Ana Sayfa Blog Sayfa 770

Mersin’de Cumhur ittifakı oylarıyla imar değişikliği: Yenişehir betonlaşıyor

Haber: Abidin YAĞMUR

*

Mersin’in konut ve arsa değeri en yüksek ilçesi olan Yenişehir ilçesindeki bazı alanların imar planı değişikliği milyonlarca liralık ekstra rantın oluşmasına neden oldu.

CHP’li Mersin Büyükşehir Belediye Başkanı Vahap Seçer ve CHP’li üyelerin itirazlarına rağmen Cumhur İttifakı bazı parsellerde yapı yoğunluğunu 0.20’den 0.90’a çıkardı. Başkan Vahap Seçer, bir kalem oyunuyla inşaat alanının 500 bin metrekare arttığına dikkat çekti.

Emsal bir ay içinde 0.20’den 0.90’a çıktı

Mersin Büyükşehir Belediye Meclisi‘nin son toplantısı AKP ve MHP gruplarının oluşturduğu Cumhur İttifakı ile CHP grubu arasında “rant” tartışmalarına neden oldu.

Mersin’in konut ve arsa değeri en yüksek ilçesi olan Yenişehir ilçesinin birinci etap ve ikinci etap 1/5 bin ölçekli imar planı değişikliği geçen ay 0.20 yoğunluk şartıyla kabul edilmişti.

Plana yapılan 246 itiraz İmar Komisyonu‘nda görüşüldü. CHP grubu itirazlardan 225’inin kabul edilmesi yönünde görüş belirtirken yapı yoğunluğun 0.20’den 0.90’a çıkarılmasına neden olan 21 madde için şerh koydu.

‘Arsa spekülatörlerinin çabasını gördüm’

Belediye meclisindeki oylama öncesinde konuşan Mersin Büyükşehir Belediye Başkanı Vahap Seçer, “Cumhur İttifakı da aynı fikirdeydi, 0.20 emsal verelim görüşündeydi ama 1 ay içinde hızlı bir şekilde değişmiş, 0.90’a gelmiş. Tartışmalı bir konu. Kamuoyunda tartışıldı. Arsa spekülatörlerinin özellikle yoğun çabalarının olduğunu takip ettim, gördüm maalesef” dedi.

‘Çarpın bölün kaç milyar lira oluyor?’

İmar planı değişikliğine konu olan alanın 690 dönüm olduğuna işaret eden Seçer, “Emsali 0.20’den 0.90’a çıkarmamız yaklaşık 500 bin metrekare inşaat alanının artması demek. Hesabını size bırakıyorum. 500 bin metrekare inşaat alanı artıyor. 690 dönüm alan artıyor. Çarpın, bölün kaç milyar lira oluyor?” ifadelerini kullandı.

‘Karar çıkmadan 12 parsel el değiştirmiş’

2018’e bu bölgelerin 250 metrekarelik yapı ruhsatı ile sınırlandırıldığını, daha sonra 0.20 emsal getirildiğini hatırlatan Seçer, “Burada bir hayli el değiştirme de var. 2018 yılı sonrasında eğitim, sağlık alanı olunca 79 parsel yani yüzde 40’ı el değiştirmiş. 2022 yılında 12 parsel el değiştirmiş. Hatta bu ay 0.90 kararı meclisten çıkacak bilgisini almış olmalılar ki üç dört parsel daha el değiştirmiş” dedi.

‘Bu artık kamuoyunun konusu’

Cumhur İttifakı üyelerinin emsali 0.20’den 0.90 çıkarma kararını 1 ay içinde aldıklarını ifade eden Seçer, “Bir ay içinde kararınızı değiştirecek ne oldu? Kararınızı değiştireceğinizi söyleme lütfunda dahi bulunmadınız. Ben belediye başkanı olarak, kendimi kamuoyu önünde iki paralık ettirmem. Bu artık benim konum olmaktan çıktı, artık kamuoyunun konusu. Geçen Meclis’te bana bu konuyu Meclise iade ettiren sizsiniz, sizlere güvendim, sizlere inandım. Katta anlaşmazlık var dediniz, düzelteceğiz dediniz. Bana emsal demediniz. Bunu da kamuoyu önünde haykırıyorum” ifadelerini kullandı.

‘Yenişehir betonlaşıyor’

1999-2004 yılları arasında Yenişehir Belediye Başkanlığını yürüten, halihazırda belediye meclisi üyesi olan CHP’li Zekeriya Özgür de Yenişehir ilçesinin kendi nüfusunun çok ötesinde özel okul ve özel hastane sayısına sahip olmasına rağmen yeni planla 58 adet okul alanı, 20 adet eğitim alanı, 43 adet sosyal ve kültürel tesis alanı, 60 adet kamu hizmet alanı getirildiğini kaydetti.

Özgür, “Bu karar kabul edilirse, bunlar betonlaşmanın yanında Yenişehir’e hem trafik hem de nüfus yoğunluğu açısından çok önemli bir yük getirecektir. Eğer 0,90 olursa 637 bin metrekare brüt inşaat alanı getiriliyor. 490 bin net alan, brütü 637 bin metrekare çok büyük bir rakam bu. Yani Yenişehir’i betonlaştırıyor tamamen ve Yenişehir’in değerini de bitiriyor. Tarihe not düşmek için söylüyorum: Bu karar; kabul edilebilir bir karar değil, kesinlikle bu meclisin bu sorumluluk altına girmemesi gerekir” dedi.

Cumhur ittifakı oylarıyla geçti

Yenişehir I. Etap 1/1000 Ölçekli Revizyon Uygulama İmar Planı’na gelen itirazlar ile ilgili olarak, üzerinde şerh bulunmayan toplam 225 madde, komisyondan geldiği şekliyle oylamaya sunuldu ve oy birliğiyle kabul edildi.

Cumhuriyet Halk Partili komisyon üyelerinin şerhi olan 21 maddelik kısım da komisyondan geldiği şekliyle oylandı ve Cumhur İttifakı meclis üyeleri tarafından oy çokluğuyla kabul edildi.

Akgün İlhan ile İstanbul’un musluk suyu: Rahatlıkla içebilirsiniz

Yeşil Gazete TV‘ye konuk olan Su Yönetimi Uzmanı Dr. Akgün İlhan, İstanbul’da musluk suyunun içilebilirliğine ve temiz suya erişime dair sorularımızı canlı yayında yanıtladı.

İstanbul‘da şebeke suyunun içilebilir olduğunu söyleyen İlhan, yıllardır şebeke suyu içtiğini de belirterek, bu suyu daha lezzetli hale getirmek için önerilerini de izleyicilerle paylaştı.

Ancak çeşme suyunu içebilmek için insanların kendi bna ve dairelerindeki su borularını kontrol etmesinin önemini de vurguladı.

İzleyicilerin arıtma sistemlerine dair sorularının yanıtlandığı yayın boyunca suyun lezzetinin değil, içeriği ve kalitesinin önemli olduğu da sık sık vurgulandı: “Çeşme suyunda lezzet gerçekçi bir beklenti değil.”

Ambalajlı sudaki mikroplastik kirliliği şebeke suyundakine göre iki kat daha fazla

Yayında, izleyicilerin soruları üzerinden ambalajlı su ve şebeke suyunun içeriği de karşılaştırılırken, insanların neden şebeke suyuna karşı önyargılı olduğu da tartışıldı.

Akgün İlhan, İSKİ’nin işinin uzmanı ve özenli bir kurum olduğunu vurgularken, insanların kafasındaki ‘kötü’ referansları silmekve şebeke suyuna güveni yeniden sağlamak için son zamanlarda yeni çabalara giriştiklerini de anlattı.

İSKİ’nin kampanyası: “İstanbul’da su, musluktan içilir!”

Ambalajlı suyun karbon ayak izinin ve en son araştırmalara göre içeriğindeki mikroplastik kirliliğinin şebeke suyuna göre iki kat fazla olduğunu söyleyen İlhan, Türkiye’de pek çok insanın zaten ekonomik nedenlerle amabalajlı su içemediği için şebeke suyu içtiğine de değindi.

Türkiye’de suyun diğer ülkelere göre çok ucuz sağlandığını da aktaran İlhan, suyun arıtılarak evlere gelmesini uzun ve zahmetli bir süreç olduğunu ve bu maliyetlerin özellikle son yıllarda katlandığını da ekledi:

“‘Allahın suyunu parayla satıyorlar’ demek haksızlık olur. Suyun evlerimize kadar gelmesi ‘musluğu açtım aktı, kapattım durdu’ kadar basit değil.”

 

Boğaziçi akademisyenlerinden atanmış yönetime kınama: Telafisi mümkün olmayan kamu zararı

Boğaziçi Üniversitesi’nde bulunan tüm bölümler, iki enstitü ve müdürü hiçbir gerekçe gösterilmeden görevden alınan Atatürk Enstitüsü akademisyenleri, bugün Boğaziçi Üniversitesi akademisyenlerinin yazışma grubuna bir e-posta göndererek atanmış yönetimin kararlarının geri dönülmez kamu zararlarına neden olduğuna dikkat çekti.

22 Ağustos günü atanmış yönetim tarafından üç ay süreyle görevden uzaklaştırılan, hakkında disiplin soruşturması açılan Ekonomi Bölümü başkanı Prof. Dr. Ünal Zenginobuz‘un görevden alınması kararını kınadıklarını açıkladı.

Ne olmuştu?

Akademisyenlerin yazışma grubuna gönderdiği metin daha önce üniversite içinde imzaya açılmış ve 300’den fazla akademisyen tarafından imzalanmıştı.

Zenginobuz’un görevden alınması uluslararası akademi çevrelerinde de tepkiyle karşılanmış ve aralarında Nobel ödüllü ekonomistlerin de bulunduğu dünyaca tanınmış akademisyenler bir imza kampanyası başlatmıştı.

Kampüse girişi de yasaklandı

Görevden uzaklaştırıldığı için 28 Eylül’de başlayacak güz dönemindeki derslerini de veremeyecek olan Prof. Dr. Ünal Zenginobuz’un üniversite kampüsüne girişi de atanmış yönetim tarafından yasaklandı.

29 bölüm, iki enstitü ve bir enstitünün tüm akademisyenleri tarafından bugün akademisyenlerin yazışma grubuna gönderilen açıklamada şu ifadeler kullanıldı:

Boğaziçi Üniversitesi Ekonomi Bölümü‘nün öğretim üyelerinin oylarıyla seçilmiş başkanı Prof. Dr. Ünal Zenginobuz hakkında ceza ve disiplin soruşturmaları açılması ve bu gerekçeyle 22 Ağustos 2022 tarihi itibariyle üç ay süre ile görevden uzaklaştırılması kararlarını yanlış buluyor ve esefle karşılıyoruz.

‘Telafisi mümkün olmayan kamu zararı doğuruyor’

Üniversitede çeşitli idari görevleri yıllardır fedakarlık ve başarı ile yürütmüş hocamıza karşı açılmış olan soruşturma ile görevden uzaklaştırılmasına sebep gösterilen iddia mesnetsizdir.

Alınan kararın oluşturduğu zararı arttıran bir etmen, idari görevinin askıya alınmasının yanı sıra öğretim üyeliğinin de dondurularak tüm akademik ve eğitim faaliyetlerine engel olunmasıdır. Bu anlaşılması zor karar, üniversite ve öğrencileri için telafisi mümkün olmayan kamu zararı doğurmaktadır. Bu kararı kınıyor ve kabul etmiyoruz.

Boğaziçi Üniversitesi‘ni ve Ekonomi Bölümü‘nü, bulunduğu noktaya taşıyan değerler demokratik yönetim anlayışı, liyakate verilen önem ve kamuya hizmet bilincidir. Bu değerler, Boğaziçi Üniversitesi’nin nesiller boyu alanında saygın pek çok akademisyenin, kamu ve sivil toplum çalışanının ve iş insanının okulu ve evi olmasını mümkün kılmış, ülkemize katkı sağlamıştır. Bu değerleri aşındıracak ve üniversiteyi vasatlaştıracak şekilde Prof. Dr. Ünal Zenginobuz‘a yapılan asılsız ithamları ve uygulanan adaletsiz yaptırımları Ekonomi Bölümü öğretim üyeleri olarak hepimize karşı yapılmış sayıyoruz.

Uluslararası düzeyde saygın akademik çalışmaları ile ekonomi bilimine, üstlendiği idari görevler ile Üniversitemizin kurumsallaşmasına katkılarda bulunmuş meslektaşımız Prof. Dr. Ünal Zenginobuz‘un görevden uzaklaştırılmasına ilişkin bu yanlış kararın ivedilikle geri çekilerek verilen kamu zararının giderilmesini talep ediyoruz.”

Açıklamaya imzacı olan bölümler ise şöyle:

1.Bilgisayar ve Öğretim Teknolojileri Eğitimi
2.Eğitim Bilimleri
3.Temel Eğitim
4.Matematik ve Fen Bilimleri Eğitimi
5.Yabancı Diller Eğitimi
6.Batı Dilleri ve Edebiyatları
7.Çeviribilimi
8.Dilbilim
9.Felsefe
10.Fizik
11.Kimya
12.Matematik
13.Moleküler Biyoloji ve Genetik
14.Psikoloji
15.Sosyoloji
16.Tarih
17.Türk Dili ve Edebiyatı
18.Ekonomi
19.Siyaset Bilimi ve Uluslararası ilişkiler
20.İşletme
21.Uluslararası Ticaret
22.Turizm İşletmeciliği
23. Yönetim Bilişim Sistemleri
24. Bilgisayar Mühendisliği
25. Elektrik-Elektronik Mühendisliği
26. Endüstri Mühendisliği
27.İnşaat Mühendisliği
28 Kimya Mühendisliği
29. Makine Mühendisliği

Enstitüler:

1) ATA enstitüsü akademisyenleri
2) Biyomedikal Mühendisliği Enstitüsü
3) Çevre Bilimleri Enstitüsü

Ankara’da mahalle arasındaki ‘aslan hapishanesi’ mühürlendi

Ankara’nın Gölbaşı ilçesinde bir işletmecinin restorandan dönüştürdüğü ve aslan, kaplan, geyik, maymun, tavus kuşu gibi yaban hayvanlarının bulunduğu hayvanat bahçesi, mahkeme kararıyla kapatılıyor.

Kötü koku ve seslerden rahatsız olan mahalle sakininin davasını değerlendiren mahkeme geçen ay Berkem Aslan Diyarı isimli mahalle arası hayvanat bahçesini kapatma kararı vermişti.

Hayvanların nereye ve nasıl nakledileceği ise hala belirtilmedi.

İşletme, daha önce bir yurttaşın hayvanların çok kötü koşullarda yaşadığını gösteren paylaşımıyla gündeme gelmiş, aynı kişi aslan yavrularının çok kötü koşullar altında yaşadığını ve aslanların akşama kadar betonda uyutulduğunu söyleyerek işletme hakkında suç duyurusunda bulunduğunu da paylaşmıştı.

Ancak kapatma kararı hayvanların haklarının korunması adına değil, insanların şikayeti üzerine alındı.

Nitekim davacı mahalle sakini, ‘hayvanat bahçesinin kapanmasına üzüldüğünü’ belirterek “Ben ticarete karşı değilim tabii ki. Gitsinler 20-30 dönüm yer tutsunlar, hayvanlar da rahat eder. 1100 metrede sabaha kadar aslanlar bağırıyor, inanın uyuyamıyoruz. Tabii ki kapanmasına üzüldüm, inşallah başka yerde yer bulurlar, açarlar” diye konuştu.

‣ Hayvanat bahçeleri: Hapishane ve suç mahalli

Şimdi de düğün salonu olacak

İşletmenin sahibi Yaşar Kaplan, yargı sürecinin devam ettiğini ifade ederek, burayı düğün salonu yapacağını, “fark eden bir şey olmadığını” söyledi. Kaplan, restoran olarak aldığı işletmeyi hayvanat bahçesine çevirmişti.

‣ Ankara Gölbaşı’nda restoran için kiralanan alan hayvanat bahçesine dönüştürüldü

Ankara 18’inci İdari Mahkemesi, bilirkişi raporu doğrultusunda Ankara Valiliği‘nin hayvanat bahçesi için verdiği 13 Ağustos 2021 tarihli ruhsat ve iznin yürütmesinin durdurulmasına karar vermiş, bunun üzerine Tarım ve Köy İşleri Bakanlığı‘nca işletmenin kapatılması kararı alınmıştı. İşletme sahibi, bakanlık kararının yürütmesinin durdurulması istemiyle idare mahkemesinde açtığı davayı da kaybetmişti.

Bunun üzerine hayvanat bahçesi dün Tarım ve Orman Bakanlığı ekiplerince polis ve zabıta eşliğinde mühürlendi.

İşletmeye karşı dava açan mahalle sakinin avukatı Merve Nur Özkan, hayvanat bahçesinin mühürlendiğini belirterek, “Hayvanlarının haklarının korunamadığı, hayvanların sağlığının tehlikeye atıldığı, burada yaşayan insanların hayatının tehlikede olduğu ve hayvanat bahçesinin düzenlenmesi usul ve esas yönetmeliğine dayalı olarak zaten bu kurallara uyulmadığı, bunların hepsi bilirkişi raporunda vardı.  Bugün mühürlendi. Buraya herhangi bir ziyaretçi girişi yapılmayacak. Bu mühür bozulduğu zaman 6 aydan 3 yıla kadar bir cezası var” açıklamasını yaptı.

 

[İstanbul’un değişen gıda ‘iklimi’- 1] Meze sofralarında yabani otlar: Ebegümeci nerede?

Video Haber: Özlem KAHVECİ

*

Kısa adı UNESCO olan Birleşmiş Milletler Eğitim, Bilim ve Kültür Kurumu’nun 2003’te kabul ettiği Somut Olmayan Kültürel Mirasın Korunması Sözleşmesi küreselleşme ve sosyal değişim süreçlerinin kültürel pratiklerde bozulma, yok olma veya yıkılma tehdidini artırabileceğini kabul ediyor.

İklim krizi, sel ve yangınlar gibi aşırı iklim olayları, kırdan kente göç gibi sosyal ve ekolojik değişimler bu kültürel bozulma, yok olma ve yıkımı hızlandırıyor. Öte yandan özellikle yerli topluluklar ve bazı durumlarda bireyler; somut olmayan kültürel mirasın üretimi, korunması, bakımı ve yeniden yaratılması konusunda önemli bir role sahip.

Not: Videoda görselleri paylaşılan bitkilerin isimleri bölgeden bölgeye değişiklik gösterebilir. Bu görseller temsilidir.

Somut olmayan kültürel miras ne demek?

“Somut olmayan kültürel miras” toplulukların, grupların ve kimi durumlarda bireylerin, kültürel miraslarının bir parçası olarak tanımladıkları uygulamalar, temsiller, anlatımlar, bilgiler, beceriler ve bunlara ilişkin araçlar, gereçler ve kültürel mekanlar- anlamına gelir.

Kuşaktan kuşağa aktarılan bu somut olmayan kültürel miras, toplulukların ve grupların çevreleriyle, doğayla ve tarihleriyle etkileşimlerine bağlı olarak, sürekli yeniden yaratılır ve bu onlara kimlik ve devamlılık duygusu verir; böylece kültürel çeşitliliğe ve insan yaratıcılığına duyulan saygıya katkıda bulunur. 

Leyla Kılıç

Leyla Kılıç, Maria Ekmekçioğlu ve Nazlı Pişkin yenilebilir yabani otlarla yapılmış mezeleri; somut olmayan kültürel miraslarının bir parçası biliyor ve bu kültürü üretiyor, koruyor. Pişirerek, öğreterek, kitaplar yazıp çeviriler yaparak meze kültürünün bakımı ve her gün yeniden yaratılması adına mücadele ediyor.

Leyla Kılıç, Yozgat doğumlu bir Oset. Beyoğlu’nda Çerkes ve Anadolu lezzetlerini bir araya getiren Fıccın Lokantaları’nı kız kardeşi Süheyla Kılıç ile birlikte işletiyor.

Maria Ekmekçioğlu Kandillili bir Rum. Ailesinden kalan anıları yaptığı mezelerle yaşatıyor.

Maria Ekmekçioğlu sahibi olduğu Maria’s Restaurant Etiler’de çalışırken…

Yazarı olduğu Hatıramdaki Mezeler kitabının arka kapağından serbestçe alıntılamak gerekirse:

“Maria, çocukluğundan beri tattığı leziz Rum mezelerini anılarıyla harmanlayarak orijinal reçetelere ulaşıyor.”

Nazlı Pişkin yemek kültürü yazarı. Ayrıca Kokulu Ot ve Baharatlar Ansiklopedisi, Tehlikeli Tatlar: Tarih Boyunca Baharat, gibi referans kitapları Türkçe’ye kazandıran bir çevirmen.

Nazlı Pişkin ile Kuzguncuk Bostanı’ndaki çekimden

Hatıralardaki yabani otlar

Şevketibostanın ve pancar otunun azalmaya başladığını ve eskisi gibi dolu dolu bulamadığını söyleyen Ekmekçioğlu ekliyor:

“Taze ısırgan otuyla hiç haşlamadan bile onları biraz limonla ovarak salata yapıyorduk. Isırgan otu çok taze çıktığı zaman yakmıyor. Onu biraz limon koyarak ve zeytinyağ ile yiyebiliyorsun.”

Birden hava çok ısındığı için çok çabuk tükeniyor ve ben yetişemiyorum’

Ot kültürünün kendisine annesinden geçtiğini belirten Leyla Kılıç, gündelik mutfak pratiğinin ayrılmaz bir parçası olan bu otları tanıtmaktan zevk aldığını vurgulayarak ekliyor:

Ebegümecinin büyük yapraklı olanından dolma yapıyorduk. Daha ince yapraklı olanını da kavurarak kullanıyorduk. Çorbasını yapıyoruz hâlâ da. Ama nerede o ebegümeci, yok işte artık. Bunlara çok üzülüyorum kendimde ciddi bir eksiklik hissediyorum. Mevsimleri çok kısaldı artık. Birden hava çok ısındığı için çok çabuk tükeniyor ve ben yetişemiyorum. Bu defa kendimi ve mutfağımı bile tanıyamaz oluyorum. Yabancılaşıyorum.”

Toplayıcılar, nakliye, aşırı iklim olayları

(Solda ince yapraklı ebegümeci. Sağda büyük yapraklı ebegümeci)

Nazlı Pişkin “Sofralarımızdaki yenilebilir yabani otlar neden azaldı?” sorusunu üç maddeyle yanıtlıyor. Pişkin’e göre öncelikli sorun nakliyat:

“Şehir içi tarım alanları varken ve şehirlerin nüfusları daha az iken şehirler kendilerine daha yetebilen bölgelerdi. Oysa şimdi bu alanlar azalınca ve nüfus artınca gıda şehir dışından getiriliyor. Bu hem yediğimiz gıdanın karbon ayak izini artırıyor hem de nakliyeye daha dayanıklı olan türlerin ekimini biçimini artırıyor.

Bunlar içerisinde nakliyeye en dayanıksız olan yiyecekler meze sofrasının vazgeçilmezleri tabi ki yenilebilir otlar.”

Eskisi gibi ot bulamadığından yakınan Maria Ekmekçioğlu ekliyor:

“Restoranda, açtığımda on yedi çeşit ot yapıyordum. Otlar gittikçe azalıyor veya toplanmıyor.” Nazlı Pişkin’in sofrada yabani otları daha az görmemize neden olan ikinci sebep olarak vurguladığı unsur ot toplayıcılarının azalması.

Hangi yabani otla ne yapılacağını bilgisi sofrada sürdürülebilirliğin önemli bir parçası olduğu için bunları toplayan insanları da korumak, gözetmek gerekiyor. Ot toplama işi ekolojik bilgelik gerektiren bir iş. Yabandan yaban otlarını toplamak nesilden nesile aktarılan bir bilgi. Maalesef bu bilgi aktarışı Anadolu’da önceki nesillerden yeni nesillere kırılmış durumda.”

Üçüncü sorunsa havanın kurak ya da aşırı yağmurlu olması. Bu bitkiler zaten çoğunlukla narin bitkiler olduklarından aşırı hava olaylarına karşı savunmasızlar.

Aşırı hava olayları nedir?

Yağmur, sıcak hava, dolu, fırtına, kuraklık gibi hava olaylarının olağan – dan daha sert ve şiddetli geçmesi anlamına gelir. Aşırı hava olayları iklim krizinin en önemli etkilerindendir.

Mevsimlerin değişmesi ve ortalama yüzey sıcaklıklarının artışı aşırı hava olaylarının şiddetinin ve sıklığının artmasına yol açar. Meteoroloji Genel Müdürlüğü verilerine göre şiddetli yağış, sel, fırtına, yıldırım, şiddetli kar, sıcak hava dalgası gibi aşırı hava olaylarının en çok yaşandığı yıl 2019’dur. Aşırı hava olaylarının bir bölgede düzenli olarak gerçekleşmesi durumunda ise buna aşırı iklim olayları adı verilir.

Ne yapabiliriz?

Hem mutfağımızı hem biyoçeşitliliği hem de kültürel mirasın parçası olan yenilebilir yabani otları korumak adına ne yapabiliriz sorusuna Nazlı Pişkin’in cevabı “Öncelikle enseyi karartmamak gerekir.” diyerek başlıyor. Ve ekliyor:

“Tanımak çok önemli. Tanırsak, bilirsek, sonra tadarsak ve beğenirsek bu otların peşinde koştuğumuz gerçeğini unutmayalım.”

Ayrıca açık kaynak oldukları için video ve haber metninde görsellerinden faydalandığımız Biodiversity Heritage Library  ve Global Biodiversity Information Facility  gibi arşivler tanımaya başlamak için ilk adım olabilir.

 

Musa Anter davası: Duruşma, zaman aşımının bir gün sonrasına ertelendi

ANKRA- Kürt gazeteci ve yazar Musa Anter’in 20 Eylül 1992’de Diyarbakır’da öldürülmesine ilişkin davanın karar duruşması, bugün Ankara 6’ncı Ağır Ceza Mahkemesi‘nde görüldü.

Mahkeme, davanın insanlığa karşı suç oluşturması ve bu anlamada zaman aşımına tabi olmadığı yönündeki savunmaların ve dosya hakkındaki tefrik taleplerinin de bir sonraki celsede değerlendirileceğini belirterek, duruşmayı dosyanın zaman aşımı süresinin dolacağı 20 Eylül’den bir gün sonrasına (21 Eylül) erteledi.

Mezopotamya Ajansı‘nın aktardığına göre duruşmaya Musa Anter’in oğlu Dicle Anter’in yanı sıra , HDP milletvekilleri Fatma Kurtulan, Kemal Peköz, Abdullah Koç ile CHP Milletvekili Yıldıray Kaya; Kamu Emekçileri Sendikası Konfederasyonu (KESK) Eşbaşkanı Mehmet Bozgeyik, İnsan Hakları Derneği (İHD) Eş Genel Başkanı Avukat Öztürk Türkdoğan ve sivil toplum örgütleri temsilcileri katıldı.

Musa Anter cinayeti davası, 1993 yılında JİTEM Ana Davası ile “Yeşil” kod adlı Mahmut Yıldırım tarafından öldürülen Ayten Öztürk davasıyla birleştirilmişti.

Dicle Anter, “Bu şartlar altında söylenecek söz kalmadı. Bu bir insanlık suçudur. Uluslararası alanda mücadelemizi sürdüreceğiz” dedi.

Avukat Öztürk Türkdoğan ise davanın zaman aşımından bitirilecek olmasının müvekkili açısından büyük bir kaygı teşkil ettirdiğini belirterek, davanın insanlığa karşı suç bakımımdan değerlendirilmesini talep etti:

Hakikat hakkı çerçevesinde bu davanın bitirilemeyeceğini belirtmek istiyorum.

“Meclis araştırma raporlarına bakarken, 1995 yılına ait faili meçhul siyasal cinayetleri araştırma raporunu gördüm. Bu raporda Anter cinayetine de değiniliyor. Kürt halkına yönelik korku salma amacı ifade ediliyor. Bu raporda DGM başsavcısı hakkında da suç duyurusunda bulunuluyor. Bu raporların gerekliliği yerine getirilemedi ama bizim çabamızla bu dava açtırıldı.”

“Hakikatin ne olduğunu öğrenmek istiyoruz” diyen Türkdoğan, şöyle devam etti:

“Hakikat açığa çıktıktan sonra mahkemeniz değerlendirme yapacak ama açığa çıkmadan dosyayı kapatmanın yeni ihlaller yaratacağını düşünüyorum. Ape Musa’nın katledilmesi, Mehmet Sancar ve Uğur Mumcu’nun katledilmesi gibi o kadar çok olay oluyor, 1993 yılında doğu ve güneydeki olayların araştırılması için de araştırma komisyonu raporu oluşturuluyor, yine gereklilikler yerine getirilmiyor. 1997 yılında Susurluk raporu hazırlanıyor. Bu raporların etkisiyle Mehmet Ağar suç örgütü liderliğinden yargılandı, hüküm giydi. Aradan kaç yıl geçmiş biz hala adalet arıyoruz ama hala failler hak ettiği cezaları almıyor. Bu raporların mahkeme tarafından okunmasını talep ediyoruz.”

Kenya’nın yeni cumhurbaşkanından iklim taahhütü: 2030’a kadar adil geçiş

Geçen ay Cumhurbaşkanlığı seçimlerini kazanan ve Salı günü Kenya’nın beşinci Cumhurbaşkanı olarak yemin eden William Ruto, iklim değişikliğinin hükümetin gündeminin anahtarı olacağını söyledi.

Nairobi‘deki Moi Uluslararası Spor Kompleksi‘nde yaptığı açılış konuşmasında “Ülkemizde kadınlar ve erkekler, gençler, çiftçiler, işçiler ve yerel topluluklar iklim acil durumunun sonuçlarına maruz kalıyor” diyen Ruto, Birleşmiş Milletler‘in (BM)dünyanın kömür, petrol ve gaza olan bağımlılığını azaltma çağrılarını yineledi:

“Küresel ısınma seviyelerini 1,5 derecenin altında tutmak, ihtiyacı olanlara yardım etmek ve fosil yakıtlara olan bağımlılığı sona erdirmek için acilen harekete geçmeliyiz.”

Yenilenebilir enerji için muazzam bir potansiyele sahibiz

Kenya’nın istihdamı, yerel ekonomileri ve sürdürülebilir sanayileşmeyi destekleyecek temiz enerjiye geçiş yapacağını belirten yeni Başkan, ülkenin 2030 yılına kadar yalnızca güneş, rüzgar ve jeotermal enerji ile üretilen elektriğe tam ve adil bir geçiş yapacağına bundan tüm toplulukların yararlanacağına söz verdi:

“Bütün Afrika devletlerini bu yolculukta bize katılmaya çağırıyoruz. Afrika dünyayı yönetebilir. Yenilenebilir enerji için muazzam bir potansiyele sahibiz. Yenilenebilir enerji teknolojilerinin maliyetlerinin düşürülmesi, bunu en uygun enerji kaynağı haline getiriyor.”

Kenya’nın Meteoroloji Dairesi eski başkanı Evans Mukolwe ise taahhütleri  memnuniyetle karşılasalar da , Afrika’daki mevcut yıkıcı kuraklığın hidroelektrik gücünü ciddi şekilde baltaladığı göz önüne alındığında, bunun ‘iddialı bir’ hedef olduğunu söyledi.

Mukolwe, jeotermal ve güneş enerjisini artırmak için kasıtlı çabalar gösterilmedikçe Başkan’ın yeni hedefine ulaşmasının zor olabileceğini düşünüyor.

Başkan Ruto görevi, iki dönem hizmet ettikten sonra istifa eden Başkan Uhuru Kenyatta‘dan devraldı.  Ruto ayrıca kıtanın iklim konularındaki en yüksek karar alma organı olan Afrika İklim Değişikliği Devlet Başkanları Komitesi‘nin başkanı olarak da Kenyatta’nın pozisyonuna geçecek.

Ruto’nun hedeflerinden biri de Kasım ayında Mısır‘da yapılacak olan BM iklim konferansı (COP27) sırasında , iklim değişikliğinin etkileriyle uğraşan ulusları desteklemek için kıtaya finans ve teknoloji sağlanması müzakerelerinde kıtaya liderlik etmek.

Günlük atılan adım sayısı önemli: Ancak tek önemli olan bu değil

Günde 10 bin adım hedefi, son yıllarda küresel bir norm haline geldi. Ancak bunun sağlık yararı, şaşırtıcı derecede az kanıta dayanıyor.

Son yıllarda bilim insanları, bu popüler sağlık önerisinin gerçekten işe yarayıp yaramadığını görmek için çalışıyor. Bazı araştırmalar, yaklaşık 6 bin adımdan sonra günlük yürüyüşün sağlığa faydalarının yavaş yavaş azaldığını buldu. Bununla birlikte, diğer araştırmalar, her ekstra adımın sağlık için önemli olduğunu öne sürüyor.

Yeni bir araştırmaya göre ise dikkate alınması gereken başka bir faktör var: Hız.

Yaklaşık 78 bin 500 katılımcının katıldığı iki yeni araştırma, kişinin yürüme hızının da sağlık yararı için önemli olduğuna dair kanıtlar sunuyor.

Bugüne kadarki en büyük analizlerden birini sunan araştırmacılar, daha hızlı yürüyenlerin de daha iyi sağlık sonuçları belirtileri gösterdiğini buldu.

Biri kanser ve kardiyovasküler hastalıklara, diğeri ise demansa odaklanan araştırmalar iki yıl boyunca giyilebilir izleyicilerle takip edilen ve her biri 40 ila 79 yaş arasındaki yetişkin katılımcılarla gerçekleştirildi. Yedi yıl sonra bu katılımcı topluluğu (kohortlar) tekrar kontrol edildi.

Demans riskini inceleyen araştırmacılar, yürüme yoğunluğu için en uygun sayının, her gün ortalama 30 dakika (ardışık olmak zorunda değil) boyunca dakikada 112 adım olduğunu buldu.

İki araştırma da gün boyunca düzenli olarak daha hızlı veya daha yüksek yoğunlukta yürüyenlerin, daha yavaş yürüyenlere kıyasla daha düşük bunama başlangıcı riski ve tüm nedenlere bağlı ölüm, kanser ve kardiyovasküler hastalık riskinin daha düşük olduğunu gösterdi.

Science Alert’ün aktardığna göre Sidney Üniversitesi‘nden fizyolog Emmanuel Stamatakis, “Adım sayısı hesaplama, fitness uygulamalarının artan popülaritesi sayesinde, halk tarafından aktivite seviyelerini izlemek için kolayca anlaşılır ve yaygın olarak yapılır odu , ancak insanlar bu adımlarının hızını nadiren düşünüyor” diyor:

“Bu çalışmalardan elde edilen bulgular, ilk resmi adıma dayalı fiziksel aktivite kılavuzlarında kullanılabilir ve kronik hastalıkları önlemeyi amaçlayan etkili halk sağlığı programlarının geliştirilmesine yardımcı olabilir.”

Her iki makaleden elde edilen bulgular da, önceki çalışmalara benzer şekilde, gün içinde ne kadar çok adım atılırsa, sağlık sonuçları için o kadar iyi olduğunu gösteriyor.

Daha da iyisi, bir kişinin bu avantajlardan yararlanmak için atması gereken minimum adım sayısı veya ayarlaması gereken minimum bir hız yok gibi görünüyor.

Demans çalışmasında, optimal günlük yürüyüş dozu yaklaşık 9 bin 800 adımda oturdu. Bu eşikte, bunama riskinin yarı yarıya azaldığı görüldü.

Sydney Üniversitesi’nde fiziksel aktiviteler üzerine çalışmalar yürüten Matthew Ahmadi, “Bu çalışmaların boyutu ve kapsamı, günde 10 bin adımın sağlık yararları için en iyi nokta olduğunu ve daha hızlı yürümenin ek faydalarla ilişkili olduğunu gösteren bugüne kadarki en sağlam kanıttır” diyor:

“Daha uzun süreli daha fazla araştırma yapmak, günlük atılan adımın belirli seviyeleri ve yoğunluğuyla ilişkilenen sağlık yararlarına daha fazla ışık tutacaktır.”

LGBTİ+ düşmanı yürüyüşe ailelerden tepki: Koskoca dünyaya sığdıramadılar benim evladımı

LGBTİ+ aileleri LGBTİ+’lara yönelik iktidarın baskısını ve kolluk kuvvetlerinin şiddetini hatırlatarak 18 Eylül’de İstanbul Saraçhane’de yapılması planlanan Fikirde Birlik ve Mücadele Platformu’nun LGBTİ+ düşmanı “Büyük Aile Buluşması”na tepki gösterdi.

Akdeniz Antalya Aile Grubu, Denizli LGBTİ+ Aileleri Grubu, GALADER- Ankara Aileleri Derneği, İzmir LGBTİ+ Aileleri Grubu, LİSTAG- LGBTİ+ Aileleri ve Yakınları Derneği LGBTİ+ nefreti yayan ve LGBTİ+’ları düşmanlaştıran yürüyüşe karşı ortak bir açıklama yayınlayarak şunu sordu:

“Çocukları LGBTİ+ olan anne ve babalar olarak biz kimiz ve bu yürüyüşün neresindeyiz?”

Açıklamada şu ifadelere yer verildi:

“Bizler çocuklarını koşulsuz seven, onları şu veya bu nedenden dolayı yanlarından uzaklaştırmayan, kucaklayan, kapsayan, anlamaya çalışan anne ve babalarız, bizler aileleriz.

Bizim çocuklarımız eşcinsel, biseksüel, trans, interseks, hatta tanımlara sığmayan, gün geçtikçe yenisini öğrendiğimiz cinsel yönelim ve/veya kimliklere sahip; insanlık gibi çok renkli, çok çeşitli ve çok coşkulular. Kimin çocuğu değil ki?

Siz, LGBTİ diye bir kısaltma duyuyorsunuz, birileri de kendi kişisel gündemleri, politik çıkarları için bunu ötekileştiriyor, nefret öznesi haline getiriyor, terörize ediyor. Hatta çocuklarımıza karşı yürüyüşlere bile çağırıyorlar.

‘Onlar, bizim çocuklarımız!’

Bizse LGBTİ+ yerine ısrarla eşcinsel, biseksüel, trans, interseks çocuklarımız diyoruz!

Çünkü onlar; bizim çocuklarımız, sizin arkadaşlarınız, komşularınız, bakkalınız, doktorunuz, avukatınız, öğretmeniniz, öğrenciniz, isçiniz hatta vekiliniz. Daha açık söylemek gerekirse, toplumumuzda “kız Mehmet”, “erkek Fatma” diyerek yüzyıllardır birlikte yaşadığımız insanlar, dostlarımız, yurttaşlarımız, kültürümüz, tarihimiz. Bizim çocuklarımız!

Eşcinselleri eşcinseller, transları translar doğurmuyor! Onların anne ve babaları, yakınları bizleriz! Bugün değilsek, bir gün yine bizleriz…
Şimdilerde birileri LGBTİ kısaltmasının açılımının aslında eşcinsel, biseksuel, trans, interseks insanları ifade ettiğini ısrarla söylemiyor ve bu durumu kasıtlı olarak çarpıtıyor.

‘Yürüyeceklermiş, lütfen yürüsünler, sakın yasaklamayın!’

Birlikte yaşadığımız tanışıklarımızı, arkadaşlarımızı, çocuklarımızı bizden uzaklaştırmaya çalışıp, zekâmızla alay ederek, başka sorunumuz yokmuş gibi bize onların topluma ve aile yapısına tehdit olduğunu söylüyor. Oysa hepsi bizim ailelerimizden doğdu, onları bizler doğurduk, onlar da isterlerse kendi ailelerini kurarlar veya kurmazlar ama zaten sayıca azınlıktayken nasıl toplumun aile yapısına tehdit olacaklar, buna anlam veremiyoruz. Hatta biz, çocuklarımıza kendi ailelerini kurmaları için politik, hukuksal, sosyo-ekonomik haklarını vermezsek, nasıl sağlıklı bireyler olarak yetişecekler ve toplumumuzun bir parçası olacaklar, bilemiyoruz.

Yürüyeceklermiş, lütfen yürüsünler, sakın yasaklamayın!

‘Eşcinsel çocuklarımıza karşı nefret, küfür, kıyamet serbest, bunu biliyor muydunuz?’

Yasaklara, yasaklamalara değil, ‘nefret söylemine / suçuna’ varmadığı sürece fikirlerin çarpışmasına ihtiyacımız var. Demokratik kültür böyle kurulur, ancak Nefret Suçları yasamızda eşcinsel, biseksüel, trans, interseks çocuklarımıza karşı nefret, küfür, kıyamet serbest, bunu biliyor muydunuz?

Fotoğraf: Aydın LGBTİ+ Dayanışması

Yürüsünler, yürüsünler ki kim olduklarını görelim. Kim olduklarını hatırlayalım. Toplumsal ve tarihsel hafızamıza kazıyalım. Ne de olsa artık aynılar aynı yere, ayrılar ayrı yere yazılıyor.

Biz bir basın açıklaması bile yapamıyoruz’

Ancak yürümek istediğimizde bizim de demokratik haklarımızı kullanmamıza, yürüyüş ve ifade özgürlüğümüze alan açın, yasaklamayın! 2014’teki İstanbul Onur Haftası Yürüyüşü’nden beri bizler, eşcinsel, biseksüel, trans, interseks çocuklarımızla yürüyemiyor, bir basın açıklaması bile yapamıyoruz. Oysa bizlerin yürüyebildiği Onur Haftası Yürüyüşleri’ne karşı görüşte olanlar da gelir; kolluk kuvvetleri kadar Onur Haftası Komitesi de onları gözetirdi. Bunu en iyi bugün ‘Büyük Aile Buluşması‘nı organize edenler biliyor, biz sadece hatırlatmış olalım.

‘Aileyi koruyacağız derken, kimin ailesini koruyor, kimin kime karşı yürüdüğünü düşünüyorsunuz?’

Şimdi soruyoruz;

  • Aileyi koruyacağız derken, kimin ailesini koruyor, kimin kime karşı yürüdüğünü düşünüyorsunuz? Bizler çocuklarımızı koşulsuz severek onlara aile içinde özgüven ve destek veriyorsak, eğitimlerini tamamlayıp, sağlıklı bireyler olarak yetişmeleri için elimizden geleni yapıyorsak, hangi aile için çalışıyoruz? Konuştuğumuz ‘aile’ aynı aile olmayabilir mi? Sizinki nasıl bir aile?
  • Çocuklarınızın eşcinsel, trans olduğunu öğrendiğinizde onları evden mi kovuyorsunuz, evlatlıktan mı reddediyorsunuz, yoksa çözümü olmayan bir yolda onları şarlatan sözde hekimlere mi sürüklüyorsunuz, yoksa söylemeye dilimizin varmadığı başka şeyler mi yapıyorsunuz?

‘Kolluk kuvvetlerimiz bizim için de var mı?’

  • ‘Büyük Aile Buluşması’na biz eşcinsel, biseksüel, trans, interseks anne ve babaları olarak gelirsek bizleri de koruyacak mısınız? Kolluk kuvvetlerimiz bizim için de var mı?
  • Siyasi irade olarak, LGBTİ+ karşıtı olarak düzenlenen bu yürüyüşe izin veriyorsanız LGBTİ+’ların, kadınların, öğretmenlerin, doktorların vb. demokratik haklarını kullanacakları yürüyüşlere ve gösterilere ne zaman izin vereceksiniz?
  • Vergilerini aldığınız eşcinsel, biseksüel, trans, interseks yurttaşların da bir aileleri olduğunu, onların da anne ve babaları olduğunu, bunlardan birinin de bir gün siz olabileceğinizi, ne zaman kabul edeceksiniz?

Eşcinseller, biseksüeller, translar, interseksler, farklı cinsel yönelimler ve kimlikler hep vardı, hep var olacaklar! Biz sadece onlara farklı isimler verdik ama hep şunu unuttuk, onlar bizim çocuklarımız, kardeşlerimiz, ailelerimiz ya da belki selamlamadıklarımız ama yüz yıllardır birlikte yaşadıklarımız. Eşit olmak istiyorlar, eşitlenmek istiyorlar. Kimseden daha fazlasını istemiyorlar ama artık daha azına da dayanamıyorlar. Kimse dayanamıyor.

‘Dayanamıyoruz…’

Ama bırakın ‘Büyük Aile Buluşması’nı yapsınlar, yürüsünler ki bizler de kalplerini çocuk sevgisine kapatan, çocuklarını olduğu gibi kabul edemeyip, koşullu seven, üstelik bunu yapabilen aileleri, toplumun bir kesimini aşağılayan, dışlayan bu insanların kim olduklarını görelim ve yarın öbür gün kendilerini hatırlayalım.

‘Koskoca dünyaya sığdıramadılar benim evladımı’

Bizlerse, 2010 yılında Bursa’da çocuğu 28 yaşında evinde bıçaklanarak öldürülen Melek Anne‘nin sözlerini hatırlayalım:

‘Benim çocuğum cinsel tercihi (yönelimi) nedeniyle hep toplumdan itildi. Okumak istedi okutmadılar. Koskoca dünyaya sığdıramadılar benim evladımı.’

Ve 2013 yılında içimizden yedi ebeveynin eşcinsel, trans çocuklarını doğdukları andan itibaren anlattığı ‘Benim Çocuğum‘ belgeselimizi izleyelim, eğer o gün yapacak daha iyi bir işiniz yoksa…”

Belgesele Youtube üzerinden ulaşabilirsiniz:

Adalet istatistikleri: Sadece Cumhurbaşkanı’na hakaretten 34 bin soruşturma

Adalet Bakanlığı’nın yayımladığı 2021 Yılı Adalet İstatistikleri, savcılıkların ve mahkemelerin üzerindeki iş yükünün her geçen gün arttığını ortaya koydu.

BirGün‘den HüseyinŞimşek’in aktardığına göre; AKP’li Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan’a yönelik her eleştiriyi davaya dönüştüren savcılar, geçen yıl “Cumhurbaşkanı’na hakaret” konulu 33 bin 973 soruşturma açtı. Bu soruşturmaların 12 bin 667’si hakkında takipsizlik kararı verildi.

9 bin 168 soruşturma daha sonra ceza davasına dönüştürüldü. 9 bin 327 soruşturmada yetkisizlik, sekizi hakkında görevsizlik, bin 954’ü hakkında birleştirme ve 849’ü hakkında da başka büroya aktarılması kararı verildi.

Erdoğan’ın seçildiği 2014’te sadece 184 olan soruşturma sayısı yedi yılın sonunda 185 kat arttı. Dava açılanların 305’ini çocuklar oluşturdu.

Cumhuriyet Başsavcılıklarında cinsel dokunulmazlığa karşı işlenen suçlara yönelik soruşturmalarda da artış oldu. 2020’de bu soruşturmalardan 38 bini davaya dönüştü. 2021’de ise bu soruşturmaların 43 bini davaya dönüştü. Geçen yıl cinsel saldırı suçundan 9 bin 538, çocukların cinsel istismarı suçundan 16 bin 124, reşit olmayanla cinsel ilişki suçundan 993 ve cinsel taciz suçundan 16 bin 360 dava açıldı.

Adalet İstatistikleri, savcılıklarda biriken dosyaları da gözler önüne serdi. 2021 nüfusuna göre her 8,5 kişiye bir soruşturma düştü. Savcılıklara gelen dosyalardan 4 milyon 559 bin 689’ü yıl içerisinde karara bağlanırken 5 milyon 296 bin 953 dosya ise bu yıla devredildi.

Adalet İstatistiklerinde, ekonomide yaşanan kötü gidişatın bir sonucu olan icra dosyalarındaki artış da kendisine yer buldu. Bu dosyaların 8 milyon 386 bin 474’ü yeni icra dosyalarından 23 milyon 782 bin 676 geçen yıllardan devreden dosyalardan oluştu.