Ana Sayfa Blog Sayfa 769

Arktik’te araştırma yapan Türkiyeli bilim insanları: Deniz buzunun üçte biri yok oldu

Türkiye Bilimsel ve Teknolojik Araştırma Kurumu (TÜBİTAK) koordinasyonunda temmuzda düzenlenen 2. Ulusal Arktik Bilimsel Araştırma Seferi, 22 gün sürdü. Sefer Lideri ve Koordinatörü ve TÜBİTAK MAM Kutup Araştırmaları Enstitüsü Müdürü Prof. Dr. Burcu Özsoy, deniz buzları üzerindeki araştırmalarında, buzların büyük bir bölümünün erimiş olduğunu keşfettiklerini dile getirdi:

“Birinci seferimizde 81 kuzeyde deniz buzlarını görürken bu kez 82 kuzeye ancak vardığımızda deniz buzlarını gördük. Deniz buzlarının, şu anda uydu verileriyle karşılaştırdığımızda ve daha önce yerel halktan alınan verilere de dayanarak üçte biri kuzeyde tamamıyla yok olmuş durumda. Özellikle 2019’daki bir önceki seferimizle karşılaştıracak olursak ‘Deniz buzları dinamik, sizin vardığınızda olmaması doğal’ denebilir ama biz bir önceki yaptığımız rotadan hareketle ve aynı noktalarla değerlendirdiğimizde bu anlamda da o deniz buzlarının daha da çekilmiş olduğunu gördük.”

Atlantik ve Arktik‘in birleştiğini gördüklerini anlatan Özsoy, “Barents Denizi, Atlantik ve Arktik Okyanusu’nun etkilerinin birleştiği bir bölge olarak biliniyor. Sefer boyunca ölü dalgalar, fırtına gibi bazı olumsuz etkilere maruz kalan ekibi en çok da sıcaklık düşüşü zorladı. Deniz suyu sıcaklığı da değişkenlik gösterdi. 10 derece ile başlayan deniz suyu sıcaklığı eksi 1,2 derecelere ulaştı” dedi.

Burcu Özsoy.

‘Akıntı sistemindeki yavaşlama bize hava felaketleri olarak dönüyor’

Deniz buzlarının öneminin altını çizen Özsoy, bunların okyanus akıntılarını oluşturduğunu, buzlar azaldığında akıntı sisteminin yavaşladığını vurgulayarak, “Bu verilere göre yavaşlayan akıntı şu an halihazırda yaşadığımız bütün ekstrem felaketleri resmediyor. Şu anki akıntı sistemindeki yavaşlamanın derecesi, bize hava felaketleri olarak geri dönüyor” dedi ve şunları aktardı:

“Aslında ‘(Arktik) Kuzey’de, bizden uzak 5 bin kilometre; uzak bir noktanın bize nasıl bir zararı olabilir?’ gibi düşünmemek lazım. Gezegen de insan vücudu gibi birbiriyle bağlantılı mekanizmalardan oluşuyor. Dünya’yı insan vücudu gibi düşünelim. İnsan vücudunun üçte ikisi sularla kaplı, Dünya da üçte iki sularla kaplı. Yani aslında iki aynı bedenden bahsediyoruz. Sizin herhangi bir organınızda olan bir hasar ya da herhangi bir parmağınızdaki bir kesik nasıl bütün vücudu etkiliyorsa dünyanın herhangi bir noktasında olan olumsuz bir süreç de tüm dünyayı o şekilde etkiliyor.”

Özgün Oktar.

Ulusal Arktik Bilimsel Araştırma Seferi Lojistikten Sorumlu Sefer Lider Yardımcısı Kaptan Özgün Oktar da yaşanılan iklim değişikliğinde insanların tüketim alışkanlıklarının büyük bir payı olduğunu hatırlatarak şu uyarıları yaptı:

“Şu an dünya aslında hep olduğundan daha kalabalık bir halde. Haliyle biz aslında insanlar olarak bu etkimizi azaltmak için öncelikle tüketim alışkanlıklarını değiştirmeli, olabildiğince yenilenebilir kaynaklarla, sürdürülebilir kaynaklarla üretilen ürünleri kullanmalıyız.”

Pakistan’da felaket sürüyor: Ölüm sayısı 1500’ü aştı, bulaşıcı hastalık tehdidi başladı

Pakistan hükümeti verilerine göre ülkenin güneyindeki selden etkilenen bölgelerde günde 90 binden fazla kişi bulaşıcı ve su kaynaklı hastalıklar nedeniyle tedavi edildi ve sel baskınlarından kaynaklanan toplam ölüm sayısı 1500’ü aştı.

Güney Sindh eyalet hükümetinin bugün yayınladığı rapora göre, sular altında kalan bölgeler sıtma, dang humması, ishal ve cilt sorunları gibi hastalıklarla dolu.

Perşembe günü bildirilen 17 bin ishal ve 20 bin 64 cilt hastalığının yanı sıra 10 bin 604 şüpheli vak ile 588 sıtma vakası kaydedildi. Sular altında kalan bölgede kurulan saha ve gezici hastanelerde 1 Temmuz’dan bu yana toplam 2,3 milyon hasta tedavi edildi.

Fotoğraf: Fida Hussain / AFP

Pakistan’ın güney ve güneybatısında rekor muson yağmurları ve kuzey kesimlerindeki buzul erimesi, 220 milyon nüfuslu Güney Asya ülkesinin üçte birini sular altında bırakan yaklaşık 33 milyon insanı etkileyen ve evleri, ekinleri, köprüleri, yolları ve hayvanları tahrip ederek 30 milyar dolar olarak tahmin edilen maddi hasara yol açan sel felaketini tetikledi.

‣ ‘Batı, Pakistan’daki büyük seli görmezden geliyor: Uyarıyı dikkate almazsanız yarın siz olacaksınız’
Fotoğraf: Fida Hussain / AFP

Ulusal Afet Yönetim Otoritesi, 536’sı çocuk ve 308’i kadın olmak üzere 1508 ölüm bildirdi.

Yerinden edilen yüzbinlerce insan gıda, barınma, temiz içme suyu, tuvalet ve ilaç gibi konularda ciddi desteğe ihtiyaç duyuyor. Birçoğu, yükseltilmiş otoyol kenarlarında açıkta yatıyor.

 

Yarının hastalıkları

Yazan: Zoya Teirstein

Yeşil Gazete için çeviren – Ece Özen İldem

*

Büyük çoğunluğumuz geçtiğimiz iki buçuk yılı, başka insanlarda bulaşma riski olan bir hastalıkla ilgili endişelenerek geçirdik. Yalnızca Birleşik Devletler’de, 1 milyondan fazla insan Covid-19 sebebiyle hayatını kaybetti, bu durum bulaşıcı bir hastalığın patlamasına hazırlıksız olan insanların karşılaşacağı acı dolu bir sonuçtan başka bir şey değil. Ve hangi yönden bakarsanız bakın, hala hazırlıklı değiliz.

İklim ısındıkça sadece insanlardan değil, çevremizden de gelen sağlık tehditleri artacak. Böyle bir geleceğe ise hazırlıklı olan kimse yok.

Bazı sağlık tehditleri zaten bildiğimiz hastalıklardan gelmeye devam edecek, örneğin kenelerin taşıdığı Lyme hastalığı yada sineklerle yayılan Batı Nil virüsü. Bu hastalıkların ikisi de vektör aracılı hastalıklar, kan emen böcekler ve eklembacaklılar aracılığıyla yayılıyorlar. Ancak doğa büyük ihtimalle adını hiç duymadığınız onlarca hastalık taşıyıcısını barındırıyor. Böceklerden, kabuklulardan ve hatta topraktan bile hastalık taşınıyor. Küresel sıcaklıkların artışıyla, vektör aracılı hastalıklar daha yaygın hale gelerek, daha az bilindikleri yeni bölgelere yayılacak.

Bu hastalıklar “halk sağlığını ve bakım olanaklarımızı gelecek yıllarda zorlamaya devam edecek,” diyor Hastalık Kontrol ve Önleme Merkezi (CDC) yetkilileri ve ekliyorlar: “Asıl soru hazır olup olmayacağımız.”

Bu kılavuz yazıda yarının iklim ilişkili hastalıkları tanıtılacak ve Birleşik Devletler’de çevrenin değişmesiyle yeni alanlara yayılan taşıyıcılarından bahsedilecek. Virüsler, bakteriler, mantarlar ve parazitler yayılmalarıyla birlikte eklem ağrılarına, deri lezyonlarına, uzun süreli hafıza problemlerine ve hatta ölüme yol açabilirler. Bu hastalıkların çoğunun bir tedavisi ya da çözümü yok, bunun yanında uzmanlar hastalığın ortaya çıkmasını ya da ilerlemesini engelleyecek bir çok yol olduğunun altını çiziyorlar. Diğer durumda ise, başarılı tedavi, profesyonel bir tıp uzmanının erken teşhisine bağlı ancak alanda çalışan doktorlar taşıyıcıları tarihsel olarak yaygın olmayan bu hastalıkların teşhisinde zorlanıyorlar. Daha az ölümcül bir geleceği garantilemek için yapmamız gereken şimdiden gelecekte olacaklara karşı kendimizi korumak. Yapılması gereken ilk şey ise iklim ilişkili her konuda olduğu gibi, bu tehdidin sınırlarını genişletmek.

Powassan Virüsü

 Gelincik tohumu büyüklüğündeki, Karakabarcık (geyik) kenesi tarafından taşınır.

Riskleri: Powassan virüsü, kene aracılı nadir bir hastalık. Birleşik Devletler’de 2016 ile 2020 yılları arasında 134 kişi bu hastalığa yakalandı.  Sayı bakıldığında çok gibi görünmeyebilir ancak geçtiğimiz beş yılla karşılaştırıldığında enfekte olan insan sayısının yüzde 300 arttığını görüyoruz.

Virüs, tedavisi ya da aşısı olmayan nöroinvazif bir hastalığa sebep olur. Erken belirtileri baş ağrısı, ateş, bulantı ve güçsüzlüktür – bu erken belirtiler çoğu kene kaynaklı hastalıkla benzerdir. Powassan’ı diğer kene hastalıklarından ayıran ise yüksek ölüm oranıdır, bu hastalığın şiddetli haline yakalanan on kişiden biri ölür. Kurtulanların yarısından fazlası ise Powassan’ın tekrarlayan baş ağrıları, kas kütlesi ve güç kaybı, hafıza problemleri gibi uzun dönem etkileriyle yaşamak zorunda kalır.

Mayıs ayında Connecticut’ta yaşayan yaşlı bir kadın virüsle enfekte olduktan haftalar sonra öldü, hastalık Birleşik Devletler’de bu yıl ikinci büyük ölüm sebebi.

Tarihsel Arka Plan: Powassan virüsü ülkenin kuzeydoğusundaki Great Lakes’de bulundu ancak 2016 ile 2020 yılları arasında raporlanan vakalar Kuzey Dakota ve Kuzey Karolina’da, yani bulunduğu bölgeden oldukça uzakta.

İklim İlişkisi: Tarihsel olarak karakabarcık kenelerinin dağılımı çevre faktörleriyle sınırlanmıştır, keneler çok soğuk kışlarda ya da çok kuru şartlarda hayatta kalamazlar. Ancak değişen hava durumu desenleri ve artan sıcaklıklar kenelerin artmasına ve av alanlarını yeni bölgelere genişletmesine neden oldu, avlarına insanları ve onları korumasız tedavi etmeye çalışan doktorları eklediler.

Cary Enstitüsü Ekosistem Çalışmaları bölümünde kene araştırmacısı Rick Ostfled, “Akut Powassan enfeksiyonundan kurtulanların kabaca yüzde 50’si hastalığın uzun dönem ve kalıcı değilse de güçten düşürücü etkilerini yaşıyorlar” diyor.

Çözüm: Henüz Powassan virüse karşı herhangi bir aşı ya da tedavi olmasa da Yale Üniversitesi araştırmacıları çoğu kene kaynaklı hastalığa karşı kullanılabilecek bir mRNA aşısı üzerine çalışıyor. Aşı keneyi hedef alarak kan emicinin, hayvanın tüm kanını emmesini engellemeyi hedefliyor, hayvanlar için başarı sağlanırsa sıra insana gelecek. Bunun gibi aşılar kullanıma çıkana kadar yapılacak en iyi şey ise kenelerin yaygın olduğu alanlarda fazladan dikkatli olmak, permethrin gibi böcek ilaçlarını özellikle pantolon kıvrımlarında kullanmak ve vücudunuzda sıklıkla kene kontrolü yapmak.

Chikungunya Humması

 Aedes aegypti ve Aedes albopictus sinekleri tarafından taşınır.

Riskleri: Chikungunya’nını sebep olduğu virüs Birleşik Devletler’de hala nadir ancak CDC’den uzmanlar bu hastalığı oldukça yakından izliyorlar çünkü hastalığın göz açıp kapayıncaya kadar yayılma riski var. Bu hastalık Batı Yarımküre’de ilk defa 2013 yılında, Karayipler’de keşfedildi. 2014 yılında Jamaika’da salgın haline gelen hastalık Florida’da kaydedilen 107 vaka ile ortaya çıktı. 2017 yılında Amerika kıtasında 1 milyon insan enfekte oldu. Jamaika nüfusunun yüzde sekseni enfekte oldu.

Hastalığın semptomları arasında ateş, güçten düşürücü eklem ağrısı, kas ağrısı, baş ağrısı, mide bulantısı, bitkinlik ve kızarıklık var. Chikungunya hastalığında ölüm oranı düşük, genellikle bağışıklığı çok zayıf insanlarda görülüyor. Bazı eklem ağrıları ise bazı vakalarda aylarca hatta yıllarca devam edebiliyor.

Tarihsel Arka Plan: Chikungunya ilk olarak 1950 yılında Tanzanya’da keşfedildi, yarım yüzyıl boyunca nadir kalan hastalık 2004 yılından sonra Asya, Afrika, Avrupa ve Amerika kıtasında 60’tan fazla ülkeye yayıldı. 2014’den beri virüs vakaları Birleşik Devletler’de Florida, Texas, Porto Riko ve Virgin Adaları’nda görünüyor. Çoğu vaka, chikungunya’nın yaygın olduğu bölgelere seyahatten sonra ortaya çıkıyor.

İklim Bağlantısı: Keneler gibi sivrisinekler de sıcak ve nemli ortamlarda yaşarlar. İklim değişikliği yalnızca sıcaklıkları arttırmıyor, su döngüsünü de değiştiriyor, dünya genelinde bazı bölgelerde aşırı nemliliğe sebep oluyor. Bu yeni koşullar Chikungunya’nın Kaliforniya’nın aşağısına Birleşik Devletler’in güneyinde ve kuzeydoğusuna doğru hastalık taşıyıcı sivrisineklerin yayılmasına imkan verebilir.

CDC Vektör Kaynaklı Hastalıklar bölümü başkan yardımcısı Charles Ben Beard, “Hiç bir şekilde hazırlıklı değiliz” diye konuşuyor.

Çözüm: Powassan Virüsle benzer şekilde chikungunya için de bir aşı ya da tedavi yok. Doktorlar hastaları sıvılarla, lokal anesteziyle ve aspirinle rahatlatıyorlar. Chikungunyaya karşı en etkili araç gereçler, engelleyici olanlar. Bunun sonucu olarak Çevre Koruma Ajansı Kaliforniya ve Florida’da 2.4 milyar, genetiği sadece erkek yavru doğurmaları için değiştirilmiş Aedes aegypti sivrisineğinin doğaya bırakılmasına izin verdi. Bu girişim, dişi sivri sinek sayısının azaltılmasını hedefliyor. Cinsiyet dengesinin değiştirilmesi Birleşmiş Devletler’de vızıldayan böceklerin sayısının azalmasına da neden olacak.

vibriyoz

 İstiridye, midye gibi çiğ kabuklular tarafından taşınır.

Riskler: Vibrio tuzlu ve acı haliç sularında yaşayan bir deniz bakterisi. Vibrio virüsünün farklı çeşitlerinin enfeksiyonları da farklılık gösteriyor. Vibrio vulnificus, aralarındaki en tehlikeli varyant.

Kabuklular Vibrio virüsünü bol miktarda içerir ve eğer çiğ tüketilirlerse insanlara da taşırlar. Açık yara ile suda yüzerken de bu virüs insanı enfekte edebilir. Vibrio vulnificus insan tarafından açık yaradan  kapılırsa nekrotizan fasiit ya da et yiyen hastalığa sebep olur. Eğer bakteri ağız yoluyla alınırsa kana karışarak ekstremitlerde iltahaplı lezyonlara sebep olur. Yara kaynaklı kapılan Vibrio vulnificus’un öldürme oranı yüzde 25 iken, yiyecek kaynaklı enfeksiyonlarda bu oran ikiye katlar. Bağışıklığı düşük insanlar özellikle risk altındadır.

Tarihsel Arka Plan: Vibrio vulnificus Meksika Körfezi’nde keşfedilmiş olup daha çok doğu ve batı kıyılarda görülür.

İklim İlişkisi: Vibrio için uygun sıcaklık 25-35 derece Celcius arasıdır. Birleşik Devletler’in geniş kıyılarındaki sular gezegenin ısınması sebebiyle bu yılın başlarında bu eşiği geçti. Bu da, Vibrio’ya suda yayılması ve kabukluları etkilemesi için daha çok alan verdi. Ek olarak Vibrio vulnificus’un yayılması için tarihte fazla serin olan sular ısınıyor, bu da bakterinin kuzeyde yeni alanlara; Kuzeydoğu ve Kuzeybatı Pasifik ve hatta Kanada‘ya yayılmasına sebep oluyor.

George Mason Üniversitesi Mikrobiyoloji Doktor Öğretim Üyesi Brett Froelich, “Eğer yatağa giderken kendinizi kötü hissediyorsanız, sabah bir uzuv kaybına uyanabilirsiniz, yani bunu görmezden gelmeyin. Hissettiğiniz anda doktora gidin” uyarısı yapıyor.

Çözüm: Eğer kendi kabuklularınızı avlıyorsanız, yerel sağlık departmanınızın tavsiye ve işaretlerine kulak verin. Çift kabuklularınızı yemeden önce mutlaka pişirin, kabukluyu çiğ yemeyi planlıyorsanız güneşte ya da sıcak bir yerde kalmadığına emin olun. Ne kadar küçük olursa olsun açık yara ile yüzmeyin.

Antibiyotikler vibriosis tedavisinde kullanılabiliyor ancak yalnızca erken teşhiste işe yarıyorlar.

Chagas Hastalığı

Öpücük böceği olarak bilinen triatoma cinsinden kan emici bir böcek aracılığıyla taşınır

Riskler: Öpücük böcekleri insan, köpek ve diğer hayvanların özellikle yumuşak deri içeren ağız kenarlarına tutunan kan emici böceklerdir. Ancak Chagas hastalığı kan emme ile bulaşmaz. Öpücük böcekleri, akşamları kurbanı uyurken beslenirken aynı zamanda dışkılar. Kurban uyurken ya da uyanıkken yanlışlıkla böceğin dışkısını ağızlarına doğru iteler. Böylelikle Trypanosoma cruzi adı verilen Chagas’a sebep olan paraziti vücutlarına almış olurlar.

Enfekte olduktan haftalar veya aylar sonra ateş ve kabarcıklar gibi semptomlar ortaya çıkmaya başlar. Chagas tedavi edilmezse kronik bir hastalık haline gelir. Kronik Chagas hastalığına sahip olan insanların ortalama yüzde 20 ile yüzde 30’u kalbin yeteri kadar kan pompalamasını engelleyen kalp büyümesi, ani kalp durması, riskli sindirim hastalıkları  gibi hayatlarını tehdit eden komplikasyonlarla karşılaşabilirler.

Tarihi Arka Plan: Chagas, enfekte olan ilk insan vakası 1909’da Brezilya’da ortaya çıktığında Amerika kıtasında milyonlarca insan çoktan enfekte olmuştu. 300 bin kadarı Birleşik Devletler’de yaşayan hastaların asıl çoğunluğu Latin Amerika’da yaşıyor. Birleşik Devletler’de raporlanan vakaların büyük çoğunluğu Latin Amerika’dan ya da parazitin yaygın olduğu ülkelerden gelen göçmenler.

İklim İlişkisi: Chagas, Birleşik Devletler’de görece nadir olsa da iklim değişikliği bu hastalığa sebep olan triatomin böceklerinin yayılımını artıracaktır. Öpücük böcekleri halihazırda Birleşik Devletler’de 29 eyalette bulundu ve yapılan araştırmalara göre bu böceklerin yüzde 55’i Chagas paraziti taşıyor. Araştırmalar sıcaklığın artmasıyla öpücük böceklerinin daha hızlı yetişkin olacağı ve mevsimleri dışında üreyeceklerini gösteriyor, yani sıcaklığın artması Chagas vakalarını da artıracak.

Toronto Üniversitesi‘nden Emeritus Profesör Daniel Brooks‘ a göre, “Chagas hastalığı] Birleşik Devletler’de var olan bir problem ancak yayılacak ve daha büyük bir sorun haline gelecek.”

Çözüm: Erken teşhis edilirse Chagas hastaları antiparazit tedavisiyle iyileştirilebiliyor. Kronik Chagas hastaları benzer tedavi yöntemleriyle tedavi edilebilir ancak iyileşme şansı daha düşük. Birleşik Devletler’de altı eyalette kan bağışları parazitin varlığının takibi için sürekli inceleniyor. Buna rağmen bu eyaletlerden yalnızca dördünde vakaların halk sağlığı yetkililerine bildirilmesi zorunlu. Bu yüzden CDC, Birleşik Devlerler’de kaç tane Chagas vakası olduğu ya da ne kadar hızlı yayıldığı ile ilgili net bilgilere sahip değil. Pencere sinekliklerinin ve böcek ilaçlarının Birleşik Devletler’de yaygın hale gelmesi öpücük böceğinin kontrolünde yardımcı olabilir.

Vadi Humması

 Coccidioides mantarı içeren toprak tarafından taşınır

Riskler: Çamurda yaşayan Coccidioides sporları inşaat, tarım ya da orman yangınlarının dumanı gibi etkilerle rüzgar sirkülasyonuna girdiğinde insanlar ve diğer hayvanlar bu sporları soluyabilir. Güçlü bir bağışıklığa sahip olan bireylerin çoğu bu mantarla savaşabilirlerken, bağışıklığı düşük insanlarda sporların hayatta kalması ve mantar liflerinin akciğerlere bazen de vücudun geri kalanına yayılma riski yüksektir. Araştırmalar gösteriyor ki bağışıklık sistemleri güçlü dahi olsa hamile kadınları, Filipinliler, Afrika Amerikalılar ve Amerikan Yerlileri bu hastalık sonucu hastane yatmaya diğer insanlardan daha meyilli.

Vadi humması hastalığına yakalanan vakaların yüzde 60’ında hiç semptom görülmüyor ya da soğuk algınlığı  ve griple karıştırılabilecek ateş, baş ağrısı, bitkinlik gibi orta derece semptomlar olabiliyor. Enfekte olanların yüzde 30’u tıbbi bakıma gereksinim duyan orta derece bir hastalık geçirirken, mantarın akciğerlerin ötesine geçip tüm vücuda yayıldığı kalan yüzde 10’luk kısımda ciddi enfeksiyonlar görülüyor. Bu vakalarda menenjit de ortaya çıkabiliyor ve bu da ölümcül olabilir.

Tarihi Arka Plan: Vadi humması hastalığı güneybatı çöllerinde ve Kaliforniya’nın bazı bölgelerinde on yıllar önce rapor edildi. Son zamanlarda Kuzeybatı Pasifik ve Güneybatı’daki çöl olmayan bölgelerde de vakalar ortaya çıktı. Arizona, Birleşik Devletler’deki en yüksek vadi humması vaka sayısına sahip. Hastalık Meksika ile Orta ve Güney Amerika’da da yaygındır.

İklim İlişkisi: Vadi hummasına sebep olan mantar da diğer mantar türleri gibi sıcak ve nemli ortamlarda ürer. Araştırmacılar sera gazı emisyonun arttığı bir senaryoda ısınmanın sonuçlarının Birleşik Devletler’i mantarlar için daha ideal bir ortam haline getireceğini ortaya çıkardı. Vadi humması vakaları halihazırda artıyor. CDC’ye göre Birleşik Devletler’de 2016 ile 2018 yılları arasında vadi humması vakaları yüzde 32 arttı. Başka bir çalışmaya göre vaka sayısı Kaliforniya’da 2000 ile 2018 yılları arasında yüzde 800 arttı. Belirli alanlardaki kuraklık ve sel döngüsü üzerine yapılan araştırmalar gösteriyor ki iklim değişikliği vaka sayılarında artışı direkt etkileyecektir. Coccidioides de bir çok mantar gibi şiddetli yağmurdan sonra çoğalıyor. Yağışlı mevsimden sonra kuraklık başladığında, yağmurla beslenen sporlar topraktan havalanarak insanların ciğerlerine yerleşecektir.

Stanford Üniversitesi‘nde yetişkin bulaşıcı hastalıkları uzmanı olarak görev yapan Julie Parsonnet, “Şiddeti ve vakaların bazılarının ihtiyaç duyduğu yaşam boyu tedavi gerekliliği göz önüne alındığında durum endişe verici. Şimdiye kadar sahip olduğumuzdan daha fazla Cocci görmek kötü olurdu” diyor.

Çözüm: Erken teşhiste vadi humması mantar hastalıklarının tedavi edildiği şekilde tedavi edilebilir. Buradaki problem hastalığın yaygın olmadığı eyaletlerdeki doktorların hastalığın uyarı işaretlerini tanımalarının zorluğundan ortaya çıkar. Teşhis geciktikçe hastalığın daha şiddetli formları ortaya çıkar, tedavi zorlaşır, mantar tedavileri işe yaramaz hale gelir, yapılabilecek tek şey hastanın bağışıklığını yükselterek vücudun mantara karşı savaşmasını sağlamaktır. Arizona’daki araştırmacılar, köpekler için vadi humması aşısı üzerinde çalışıyor. Yeterli maddi desteği buldukları bir gelecekte araştırmacılar aynı aşı araştırmalarını insanlar için de yapacaklarını umuyorlar.

Makalenin İngilizce orijinali

Cumhurbaşkanı kararıyla 11 ilde bazı alanlar ‘orman sınırı’ dışına çıkarıldı

Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan imzasıyla bugün Resmi Gazete‘de yayımlanan karara göre, Balıkesir, Kütahya, Bingöl, Bolu, Çorum, İzmir, Kastamonu, Rize, Sinop, Mersin ve Karabük‘te bazı alanlar orman sınırları dışına çıkarıldı.

Ormanlık alan sınırından çıkarılan alanlardan bazıları, halihazırda bazı ekokırım faaliyetlerinin sürdüğü İkizdere (Rize), Seferihisar (İzmir), Bigadiç (Balıkesir) gibi ilçelerde yer alıyor.

Kararda yer alan kanun maddesine göre orman sınırları dışına çıkarılan alanlar yerine, Çevre, Şehircilik ve İklim Değişikliği Bakanlığı (Milli Emlak Genel Müdürlüğü) tarafından Orman Genel Müdürlüğü’ne alanların iki katından az olmamak üzere devletin hüküm ve tasarrufu altında veya Hazine’nin özel mülkiyetinde bulunan taşınmazlardan, orman tesis etmek üzere tahsis yapılacak.

Rize, İkizdereli kadınlar. Ocak 2022

6831 Sayılı Orman Kanunu’na 2018’de Cumhurbaşkanlığı kararıyla getirilen EK-16. Madde yönetmeliğinin 5’inci maddesine göre sınırları Cumhurbaşkanınca belirlenecek aşağıdaki yerler şu durumlarda orman sınırları dışına çıkarılabiliyor:

a) Tarım ve Orman Bakanlığınca, bilim ve fen bakımından orman olarak
muhafazasında hiçbir yarar görülmeyen (üzerinde ağaç toplulukları bulunmayan, ormancılık faaliyetleri ve ekonomisi yönünden orman kurulmasında yarar olmayan) ve tarım alanına dönüştürülmesi de mümkün olmayan yerler.
b) 7139 sayılı Kanunun yürürlüğe girdiği 28/4/2018 tarihi itibari ile üzerinde yerleşim yeri bulunan yerler.
c) Yerleşim yeri oluşturulması uygun olan taşlık, kayalık, verimsiz ve fiilen orman vasfı taşımayan yerler.

 

 

2050’ye kadar dünyanın en büyük şirketlerinin en az bir varlığı iklim krizi yüzünden büyük risk altında olacak

Endeks ve derecelendirme kuruluşu S&P Global‘in dün yayımladığı  veri setine göre, dünyanın en büyük şirketlerinin yüzde 90’ından fazlasının 2050’lere gelindiğinde iklim değişikliğinin fiziksel etkilerine yüksek oranda maruz kalan en az bir varlığı olacak.

Sıcak dalgalarından sellere kadar aşırı hava olayları dünya genelinde giderek daha fazla belirsizliğe neden oldukça şirketler ve yatırımcılar, varlıklarına yönelik riskleri daha iyi anlamaya ve ölçmeye çalışıyor.

Dünya karbon emisyonalrı konusunda şu anki yolu izlemeye devam ederse , S&P Global 1200 Endeksi’nde sınıflandırılan en büyük şirketlerin yüzde 98’i, 2090’lara gelindiğinde yüksek oranda risk altında olabilir.

Bununla birlikte, Paris İklim Anlaşması‘nın küresel ısınmayı 2 derecenin altında sınırlandırma hedefine ulaşılırsa, varlıkları yüksek fiziksel risk altındaki büyük firmaların payı bu süre zarfında yüzde 39’a düşürülebiliyor.

S&P Global’in bir parçası olan The Climate Service İcra Kurulu Başkanı James McMahon, “Yatırımcılar ve şirketler, iklim değişikliğinin finansal etkisine verecekleri tepkileri belirlemek için daha gelişmiş analitik veriler istiyor. Burada anlamlı azaltma ve uyum planlaması için esas olan iklim değişikliğinin finansal etkisini varlık (mülkler) düzeyinde incelemek” diyor.

S&P, bu analizinde atmosfer, kara ve okyanusların fizikse, kimyasal ve biyolojik koşullarını simüle eden iklim modellerini kullanarak 20 binden fazla şirket ve 870 binden fazla varlığı için riski değerlendirdi ve her birini sıfırdan 100’e kadar puanlandırdı.

Sonuç şöyle: 2050’lere gelindiğinde her şirketin, aşırı sıcak, aşırı soğuk, orman yangını, su stresi, kuraklık, kıyı seli, akarsu seli ve tropik siklon nedeniyle önemli ölçüde yüksek risk anlamına gelen 75’in üzerinde puana sahip en az bir varlığı olacak.

Hiç tanışmadığı birinin ardından ağlamanın arkasındaki bilim: Bu kadar insan neden Kraliçe’nin yasını tutuyor?

Birleşik Krallık Kraliçesi II. Elizabeth‘in 96 yaşında ölümü, Birleşik Krallık’ta ve tüm dünyada bir duygu seline neden oldu.

Yakın ailesi ve dostları, tanıdıkları ve sevdikleri birini kaybetmenin yasını tutuyor. Ancak diğer herkes neden böyle hissediyor? Hiç tanımadığımız biri için hissedilen kayıp duygusu da keder olarak kabul edilebilir mi?

Nature dergisine konuşan Edinburgh Üniversitesi‘nden filozof ve etik uzmanı Michael Cholbi, ‘keder’ araştırmalarının çoğunun ebeveynlerin, yakın arkadaşların veya eşlerin kaybına odaklandığını söylüyor.

Bir kişinin tanınmış ünlü bir halk figürü ile arasındaki tek taraflı ilişkilere parasosyal ilişkiler denir. Cholbi, “Kesinlikle parasosyal ilişkilerin kedere yol açabileceğini düşünüyorum. Kederin neden yalnızca karşılıklı ilişkiler söz konusunda ortaya çıkacağını ve yalnızca bu durumda anlamlı olacağını varsaydığımızı anlamıyorum” diyor.

Fotoğraf: Martin Godwin / The Guardian

Bazı araştırmacılar “parasosyal yası” bir olasılığın kaybıyla ilişkilendiriyor.

“Keder deneyimi, genel olarak dünya deneyiminde bir tür bozulmadır. Bu gerçekleştiğinde, varsayımlarınız bir şekilde  paramparça oluyor, ” diye açıklıyor York Üniversitesi’ndeki Grief: A Study of Human Emotional Experience adlı bir projenin eş direktörü filozof Louise Richardson.

Richardson, kişinin dünyayı varsayımlarına dayandırarak temellendirdiğini söyleyen ‘varsayımsal dünya’ adlı teoriye referans veriyor:

“Ardından bizi yasa sürükleyen türde kayıplar, bu varsayımsal dünyayı altüst eden kayıplardır ve Kraliçe’nin ölümüyle ilgili yası böyle açıklayabiliriz.”

Fotoğraf: Henry Nicholls / Reuters

Cholbi, insanların, bir şekilde kendi kimliklerinin bir parçası haline getirdiği -aynı değerleri benimseyerek veya o kişinin duruşunu destekleyerek- kamuya mal olmuş kişilerin yasını tutmalarının mantıklı olduğunu söylüyor.

“Bu durumda bu, kendi değerlerinde ve endişelerinde rol oynayan birinin kaybıdır. Bu yüzden, sadece kişinin kaybı gibi değil, belirli bir şekilde, kişinin kendi veçhesinin küçük bir kaybı gibi yaşanır.”

2012’de yapılan araştırmalar, introjeksiyon (içe-atım) adı verilen bir sürecin insanların bir ünlünün ölümüyle başa çıkmasına yardımcı olduğunu gösteriyor.

İntrojeksiyon ilişki içinde olduğumuz birinin sahip olduğunu algıladığımız nitelikleriyle ilgilidir – onlarla uzaktan ilişki kursak bile. İçe atılan bu algı, benlik içinde yaşatılır, onunla ilişki kurulur. 

Londra merkezli yas yardım kuruluşu Cruse‘un klinik direktörü Andy Langford, bunun yasla başa çıkmada yardımcı olduğunu söylüyor:

“Bazı insanlar için bu aslında, “bu özelliğine gerçekten hayran kaldım ve bu yüzden bunun içinde yaşamaya devam edeceğim” diyeceği bir durum. Tanınmış bir figür için bu keder gerçek, bu duygular gerçek.”

Fotoğraf: Stuart Franklin / Magnum Photos

Azalan yas

Ancak Langford, Kraliçe gibi uzaktan tanınan biri için duyulan yasın, daha yakın birinin kaybına duyulan yastan daha çabuk azalacağını düşünüyor.

Biriyle kurduğumuz bağ, üç değişkene dayanıyor: zaman, yakınlaşma ve yakınlık.

“Bu üç kriter  ne kadar yas tuttuğumuzun belirleyicisi  ve bunların önemli olmasının nedeni, beynimizde bu üç şeyi aramak için tasarlanmış nöronların olması.”

Fotoğraf: Loïc Venance /AFP

Columbia Üniversitesi‘nde Uzun Süreli Yas Merkezi direktörü Katherine Shear, uzun süreli yas bozukluğunun – yasın yoğun bir şekilde devam ettiği ve aylar veya yıllar sürebildiği bir durum – Kraliçe’nin ölümünün yasını tutanları etkilemesinin “son derece olasılık dışı” olduğunu söylüyor.

Keder, bir ‘duygular grubu’

Bu içgörülere rağmen, yasla ilgili teorileri test etmek ve nicel cevaplar bulmak zor.

Richardson “Ne olduğundan tam olarak emin olmadığın bir şeyi nasıl test edebilirsin?. Beyinde, bazı koşullarda ne kadar aktif olduğunu görebileceğimiz bir tür keder bezi yok.”

Fotoğraf: Mark Baker / AP

Shear da şunu ekliyor:

Keder basit bir kelime olabilir, ancak çok karmaşık. Çünkü tek bir duygu değil, bütün bir duygu grubu.”

Açık olan şu ki, cenazesi 19 Eylül’de yapılacak Kraliçe için yas tutan birçok insan gerçekten acı çekiyor.

O’Connor, şöyle diyor: “Kraliçeyle hiç tanışmamış olanlar bile, bir parçasının kaybını yaşıyor. Kaybedilen, hala bir ilham ve cesaret kaynağı ve kişinin kendi kişisel tarihinin bir dönemi.”

SHURA: Türkiye enerji verimliliği politikalarını hızlandırmalı

SHURA Enerji Dönüşümü Merkezi, ‘Türkiye için enerji verimliliğini
destekleyen piyasa temelli politika mekanizmalarının tasarımı: Enerji
verimliliği yükümlülük sistemleri ve yarışmaları’ raporunu yayımladı.

Raporda, enerji dönüşümünün enerji verimliliği ile hızlandırılması gerektiği
vurgulanırken, Türkiye’nin ana enerji verimliliği politikaları içerisinde yer alan ‘enerji verimliliği yükümlülük sistemi’ ve ‘enerji verimliliği yarışmaları’ konusunda altyapı, tasarım ve uygulamaya yönelik politika önerileri getiriliyor.

Raporun tanıtımında konuşan SHURA Enerji Dönüşümü Merkezi Direktörü
Alkım Bağ Güllü, net sıfır hedefine doğru yol alırken; enerji dönüşümünün en önemli unsurlarından birinin enerji verimliliği olduğunu vurguladı.

Özellikle Türkiye’nin elektrik enerjisi sektöründeki verimlilik potansiyelinin net olarak belirlenmesi ve hayata geçirilmesinin büyük önem taşıdığını söyleyen Güllü,“Piyasa temelli politika mekanizmaları, nihai tüketim sektörlerinde geniş ve yaygın bir etki yaratma gücüne sahip. Türkiye, söz konusu mekanizmaları uygulayarak enerji dönüşümünü hızlandırabilir, enerji ile ilgili ulusal hedeflerine ulaşabilir ve enerji verimliliği potansiyelini ortaya koyabilir”dedi.

Güllü, piyasa temelli enerji verimliliği yükümlülük sistemi ve enerji
verimliliği yarışmalarının, Türkiye’ye nasıl katkı sağlayacağını ise şöyle sıraladı:

Enerjide dışa bağımlılığı yüksek bir ülke olan Türkiye’de verimliliğe bağlı olarak elektrik talebinin azalmasıyla enerji ithalatı azalırken, enerji arz güvenliği artacak ve enerji sisteminde karbon emisyonları azalacaktır.

SHURA senaryosunda yapılacak yatırımlarla, 2030 yılındaki elektrik enerjisi talebinin toplamda 49 TWh düşürülebileceği, bu potansiyelin 6,6 TWh elektrifikasyon değeri ile net 42,3 TWh tasarruf anlamına geldiği görülüyor. Analiz sonuçlarına göre bu net tasarrufun üçte birine piyasa temelli politika mekanizmalarıyla ulaşmak mümkündür.”

Türkiye’nin sahip olduğu detaylı ve kapsayıcı mevcut enerji verimliliği mevzuat uygulamalarını ve bu uygulamalardaki güncellemeleri destekleyecek şekilde özellikle düşük maliyetli ve etkin teknoloji uygulamalarının sağlanması için piyasa temelli politika mekanizması araçları bir an önce hayata geçirilmelidir.

Enerji verimliliği yarışmaları

SHURA Enerji Dönüşümü Merkezi Enerji Analisti Ayşe Ceren Sarı’nın
yazarlarından olduğu raporda, iklim değişikliği ile mücadelede taahhüt edilen
değerlere ulaşılabilmesi için enerji verimliliği konusunda daha hızlı harekete
geçilmesi gerektiği belirtiliyor ve ‘düşük karbonlu bir ekonomiye geçişte
yenilenebilir kaynaklı elektrik enerjisi payının artması büyük öneme sahip olsa da tam bir dönüşüm için Türkiye’nin sahip olduğu yüksek enerji verimliliği potansiyeli değerlendirmeli’ ifadesine yer veriliyor.

Raporda, ‘enerji verimliliği yükümlülük sistemleri’nin, enerji sağlayıcılarının
(yükümlü taraflar) belirli bir düzeyde enerji tasarrufu gerçekleştirmesini zorunlu tutarken, piyasa temelli özelliklere sahip olduğu için uygulama konusunda temel sınırlar belirleyerek tarafları en iyi çözüm yollarını bulma konusunda özgür bıraktığının altı çiziliyor.

Ayrıca ‘enerji verimliliği yarışmaları’ teklif verme süreci, uyumluluk mekanizması ve finansal hususlar başlıkları ele alınıyor.

Çalışma sonucunda, ‘enerji verimliliği yükümlülük sistemi’ ve ‘enerji verimliliği yarışmaları’ mekanizmalarının uygulanması için getirilen önerilerden bazıları şunlar:

  • Politika mekanizmaları tasarlanırken güncel iklim değişikliği ve karbon
    azaltım hedeflerigöz önünde bulundurulmalı. Bu yaklaşım, ilgili mevzuatın ortak hedefler içermesini ve finansman desteklerinin paylaşımlı ve verimli kullanılmasını sağlar.
  • İhtiyaç duyulan yönetim yapısının sadece bu mekanizmalar için değil, tüm enerji verimliliği ve enerji dönüşüm uygulamalarında gerekli koordinasyonu
    sağlayabilecek kapsamlı bir yapının altında tanımlanmalı.
  • Uygulamaların tüm ilgili taraflarca kabul görerek istekli bir şekilde
    uygulanabilmesi ve en önemlisi uzun dönemde sürdürülebilirliğinin
    sağlanması için sistemlerde yer alan tüm paydaşlar açısından kazançlar
    tanımlanmalı.
  • Ölçme, izleme, kontrol amaçlı önerilen ‘ölçme ve doğrulama uzman havuzu’nun yapısı, hem kamu hem de özel sektör tarafında sadece bu mekanizmalar için değil, tüm enerji verimliliği uygulamaları için hizmet verebilecek, ulusal ve uluslararası gereklilikleri sağlayabilecek nitelikte olmalı.

HRW: Mısır hükümeti COP27 öncesi aktivistleri baskı altına alıyor, Mısır: Akredite değiller

İnsan Hakları İzleme Örgütü (Human Rights Watch – HRW), bu yıl Kasım ayında yapılacak Birleşmiş Milletler (BM) İklim Değişikliği Konferansı’nın (COP27) ev sahibi Mısır hükümetinin, çevre aktivistlerini baskı altına aldığını söyleyen bir rapor yayımladı.

Mısır Dışişleri Bakanlığı, çevreci grupların ülkenin doğal çevresini korumak için gerekli olan bağımsız politika, savunuculuk ve saha çalışması yürütme kabiliyetini “ciddi şekilde kısıtladığı” için eleştiren raporun yayınlanmasının ardından iddiaları reddetti.

Dışişleri Bakanlığı Sözcüsü Ahmed Abu Zeid, “Çevre gruplarının COP27’ye katılımıyla ilgili son HRW raporunda bu tür iddialar ve yanlışlıklar olması talihsizlik. Rapor, bilinmeyen kaynakların ve kimliği belirsiz grupların konferansa katılımlarının önünde potansiyel engel olduğunu iddia eden ifadelerine dayanmaktadır” dedi.

Zeid, sivil toplum kuruluşlarının COP oturumlarına katılımına ilişkin kural ve prosedürlerin herkes tarafından bilindiğini ve BM İklim Değişikliği Çerçeve Sözleşmesi (UNFCCC) sekreterliği tarafından duyurulduğunu söyledi. “Bu kurallara göre, UNFCCC tarafından akredite edilmiş herhangi bir kuruluş konferansa katılma hakkına sahip.”

HRW, raporda Mısır hükümetini, çevreci gruplar içindeki aktivistleri taciz, tutuklama ve yıldırma yoluyla ülkeden kaçmaya zorladığını söylüyor ve “Bu kısıtlamalar toplanma ve örgütlenme özgürlüğü haklarını ihlal ediyor ve Mısır’ın çevre ve iklim eylemi taahhütlerini yerine getirme yeteneğini tehdit ediyor” tespitinde bulunuyor.

Diğer çevre savunuculuğu grupları da Mısır hükümetinin COP27’ye katılmasına izin verilecek sivil toplum gruplarının sayısını sınırlandırması, planlanan protestoları sıkı bir şekilde kontrol etmesi, konferansın sınırlarında kordon altına alınmış bir alanda yalnızca sınırlı gösterilere izin verilmesiyle ilgili endişeli.

HRW çevre ve insan hakları direktörü Richard Pearshouse, “İnsan hakları ve güçlü iklim eylemi arasında, ikisi ayrı alanlarmışçasına temel bir gerilim kuruluyor. Şimdi bu gerilimin gerçekten ortaya çıktığını görüyoruz.”

COP27, 6-18 Kasım tarihleri ​​arasında Mısır’ın Sina Yarımadası‘ndaki Şarm El-Şeyh kentinde düzenlenecek.

Doğu ve Güneydoğu Avrupa, Kafkaslar ve Orta Asya’da yenilenebilir enerjide rekor büyüme

2017 [1] ve 2021 yılları arasında Güneydoğu ve Doğu Avrupa, Kafkaslar ve Orta Asya‘daki 17 ülke ve Kosova[2] yenilenebilir enerji kapasitesinde benzeri görülmemiş bir büyüme kaydetti.

Bu süre zarfında, toplam 106 GW kurulu yenilenebilir enerji kapasitesi için kümülatif olarak 21 gigawatt (GW) kapasite eklediler[3] . İlk kez, bu büyüme esas olarak güneş fotovoltaik (PV) (%58) ve rüzgar enerjisi (%25) ilavelerinden kaynaklandı. Bölgenin rüzgâr enerjisi kapasitesi 2017 ile 2021 yılları arasında yedi kattan fazla, güneş enerjisi kapasitesi ise 10 kattan fazla arttı.

Bu dönemde en fazla güneş ve rüzgâr enerjisi kapasitesini kuran ülke Ukrayna olurken (8,3 GW), onu Kazakistan (3,7 GW) ve Rusya Federasyonu (3,5 GW) takip etti. Bu üç ülke de 2019 yılında yenilenebilir enerji yatırımları açısından dünyanın ilk 30 ülkesi arasında yer alırken, Ukrayna 17. (3,4 milyar ABD doları), Rusya Federasyonu 20. (2,3 milyar ABD doları) ve Kazakistan 28. (0,8 milyar ABD doları) sırada yer aldı.

Bugün yayınlanan “UNECE Yenilenebilir Enerji Durum Raporu 2022″, 21st Yüzyıl için Yenilenebilir Enerji  Politikası Ağı (REN21) ve Birleşmiş Milletler Avrupa Ekonomik Komisyonu (UNECE) tarafından ortaklaşa hazırlandı. Rapor, Arnavutluk, Ermenistan, Azerbaycan, Belarus, Bosna Hersek, Gürcistan, Kazakistan, Kosova, Kırgız Cumhuriyeti, Moldova, Karadağ, Kuzey Makedonya, Rusya Federasyonu, Sırbistan, Tacikistan, Türkmenistan, Ukrayna ve Özbekistan‘da yenilenebilir enerji ve enerji verimliliğinin durumuna ilişkin en güncel bilgileri sunuyor.

Enerji güvenliği ön planda

Yenilenebilir enerji kaynaklarındaki atılımlara rağmen, bu odak ülkeler büyük ölçüde fosil yakıt kaynaklarına bağımlı olmaya devam ediyor ve başta Rusya Federasyonu olmak üzere sınırlı sayıda enerji ihracatçısına bel bağlıyor. Rapora göre, ülkelerin 13’ü enerji ithalatına büyük ölçüde bağımlı; Ermenistan, Belarus, Gürcistan ve Moldova olmak üzere dört ülke toplam birincil enerji arzının %70’inden fazlasını ithal ediyor. Yenilenebilir enerji kaynakları, ülkelerin enerji arzlarını çeşitlendirmelerine ve dalgalanan doğal gaz ve petrol fiyatlarına karşı korunmalarına yardımcı olabilir.

Fosil yakıtlar için büyük sübvansiyonlar ve fosil ve nükleer bazlı enerji için düşük tarifeler, tüm sektörlerde yenilenebilir enerjilerin hızlı bir şekilde yayılmasını engelliyor. Enerji sübvansiyonlarının gayri safi yurtiçi hasıla (GSYH) içindeki payı tüm odak ülkelerde azalmış olsa da, 2020 yılında özellikle Özbekistan (%6,6), Türkmenistan (%3,2), Kazakistan (%2,6) ve Azerbaycan’da (%2,4) hala önemliydi.

‘Fosil yakıtlardan uzaklaşmak hiç bu kadar hayati olmamıştı’

REN21 İcra Direktörü Rana Adib, “2021’e kadar bölgedeki yenilenebilir enerji büyümesi esas olarak elverişli politikalar ve yenilenebilir enerji teknolojilerinin düşen maliyetleri tarafından yönlendirildi – ancak şimdi enerji güvenliği kesinlikle ön planda. Fosil yakıtlardan uzaklaşmak bölge için hiç bu kadar hayati olmamıştı” diyor. 

UNECE Yönetici Sekreteri Olga Algayerova‘nın konuyla ilgili görüşleri ise şöyle:

“BM iklim görüşmelerine (COP27) sadece birkaç ay kalmışken, UNECE  bölgesindeki ülkeler ve yatırımcılar, küresel net sıfır hedeflerine ulaşmak ve fosil yakıt bağımlılığını sona erdirmek için yenilenebilir enerji kaynaklarının yaygınlaştırılmasına yönelik taahhütlerini acilen iki katına çıkarmalıdır. Bu eylem aynı zamanda ülkelerin BM Sürdürülebilir Kalkınma Hedeflerine ulaşma yolunda ilerlemelerine yardımcı olmak ve dirençli enerji sistemlerine geçişi hızlandırmak için de hayati önem taşıyor. Yenilenebilir enerji yatırımlarının arttırılması, Ukrayna’daki çatışmayla bağlantılı enerji ve finansal şoklar ışığında enerji güvenliğini ve satın alınabilirliğini güçlendirmek için çok önemlidir.”

 Rusya’nın Ukrayna’yı işgali bölgedeki yenilenebilir enerji alanındaki ilerlemeyi baltalıyor

Rusya Federasyonu’nun işgalinin bir sonucu olarak, Ukrayna’daki kurulu rüzgar enerjisi kapasitesinin yaklaşık %90’ı ve kurulu güneş enerjisi kapasitesinin yaklaşık %30’u Haziran 2022 itibariyle devre dışı kaldı. Bu durum, bölgenin toplam rüzgâr enerjisi kapasitesinin yaklaşık dörtte birini ve güneş enerjisi kapasitesinin beşte birini etkiledi, zira Ukrayna son yıllarda yenilenebilir enerji kurulumları ve yatırımları konusunda lider konumda yer alıyor.

Adib, “Hızlı bir enerji dönüşümünün faydaları ve bölgedeki yenilenebilir enerji tesislerinde bir artış getirebilir” değerlendirmesini yapıyor.

Bölgedeki potansiyeli hala kullanılmıyor

Yenilenebilir enerjideki önemli büyümeye rağmen, diğer sektörlerdeki yenilenebilir enerji potansiyeli hala kullanılmıyor. Binalar, ulaşım ve sanayi bölgedeki en büyük enerji tüketimini oluşturuyor, ancak bu sektörlerin enerji kullanımında yenilenebilir enerji kaynaklarının payı çok az değişti. Ukrayna, 2020 yılında sadece %2,5 ile bölge genelinde ulaşımda en yüksek yenilenebilir enerji payına ulaştı.

Özellikle binalar için enerji verimliliği politikaları, son beş yılda bölge genelinde büyük ölçüde gelişti. Bununla birlikte, Arnavutluk dışındaki tüm odak ülkelerin enerji yoğunluğu 2019’da Avrupa Birliği’nden (AB-27) daha yüksek kalmaya devam etti ve en yüksek oranlar Türkmenistan ve Rusya Federasyonu’nda görüldü.

Daha fazla yatırım, bölgesel iş birliği ve yerel tedarik ihtiyacı

Rapor, yenilenebilir enerji ve enerji verimliliğine yönelik politika ve hedeflerin benimsenmesinde önemli ilerlemeler kaydedildiğini belgeliyor; odak ülkelerin 15’i ulusal yenilenebilir enerji hedefleri belirledi ve 4 ülke net sıfır emisyon veya karbon nötrlüğü için bir hedef belirledi. Ancak, politikaların ve eylem planlarının benimsenmesinde eksiklikler devam ediyor ve uygulama yavaş kalıyor.

Sonuç olarak, odak ülkeler genelinde yenilenebilir enerjiye yapılan kamu ve özel sektör yatırımlarının toplamı, küresel büyüme eğilimlerine kıyasla mütevazı kalıyor. Bölgedeki yenilenebilir enerji yatırımları 2016 yılında 2,7 milyar ABD dolarına düştü, 2018 yılında ise 2013 yılındaki 7,2 milyar ABD doları seviyesine geri dönerek küresel toplamın yaklaşık %2,2’sini temsil ettr[4] . Buna karşılık, 2018 yılında AB’de yenilenebilir enerjiye 56,5 milyar ABD doları yatırım yapıldı.

Adib’in yapılması gerekenlere ilişkin önerileri ise şöyle: “İstikrarlı enerji maliyetleri ile düşük karbonlu bir gelecek sağlamak için ülkelerin bugünden yenilenebilir enerjiye dayalı bir enerji sistemine geçmeleri gerekiyor. Bu da politika uygulamaları, yerel tedarik zincirlerini büyütmek için uzun vadeli finansman ve daha güçlü bölgesel iş birliği ile sağlanabilir.”

Bölgede yenilenebilir enerji kapasitelerinin yanı sıra yerel ve bölgesel tedarik zincirlerine yapılan yatırımların önemli ölçüde arttırılması gerekiyor. Bu sadece ekonomik fırsatlar yaratmakla kalmayacak, aynı zamanda uzun vadeli enerji güvenliğinin oluşturulması için de hayati önem taşıyacak.”

Odak ülkelerin çoğu güneş panelleri ve kolektörleri, rüzgar türbinleri ve verimli ısı sobaları gibi kilit teknolojileri ithal ediyor. Bölgesel ve yerel tedarik zincirlerine yatırım yapmak katma değer yaratabilir ve ekonomik büyümeyi artırabilir. Bölgede büyük ölçüde kullanılmayan dağıtık (merkezi olmayan) yenilenebilir enerji kaynakları, enerji yoksulluğunun üstesinden gelinmesine yardımcı olabilir ve ekonomik büyümeyi teşvik edebilir. Paydaşları (belediyeler, topluluklar ve  vatandaşlar gibi) güçlendirebilir, toplumsal cinsiyet eşitliğini artırabilir ve doğal afetler ve çatışmalar gibi şoklara karşı dayanıklılığı güçlendirebilirler.

*

[1] REN21’in “UNECE Yenilenebilir Enerji Durum Raporu”nun 2017’deki bir önceki baskısına buradan ulaşılabilir.
[2] Kosova’ya yapılan tüm atıflar BM Güvenlik Konseyi’nin 1244 (1999) sayılı kararı bağlamında yapılmıştır.
[3] Karşılaştırma yapmak gerekirse, küresel kurulu yenilenebilir enerji kapasitesi 2021 yılında 3.146 GW’a ulaşmıştır (REN21 2022).
[4] Bu tahminler IRENA ve CPI’dan (2020) alınmıştır ve kamu ve özel, uluslararası ve yerel yatırımlara atıfta bulunmaktadır. Hesaplama Litvanya, Letonya, Bulgaristan ve Romanya’yı içermektedir.

İsveç’de aşırı sağ ikinci parti, Başbakan Magdalena Andersson görevi bırakıyor

İsveç‘te geçen hafta sonu yapılan genel ve yerel seçimlerde aşırı sağcı İsveç Demokratları‘nın (SD)  ikinci parti olduğu kesinleşti. Sosyal Demokrat Başbakan Magdalena Andersson, hükümetinin yenilgiye uğramasının ardından görevi bırakacağını açıkladı.

Andersson, gazetecilere SD’nin artan popülaritesinden endişe duyanları anladığını belirerek, “Endişelerinizi anlıyorum ve paylaşıyorum” dedi.

İsveç Demokratları, Neo-Nazi hareketinden doğan bir siyasi parti. Oyların başa baş olması nedeniyle sayım pazar gecesinden beri sürüyordu. Yüzde 99’u sayılan oy dağılımına göre Andersson’un merkez sol koalisyonu, sağ partilerden oluşan bloğa karşı 176’ya karşı 173 sandalye ile seçimleri kıl payı kaybetmiş görünüyor.

BBC’nin aktardığına göre, liberal muhafazakar olarak tanımlanan Ilımlı Parti lideri Ulf Kristersson‘un hükümeti kurması bekleniyor. Kristersson, hafta başında kuracağı olası hükümette İsveç Demokratları’nın da yer alacağını açıklamıştı.

İsveç seçimleri: Sosyal Demokratlar ilk sırada, aşırı sağcı parti ikinciliğe yükseldi

2015 yılında Avrupa’ya göç akınının yükselişe geçmesiyle ülkede göçmenlerle ilgili kaygılar artmış, SD’nin oyunda hızlı bir artış gözlemlenmişti. Aşırı sağcı, ırkçı parti Avrupa dışında ülkelerden göçe karşı çıkıyor. SD, 2018 seçimlerine kıyasla oyunu 3 puandan fazla yükseltti.

Sağ blok dört partiden oluşuyor: İsveç Demokratları, Ilımlı Parti, Hıristiyan Demokratlar ve Liberaller. 

‘Zayıf ama yine de çoğunluk’

Başbakan Andersson, dün düzenlediği basın toplantısında yenilgiyi kabul etti. “Parlamentoda bir-iki sandalye avantajları var. Bu zayıf bir çoğunluk, ama yine de çoğunluk” ifadesini kullanan Andersson, Perşembe günü resmen istifa edeceğini söyledi.

İsveç’in ilk kadın başbakanı olan Andersson, geçen yıl göreve geldiğinde ilk gün istifa etmiş, kısa bir süre sonra görevine geri dönmüştü.

Sosyal Demokratlar, 2014’ten beri İsveç’i yönetiyor ve 1930’lardan beri ülke siyasetine hükmediyordu.

İsveç Demokratları: Neo-Nazi hareketinden doğdu

Şimdiye dek diğer siyasi partiler tarafından dışlanan ve görmezden gelinen İsveç Demokratları’nın oyların yaklaşık yüzde 20’sini kazanması İsveç siyaseti için önemli bir dönüm noktası olarak görülüyor.

1980’lerin sonunda bir neo-Nazi hareketinden doğan parti, imajını düzeltmeye çalışırken yavaş yavaş güçlendi. Parti, seçim kampanyasında, daha uzun hapis cezaları ve göçü kısıtlama yoluyla “İsveç’i yeniden güvenli hale getirme” vaadinde bulundu.

Partinin lideri Jimmie Akersson dört partinin de tam desteğine sahip olamadığı için başbakan olamayacak; onun yerine Ilımlı Parti lideri Ulf Kristersson hükümeti kurma çalışmalarına başlayacağını söyledi.

Kristersson 2019’da SD ile partiyle bir ittifak kurmak için görüşmelere başlamıştı.