineledi.

Küresel güçler, şer odakları…

Beyoğlu Kaymakamlığı ayrıca konudan bağımsız şekilde komplo teorilerini de gerekçe olarak sundu:

“Bilindiği gibi ülkemizin son 15 yıl içerisinde sergilediği istikrarlı büyüme, bilim, sanayi, ekonomi, savunma, vb. birçok konuda kat ettiği mesafe; ülkemiz ve ülkemizin yer aldığı bölge üzerinde hesapları bulunan ve bu bölgede yer alan zayıf devletlerin hem iç hem de dış politikalarını kendi emelleri doğrultusunda şekillendirmeye alışmış küresel egemen güçleri ciddi biçimde rahatsız etmiştir.

Türkiye Cumhuriyeti Devletinin giderek güçlenmesiyle ve uluslararası arenada, söyleneni yapan değil, kendi ulusal çıkarlarını ve kendisiyle beraber kardeş ve komşu mazlum halkların çıkarlarını koruyan bağımsız politikalar izlemeye başlamasıyla beraber, ülkemize yönelik dış destekli plan ve komplolarda art arda yaşanmaya başlamıştır.”

Kaymakamlık, “küresel şer odaklarının farklı kesimlerinin hassasiyet ve iyi niyetlerini” kullanmak istediğini öne sürdü. Ayrımcı yasaklama kararının ayrımcı olmadığını savunarak, gerekçelerinin “LGBTİ bireylerinin veya derneklerinin bu tarz gruplara bilinçli biçimde hizmet ettiği gibi bir imayı da ayrıca taşımadığını” ekledi.

Kadıköy Kaymakamlığı’nın yasak kararına ilişkin ise Mahkeme henüz karar vermedi.

Hazine’ye devredilen Fehime ve Hatice Sultan Yalıları’ndaki ‘kaçak inşaat vurgunu’ ifşa edildi

İSTANBUL- Beşiktaş‘taki tarihi Hatice Sultan ve Fehime Sultan Yalıları‘nın İstanbul Büyükşehir Belediyesi’nden (İBB) alınıp Hazine‘ye devredilmesinin ardından gerginlik sürüyor.

İstanbul Valiliği Devir Tasfiye ve Paylaştırma Komisyonu’nun dün yaıların mülkiyetini Hazine’ye vermesinin ardından İBB Başkanı Ekrem İmamoğlu, şu açıklamayı yaptı:

“Bugün İBB’nin milyarlarca lira değerindeki iki mülküne daha merkezi idare tarafından el konuldu. Hem hukuk nezdinde iflas etmiş bir dayatma, hem de halk nezdinde iflas etmiş bir yönetim anlayışı ile bir kez daha muhatap olduk. Hukuki olarak sonuna kadar konunun takipçisiyiz.”

İmamoğlu Cumartesi günü konuyla ilgili bir basın açıklaması yapmış, ‘İBB mülklerine el konmak istiyor’ diyerek bu yalıların tarihi ve değişen sahiplik ilişkilerini anlatmıştı.

Devir kararının ardından İBB bileşenleri temsilcileri konuya ilişkin yaptıkları basın açıklamasında İmamoğlu’nun anlattığı noktalara yeniden gikkat çekti:

Valilik eliyle müdahale

ANKA Haber Ajansı’nın aktardığına göre konuyu yargıya taşıyacaklarını söyleyen İBB Başkanvekili Ülkü Sakalar, “Yargıya intikal etmiş bir konuya Valilik eliyle müdahale edilmesinin, açıkçası çok yanlış olduğunu düşünüyoruz. Burada yapılan, tamamen bir müdahale. Hiçbir hukuki gerekçe yok. ‘Burası 1950 yılında Maliye Hazine’si üzerineydi. Hata yapmışız pardon, İl Özel İdaresi’ne gitmemeliydi’ dediler” şeklinde konuştu.

Yedi bakanlık temsilcisinin çoğunluk oyuyla kararı veren komisyonda İBB’den tek temsilci olarak yer alan İBB Genel Sekreteri Can Akın Çağlar, bu komisyonun 2014 yılında altı aylığına kurulduğunu ve görevini tamamladığını, şimdi sekiz sene sonra tekrar canlandırılarak bu kararı aldığını söyledi.

Çağlar ve İBB Meclis Grup Başkan Vekili İsmail Doğan Subaşı yalıların geçmişine dair şu bilgileri tekrarladı:

  • 1950 yılında kamu Hazine’sine, Maliye Hazine’sine tabi olan bir mülk, 1964 yılında İl Özel İdaresi‘ne veriliyor.
  • Bugüne kadar İl Özel İdaresi’nde olan bu mülk, daha sonra 2009 yılında Bakanlar Kurulu kararıyla Türk Hava Yolları (THY) ve Doko ortaklığındaki şirkete 25 yıllığına, otel yapılmak adına tahsis ediliyor.
  • Sözleşmede üç yıl içerisinde bu yapıların restore edileceği ve otel olarak açılacağı ifade edilmiş olmasına rağmen aradan geçen bunca yıla rağmen henüz bina restore edilmedi.
  • 2014 yılında İl Özel İdareleri kapatıldığında ise İBB’ye veriliyor ve otel yapılmak üzere bugüne kadar gelen süreç sürüyor.
  • Bahsi geçen yeryalı olarak bilinse de Sayıştay raporlarında iki adet saray olarak gösteriliyor.
  • Kültür Bakanlığı’na bağlı Koruma Kurulu’nun ‘Koruyun’ talimatı üzerine İBB harekete geçip, üç yıldır denetim yapmaya çalışıyor. Bugün ise İBB’nin elinden alınıyor.

Yalıda neler oldu: Kaçak imar vurgunu

İBB Genel Sekreter Yardımcısı Mahir Polat da , söz konusu otel projesi için ‘restorasyon’ çalışmalarında yaşananları ve yalının şimdiki inşaatından görüntüleri paylaştı:

4 bin 500 metrekarelik alan 39 bin metrekareye çıkarılıp kaçak imalatla imar vurgununa dönüşmüş.

Polat, İmamoğlu’nun açıklamasının ardından Pazar günü inşaatın sürdüğü yalıya Boğaziçi İmar heyeti ile gitmiş ancak denetim iznine rağmen içeri girmesine izin verilmeyince suç duyurusunda bulunduklarını açıklamıştı.

Sarayın içi oyularak yerin altında ‘AVM gibi’ inşaat

Polat, inşaatın devam ettiği yalıdan görüntüler aktarark şu paylaşımları yaptı:

2009’da 3 yıl içinde restorasyonu yapılsın diye ihale edilip 13 yıldır restore edilmeyen, bugün İBB den hukuksuzca alınan Fehime ve Hatice Sultan saraylarına İBB neden içeri alınmıyordu.

Çünkü tarihi saray perişan edilmiş, tarihi eserler poşetlerin altında çürütülmüştü.

“Çünkü restorasyon bahanesi ile alınan 4 bin 500 m2 alana sahip iki sarayın 39 bin m2’ye çıkarılan kaçak imalatları ile bir imar vurgununa dönüştürülmüştü. Çünkü otopark dedikleri alanda balo salonları, 25 metre denizin altına indikleri bir inşaat vurgunu yapmışlardı.

Nasıl bir imar vurgunu olduğunu tarihi sarayların altı oyularak yapılmış, yerin 25 mt altına inmiş devasa balo salonunun içinde çalışan iş makinesinin boyutundan anlayabilirsiniz.

“Üç yıldır İBB mülkünü şirketin işgalinden kurtarmak için görevini yapmaya çalışan İBB çalışanlarına karşı onlarca suç işlendi. Bugün İBB’den alındı. Restorasyon adı altında tarihi sarayların katliamı ve imar vurgunu kapalı kapılar ardından devam edecek.

Sözde restorasyon adı altında bir otel şantiyesi

“Bu gördüğünüz “tarihi sarayın” içi.

Tarihi saraylar mahvedilmiş, sözde restorasyon adı altında bir otel şantiyesine döndürülmüş.”

 

İstanbul Sözleşmesi için temyizler sürüyor: Duruşma istiyoruz!

İstanbul Sözleşmesi‘nden bir gecede Cumhurbaşkanı kararnamesiyle çıkılmasına ilişkin mücadele sürüyor.

Çıkma kararına karşı açılan yüzlerce dava sonucu Danıştay 10. Dairesi‘nin tüm itirazları redderek çıkılma kararının ‘hukuka uygun’ olduğuna hükmetmesine dair kararda temyiz başvuruları devam ediyor.

Yüzlerce davanın sonuçları taraflara tebliğ edilene kadar “çıkılma kararının kendisi kadar hukuksuz olan bu kararın temyiz sürecinin sürdüğünü” belirten Eşitlik İçin Kadın Platformu (EŞİK), dün bir temyiz dilekçesi örneği sundu.

Herkesin kullanımı için Avukat Hülya Gülbahar tarafından hazırlanan kırk sayfalık dilekçede çok sayıda uluslararası insan hakları belgesine, akademik yayına, hukukçu görüşüne, emsal karara dayanarak Sözleşme’den çıkılma kararına ilişkin yeni duruşma, temyiz incelemesi sonuna kadar yürütmenin durdurulması ve karara dayanak gösterilen 9 sayılı Cumhurbaşkanlığı Kararnamesi’nin 3. maddesinin iptali için Anayasa’nın 152. maddesi uyarınca itiraz yoluyla Anayasa Mahkemesi’ne başvurulması kararı verilmesi talep edildi.

Hukuk sistemimizi altüst edecek bir idari işlem

Dilekçede, davalı Cumhurbaşkanı’nın dava konusu işleme yetkisi olmadığı, kararının gerekçesiz ve sebepsiz olduğu, işlemin amacının belli olmadığı, Cumhurbaşkanlığı’nın kararname çıkarma yetkisinin konu bakımından anayasal olarak sınırlandırıldığı, dava konusu kararın Anayasa’ya aykırı olduğu ayrı başlıklar halinde ayrıntılı şekilde ele alındı.

Cumhurbaşkanı’nın, konusu doğrudan doğruya temel insan hakları olan bir sözleşmeden “herkesin insan haklarından ve temel hürriyetlerinden yararlanması ülküsünden ayrılmayacağına” dair ettiği yemine aykırı ve hukuk sistemimizi altüst edecek bir idari işlemle çıktığı belirtildi.

Çıkış kararı Viyana Andlaşmalar Hukuku Sözleşmesi’ne aykırı

Temyiz dilekçesinde, İstanbul Sözleşmesi’nden çıkış kararının Viyana Andlaşmalar Hukuku Sözleşmesi’nin 62. maddesine aykırı olduğu belirtilerek, “bir andlaşmadan çekilebilmek için, bir andlaşmanın akdedilmesi sırasında mevcut olan şartlarda taraflarca öngörülmeyen esaslı bir değişiklik meydana gelmesi ve taraf devletin taşıyamayacağı şekilde ağır bir külfete neden olan bu değişikliğin nedenlerinin objektif hukuki kıstaslara dayanılarak ortaya konması” gerekliliğine de vurgu yapıldı.

Böyle bir esaslı değişiklik söz konusu olsa dahi, ilk tercih çekilme değil askıya alma olmalıdır. Çünkü insan hakları andlaşmaları devletlerin canları istediğinde, gerekçesiz çıkabileceği metinler değildir.

Venedik Komisyonu, parlamento katılımı arıyor

Venedik Komisyonu Raporu’nun değerlendirildiği dilekçede, Komisyon’un “İnsan hakları sözleşmelerinden çekilme, çoğunlukla, kişilerin korunması için asli garantilerin azalmasıyla ve/veya bu garantilerin izlenmesi ve uygulanmalarını güçlendirmesi için var olan usullerin veya kurumsal mekanizmaların yok olmasıyla sonuçlanır. Bu yüzden, bir sözleşmeden çekilme, onun onaylanmasının karşıtıdır ve tam da o sebeple, parlamento katılımında simetri sağlanmalıdır” tespitine dikkat çekildi.

Fotoğraf: Ayşenur Önal / csgorselarsiv.org

Diğer ülkelerde yüksek yargı bu konuda ne diyor?

Birleşik Krallık ve Güney Afrika yüksek yargısının emsal kararlarına da yer verilen dilekçede

Birleşik Krallık’ta, ilk defa, insan haklarını ve hukuk düzenini etkileyen bir çekilme kararını (Brexit) denetlemek durumunda kalan Birleşik Krallık Yüksek Mahkemesi, hukuk düzenini ve hakları etkilemesi halindeçekilme kararının yürütmenin yetkisine terk edilemeyeceğine karar verdiği hatırlatıldı.

Güney Afrika Yüksek Mahkemesi, yürütmenin parlamentonun ön onayını almadan, Uluslararası Ceza Mahkemesi Roma Statüsü’nden çekilme bildirimine dair kararında; Güney Afrika Anayasası’na göre bir uluslararası sözleşmenin ancak yasama organınca onaylandıktan sonra bağlayıcı hale geldiğini belirterek, aynı usulün çekilme için de geçerli olduğuna ve çekilme kararının, parlamento ön onayını gerektirdiğine karar verdiğine dikkat çekildi.

Fotoğraf: Esra Tokat / csgorselarsiv.org

Danıştay’ın kararını bağımsız ve tarafsız yargı koşullarında vermesi engellendi

Platform ayrıca davaların görüşüldüğü süreçte yaşananların da altını çizdi:

“Davalar sürerken bağımsız ve tarafsız bir yargılama yapıldığına ilişkin kuşku uyandıran ve hak arama özgürlüğünün ihlali anlamına gelen çok sayıda olay yaşandı.

Davada ilk incelemeyi yapan heyetten iki üye değiştirildi, davalar sürerken davalı sıfatını taşıyan Cumhurbaşkanı Danıştay’ı ziyaret etti.

Adalet Bakanı Bekir Bozdağ konuyla ilgili birden fazla açıklama yaptı:

Bozdağ 22 Temmuz 2022 tarihli açıklamasında, “yargılama süreçleri devam eden konularda konuşmamak” gerektiğini söyledikten sonra; Danıştay’ın yürütmeyi durdurma talebini red kararını eleştirenleri konuyu “çarpıtmakla”, haksızlıkla, hukuk bilmemekle suçlayıp, davalı Cumhurbaşkanlığı’nın tüm savunma argümanlarını tekrar etti.

Temyiz mercii üyelerinin görev süresini uzatan Kanun Anayasa’ya aykırı

“Davalar sürerken, Danıştay’ın temyiz mercii olan İdari Dava Daireleri Kurulu’nun (DİDDK) yapısına müdahale edildi, DİDDK üyelerinin görev süresi, 31.12.2022’den 31.12.2026’ya dek uzatıldı.

DİDDK’nın görev süresini uzatan Kanun’un, mahkemelerin bağımsızlığını düzenleyen madde başta olmak üzere pek çok Anayasa maddesine aykırılıktan, itiraz yoluyla Anayasa Mahkemesi’ne gönderilmesi gerektiği yönünde talebimiz de dilekçede yer almaktadır.”

İç hukuk yeterli değil ve etkili bir biçimde uygulanmıyor

Aynı şekilde Sözleşme’den çıkma kararını “kendi yasalarımız var” diyerek savunmaya çalışan siyasilerin kamuoyunu yanıltmaya çalıştığını belirten dilekçede şöyle devam edildi:

“İç hukukta yürürlükteki mevzuat yeterli değildir ve etkili bir biçimde uygulanmamaktadır. Sözleşme uluslararası hukuk açısından şiddet konusunda en son yapılan düzenleme olduğu için getirdiği yeni hükümler nedeniyle uluslararası hukukta da benzeri yoktur.

Örneğin; Sözleşme devletlerin şiddeti önleme görevine vurgu yapmakta ve bu çerçevede eğitimden hukuk, sağlık vb. tüm alanlara dair önleyici çalışmaların neler olacağına ilişkin kurallar getirmektedir. Türkiye iç hukukunda bu çerçeveyi karşılayan düzenlemeler yoktur. Şiddeti önlemeyi amaçlayan 6284 sayılı Yasa da eksiktir. Yasa’nın 2. maddesinde bu eksiklik kabul edilerek, Yasa’da hüküm bulunmayan hallerde İstanbul Sözleşmesi’nin uygulanacağı açıkça yazılmıştır. Ayrıca, İstanbul Sözleşmesi’nin izlenmesi için, Sözleşme ile oluşturulan denetim mekanizmasının (GREVIO) Türkiye hukukunda ve devlet mekanizmaları içinde muadili yoktur.”

Kaldı ki, mevcut mevzuat etkili şekilde uygulanmamaktadır. Cinskırım boyutlarına ulaşmış olan kadın cinayetleri ve işkence boyutlarındaki şiddet olayları karşısında, infaz yasaları, cinsiyetçi yargı pratikleri gibi yöntemlerle şiddet suçları genellikle cezasız bırakılmaktadır. TCK 96 eziyet maddesi hemen hemen hiç uygulanmamaktadır. 6284 hakkında asılsız argümanlar üretilmesine göz yumularak kadına karşı şiddet adeta teşvik edilmektedir.

Dilekçede belirtildiği ve duruşmalarda da tüm yönleriyle ortaya konulduğu üzere; Cumhurbaşkanı, TBMM’ye ait bir yetkiyi kullanmıştır.

Fotoğraf: Dilara Açıkgöz/csgorselarsiv.org

Görev gaspı

Dilekçe şöyle devam etti:

“Cumhurbaşkanı’nın İstanbul Sözleşmesi Kararı görev gaspı olup, yok hükmündedir. Anayasa’ya açıkça aykırıdır ve siyasi bir karardır.”

Danıştay 10. Dairesi, İstanbul Sözleşmesi ve kadınlar lehine görüş açıklayan tetkik hakimi, savcılar ve 5 kişilik heyetin iki üyesinin hukuki değerlendirmelerini dikkate almaksızın, Cumhurbaşkanı Kararı’nı iptal talebimizi çoğunluk oyu ile reddetti.

Hukuk güvenliği için mücadele etmeye, eşitlikten, özgürlükten, yaşam tarzımızdan ve haklarımızı garanti altına alan yasalardan vazgeçmemeye kararlıyız.”

Ne olmuştu?

20 Mart 2021 tarihinde Resmi Gazete’de yayınlanan İstanbul Sözleşmesi’nden çekilme kararının iptali için kadın örgütleri, barolar, meslek örgütleri, sendikalar, siyasi partiler ve gerçek kişiler tarafından 220’den fazla dava açılmış; 28 Nisan, 7, 14 ve 23 Haziran 2022 tarihlerinde bu davalardan bir kısmı için duruşmalar yapılmıştı.

Danıştay 10. Dairesi 2’ye karşı 3 hâkimin oyu ile davaları reddetmiş, çekilme kararını “hukuka uygun” bulmuştu. EŞİK Platformu’nun çağrısı ile kimi dosyalara 1000’in üzerinde kadın avukatın yetki belgeleri sunulmuş; yüzlerce kadın ve hukukçunun katıldığı duruşmaların ardından çıkma kararı ‘hukuka uygun’ bulunmuştu.

Açıklanan kararın temyiz süreci devam ediyor.

Munzur Vadisi Milli Parkı’nda çıkan yangın kontrol altına alındı

DERSİM- Munzur Vadisi Milli Parkı sınırları içerisinde yer alan Aşağıtorunoba köyü yakınındaki mayınlı ormanlık arazide dün 16.00 sularında henüz bilinmeyen bir nedenle yangın çıktı.

Yangın kısa sürede yerleşim yerlerine yaklaştı.

İhbar üzerine bölgeye gelen itfaiye, Orman İşletme Müdürlüğü ve Doğa Koruma ve Milli Parklar Şube Müdürlüğü ekipleri, sarp ve mayınlı alandaki yangının kontrol alınması için iş makineleriyle çevresinde kazı çalışması başlattı.

Alevlerin mayınlı bölgede olması sebebiyle güçlükle müdahele edilen yangın için vatandaşlar, Twitter üzerinden havadan müdahele için çağrıda bulundu.

 

Yangının sabah saatlerinde kontrol altına alındığı açıklayan Tunceli Valiliği şu açıklamayı yaptı:

“5 Eylül 2022 saat 16.00 sıralarında Tunceli-Ovacık ilçemizi Aşağıtorunoba köyü mevkiinde başlayan örtü yangınına ekiplerimizce yapılan müdahale çalışmaları neticesinde; yangın çevresi iş makinesi ile şerit açılarak tamamen kontrol altına alınmıştır. Bölgede soğutma ve söndürme çalışmalarımız devam etmektedir” denildi.

Şili, ilerici yeni metne karşı diktatörlük dönemi anayasasını seçti: Yeni taslak daha ‘yumuşak’ olacak

Şili‘de 41 yıl önce askeri diktatörlük yönetimi tarafından hazırlanan mevcut Anayasa’nın yerine geçecek taslak, halk referandumunda ezici çoğunlukla reddedildi.

Yeni Anayasa’ya destek yüzde 38′de kalırken halkın yüzde 62‘si ‘hayır’ oyu verdi.

Pazar günü gerçekleştirilen halk oylamasında ‘hayır’ sonucu çıkacağı beklenmesine rağmen, ‘diktatör Augusto Pinochet tarafından hazırlatılan anayasaya karşı demokratik bir çaba’ olarak tanıtılan yeni planın neredeyse 24 puanlık bir fark ile reddedilmesi beklenmiyordu. Yenilgiyi öngören anketlere rağmen analistler, dünyanın en ilerici anayasalarından biri olacak ve Güney Amerika ülkesini kökten değiştirecek olan anayasanın reddi için bu kadar büyük bir marj öngörmemişti.

Muhalifler, sonuçların açıklanmasının ardından başkent Santiago’da sokaklara çıkarak kutlama yaptı.

Fotoğraf: Ailen Diaz / Reuters

Yeni Anayasa kampanyasının sözcüsü Karol Cariola, Pazar gecesi geç saatlerde Santiago şehir merkezinde yenilgiyi kabul etti, ancak yeni bir metin taslağı hazırlama yetkisinin yürürlükte kaldığını da vurguladı.

Fotoğraf: Cristobal Escobar / AP

Hükümeti büyük ölçüde yeni Anayasa metnine bağlı olan Başkan Gabriel Boriç, sonuçların Şili halkının “anayasal öneriden memnun olmadığını” açıkça gösterdiğini söyledi.

Fotoğraf: Matias Basualdo / AP

Yeni anayasa için sıkı bir şekilde lobi yapan Boriç, ‘bu ret kararından dersler çıkaran başka bir metin’ hazırlamak için kongre ve toplumun farklı kesimleriyle birlikte çalışacağını söyledi:

“Halkın sesine kulak vermeliyiz. Sadece bugün değil, yaşadığımız son yoğun yıllarda da. Bu gizli öfkeyi görmezden gelemeyiz. Liderlerin bizi ülke olarak birleştiren yeni bir öneriye ulaşmak için daha ​​kararlı, daha fazla diyalog ile, daha fazla saygıyla çalışması gerek.”

Gabriel Boriç, Pazar günü referandumda oy kullanırken. Fotoğraf: Andres Poblete /AP

Eşit sayıda kadın ve erkek delegelerden oluşan bir kurulla yazılan ve Şili’yi çok uluslu bir devlet olarak nitelendiren yeni metin, özerk Yerli toprakları tanıyor ve çevre, cinsiyet eşitliği gibi konulara öncelik veriyordu.

Şilili siyasi liderler, ülkenin 1973-1990 diktatörlüğünden kalma anayasanın değişmesi gerektiği konusunda hemfikir olsa da yeni bir metin yazmak  ülkenin siyasi arenasında zorlu müzakerelerin konusu olacak.

Fotoğraf: Cristobal Escobar / AP

Sonuç üzücü

Yeşil Gazete‘ye süreci değerlendiren Anayasa hukukçusu Dr. Serkan Köybaşı‘na göre Boriç’in söylediği gibi yeni bir taslak hazırlanırsa bu yeni metin, dün reddedilenden çok daha yumuşak bir dönüşüm vaat edecek bir metin olacak.

Gabriel Boric, La Moneda Cumhurbaşkanlığı sarayında telefonla konuşurken. Fotoğraf: Luis Hidalgo / AP

Reddedilen taslağın yazılmasında yaşanan sürecin demokratik anayasa yazım yöntemlerinin bir örneğini ortaya koyduğunu belirten Köybaşı, sonucu ‘üzücü‘ olarak değerlendiriyor ve şunları söylüyor:

Bolivya ve Ekvator‘un ardından doğanın anayasal hak sahibi olarak tanımlanması açısından da çok önemliydi. Aynı şekilde sosyal haklar, kadın hakları ve yerli halkların hakları açısından da son derece ilerici ve yol göstericiydi.

Ancak anlaşılan Şili halkı fazla ilerici buldu ve onun yerine Pinochet anayasasını korumayı yeğledi. Elbette bunda, bu anayasadan fayda sağlamaya devam eden sağ sermaye kesiminin propagandası da etkili oldu.”

Fotoğraf: Cristobal Escobar / AP

Anayasa yapımı süreçlerinde demokratikliğin önemine vurgu yapan Köybaşı  şu değerlendirmeyi yapıyor:

“Anayasa yazan kurucu meclislerin, her ne kadar demokratik yollarla seçilmiş olsalar da halkın genelinin endişelerini ve eğilimlerini daima göz önünde bulundurması gerekir. Aksi takdirde Şili’de olduğu gibi referanduma sunulsa dahi reddedilebilir. Eğer taslak referanduma sunulmadan yürürlüğe girerse veya 1982’de olduğu gibi antidemokratik bir süreçle referanduma sunulursa da birleştirici olmaktan ziyade ayrıştırıcı bir etki gösterir.”

Bitlis’in kuş cenneti Arin Gölü de yok olmanın eşiğinde

Son dakika: Bitlis'in kuş cennetinden kötü haber!

Arin, Van Gölü ile tabandan birleşik bir göl. Su seviyesinin azaldığı ya da yükseldiği zamanlarda, bu iki göl birlikte hareket ediyor.

Van Gölü’ndeki kuraklık uydu görüntülerine yansıdı: Böyle devam ederse bizi ciddi bir kriz bekliyor
Van Gölü’nde kuraklık: Balıkçı tekneleri karaya oturdu

Elmastaş, son yıllarda küresel ısınma ile birlikte hem Van hem de Arin Gölü’nde ciddi seviyede çekilme yaşandığını hatırlattı.

Havzayı besleyen kaynaklar kesildi

Yağış rejimlerindeki ciddi değişikliklere dikkat çeken Elmastaş, “Daha önce çok fazla yağış alan bölgelerde kuraklaşma, kurak olan bölgelerde ise daha fazla yağışın olduğunu görüyoruz. Dolayısıyla Van Gölü havzasında, son yıllarda küresel ısınma ile birlikte genel olarak bir kuraklaşma olduğunu tespit ediyoruz” diye konuştu.

Van Gölü Havzası’ndaki kuraklık kuşların yaşam alanlarını daralttı
Burada kuraklaşmayı meydana getiren en önemli faktör; havzaya düşen yağış miktarının yıllık olarak azalması ya da daha az düşmesidir. Seviyenin azalmasına neden olan diğer bir faktör de gölleri besleyen kaynaklara birtakım baraj ve bentlerin yapılması ve buraları besleyen suların tarımda kullanılmasıdır. Bu nedenle Van Gölü havzasını besleyen kaynaklar kesilmiş oluyor. Bu durum Van ile Arin Gölü’nün su seviyelerinin düşmesine neden olmaktadır” diye konuştu.

Elmastaş, yer altı sularının bilinçsiz kullanılmasının da bu durumu ağırlaştırdığına dikkat çekti: 

“Özellikle Ahlat, Adilcevaz, Erciş ve diğer tarımsal alanlarda çok sayıda sondaj kuyularının ortaya çıktığını görüyoruz. Bunlarla birlikte yer altı su seviyesi, düşmeye başladı. Bu seviye düşünce, bazı kaynaklar da kuruma noktasına geldi”

Özellikle son 2 yıldır Arin Gölü’nde ciddi kuraklaşma olduğunu ifade eden Prof. Dr. Elmastaş, şunları kaydetti:

“Son iki yıldır Arin’de ciddi bir kuraklaşma görüyoruz. Bununla birlikte bazı göçmen kuşların yaşadığı alanlar, ekolojik anlamda bir riski de beraberinde getiriyor. Buralarda bazı kuşların ve canlı türlerinin artık yaşayamaz hale geldiğini görmekteyiz. Bu anlamda önemli risk ve problemle karşı karşıyayız. Bu nedenle tarım arazilerinde, özellikle yağmurlama ve damlama gibi modern sulama sistemlerinin kullanılması gerekmektedir.

Tarımla uğraşan çiftçilerimiz de bir an önce damlama sulama sistemine geçmelidir. Aksi takdirde, özellikle flamingoların ve göçmen kuşların yaşam alanlarından biri olan doğal güzelliğimiz yok olma tehlikesiyle karşı karşıya kalacaktır.”