Ana Sayfa Blog Sayfa 782

Erkekler Ağustos’ta her gün bir kadını öldürdü

Erkekler Ağustos’ta en az 31 kadını ve yedi çocuğu öldürdü. En az 79 kadına şiddet uyguladı, en az 12 çocuğu istismar etti, en az 13 kadını taciz etti, altı kadını da seks işçiliğine zorladı.

bianet‘in yerel ve ulusal gazetelerden, haber sitelerinden ve ajanslardan derlediği haberlerle oluşturulan Erkek Şiddeti Çetelesi‘ne göre; Ağustos’ta en az 13 kadının ölümü basına “şüpheli”  ölüm olarak yansıdı.

Sekiz ayda 222 kadın öldürüldü!

2022’nin ilk sekiz ayında erkekler, 222 kadını öldürdü, 102 kadını taciz etti, 1175 çocuğu istismar etti, 534 kadına şiddet uyguladı, 21 kadına tecavüz etti. Erkekler en az 370 kadını seks işçiliğine zorladı. Erkekler, yılın ilk yedi ayında en az 30 çocuğu öldürdü.

Erkekler Ağustos’ta en az 31 kadını öldürdü

Erkekler, Ağustos’ta en az 31 kadını öldürdü; geçen yıl bu sayı 34 idi. Ayrıca erkekler, kadınların yanındaki en az altı erkeği de öldürdü.

En az altı kadın koruma kararı rağmen öldürdü. Öldürülen kadınlardan biri Suriyeli, iki kadın da Gürcistanlıydı.

Fotoğraf: Gülnaz Bingöl / csgorselarsiv.org

Öldürme gerekçeleri: Kıskançlık, borç, arazi, ayrılmak istemesi!

Erkeklerin 18 kadını öldürme “bahanesi” basına yansımadı. Erkekler 10 kadını ayrılmak istediği veya barışmak istemediği için öldürdü. Erkekler bir kadını “kıskandığı”, iki kadını da “borç”, “arazi” için öldürdü.

22 kadını kocası, eski kocası, sevgilisi erkekler, üç kadını oğlu, bir kadını komşusu iki kadını akrabası, bir kadını arkadaşı öldürdü. İki kadını öldüren erkeğin yakınlık derecesi basına yansımadı. Kadınları öldüren erkeklerden biri çocuk yaştaydı.

30 failin yarısı bile tutuklanmadı!

Kadınları öldüren 30 fail vardı. Sadece 14 fail tutuklandı. Dört fail intihar etti. Altı fail gözaltına alındı. Bir failin süreci basına “aranıyor”, iki failin süreci de “kaçtı” diye yansıdı. Bir fail serbest bırakıldı. İki failin hukuki süreci basına yansımadı.

Fotoğraf: Ayşenur Önal / csgorselarsiv.org

Töre saiki ile öldürme ve canavarca hisle öldürme…

Antep’te 10 yıl önce kaybolan, Kilis’te toprağa gömülü halde cesetleri bulunan Özlem Özoğlu (22), kocası Çağan Özoğlu (27) ve kocasının annesi Emine Düzkaya’nın (45) cinayetleri hakkındaki davada gözaltına alınan Özlem Özoğlu’nun babası A.A. ile erkek kardeşi M.F.A. tutuklandı.

Erkekler hakkında “töre saiki ile öldürme ve canavarca hisle öldürme” suçlarından yürütülen davada suç unsuruna rastlanılmaması nedeniyle serbest bırakılmışlardı. Suriye‘ye kaçan şüphelilerin kırmızı bülten ile yakalama kararı, delil yetersizliğinden kaldırılmıştı. Baba ve oğlun yasadışı yollardan yeniden Türkiye’ye dönmesi üzerine dava yeniden açılmıştı.

Fotoğraf: Emre Orman / csgorselarsiv.org

Çocuğa yönelik şiddet: Yedi çocuk öldürüldü

Erkekler, Ağustos’ta yedi çocuğu öldürdü. Geçen yıl aynı ay sayı altı idi.
İki çocuğu babası, bir çocuğu abisi, bir çocuğu akrabası, bir çocuğu da erkek arkadaşı öldürdü. İki çocuğu öldüren erkeğin yakınlık derecesi basına yansımadı.

Çocukları öldüren altı fail erkek vardı. Sadece iki fail tutuklandı. İki fail intihar etti. İki failin hukuki süreci basına yansımadı.

Erkekler, Ağustos’ta en az 12 çocuğu istismar etti. Geçen yıl aynı ay bu sayı 13 idi.

‘Çocuğun rızası var’ dedi, serbest bırakıldı!

En az sekiz çocuğu taciz eden yedi erkeğin yakınlık derecesi basına yansımadı. İki çocuğu imam, bir çocuğu spor öğretmeni, bir çocuğu da esnaf istismar etti.

Çocukları istismar eden 10 fail erkek vardı. Sadece dört fail tutuklandı. Bir fail “çocuğun rızası var” dediği için serbest bırakıldı. Bir fail gözaltına alındı. Dört failin hukuki süreci basına yansımadı.

Fotoğraf: Serra Akcan / csgorselarsiv.org

Erkekler bir kadına tecavüz 13 kadını taciz etti!

Erkekler, Ağustos 2022’de en az bir kadına tecavüz etti. Geçen yıl aynı ay erkeklerin tecavüz ettiği kadın sayısı 11 idi. Bir kadına tecavüz eden beş erkeğin yakınlık derecesi basına yansımadı. Kadınlara tecavüz eden beş erkeğin hukuki süreci basına yansımadı.

Ağustos 2022’de erkekler en az 13 kadını taciz etti. Bu sayı geçen yıl aynı 28 idi. Erkeklerin taciz etiği kadınlardan biri Iraklıydı.

Erkekler, 12 kadını sözlü ve fiziki yollarla taciz etti. Erkekler bir kadına cinsel organını göstererek taciz etti.

Bir kadını uzman çavuş bir erkek, dört kadını kurye, bir kadını akrabası taciz ederken, 7 kadını taciz eden erkeğin yakınlık derecesi basına yansımadı.
Kadınları taciz eden 10 fail erkek vardı. Hukuki süreçleri basına yansımadı.

Fotoğraf: Emre Orman/ csgorselarsiv.org

En az 79 kadına şiddet!

Erkekler, Ağustos’ta 79 kadına şiddet uyguladı. Geçen yıl da aynı ay bu sayı, 61 idi.

Erkeklerin şiddet uyguladığı en az dokuz kadın “ağır” hasta olarak hastaneye kaldırıldı. Erkekler en az 11 kadına “koruma kararını” ihlal ederek şiddet uyguladı.

Erkeklerin şiddet uyguladığı kadınlardan biri Suriyeli biri de Tanzanya’lıydı. Erkekler en az iki kadına sistematik olarak şiddet uyguluyordu.

En az 55 kadını kocası, sevgilisi erkekler yaraladı. 11 kadına abi ve babası gibi aile üyeleri şiddet uygularken, 10 kadına şiddet uygulayan erkeğin yakınlık derecesi basına yansımadı. Üç kadına da üç iş arkadaşı şiddet uyguladı.

Fotoğraf: Beyza Kural /csgorselarsiv.org

Erkeklerin 67 kadına şiddet uygulama bahanesi basına yansımazken, 12 kadına ayrılmak istediği, barışmak istemediği şiddet uyguladı.

Kadınlara şiddet uygulayan 76 fail erkek vardı. Sadece 14 fail tutuklandı. Faillerden 10’u tutuklandı, dokuz fail hakkında yasal süreç başlatıldı. İki failin süreci basına “kaçtı”, iki failin süreci de “aranıyor” diye yansıdı. En az 39 failin hukuki süreci basına yansımadı.

En az altı kadın seks işçiliğine zorlandı

Erkekler, Ağustos’ta en az altı kadını seks işçiliğine zorladı. Geçen yıl aynı ay bu sayı, 20 idi. Seks işçiliğine zorlanan kadınlar Türkiye vatandaşı değildi. Seks işçiliğine zorlananlar arasında çocuklar da vardı.
Kadınları seks işçiliğine zorlayan sadece bir fail basına yansıdı. Bir fail gözaltına alındı.

Fail polisti.

Kavala ve Kabaş kararlarını veren hakim, mahkeme başkanı yapıldı

İş insanı Osman Kavala ve Gazeteci Sedef Kabaş’ın tutuklanmasına karar veren İstanbul 10. Sulh Ceza Hakimi Furkan Bilgehan Ertem’in İstanbul’dan Bitlis’e gönderilerek, burada “Ağır Ceza Mahkemesi Başkanı” yapıldığı ortaya çıktı.

Cumhuriyet’ten Nagehan Yılkın’ın haberine göre; Furkan Bilgehan Ertem’in kamuoyunun yakından takip ettiği davalarda verdiği kararlar eleştiri konusu  olmuştu. Ertem’in hakkında 2 yıl 4 ay hapis cezası verildikten sonra serbest kalan Gazeteci Sedef Kabaş kararlarında imzası bulunuyor. Yine Ertem’in 9 Mart 2020 tarihinde iş insanı Osman Kavala hakkında “devletin gizli kalması gereken bilgilerini siyasi ve askeri casusluk amacıyla temin etme” suçlamasıyla tutuklama kararı veren hakim olduğu da biliniyor.

Gezi’nin mahkeme heyetinden sadece bir karşı oy çıkmıştı

Tartışmalı kararlarda imzası olan 10. Sulh Ceza Hakimi Furkan Bilgehan Ertem’in İstanbul’dan Bitlis’e gönderilip burada Ağır Ceza Mahkemesi Başkanı olarak görevlendirildiği ortaya çıktı.

HSK Birinci Daire’nin, 12 Ağustos tarihli müstemir yetki kararnamesiyle Ertem’i Bitlis 1. Ağır Ceza Mahkemesi Başkanı olarak görevlendirdiği ortaya çıktı. Kararname, HSK’nin internet sitesinde de yayımlandı.

2018’de avukatlıktan hakimliğe geçen ve 3 yıl 10 aylık meslek kıdemi olan Ertem’in 4 yıllık kıdem şartını taşımamasına karşın Hakimler ve Savcılar Kurulu (HSK) tarafından sulh ceza hakimi yapılması eleştiri konusu olmuştu.

HSK’nin 21 Aralık’ta aldığı ilke kararına göre hakimlerin İstanbul gibi birinci bölge yargı çevresinde sulh ceza hakimi olmak için 4 yıl aynı bölgede görev yapması gerekiyordu. Ertem ise bu kriteri taşımıyordu.

Hava kirliliği: Aynı gökyüzünün altında farklı bir havayı solumak

GreenpeaceTek Gökyüzünün Altında Farklı Hava: Hava Eşitsizliği” isimli raporda yedi ülkede nüfusun temiz havaya erişimi ve kırılgan grupların hava kirliliğine maruz kalmalarına dair değerlendirmelere yer verildi.

Türkiye’de temiz hava hakkı mücadelesi uzun yıllardır, partikül madde 2.5 için evrensel standartlarla uyumlu bir limit değer belirlenmesini talep ediyor. Bu talebe Çevre, Şehircilik ve İklim Değişikliği Bakanlığının en somut cevabı 2021’de yayınlanan taslak hava kalitesi yönetmeliği oldu.

Her ne kadar taslakta belirlenen limit bugünün ihtiyaçlarına cevap vermemiş olsa da kanserojen kirletici PM 2.5 ile mücadele için önemli bir başlangıç olacaktı. Ancak aradan geçen bir yıla rağmen ne sivil toplumun taleplerine yönelik taslak üzerinde bir iyileştirme yapıldı ne de mevcut hali ile bu yönetmelik yürürlüğe sokuldu.

Bugün canlıları gezegenin en tehlikeli kirleticisi karşısında koruyacak politikaları geliştirmek adına referans alınacak bir limit değer hala yok.

Rapordan Türkiye’ye dair öne çıkan bazı çarpıcı veriler ise şöyle:

  • Nüfusun yüzde 100’ü limitin aşıldığı bölgelerde yaşıyor.

DSÖ geçen yıl kirleticilerle mücadelede kemerleri sıktı ve PM 2.5 için minimum sağlık etkisi yaratacak limit değeri yıllık 5 mikrogram olarak belirledi. Ancak, Türkiye’de nüfusun tamamı bu limitin yıllık olarak aşıldığı bölgelerde yaşıyor.

  • Nüfusun yüzde 67’si 25 mikrogramın üstünde PM 2.5 kirleticisine maruz kalıyor.

Avrupa Birliği’nde 2020’ye kadar sessiz katil ile mücadele etmek için belirlenen limit 25 mikrogramdı. Bu limit, 2013’te PM 2.5’la ilgili yeni gelişmeler ışığında 20 mikrograma çekilmesi planlandı. Özellikle DSÖ çatısı altında araştırmalarını yürüten Uluslararası Kanser Araştırmaları Ajansı’nın bu kirleticiyi yüksek düzeyde kanserojen madde olarak sınıflandırması limit değerdeki değişikliğin temel nedeni oldu.

Bugün, Türkiye’deki nüfusun yüzde 67’si PM 2.5 kirleticisine yıllık olarak ortalama 25 mikrogramın üstünde bir yoğunlukta maruz kalıyor. En düşük PM 2.5 kirliliği ortalamasına sahip olan şehirlerde bile insanlar DSÖ limitlerinin üstünde bir kirlilikle yaşamak zorunda kalıyor.

  • Riskli gruplar hava kirliliğine karşı yüzde 100 savunmasız.

Araştırmalar hava kirliliği karşısında yaşlılar, çocuklar, hamileler ve sağlık sorunu olan bireylerin riskli gruplar olduğunu gösteriyor. Hava kirliliğinin erken doğum, bebek ölümleri, nörogelişimsel sorunlar, alt solunum yolu enfeksiyonları, akciğer fonksiyonu, astım ve çocukluk çağı kanserleriyle ilişkilendiren güçlü kanıtlar sunuyor.

Doğum öncesi ve erken yaşta hava kirliliğine maruz kalan çocukların yetişkinliklerinde de sağlık sorunlarıyla karşılaşmaları daha yüksek bir olasılık olarak görülüyor.

Türkiye’de yaşlı nüfusun tamamı 5 mikrogramın üzerinde yıllık ortalama PM 2.5 kirliliğine maruz kalıyor. Yüzde 66’sı ise söz konusu kanserojen maddeyi DSÖ’nün belirlediği yıllık miktarın beş katından fazla soluyor

Çocukların tamamı DSÖ limitinin belirlediği limit değerin üstünde bir kirlilikle karşı karşıya. Yüzde 70’i ise DSÖ’nün belirlediği limitin 5 kat üstündeki kirliliğe maruz kalıyor. Bu oran genel nüfusta olduğundan daha yüksek.

Hamilelerde yıllık ortalama PM 2.5 kirleticisine beş mikrogramın üzerine maruz kalma oranı yüzde 10 olarak tahmin ediliyor. Söz konusu maddeye 25 mikrogramın üzerinde maruz kalan hamilelerin oranı ise yüzde 64.

Greenpeace Akdeniz İklim ve Enerji Proje Sorumlusu Gökhan Ersoy evrensel standartlarla uyumlu bir limit değer belirlenmesinin önemine dikkat çekerek “Bugün hala gezegenin en tehlikeli kirleticisi ile mücadele edecek bir limit değerimiz yok. Eğer PM 2.5 kirliliğini DSÖ’nün tavsiye ettiği limit değer ile sınırlayabilseydik, uzun dönemde yaklaşık 56 milyon insanımızın ortalama yaşam süresini dört yıla kadar yükseltebilir ve erken ölümlerin önüne geçebilirdik” diyor ve ekliyor:

“Ortak hayalimiz mavi bir gökyüzü ancak bazılarımız kirli endüstrilerin gölgesinde yaşamaya mahkum ediliyor ve bu hayalden diğerlerine göre daha uzak kalıyor. Bunun önüne geçmenin en hızlı yolu hava kirliliğinin yoğun olduğu ilçelerde koruma bölgesi ilan etmek. Koruma bölgesi enstrümanını kullanabilmek için ise bir limit değere ihtiyacımız var.”

6-7 Eylül Pogromu: Eşit ve kardeşçe bir gelecek için geçmişle yüzleşmek gerek

Türkiye tarihi için bir leke olan 6-7 Eylül 1955 Pogromu’ndan bu yana tam 67 yıl geçti. Ancak henüz ne bu kara leke silinebilmiş, ne de acılar dinmiş değil. Pogromun yıl dönümünde siyasi partilerden 1955 Eylül’ünde yaşanan, insanların hayatına mal olan bu insanlık suçuna ilişkin açıklamalarda bulunuldu. 

HDP tarafından yapılan açıklamada “6-7 Eylül Pogromu; Bir daha asla!” denildi. Yeşiller Partisi’nce yapılan açıklamada ise “6-7 Eylül: Eşit ve kardeşçe bir gelecek kurmak için geçmişimizle yüzleşmemiz gerekli!” ifadeleri kullanıldı ve şunlara yer verildi:

Yeşiller Partisi: Azınlıklar için her an bir korku iklimi

“Cumhuriyet tarihinin en elim olaylarından 6-7 Eylül’ün üzerinden 67 sene geçti. Ancak hem 6-7 Eylül 1955’te yaşanan acıların hem de bu iki günün İstanbul’da ve Türkiye’de bıraktığı mirasın etkisini halen hissediyor ve görüyoruz.

Devletin en üst kademelerinin de işin içinde olduğu, üst düzey bir yetkilinin ‘6-7 Eylül de bir Özel Harp işidir ve muhteşem bir örgütlenmeydi. Amacına da ulaştı’ sözleriyle simgeleşen İstanbul Pogromu sonucunda 4 bin 214 ev, bin dört işyeri, 73 kilise, bir sinagog, iki manastır, 26 okul ile aralarında fabrika, otel, bar gibi yerlerin bulunduğu 5 bin 317 mekân tahrip edilip yağmalandı.

11 kişi öldü, resmî rakamlara göre en az 60 kadına tecavüz edildi ve onlarca kişi yaralandı. Olaylar sadece İstanbul ile sınırlı kalmadı; İzmir’de de yansımaları görüldü.

İstanbul Pogromu’nu planlayan ve hayata geçirenlerin esas hedefi; kentin, ülkenin, sermayenin Türkleştirilmesi; azınlıkların her an bir korku ikliminde yaşamak zorunda bırakılmasıydı. Bu durumun zihinlerde ve kalplerdeki travmatik etkisi halen devam ediyor.

İç ve dış politikada yaşananlar sonucunda dönemsel olarak artan göçlerle yüzlerce yıldır yaşadıkları topraklardan kopmak zorunda kalan Türkiye Cumhuriyeti vatandaşları, nüfus araştırmalarında birer sayı olarak görülseler de aslında komşumuz, arkadaşımız, hısmımız, akrabamızdı. Dahası içinde yaşamaktan mutlu olduğumuz kültürümüz ve yöneticilerin işlerine gelince sahiplenmeyeni ‘hain’ ilan ettiği, fakat gerçekte üstünü çizmekten çekinmedikleri geçmişimizdi.

Bugün gerek belgelere gerekse tanıklıklara dayanarak yapılan araştırmalar sayesinde belki 6-7 Eylül’de yaşananlara dair karanlık noktaların çoğu aydınlatıldı. Bu olaylara neden olan provokasyonun, bu ‘muhteşem örgütlenmenin’ ayrıntılarını artık biliyoruz, fakat bu yetmez!

‘Hepimiz için güvenli ve güzel bir geleceği ne zaman inşa etmeye başlayacağız?’

1955’in öncesinde ve sonrasında benzer acılarla dolu olması, bu olayla gerektiği gibi yüzleşmememizin sonucu. Eğer İstanbul Pogromu’yla yüzleşilseydi provokasyon, şiddet olayları, ölümler, varlığın el değiştirmesi ve toplu göç sarmalı bugün Diyarbakır’dan Mardin’e; Sivas’tan Maraş’a; İzmir’den Trakya’ya ve elbette İstanbul’a uzanmaz; ‘devlet geleneği‘nin bu tezahürleri sadece yılın belli günlerinde andığımız yeni acılara yol açmazdı. Bu ‘devlet geleneği’nin açtığı toplumsal ve ekonomik yaraların onarılmaması bugünümüzü etkiliyor ve gerçek eşitliğe dayanan kardeşçe bir gelecek kurmamıza ket vuruyor.

Biz Yeşiller Partisi olarak, tarihle yüzleşmenin geçmişe değil, tam da bugüne ve geleceğe dair bir arınma olduğunun farkındayız. Geçmişle yüzleşmek, gelecekte kardeşleşmek, gelecekte ortak yaşamı kurmak demektir. Ne saydığımız diğer acıların ne de 6-7 Eylül’ün utancı ile yaşamak istiyoruz ve soruyoruz: Hepimiz için güvenli ve güzel bir geleceği ne zaman inşa etmeye başlayacağız?”

HDP: Bir daha asla!

Halklar ve İnançlar Komisyonu Eş Sözcüleri Tülay Hatimoğulları ve Turgut Öker’in yaptığı açıklamada 67 yıl sonra da aynı acıların yaşandığına değinildi:

“İstanbul, İzmir ve birçok şehirde yaşayan Rum, Ermeni başta olmak üzere Hristiyan ve Musevi yurttaşlara yönelik pogromun üzerinden 67 yıl geçse de unutmuyoruz.

Büyük katliamın yaşandığı 6-7 Eylül 1955’te Hristiyan ve Musevi yurttaşların ev ve işyerleri talan edildi. Yaşanan pogromun ardından on binlerce yurttaş; baskılara, can güvenliği tehdidine karşı ülkeyi terk etmek zorunda kaldı. 

Siyasi tarihimizin kara sayfalarından biri olan 6-7 Eylül Pogromunun ardından ‘Bir daha asla!’ demenin sahici yolu, bu acı tarihle yüzleşmekten geçer. Oysa 6-7 Eylül Pogromu şimdiye kadar resmi olarak kınanmadı ve tazminat veya özür için herhangi bir adım atılmadı.

Eski Özel Harp Dairesi Başkanı ve MGK Genel Sekreteri Sabri Yirmibeşoğlu’nun ‘6-7 Eylül de bir Özel Harp işidir. Muhteşem bir örgütlenmeydi. Amacına da ulaştı’ sözleri; pogromun bir devlet politikası olarak hayata geçirildiğinin itirafı niteliğindeydi. Yirmibeşoğlu’nun terfilerinin de gösterdiği üzere faillerin cezalandırılmak yerine ödüllendirildiği bir Türkiye gerçeği maalesef hiç değişmedi.

19. yüzyılın son döneminden itibaren devletin gadrine defalarca uğrayan; Ermeni, Rum, Süryani ve Yahudi halkları, 6-7 Eylül Pogromu ile bir yıkım daha yaşadılar. Bizler biliyoruz ki; siyasal, toplumsal ve ekonomik krizleri gölgelemek için iktidarlar bu saldırı yöntemini kullanageldiler.  Tıpkı bugün nefret söylemlerinin/suçlarının farklı halklar ve inançlar üzerinden yükseltilmesi gibi.

Bu coğrafyanın kadim halklarına dönük hayata geçirilen bu utançla yüzleşilmesi, faillerin ortaya çıkarılması, yaşanan can ve mal kayıplarının tespit edilmesi, mağdur olan kişilerin veya ailelerinin maddi ve manevi kayıplarının tazmin edilmesi, bu ülkede birlikte yaşamın ve eşit yurttaşlığı sağlamanın olmazsa olmazıdır.

6-7 Eylül Pogromunda katledilen yurttaşlarımızı saygı ve hüzünle anıyoruz. Bir daha benzer acıların yaşanmaması için mücadelemizi kararlılıkla sürdüreceğiz.”

Ne olmuştu?

Dönemin Menderes hükümetine yakın İstanbul Ekspres gazetesinin “Atamızın evi bomba ile hasara uğradı” şeklinde yaptığı bir haber, İstanbul’da yaşayan Rum, Ermeni ve Yahudilerin evlerine ve iş yerlerine yönelik saldırılara neden oldu.

Ardından 6-7 Eylül tarihlerinde ellerinde kazma, balta ve sopalarla sokaklara dökülen binlerce kişi, başta olayların yaşandığı Beyoğlu olmak üzere yaşadıkları ilçelerde azınlıklara ait ev ve iş yerlerini yağmaladı.

Yaşanan pogromda, 15 kişi hayatını kaybederken, 400’ün üzerinden kişi yaralandı. Yüzlerce kadın ise tecavüze uğradı. 4 bin 214 ev, bin 4 iş yeri, 73 kilise, 1 sinagog, 2 manastır, 26 okul ile aralarında fabrika, otel ve benzeri 5 bin 317 işyeri ateşe verildi. Kiliselerin içindeki kutsal eşyalar da tahrip edilirken, İstanbul’da bulunan 73 Rum Ortodoks kilisesi ise tamamen yakıldı.

Pogromun ardından Beyoğlu’na gelen dönemin Cumhurbaşkanı Celal Bayar, “Galiba dozu kaçırdık” yorumunda bulunmuştu.

Rusya’nın fosil yakıt geliri, Ukrayna savaşının maliyetini geride bıraktı

Enerji ve Temiz Hava Araştırma Merkezi’nin (Centre for Research on Energy and Clean Air, CREA) analizine göre, Rusya’nın Ukrayna‘yı işgalinden bu yana geçen altı ay içinde petrol, gaz ve kömür ihracatından elde ettiği kazanç, işgalin toplam maliyetini geride bıraktı.

Rusya’nın fosil yakıt ihracatından elde ettiği gelir, savaşın Kremlin‘e mal olduğu tahmin edilen 100 milyar Euro’ya kıyasla, Şubat ayından Ağustos ayına kadar 158 milyar Euro’ya ulaştı.

Rusya’nın en büyük fosil yakıt ithalatçıları sırasıyla AB (85 milyar EUR), Çin (35 milyar EUR), Türkiye (11 milyar EUR), Hindistan (7 milyar EUR) ve Güney Kore (2 milyar EUR) oldu. Fosil yakıt ihracat gelirleri, Rusya’nın federal bütçesine tahmini 43 milyar Euro katkıda bulunarak, Ukrayna’daki savaşın finanse edilmesine yardımcı oldu.

En büyük ithalatçı AB ülkeleri

AB içinde en büyük ithalatçılar ise Almanya (19 milyar EUR), Hollanda (11,1 milyar EUR), İtalya (8,6 milyar EUR), Polonya (7,4 milyar EUR), Fransa (5,5 milyar EUR), Bulgaristan (5,5 milyar EUR), Belçika (4,5 milyar Euro) ve İspanya (3,3 milyar Euro) şeklinde yer aldı.

Analizin ana bulguları özetle şöyle:

  • Savaşın başlangıcına kıyasla, AB’ye yapılan ihracatta %35’lik bir düşüş ile birlikte fosil yakıt ihracat hacimlerinde %18’lik bir düşüş oldu. AB’nin kömür ithalat yasağı, kömür talebinin yerini alacak başka alıcı bulamaması nedeniyle Rusya’nın ihracatını ve üretimini vurdu.
  • AB’nin Rusya’ya getirdiği petrol yasağının vurucu etkileri henüz gerçekleşmedi. AB’nin Rusya’dan petrol ithalatı, işgalin başlangıcına kıyasla Temmuz-Ağustos aylarında %17 düştü, ancak yasağın yıl sonunda yürürlüğe girmesiyle birlikte %90 oranında düşmesi bekleniyor.
  • En büyük ithalat artışları Hindistan, Çin, Birleşik Arap Emirlikleri, Mısır ve Türkiye’de gerçekleşti, ancak diğer ülkelerden gelen düşüşleri telafi etmeye yetmedi. Artış, ham petrol ithalatı ve Çin’in kömür ithalatından kaynaklandı.
  • ABD ve Avustralya, Rus petrolünün büyük alıcıları olan Hint rafinerilerinden petrol sevkiyatı almaya devam ederken, Avrupa’ya ait ve sigortalı gemiler Rus petrolünü yeni alıcılara taşıyor. Rusya’dan petrol ithalatı yasaklarına yanıt olarak petrol ihracatı yeniden yönlendirildiğinden, dolaylı yollardan Rus petrolünün ithalatını önlemek için güçlü yaptırım mekanizmalarına ihtiyaç duyuluyor.
  • Çok yüksek fosil yakıt fiyatları, temiz enerji yatırımlarını dünya çapında cazip hale getiriyor. Fiyat teşvikleri ve güçlendirilmiş politikaların bir sonucu olarak temiz enerji yatırım öngörüleri AB, ABD ve Çin’de önemli ölçüde arttı.

‘Yaptırımlara işe yarıyor, genişletilmeli’

CREA’nın baş analisti ve raporun yazarlarından Lauri Myllyvirta, konuyla ilgili şu değerlendirmeyi yaptı:

“Küresel fosil yakıt fiyatlarındaki artış, ihracat hacimlerindeki düşüşe rağmen Rusya’nın hala fosil yakıtlardan rekor gelir elde ettiği anlamına geliyor. Bununla mücadele etmek için hükümetlerin Rusya’dan yapılan ithalatlara tarifeler veya fiyat tavanları getirmesi ve enerji tasarrufu önlemlerini hızlandırması gerekiyor. Isı pompaları ve elektrikli araçlar aracılığıyla temiz enerji ve elektrifikasyonun yaygınlaştırılmasını hızlandırarak, petrol ve gaz tüketiminin azaltılmasına özellikle odaklanılması gerekiyor.”

Çevresel Girişimler Merkezi (Centre of Environmental Initiatives, Ekoaction) Enerji Bölümü Başkanı Kostiantyn Krynytskyi de şunları söyledi:

“24 Ağustos’ta Ukrayna genelinde 189 hava saldırısı uyarısı duyuldu ve hem 31. Bağımsızlık günümüze hem de işgalin altı aylık yıldönümüne işaret edildi. Acısına katlandığımız her bombalama fosil yakıtlarla finanse edildi. Ülkelerin temiz enerjiye geçişi hızlandırarak Rus fosil yakıtlarına olan bağımlılıklarını azalttığına dair olumlu işaretler olsa da, sürecin acilen hızlandırılması gerekiyor. Yaptırımlar işe yarıyor; bunlar genişletilmeli ve güçlendirilmeli, böylece Rusya onları kolayca atlatamaz.”

 

İran’da LGBTİ+ aktivisti iki kadına idam cezası

İran‘ın Urmiye şehrindeki bir mahkeme, 31 yaşındaki Zahra Seddiqi Hamedani ve 24 yaşındaki Elham Choubdar adlı kadınlara “yeryüzünde fitne çıkarmaktan” suçundan idam cezası verdi.

Norveç merkezli Hengaw İnsan Hakları Örgütü, kadınların “eşcinselliği ve Hıristiyanlığı teşvik etmekle” ayrıca “İslam Cumhuriyeti rejimine muhalif medya ile iletişime geçmekle” suçlandıklarını açıkladı.

İRAN: Ceza, aktivizm faaliyetlerinden değil, insan kaçakçılığı yüzünden

İran yargısı,  idam cezalarını doğruladı. Ancak kadınların aktivizm faaliyetleri nedeniyle değil “insan kaçakçılığı” nedeniyle idam cezası aldığını iddia etti.

İran yargısının resmi yayın organı Mizan‘da da “İnternette yayımlanan haberlerin ve söylentilerin aksine hükümlüler, genç kadınları ve kızları kandırarak bölgedeki ülkelerden birine kaçırmakla suçlandı” denildi.

Hengaw İnsan Hakları Örgütü, idam cezası alan kadınlardan Seddiqi Hamedani’nin İran’ın Batı Azerbaycan eyaletindeki Kürt nüfus ağırlıklı Nekede şehrinden olduğunu belirtti.  Örgüt Hamedani’nin Ocak 2021’de Türkiye‘ye iltica etmek amacıyla sınırı geçmek isterken İran Devrim Muhafızları tarafından yakalanarak gözaltına alındığını da kaydetti.

Elham Choubdar ise Urmiye şehrinden.

İran yasalarına göre eşcinsellik bir suç ve cezası kırbaçlanmaktan idam cezasına kadar değişkenlik gösterebiliyor.

Greta ve aktivistler yazdı: Enerji için orman yakmak ‘yenilenebilir’ değil, AB’nin bunu anlama zamanı geldi

İklim aktivistleri, Avrupa Yenilenebilir Enerji Direktifi‘nde orman biyokütlesinin ‘yenilenebilir enerji kaynağı olarak’ görülmesinin değişmesini istiyor.

Fridays for Future İsveç’ten Greta Thunberg ve Protect the Forest İsveç’ten Lina Burnelius‘un Yakmanın Ötesinde Avrupa’dan Sommer Ackerman; Sami çevre aktivisti Sofia Jannok, Luonto-Liitto, Finlandiya’dan Ida Korhonen; Janne Hirvasvuopio, Jan Saijets; Comite Schone Lucht Hollanda’dan Fenna Swart, ve Dünya Ormanları Danimarka’dan Anne-Sofie Sadolin Henningsen ile birlikte The Guardian‘a yazdığı makaleyi Türkçeleştirdik:

*

Önümüzdeki hafta Avrupa Parlamentosu üyeleri, revize edilen Avrupa Birliği Yenilenebilir Enerji Direktifi‘ni oylayacak ve dünyadaki ormanların çoğunun geleceğine karar verilecek.

Parlamento, AB’nin itibarsız ve zararlı yenilenebilir enerji politikasını değiştiremezse Avrupa vatandaşlarının vergileri, dünyanın dört bir yanındaki ormanların her gün kelimenin tam anlamıyla küle döndürülmesi için kulanılmaya devam edilecek.

Avrupa’nın doğrudan seçilmiş temsilcilerinin şimdi bir seçim yapması gerekiyor: Ya AB’nin “iklim hedeflerini” yasal boşluklarla kurtaracaklar ya da iklimimizi kurtarmaya başlayacaklar, ki şu anda AB hedeflerinin üzerinde çalıştığı şey bu değil.

Avrupa’nın enerji için ormanları yakma konusundaki artan iştahını karşılamak için artan hacimlerde odun peletleri ve diğer odun yakıtları AB dışından ithal ediliyor. Bu, mevcut AB Yenilenebilir Enerji Direktifi’nin teşvik ettiği bir iştah: Yakılan orman biyokütlesi önümüzdeki belirleyici on yıllar boyunca fosil yakıtlardan daha yüksek emisyonlar üretecek olmasına rağmen kağıt üzerinde biyokütleyakımı sıfır karbon emisyonu olarak sınıflandırılıyor.

Birbiriyle bağlantılı savaş krizleri ve artan gıda ve enerji fiyatları, enerji tasarrufu ve enerji verimliliği sağlayan politikalara olan acil ihtiyacın ve AB’nin enerji sektörünün karbondan arındırılmasının öneminin altını çiziyor.

Karbonsuzlaştırmanın ancak karbon olmayan enerji kaynakları kullanılarak yapılabileceği açık olmalı.

Fosil yakıtları aşamalı olarak kullanımdan kaldırmak çok önemlidir, ancak onların yerini alacağımız enerji kaynakları da bir o kadar önemli.

AB’nin Yenilenebilir Enerji Direktifi, yalnızca gerçek yenilenebilir enerji biçimlerine uygulanmalıdır ve ormanlar yenilenebilir değildir.

Ormanlar, doğanın yarattığı ve yeniden yapılamayacak ekosistemlerdir. Hükümetlerarası İklim Değişikliği Paneli (IPCC), daha fazla orman ekosistemini restore etmemiz ve korumamız gerektiğini belirtiyor.

Ancak, uluslararası prestije sahip bilim insanlarının da uyardığı gibi AB’nin Yenilenebilir Enerji Direktifi, zararlı şekilde yeniden ağaçlandırma yapılacağını belirterek yeri doldurulamaz orman ekosistemlerinin günbegün kaybını artırmaya teşvik ediyor.

Bu yeni ağaç dikimi uygulamasının Paris Anlaşmasına uygun olarak yeniden büyümesi için yeterli zaman yok.

Orman biyokütlesinin yanması dakikalar alırken, iklimin ve çevreye zararlı yeniden ağaçlandırma uygulamalarının ağaç yayılan karbonu geri alması on yıllardan yüzyıllara kadar sürebilir.

Bu, ödemeye zamanımızın olmadığı onlarca yıllık karbon borcuna eşittir.

Aynı şey, endüstrinin orman artıkları olarak adlandırdığı çırpılar ve ağaç dalları için de geçerlidir. Ağacın herhangi bir bölümünü yakmak, karbon yakmak anlamına gelir. Bu artıklar 80 yaşındaki bir ağaçtan geldiğinde, eşdeğer bir ağacın yeniden büyümesi 80 yıl alacak ve bu, sahip olmadığımız bir zaman.

Orman artıklarının sürdürülebilir nihai ürünler haline gelmesi için öncelikle ormancılığın sürdürülebilir olması gerekir; ama bugün durum böyle değil.

Çoğu insan, kendilerine söylenenlere dayanarak ormanlarımız hakkında birkaç şey varsayıyor: Bunlardan ilki , Avrupa’nın oldukça fazla sayıda korunan ormana sahip olduğu  ve henüz AB’nin vaat ettiği kadar olmasa bile, koruma oranlarının en azından doğru yönde hareket ettiği.

İkinci yaygın yanlış kanı ise ormancılığın sürdürülebilir bir şekilde yürütüldüğü, ağırlıklı olarak iklim dostu ahşap ürünlerin üretildiği ve enerji için sadece orman artıklarının yakıldığı.

Bunların hiçbiri bugün AB için geçerli değil.

Çok sıkı korunan ormanlar günlük olarak kesiliyor, AB ormanlarında kesilenin yarısı, sadece artıklar değil hepsi, yakıt olarak kullanılıyor.

Sertifikalı ve sözde “sürdürülebilir” ormancılık, Avrupa’nın Kuzey Kutbu bölgelerinde artan emisyonlara, günlük biyolojik çeşitlilik kaybına ve yerli halkların haklarının sistematik olarak ihlal edilmesine neden oluyor.

Sadece fosil yakıtlardan kaynaklananları değil, her türlü sera gazı emisyonunu büyük ölçüde azaltmamız gerekiyor. Ek olarak, bunun yerine karbondioksiti atmosferden çıkarmalıyız. Var olmayan, güvenilmez ve pahalı karbon yakalama teknolojilerine güvenmek yerine, bunu yapmanın en iyi yolu daha fazla ormanı korumak ve eski haline getirmektir. Ormanları sürekli olarak yok etmeye devam edersek, atmosferde her zaman yok olmamış ormanlardan daha fazla karbon olacak. Teşvik edilen ağaç kesimi nedeniyle AB, Finlandiya ve Estonya gibi ülkelerde karbon yutaklarının çöküşünü görmeye başladı bile.

Açıkça ekosistem temelli ormancılığa geçmemiz ve bugünün ormancılık modelinden yani inceltme, kesme ve endüstriyel ağaç dikme gibi yöntemlerden uzaklaşmamız gerekiyor.

Böyle bir değişim, daha sürdürülebilir kırsal işler de yaratacak ve her ikisi de adil bir geçiş için hayati önem taşıyan daha iklime dayanıklı ormanlara yol açacaktır.

Orman biyokütlesini yakmak için verilen tüm sübvansiyonlar, açık deniz-rüzgar, güneş ve jeotermal gibi gerçek yenilenebilir kaynaklara yeniden tahsis edilmelidir.

Mevcut durum devam ederken Yenilenebilir Enerji Direktifi aşağı yönlü bir negatif sarmal yaratıyor. Ancak bu durumu tersine çevirebiliriz.

Avrupa Parlamentosu üyeleri çok değerli bir fırsat penceresine ve göreve sahip. Orman biyokütlesini yenilenebilir enerji direktifinden çıkarma değişikliği yapmak için Çarşamba günü saat 13:00’e kadar süreleri var. Bu değişikliği 13 Eylül’e kadar oylayabilirler.

Doğru olanı yapmak için 24 saatleri var. Başarısız olurlarsa, onlarca yıl boyunca karbon emisyonlarının, biyolojik çeşitlilik kaybının ve insan hakları ihlallerinin artmasına neden olacaklar.

 

Almanya, kışa hazırlık için iki nükleer santrali rezervde tutacak

Rusya-Ukrayna savaşı altı ayı geride bırakırken, ortaya çıkan enerji krizi nedeniyle Almanya, gerektiğinde elektrik ihtiyacının karşılanabilmesi için ülkede faaliyette olan üç nükleer santralden ikisini ilkbahar aylarına kadar rezervde tutmaya karar verdi.

Açıklamayı Berlin’de Yeşiller Partili Almanya Ekonomi Bakanı ve Başbakan Yardımcısı Robert Habeck yaptı.

DW‘nin aktardığına göre, Ekonomi Bakanlığı’nın siparişi ile elektrik sağlayıcı şirketlerin hazırladığı enerji güvenliğine ilişkin analizi kamuoyuna açıklayan Habeck, bu analizin sonuçlarına göre 2022-2023 kışında elektrik sisteminde kriz durumu yaşanmasının “pek olası” olmadığını ancak bir kriz ihtimalinin “göz ardı edilemeyeceğini” belirtti.

“Almanya’da elektrik sisteminde çok yüksek arz güvenliğine sahibiz” diyen Habeck,  buna karşın Rusya’nın Ukrayna’ya yönelik saldırıları nedeniyle enerji piyasalarında sıkıntı oluştuğunu dile getirdi.

Almanya’da enerji krizine acil yanıt: Kapatılan kömür santrali tekrar faaliyete geçti

Doğal gazda sıkıntı yaşamamak için ellerinden geleni yaptıklarını kaydeden Habeck, bu nedenle de 2022-2023 kışında acil durumda kullanılmak üzere Isar 2 ve Neckarwestheim nükleer santrallerinin rezervde tutulacağını belirtti. Bakan, bu iki santralin gerektiğinde Almanya’nın güneyinde elektrik ihtiyacını karşılamaya katkı sağlamaları için Nisan 2023’e kadar hizmete hazır olacaklarını söyledi.

‘Nükleer enerjiden çıkma planlarımızdan vazgeçmiyoruz’

Bakan Habeck, iki nükleer santralin rezervde tutulmasının, nükleer enerji kullanımına son verme planlarından vazgeçmek anlamına gelmeyeceğini de vurguladı.

Almanya’da faaliyette olan üç nükleer santralin de planlandığı gibi 2022 yılının sonunda hizmete son vermeleri öngörülüyor. Habeck, gelecek yıl Nisan ayı ortasından itibaren,  söz konusu iki santralin rezervde tutulmasına son verileceğini sözlerine ekledi.

Almanya’da halen faaliyette olan Emsland Nükleer Santrali ise planlandığı gibi 2022 yılı sonunda hizmete son verilecek.

Yaklaşan kış nedeniyle yaşanan enerji krizine acil çözümler arayan Avrupa’da diğer ülkeler de bir yandan tasarruf önlemlerine başvurup yenilebilir enerji yatırımlarını hızlandırırken, bir taraftan da geçici olarak da olsa fosil yakıtla çalışan enerji santrallerini kapatmaktan geçici olarak vazgeçiyor veya kapatılan santrallerin bir kısmını yeniden çalıştırıyor.

Almanya’dan sonra Fransa: Kapatılan kömürlü santral ‘enerji krizi’ gerekçesiyle yeniden açılacak
Belçika, enerji krizi nedeniyle nükleer santralleri kapatmaktan vazgeçti

 

Ankara Mimarlar Odası Başkanı Tezcan Karakuş Candan memuriyetten çıkarıldı

CHP eski Milletvekili Sinan Aygün’ün sahibi olduğu TOGO İkiz Kuleleri’nin davasında taraf olan Çankaya Belediyesi’nde çalışan Mimarlar Odası Ankara Şubesi Başkanı Tezcan Karakuş Candan, memuriyetten çıkarıldı.

İşe gitmeden maaş aldığı, haksız kazanç sağladığı‘ gerekçesiyle yaptığı şikayet üzerine İçişleri Bakanlığı tarafından hakkında “memurluktan atılması” için soruşturma başlatılan Tezcan Candan, ihraç edildi.

Candan alınan kararı şu sözlerle eleştirdi:

“Danıştay kararını takmayan içişleri bakanlığı yüksek disiplin kurulu memuriyetten ihraç verdi.”

İçişleri Bakanı Süleyman Soylu, mülkiye müfettişleri tarafından hazırlanan ön inceleme raporu uyarınca Karakuş hakkında soruşturma açılmasına izin vermiş, bunun üzerine Karakuş ve Çankaya Belediyesi, soruşturma izninin iptali için Danıştay’da dava açmıştı.

Danıştay 18. Dairesi, Karakuş hakkında Çankaya Belediyesi’ndeki görevini aksattığı gerekçesiyle verilen soruşturma iznini iptal etmişti. Ancak soruşturma izni iptal edilmesine rağmen Danıştay kararını yok sayan İçişleri Bakanlığı Yüksek Disiplin Kurulu, Karakuş’un “memurluktan çıkarılması” için bugün toplandı. Karakuş’a memuriyetten çıkarılma cezası verildi. Karar tepkiyle karşılandı:

Liz Truss resmen Birleşik Krallık’ın yeni başbakanı

Birleşik Krallık‘ta dün, Muhafazakar Parti‘nin yeni lideri seçilen Liz TrussKraliçe 2. Elizabeth‘ten hükümeti kurma görevini aldı.

Truss, Boris Johnson‘ın istifasını sunmasının ardından, yaz tatilini İskoçya‘daki Balmoral Malikanesi‘nde geçiren Kraliçe tarafından kabul edildi ve hükümeti kurma görevi kendisine verildi. Böylelikle Truss, resmen ülkenin yeni başbakanı oldu.

Birleşik Krallık’ta Muhafazakar Parti’nin yeni lideri ve başbakan Liz Truss

Liz Truss, Kraliçe Elizabeth’le görüşmesinin ardından başkent Londra‘ya dönecek ve görevindeki ilk konuşmasını yapacak. Yeni başbakanın bugün yeni kabinesini de açıklaması bekleniyor.

Truss, Birleşik Krallık’ın üçüncü kadın başbakanı.

Ne olmuştu?

Boris Johnson, 7 Temmuz’da iktidardaki Muhafazakar Parti liderliğinden istifa ettiğini, başbakanlık görevini ise yeni lider seçilene kadar sürdüreceğini açıklamıştı. Johnson’ın istifasının ardından parti üyelerinin yaptığı oylama sonucu dün açıklanmış ve Liz Truss 81 bin 326 oy alırken, rakibi Maliye Bakanı Rishi Sunak 60 bin 399 oyda kalmıştı. Böylelikle, parti içerisindeki liderlik yarışını kazanan Truss, aynı zamanda ülkenin yeni başbakanı olmaya hak kazanmıştı.