Ana Sayfa Blog Sayfa 768

Boğaziçi Üniversitesi’nde direniş sürüyor: Naci İnci yalnız kalmaya ve kınanmaya mahkum

Boğaziçi Üniversitesi akademisyenleri, bugün de atanmış rektör ve üniversite yönetimine karşı 621’inci kez bir araya geldi.Direnişlerini sürdüren akademisyenler 419’uncu kez rektörlük binasına sırt çevirdi.

Bugün, Naci İnci’nin Boğaziçi Üniversitesi’ne rektör olarak atanmasının 386’ıncı, 30 Temmuz günü gerçekleştirilen destek oylamasında akademisyenlerin yüzde 95 oranında rektör adaylığına karşı olduğu açıklanan İnci’nin Matematik Bölümü tam zamanlı öğretim üyesi Mohan Ravichandran’ı hiçbir gerekçe göstermeden dönem ortasında görevden almasının ise 305’inci gününe gelindi.

Batı Dilleri ve Edebiyatları bölümü Öğretim Görevlisi Can Candan’ın ikinci kez görevden alınmasının 63’üncü, Candan’ın İnci’nin talimatıyla tekrar kampüse alınmayışının ise 32’inci günü oldu.

Boğaziçi Üniversitesi akademisyenleri haftanın her iş günü olduğu gibi bugün de 12:15’te #KabulEtmiyoruzVazgeçmiyoruz diyerek arkalarını 419’uncu kez rektörlük binasına döndüler.

Akademisyenler nöbet boyunca ellerinde “Kabul Etmiyoruz”, “Vazgeçmiyoruz” ve “Özerk, Özgür, Demokratik Üniversite” yazan dövizler taşıdılar.
Boğaziçi Üniversitesi akademisyenleri 419. nöbetlerinin ardından haftanın her son iş gününde olduğu gibi haftalık açıklamalarını okudular:

‘Naci İnci yönetimi ulusal ve uluslararası kamuoyu nezdinde de yalnız kalmaya ve kınanmaya mahkum’

“Sizlere basının hâlen alınmadığı, çevresinde polisin ağır silahlarla devriye gezdiği, her köşesinin kameralarla, özel güvenlik güçleri ve sivil polislerce denetlenmeye çalışıldığı, girişlerine yüksek demir parmaklıkların yerleştirildiği kampüsümüzden sesleniyoruz.

Boğaziçi Üniversitesi’nin hocaları, öğrencileri, idari personeli ve mezunlarıyla birlikte sürdürdüğü kararlı direnişini soruşturmalar, yasaklar ve ihraçlarla engelleyebileceğini düşünen üniversitemize verdiği zararları yanıltıcı açıklamalarla meşrulaştırabileceğini sanıyor.

Ancak Naci İnci yönetimi üniversitemizde olduğu gibi ulusal ve uluslararası kamuoyu nezdinde de yalnız kalmaya ve yıkıcı icraatları nedeniyle kınanmaya mahkum. Kayyım yönetimi, Boğaziçi Üniversitesi Ekonomi Bölümü’nün seçilmiş başkanı, uzun yıllar çeşitli idari görevleri özveri ve yetkinlikle yürütmüş Prof. Dr. Ünal Zenginobuz hakkında mesnetsiz iddialarla ceza ve disiplin soruşturmaları açmış, bu gerekçeye dayanarak hocamızı üç ay süreyle görevinden uzaklaştırmıştı.

Boğaziçi Üniversitesi’nden 300’e yakın akademisyen, imza attıkları bildiriyle Zenginobuz’a desteklerini açıklamış, hocamızın akademik ve idari faaliyetlerine engel olunmasının yarattığı kamu zararının ivedilikle giderilmesini talep etmişti. Bu hafta da Boğaziçi Üniversitesi bünyesinde yer alan 29 bölümün tamamı ile Biyomedikal Enstitüsü, Çevre Bilimleri Enstitüsü ve seçilmiş müdürü hukuksuzca görevden alınan Atatürk Enstitüsü akademisyenleri, daha önce bireysel imzalarla yayımlanan bu açıklamaya desteklerini duyurdular. Bunun yanı sıra, Türkiye’de ve dünyada akademik camiada örnek alınan isimler arasında yer alan Zenginobuz’a, alanlarında üç Nobel Ödüllü bilim insanın da bulunduğu, uluslararası düzeyde saygınlığa sahip ekonomistler de bu hafta bir bildiriyle desteklerini açıkladı ve kayyım yönetiminin bu utanç verici yaptırımını kınadı. 

Açıklamada, bu gayrimeşru tasarrufun Boğaziçi Üniversitesi’nde Ocak 2021’den beri devam eden ve akademik özerklik ve liyakat ilkelerini çiğneyen sürecin bir parçası olduğuna dikkat çekildi.

‘Hocamız  kapalı kapılar ardında gerçekleştirilen bir operasyonu gün yüzüne çıkardığı için öğrencilerinden koparıldı’

Geçtiğimiz haziran ayında Bilgi Teknolojileri Komisyonu üyesi Tuna Tuğcu kişisel verilere usulsüz erişim hakkı verilmesi ve üniversitenin bilişim güvenliğini tehlikeye atan işlemler konusunda kayyım yönetiminin sebep olduğu zararları ifşa ederek, kurumumuzun karşı karşıya olduğu büyük güvenlik tehlikesine dikkat çekmişti. Bu ifşayı takiben Tuğcu hakkında asılsız sebeplerle iki disiplin soruşturması açıldı ve hocamız üç ay süreyle görevden uzaklaştırıldı.

Bu hafta ise Tuğcu’ya, hakkındaki uzaklaştırmanın 3 ay daha uzatıldığı resmi olarak bildirildi. Bu kararın ‘kamu yararı‘ öne sürülerek gerekçelendirildiğini dehşetle öğrendik.

Hocamız, sadece sorumlu bir üniversite mensubu ve etik değerlere saygılı bir komisyon üyesi olarak görevini yerine getirdiği için, kapalı kapılar ardında gerçekleştirilen bir operasyonu gün yüzüne çıkardığı için okulundan, öğrencilerinden koparıldı.

‘Tuna Tuğcu bir önce görevine iade edilsin’

Oluşan gerçek kamu zararının sorumlusu Tuğcu’nun kampüse girişini yasaklayan, Bilgisayar Mühendisliği Bölümü‘nde verdiği dersleri ve idari faaliyetlerini engelleyen, tez öğrencilerini mağdur ederek araştırma projelerini sekteye uğratan kayyım yönetimidir. Veri paylaşımı ile ilgili gerçeklerin ortaya çıkarılmasını ve haksızca üniversiteden uzaklaştırılan Tuna Tuğcu’nun da bir an önce görevine iade edilmesini talep ediyoruz.

Boğaziçi Üniversitesi Yayınevi  kapatıldı

Araştırma üniversitesi, bilimsel özgürlük, akademik üretim, kamu yararı gibi kavramlarla bağını koparan kayyım yönetiminin atandığından beri üniversitemizde imza attığı utanç verici icraatlardan bir diğeri de 1 Kasım 2021 tarihinde, Boğaziçi Üniversitesi Yayınevi’nin editörünün işine son vererek yayınevini fiilen kapatması olmuştu. 25 yıl boyunca özveriyle faaliyetlerini sürdüren, ulusal ve uluslararası düzeyde öneme sahip kitapları okuyucusuyla buluşturan Boğaziçi Üniversitesi Yayınevi, hiç kimsenin haberi olmadan, hiçbir resmî karar alınmadan, kimseye danışılmadan yok edilmek istenmişti.

Kamuoyundan gelen tepkilere karşı kayyım yönetimi, alınan kararlarla ilgili pandemi koşullarını ve ekonomik nedenleri bahane göstermiş, yayınevinin ‘daha verimli bir yayınevi anlayışı ile‘ yayıncılık faaliyetine devam edeceğini vadetmişti. Ancak üniversite yaşamını merkeziyetçi ve güvenlikleştirilmiş bir hâle getirmek konusunda hiçbir kaynak sıkıntısı yaşamayan, pandemi koşullarını ise sadece üniversite yaşamını çoraklaştırmak amacıyla suistimal eden kayyım yönetimi, on aydan fazla zamandır ‘daha verimli bir yayınevi anlayışı‘ tesis etmek için hiçbir girişimde bulunmadı.

Gücünü özerk yapılardan almayan, emir komuta zincirine tâbi kayyım yönetimlerinin içinde bulundukları kurumların yararına herhangi bir icraatta bulunamayacaklarını biliyoruz. Bu hafta da kayyım yönetiminin Boğaziçi Üniversitesi Yayınevi’ne Kuzey Kampüs’te tahsis edilmiş olan ofisi boşalttırması bizleri şaşırtmadı. Kayyım yönetimini bir kez daha kınıyoruz. Özgür ve özerk bir yapıya kavuştuğumuzda Boğaziçi Üniversitesi Yayınevi’ni hep birlikte yeniden canlandıracağız.

Kayyım yönetiminin üniversite mensuplarını yıldırmaya ve kampüslerimizdeki akademik ve kültürel hayatı kuraklaştırmaya odaklı icraatlarının bir diğer örneği de etkinlikleri ve çalışmalarıyla uluslararası alanda takdir toplamış olan Bizans Çalışmaları Araştırma Merkezi’nin Güney Kampüs’teki mekânından çıkarılmış olması. Gayrimeşru yönetimin emriyle, Merkezin eşya ve evrakları Kuzey Kampüs’te sadece depo olarak kullanılabilecek küçük bir alana sıkıştırıldı.

Konferans salonu olarak da hizmet veren toplantı odası, öğrenci ve araştırmacıların kullandığı çalışma alanı ve yurtiçi ve yurtdışı birçok bağışla oluşturulmuş kitaplığı ile alanında önemli bir boşluğu dolduran bu merkezin işlevsizleştirilmesi Türkiye’de Bizans çalışmalarının gelişimine sekte vuracak ve üniversitemizin bilimsel araştırma ortamının fakirleşmesine yol açarak ciddi bir kamu zararı doğuracaktır.

‘Bu özgür-yaratıcı üretime, akademik özerkliğe yönelik tahammülsüzlük’

Açıkça görülüyor ki, üniversitemizin araştırma merkezlerine, yayınevine, bölüm, birim ve fakültelerin iradelerine, öğrencilerine, idari personeline, mezunlarına yönelik bu hasmane tutum; bilimsel akla, özgür-yaratıcı üretime, akademik özerkliğe yönelik tahammülsüzlüğün ifadesidir. Üniversitemizin geleceğinde bu otoriter, baskıcı, dışlayıcı, yıkıcı yönetim anlayışının var olmasına izin vermeyeceğiz.

Kayyım yönetiminin üniversiteyi yönetemediğinin en açık göstergelerinden birisi de öğrencilerin boğuştuğu yurt krizi. Yönetim aksini iddia etse de öğrencilerin önemli bir kısmının yurtlara yerleştirilmediğini biliyoruz. Büyük bir emek ve özveriyle Boğaziçi Üniversitesi’ne giren öğrencilerimize yönelik bu umursamaz tavır kabul edilemez.

Kayyım yönetiminin Kilyos kampüsünü Anadolu Hisarı’na taşıma kararı nedeniyle üniversitemizde de şiddetlenen barınma krizinin sorumlusu rektörlük makamıdır. Gayrimeşru idarenin, erkek öğrencileri yerleştirmek amacıyla yurtlarından çıkardığı 277 kadın öğrencinin, rektörlüğün geri adım atmasıyla yurtlarına dönebilecek olmalarını olumlu karşılıyoruz. Ancak ne bu gelişme ne de kalıcı olamayacak sağlıksız ve göstermelik tedbirler yurt krizinin çözüldüğü anlamına gelmiyor. Bu kriz keyfi kararlarla değil, ancak öğrencilerin ihtiyaç ve taleplerine öncelik veren ve kayyım yönetiminin sağlayamayacağını bildiğimiz katılımcı ve demokratik bir yaklaşımla çözülebilir.

‘Gayrimeşru uygulamalar bir an önce sona ersin’

Üniversitedeki gayrimeşru uygulamalar bir an önce sona ermelidir. Üniversitemizdeki tüm fakülte dekanları, enstitü müdürleri ve yüksek okul müdürü seçimle göreve gelmeli ve seçilmiş kurullarla denetlenebilmelidir. Şeffaf ve demokratik yollardan belirlediğimiz ve haksızca işlerine son verilen dekanlarımız ve enstitü müdürümüz bir an önce görevlerine iade edilmelidir.

Atama ve yükseltme kriterleri hiçe sayılarak, bölüm, fakülte ve enstitülerin onayı alınmadan, tepeden inme kararlarla yapılan tüm atamalar gayrimeşrudur, geri alınmalıdır. İşlevsizleştirilen Boğaziçi Üniversitesi Yayınevi ve Cinsel Tacizi Önleme Koordinatörlüğü işinin ehli çalışanlarıyla birlikte bir an önce tekrar faal hâle getirilmelidir. Gayrimeşru yönetim tarafından gerekçesiz şekilde el konulan İstanbul Matematiksel Bilimler Merkezi binası eski işlevine kavuşturulmalı, yeniden araştırmacıların kullanımına sunulmalıdır.

Naci İnci ve yönetimi ile bugüne kadar hukuksuzca kadrolaşmış tüm isimlerin istifasını talep ediyoruz. Fakülte ve bölüm kararları yok sayılarak işine son verilen ve dersleri iptal edilen meslektaşlarımızın haksızca uzaklaştırıldıkları işlerine iade edilmelerini, ayrıca öğrencilerimiz, akademik ve idari personelimiz hakkında mesnetsiz gerekçelerle açılmış tüm disiplin soruşturmalarının geri alınmasını bir kez daha talep ediyoruz. Üniversitemizi yılmadan ve kararlılıkla savunmaya devam edeceğiz.

‘Kabul etmiyoruz, vazgeçmiyoruz’

Bizler her iş günü her öğlen bu meydanda toplanıyor, rektörlüğe sırtımızı dönüyor, gayrimeşru yönetimin demokratik olmayan uygulamaların hiçbirini kabul etmediğimizi, ilkelerimizden vazgeçmeyeceğimizi söylüyoruz. Kamuoyuna ilkelerimizin arkasında olduğumuzu, insan haklarına, bilimsel düşünceye saygılı, demokratik bir üniversite ortamı kurulana kadar bu direnişten vazgeçmeyeceğimizi yeniden ve ilk günkü kararlılığımızla duyurur, bu mücadeleyi öğrencilerimize, mezunlarımıza, ülkemize olan borcumuz olarak gördüğümüzü ifade etmek isteriz.

Türkiye’de özgür, özerk, demokratik ve katılımcı ilkelere dayalı bir üniversite ideali gerçekleşene kadar,

Kabul etmiyoruz, vazgeçmiyoruz.

İtalya iki-üç saatte altı aylık yağış aldı: 10 ölü

İtalya‘nın doğusundaki Marche bölgesinde aşırı yağışların yol açtığı sellerde 10 kişi hayatını kaybetti.

Perşembe günü etkili olan aşırı yağışlar Ancona şehri ve çevresinde büyük yıkıma yol açtı. Gece boyunca onlarca kişi mahsur kaldıkları bina çatıları ve ağaç tepelerinden kurtarılırken sabah saatlerinde 10 kişinin cansız bedenine ulaşıldı.

Soğuk suyun yol açtığı hipotermi ve yaralanmalar nedeniyle yaklaşık 50 kişi hastanelere kaldırıldı. Yerel yetkililer ikisi çocuk dört kişinin de halen kayıp olduğunu bildiriyor.

BBC‘den Övgü Pınar‘a konuşan  Castelleone di Suasa kasabasının Belediye Başkanı Carlo Manfredi, bölgedeki durumu ‘’kıyamet gibi’’ diye özetledi.

Marche bölgesi Sivil Savunma Müdürü Stefano Stefoni de dünkü yağışların sıra dışı biçimde yoğun olduğunu belirterek ‘’2-3 saat içinde, normalde bölgeye bir yılda düşen yağışın yarısına denk gelen 420 mm yağış gerçekleşti’’ diye konuştu.

Sassoferrato Belediye Başkanı Maurizio Greci ise sel felaketi öncesinde yalnızca düşük seviyede bir yağmur ve rüzgar uyarısı geldiğini, böylesine sıra dışı bir olayı beklemediklerini söyledi.

‘Kötü hava değil iklim krizi’

Ulusal meteoroloji ajansı Italia Meteo‘nun direktörü Carlo Cacciamani, Marche’deki sellerde iklim değişikliğinin büyük rol oynadığını ve bu gibi olayları öngörmenin güç olduğunu belirtti.

İtalyan RaiNews24 kanalına konuşan Cacciamani, iklim değişikliği nedeniyle bu gibi sıra dışı meteorolojik olayların sıklığı ve yıkıcılığının arttığını söyledi, bunu antroposen çağın bir özelliği olarak tanımladı.

İklim aktivistleri ise iklim krizini görmezden gelen siyasetçileri suçladı. Fridays for Future Italia hareketi sel görüntülerini sosyal medyada paylaşarak ‘’Bunun adı kötü hava değil İKLİM KRİZİ’’ dedi.

İtalya’da 25 Eylül’deki seçimler öncesinde çevre ve iklim meselelerinin yeterince gündeme gelmemesinden ve enerji krizine çözüm formüllerinden şikayet eden grup, ‘’İklim krizini görmezden gelen, kömür santrallerini yeniden açan, doğalgaz boru hatları inşa eden bir politika var. Bir de gerçekler var’’ diye yazdı.

Oxfam: İklim değişikliğinden en çok etkilenen 10 ülkede açlık iki kattan fazla arttı

Yardım kuruluşu Oxfam‘ın dün yayımladığı Isınan bir dünyada açlık: İklim krizi zaten aç olan bir dünyada açlığı nasıl körüklüyor? raporuna göre aşırı açlık, altı yılda 2017’den 2021’e altı yıl içinde dünyanın en sıcak 10 iklim noktasında yüzde 123 arttı.

7’siAfrika’da yer alan bu 10 ülkede akut açlıkla karşı karşıya kalan kişi sayısı 2016’da 21,3 milyon iken 2021’de 47,5 milyona yükseldi.

Bu 10 ülke, 2000 yılından bu yana aşırı hava koşullarıyla ilgili en fazla BM başvurusuna sahip: Afganistan, Burkina Faso, Cibuti, Guatemala, Haiti, Kenya, Madagaskar, Nijer, Somali ve Zimbabve.

Oxfam International’ın yönetici direktörü Gabriela Bucher, “İklim değişikliği artık bir saatli bomba değil, gözlerimizin önünde patlıyor. Son 50 yılda beş kat artan kuraklık, kasırga ve sel gibi aşırı hava koşullarını daha sık ve daha ölümcül hale getiriyor” dedi.

Somali, tarihindeki en kötü kuraklıkla karşı karşıya. Raporlara göre, kuraklık nedeniyle bir milyon kişi evlerini terk etmek zorunda kaldı. Oxfam raporuna göre, ülke iklim değişikliğine hazırlık açısından 182 ülke arasında 172’inci sırada yer alıyor.

Analize göre Kenya‘da mevcut kuraklık yaklaşık 2,5 milyon canlı hayvanı öldürdü, yüz binlerce çocuk ciddi şekilde yetersiz beslendi ve 2,4 milyon insan aç kaldı.

Açlık çeken insan sayısı altı yılda Nijer’de yüzde 767, Burkina Faso’da yüzde 1350 arttı

Nijer’de bugün 6 milyon insan akut açlıkla karşı karşıya (2016’ya göre yüzde 767 artış).

Devam eden çatışmaların yanı sıra sık görülen iklim şokları hasadı giderek zorlaştırdığı için tahıl üretimi yaklaşık yüzde 40 düştü.

Burkina Faso, 2016’dan bu yana açlıkta yüzde 1,350 gibi şaşırtıcı bir artış gördü ve Haziran 2022 itibariyle 3,4 milyondan fazla insan aşırı açlık çekiyor. Bunun arkasındaki ana nedenler silahlı çatışmalar ve kırsal arazilerdeki büyük çölleşme.

Oxfam, iklim kaynaklı açlığın, iklim krizinden en az sorumlu olan ve bunun etkisinden en çok etkilenen ve bununla başa çıkmak için en az kaynağa sahip olan ülkelerle birlikte, küresel eşitsizliğin açık bir göstergesi olduğunu vurguladı.

Bu 10 ülke  küresel karbon emisyonlarının sadece yüzde 0.13’ünden sorumlu.

Buna karşılık, dünya ekonomisinin yüzde 80’inden fazlasını elinde tutan G20 gibi kirletici sanayileşmiş ülkeler, en kötü etkilenen bu 10 ülkeden 650 kat daha fazla emisyon salıyor.

10 ülkenin her biri, iklim değişikliği ve zararlarıyla baş etmeye en az hazır olan ülkeler listesinin en sonundaki diliminde yer alıyor.

2022’de BM insani yardım çağrısı 48,82 milyar dolardı ve Oxfam, son 50 yılda ortalama günlük karları göz önünde bulundurarak bunun fosil yakıt şirketleri için 18 günden daha az kâra eşdeğer olduğunu belirtti.

Sağlık çalışanları, hasta yakını tarafından öldürülen güvenlik işçisi için eylemde

Sağlık çalışanları, Esenyurt Necmi Kadıoğlu Devlet Hastanesi‘nde hasta yakınının bıçaklı saldırısı sonucu hayatını kaybeden güvenlik görevlisi Tuğrul Okudan için birçok şehirde eylem yapıyor.

İstanbul Tabip Odası (İTO) ve Sağlık ve Sosyal Hizmet Emekçileri Sendikası’nın (SES) çağrısıyla olayın yaşandığı hastane önünde bir araya gelen hekimler ve sağlık çalışanları görevi başında katledilen Tuğrul Okudan’ı andı ve “Saplanan bıçak hepimizin boynunda!” diyerek sağlıkta şiddeti protesto etti.

Hastanenin tüm bölümlerinde iş bırakılırken, sağlık emekçileri adına konuşan İstanbul Tabip Odası Başkanı Dr. Nergis Erdoğan, “Sağlıkta şiddet hızını kesmediği gibi artıyor. Gencecik bir arkadaşımız katledildi. Dün hekimler, hemşireler, ambulans çalışanlarına yönelikti şiddet bugün güvenliğimizi sağlayan arkadaşlarımıza yöneldi. Bu bizim güvenliğimizin bir kez daha yıkıldığı anlamına geliyor. Korunmasız, çırılçıplak ortada kaldık demek. Savunmasız hissediyoruz. Sağlıkta şiddet acilen çözülmelidir” dedi.

Birlik ve Dayanışma Sendikası adına Marmara Şube Başkanı Ahmet Mehlepçi, SES Bakırköy Şube Eş Başkanı Nezahat Altınsoy Özen, DİSK Dev Sağlık İş Genel Sekreteri Erdoğan Demir ve Aile Hekimliği Çalışanları Sendikası (AHESEN) Başkanı Gürsel Özer de yaptıkları konuşmalarla tepkilerini dile getirdiler.

İstanbul’da İl Sağlık Müdürlüğü önünde toplanan bir grup sağlık çalışanı da Okutan için saygı duruşunda bulundu.

Ardından grup adına basın açıklamasını okuyan İSAHED yönetim Kurulu Başkanı Vildan Aydın, açıklanan sağlık reformunun yeterli olmadığına değindi:

“Henüz iki gün önce bir arkadaşımızı daha kurban verdiğimiz sağlıkta şiddet terörünü önleyin. Hizmet sunanın ve hizmet alanın hak ettiği sağlık sistemini tesis etmek için sahanın sesine kulak verin. Aksi hiçbir uygulama bizim nezdimizde ne teşvik ne de reform değildir.”

Ankara Eğitim ve Araştırma Hastanesi önünde Sağlık Emekçileri Sendikası (SES) üyelerinin yaptığı açıklamaya ise polis engel olmaya çalıştı.

AKP iktidarı sağlıkta şiddetin kaynaklarını görmezden gelmemizi istiyor

Türk Tabipleri Birliği (TTB) ve Antalya Tabip Odası da Antalya’da bir basın toplantısı düzenledi.

TTB Merkez Konseyi II. Başkanı Dr. Ali İhsan Ökten tarafından okunan ortak açıklamada, “güvenlik görevlisi sağlık emekçisi arkadaşımız Tuğrul Okudan’ı kaybetmenin derin üzüntüsü ve öfkesi içindeyiz. Hekim, hemşire, teknisyen, laborant, sekreter, güvenlik görevlisi kısaca tüm sağlık emekçileri olarak çok uzun süredir şiddet sarmalının içindeyiz” ifadelerine yer verildi.

Ülkede artan şiddet iklimi, bizlerin sadece çalışma koşullarını bozmakla kalmamış maalesef can güvenliğimizi de ciddi oranda tehdit eder hale gelmiştir.

Her anlamıyla tıkanan sağlık sisteminin tüm sorumluluğu sağlık emekçilerinin omuzlarına yıkılmakta, bu durum bizlerin hedef olmasına neden olmakta, sağlık alanında yürütülen politikalar bizlere çaresizlik, umutsuzluk, tükenmişlik, şiddet ve ölüm olarak geri dönmektedir.

Basın toplantısında söz alan Antalya Tabip Odası Genel Sekreteri Dr. Metehan Akbulut da sağlık kurumlarında şiddetin daha da tırmandığına dikkat çekerek can güvenliğinin hekimlerin ve sağlık çalışanlarının en önemli sorunu olduğunu haline geldiğini belirtti.

Sağlıkta şiddetin sadece bir güvenlik sorunu olarak ele alınamayacağının altını çizen Akbulut, “AKP iktidarı sağlıkta şiddeti basite almakta, nedenlerini ve kaynağını görmezden gelmemizi istemektedir. Sağlıkta şiddeti yıllardır AKP iktidarı tarafından uygulanan Sağlıkta Dönüşüm Programı artırmaktadır. Böyle sağlık sistemi olmaz! Bu şartlarda nitelikli sağlık hizmeti verilmez!” diye konuştu.

Adana Şehir Hastanesi Başhekimlik Binası önünde toplanan hekimler de yaşamını yitiren Okudan’a yönelik saldırıyı kınadı.

Adana Tabip Odası BaşkanıDr. Selahattin Menteş, şöyle konuştu:

“Esenyurt Necmi Kadıoğlu Devlet Hastanesi’nde canice bir cinayetle bir arkadaşımızı daha kaybettik. Güvenliğimizi sağlayan arkadaşlarımızı bile kaybetmekteyiz. Son yirmi yılda kışkırtılmış sağlık sistemi, kar hırsı ve üstümüzden oy kazanma isteği bu günlerin nedenidir. Toplumun her kesimi siyasetçilerin şiddet dili bu cinayetlerin nedenidir. Bu ülkedeki kadın cinayetleri, hayvan cinayetleri, cezasızlık ve ekonomik sıkıntılar bu cinayetlerin başka nedenidir.”

Fotoğraf: Mezopotamya Ajansı

Urfa, Manisa, İzmir, Diyarbakır, Mersin, Adıyaman ve Manisa‘da da hekimler sağlıkta şiddete ve yetersiz reforma karşı protestolar ve basın açıklamaları yaptı.

Türkiye’nin uluslararası vegan festivali Kadıköy’de: İstanbul Vegfest bu yıl yüz yüze

Türkiye’de veganlık bilincinin geliştirilmesi için çalışmalarını sürdüren Vegan Derneği Türkiye (TVD), 1-2 Ekim’de Türkiye’nin uluslararası vegan festivalini yeniden yüz yüze gerçekleştirecek.

Covid-19 önlemleri sebebiyle son iki yıldır internet üzerinden gerçekleştirilen Uluslararası İstanbul Vegfest, bu yıl Kadıköy sahilinde bulunan Festival Park Kadıköy’de iki gün boyunca sabahtan akşama ziyaretçileriyle buluşacak.

#YaşamaŞansVer sloganı ile özdeşleşen İstanbul Vegfest, vegan yaşam felsefesini anlamak ve hayvan hakları mücadelesine katkıda bulunmak isteyen herkese Cumartesi ve Pazar günleri 10:00’dan itibaren kapılarını açacak.

Söyleşiler, defileler, müzik dinletileri ve panellerden vegan yemek atölyeleri ve tadımlarına, belgesel gösterimleri ve sergilerden çocuklar ve yetişkinler için çeşitli atölyelere kadar pek çok farklı oturumun gerçekleşeceği vegan festivale giriş ücretsiz.

Üniversitelerde verilen vegan menü mücadelesi, sokakta yaşayan hayvanlara yönelik nefret suçları, av karşıtı hukuki mücadele, hayvan hak ve özgürlükleri, her yaşta bitki bazlı beslenme, moda ve turizm sektörlerinde Türkiye’den ve dünyadan etik ve sürdürülebilir uygulamalar, atıksız yaşam ve iklim değişikliği gibi pek çok konu başlığı; vegan tıp doktorları, sporcular, sanatçılar, hukukçular ve aktivistlerin katılımıyla sunumlar eşliğinde ele alınacak.

Bu yıl beşincisi düzenlenecek olan festival; iki gün boyunca Türkiye’den ve dünyadan ilham veren pek çok ismi ağırlayacak. Yurtdışından canlı internet bağlantısıyla katılacak konukların konuşmaları ise Türkçeye çevrilecek.

Veganlıkla ilgili en kapsamlı anketlerden biri yapılacak

Haftasonu boyunca festival alanında bulunacak olan vegan aktivizm, vegan ürün ve vegan yemek stantlarında vakit geçirecek festival ziyaretçileri, aynı zamanda Türkiye’de veganlıkla ilgili en kapsamlı ankete de katılabilecek.

İstanbul Ekonomi Araştırma (İEA) ve Vegan Derneği Türkiye (TVD) tarafından hazırlanan anket çalışması aracılığıyla vegan katılımcılar vegan olmayı nasıl seçtiklerine, veganlığa yaklaşımlarına ve bir vegan olarak yaşadıkları toplumsal ve ekonomik sorunlara yanıt verirken, vegan olmayanlar da veganlıkla ilgili görüş ve eğilimlerini paylaşabilecekler.

Festivalle ilgili geribildirimde bulunmak isteyen katılımcılar ise, festivalin web sitesine eklenen değerlendirme formu aracılığıyla görüşlerini ve gelecek yıllara yönelik isteklerini çevrimiçi olarak paylaşabilecek.

1 Ekim’de 10:00 – 23:00, 2 Ekim’de 10:00 – 20:00 saatlerine kadar sürecek olan festivalin detaylı program akışı, festival web sitesi https://vegfest.istanbul adresinde yakında duyurulacak. Festivale katılım bilgileri ise çok yakında festivalin sosyal medya hesapları olan @vegfestist’te paylaşılacak.

Bugün Dünya Ozon Günü: 7 soruda ozon tabakası ve ozon deliği

Bugün 16 Eylül Dünya Ozon Günü.

Ozon tabakasındaki incelmeyi kanıtlayan art arda bilimsel kanıtların ardından bu yokoluşa neden olan kimyasalların üretimini ve kullanımını düzenleyen Ozon Tabakasını İncelten Maddelere İlişkin Montreal Protokolü, 16 Eylül 1987 ‘de kabul edildi.

Peki stratosferdeki ozon, Dünya’daki yaşam için neden önemli? Ozon tabakasını ve ‘delnmesinin’ hikayesini altı maddede özetledik:

Ozon ‘deliği’ nedir?

Ozon deliği temel olarak stratosferdeki ozon tabakasının Güney Kutbu’nun üzerine düşen kısmında yaşanan incelmedir.

Son birkaç on yıldır insan tarafından üretilen kloroflorokarbonlar (CFC‘ler) ve halonlardan gelen klor ve brom gazları, Antarktika’nın yukarısındaki stratosferdeki ozon moleküllerini parçalayarak güney kutup bölgesindeki ozon tabakasının hızlı ve ciddi şekilde tahrip olmasına neden oluyor.

Bu yıpranmış bölge, “ozon deliği” olarak biliniyor. Dünya Meteoroloji Örgütü’nün aktardığına göre bu delik her yıl Ağustos ayında genişlemeye başlıyor, genişlik Ekim’de maksimum seviyeye ulaşıyor.

Ozon tabakasına ait en son verilerin görselleştirmesi, 13 Eylül 2022. Kaynak: NASA Ozone Watch

Ozon ve ozon tabakası nedir?

Ozon, soluduğumuz oksijen türü olan O2’nin güneş ışığı tarafından tek oksijen atomlarına ayrılmasıyla oluşur. Bu tek oksijen atomları, yeniden O2 oluşturabilir veya ozon (O3) oluşturmak için O2 molekülleri ile birleşebilir.

Stratosferdeki doğal ozon seviyesi, ozonu oluşturan güneş ışığı ile onu yok eden kimyasal reaksiyonlar arasındaki denge sonucu korunur. Ozon; nitrojen, hidrojen, klor veya brom içeren moleküllerle reaksiyona girdiğinde yok olur. Ozonu yok eden moleküllerin bazıları doğal olarak meydana gelir, ancak diğerleri insan yaratımıdır.

Atmosferdeki toplam ozon kütlesi yaklaşık 3 milyar tondur. Bu çok gibi görünebilir, ancak atmosferin yalnızca yüzde 0.00006’sını oluşturur. 

Atmosferdeki ozonun yüzde doksanı yaklaşık 10 ila 50 kilometre yükseklikteki atmosfer tabakası olan stratosferde bulunur ve ozon tabakası dediğimiz budur.

Bilim insanları da ozon deliğinden bahsettiklerinde, bu stratosferik “iyi” ozonun yok edilmesinden bahsediyor.

Stratosferdeki ozon, Güneş’ten gelen ultraviyole radyasyonun çoğunu emer. Ozon olmadan, Güneş’in yoğun UV radyasyonu Dünya’nın yüzeyini sterilize ederdi.

Ozon, güneşten gelen  UV-C radyasyonunun tümünü ve UV-B radyasyonunun çoğunu ve UV-A radyasyonunun yarısını yansıtır. Aşırı UV-B ve UV-A radyasyonu insanlarda güneş yanığına, cilt kanserine ve göz hasarına neden olabilir.

Yer seviyesindeki “kötü” ozon ise doğrudan temasta hem bitkiler hem hayvanlar hem de insanlar için zararlıdır. Zararlı etkileri arasında boğaz ve akciğer tahrişi veya astım veya amfizem yer alır.

‣ UV ışınları hakkında her şey: Zararları ne, D vitamini için gerekli mi?

Dünya yüzeyine yakın yerde konsantrasyonu milyarda 10 (yüzde 0.000001)’i geçen ozon seviyesi, ozon kirliliğidir ve araç ve endüstriyel emisyonlardan kaynaklanan nitrojen oksit gazlarının, bileşiklerle boya incelticiler gibi  karbon içeren uçucu organik kimyasallar ile reaksiyona girmesiyle oluşur.

‣ ‘İklim değişikliği ile artan hava sıcaklıklarının tetiklediği ozon kirliliği ölümcül seviyelerde’

Ozon tabakası neden delindi?

İnsan tarafından üretilen gazların artan seviyeleri, ozonun doğal dengesini bozan ve stratosferik ozon seviyelerinin azalmasına yol açan bir yıkıma yol açtı.

Ozon tabakasının incelmesinde rol oynayan halojen kaynaklı gazlar çoğunlukla atmosferde çok uzun ömürleri olan klor ve brom içeren kimyasallardır (CFC’ler (kloroflorokarbonlar) gibi).

Halojen gazların doğal ve antropojenik (insan temelli) kaynakları vardır.

Antropojenik bileşikler, ozon yıkıcı maddeler (ODC’ler) olarak bilinir ve dünya çapında Montreal Protokolü ile tanımlanmış ve aşamlı olarak yasaklanmıştır.

Bu maddeler önce çoğunlukla buzdolapları gibi ev ve ticari nitelikli soğutucu ve klima/ısı pompası sistemlerinde,  yalıtım köpüklerinde, yangın söndürme sistemlerinde, endüstriyel temizlikte ve aerosollerde kullanılıyordu.

Bu kaynak maddeler troposfere salındıktan sonra, hava hareketi ile stratosfere taşınır ve burada Güneş’ten gelen ultraviyole radyasyonla reaktif klor ve broma dönüştürülerek ozonun yok olmasına sebep olur.

Dönüşüm oranı her bileşik için farklıdır ve bunu yıl cinsinden atmosferik ömür olarak ölçülür. Ömrü ne kadar uzun olursa, salım o kadar yavaş olur ve bileşik atmosferde o kadar uzun süre kalır. Değerler genellikle 1 ila 100 yıl arasında değişir ve ozon tüketme potansiyeli (ODP), bir bileşiğin ozonu yok etme potansiyelinin bir ölçüsüdür.

Kötüleşmesini önlemek için neler yaptık?

Birçok hükümetin CFC’lerin Dünya’nın ozon tabakası üzerinde oluşturduğu tehlikeyi fark etmesiyle 1980’lerde CFC üretimini azaltmak için uluslararası anlaşmalar yapıldı ve bunlara göre hareket edildi.

1978’de imzalanan ve CFC içeren ürünlerinin kullanımını ve yapımını yasaklayan 196 ülkenin taraf olduğu Montreal Protokolü işletilmeye başlandı.

İlk anlaşma, çeşitli CFC ve halon türlerinin üretimini ve tüketimini 1994 yılına kadar 1986 seviyelerinin yüzde 80’ine ve 1999 yılına kadar 1986 seviyelerinin yüzde 50’sine düşürmek için tasarlandı.

Protokol 1 Ocak 1989’da yürürlüğe girdi.

O zamandan beri anlaşma CFC ve halonların yanı sıra karbon tetraklorür, trikloroetan, hidroflorokarbonlar (HFC’ler), hidrokloroflorokarbonlar (HCFC’ler), hidrobromoflorokarbonlar (HBFC’ler), metil bromür ve diğer ODC’lerin üretimini ve kullanımını daha da azaltmak ve tamamen ortadan kaldırmak için değiştirildi.

ABD Dışişleri Bakanı John Kerry, Ruanda’da düzenlenen Ozon Tabakasını İncelten Maddelere İlişkin Montreal Protokolü’nün 28’inci  Taraflar Toplantısı’nda konuşuyor. 14 Ekim 2016

ODC’lerden aşamalı çıkış programlarının gelişmiş ve gelişmekte olan ülkeler arasında farklılık gösterdiğini de belirtmek gerek.Gelişmekte olan ülkelerin uyum sağlama süresi, ikameleri piyasaya sürmek için daha az teknik ve mali kaynağa sahip olmaları nedeniyle biraz daha uzun.

Gelişmiş ülkelerde halonların üretimi ve tüketimi 1994 yılında resmen sona erdi, diğer bazı kimyasallar (CFC’ler, HBFC’ler, karbon tetraklorür ve metil kloroform gibi) 1996’da aşamalı olarak kaldırıldı, metil bromür 2005’te ortadan kaldırıldı ve HCFC’lerin 2030 yılına kadar tamamen aşamalı olarak kaldırılması hedefleniyor.

Buna karşılık, gelişmekte olan ülkeler 2010 yılına kadar CFC’leri, karbon tetraklorürü, metil kloroformu ve halonları ve metil bromidi 2015 yılına kadar aşamalı olarak sonlandırmıştır ve 2040 yılına kadar HCFC’leri ortadan kaldırmaları planlanmaktadır.

Düzelecek mi?

Copernicus Atmosfer İzleme Servisi‘nden araştırmacılar, ozon tabakasındaki deliğin 1979’daki haline kıyasla yüzde 75 daha büyük olduğunu söylüyor.

İyi haber şu ki, çoğu bilim insanı Montreal Protokolü gibi adımlarla birlikte ozon tabakasının kendini iyileştirme yoluna girdiği yolunda görüşe sahip ve iklim bilimcilerin tahminlerine göre 2060’da tabakanın 1980 yılındaki haline geri dönebileceğini düşünenler var.

NASA uydularından gelen en son veriler, ozon tabakamızın toparlandığını ve doğu Çin’de ozon tabakasına zarar veren kirletici gazların emisyonunda kısa dönemli artışının, Dünya’nın koruyucu “güneş kremi” tabakasının canlanmasını önemli ölçüde geciktirmeyeceğini gösteriyor.

Ancak ozon deliğinin zamanla iyileşmesini beklerken, ilerlemesini etkileyen birçok doğal güç de var.

Örneğin, ozon tabakasına zarar veren kimyasalların atmosferdeki uzun ömürleri göz önüne alındığında, deliğin sanayi öncesi seviyelere dönmesi on yıllar alacak.

Ancak özetle, ozon tabakasındaki olumsuz değişiklikler, insan davranışındaki olumlu değişikliklerle dengeleniyor ve ozon tabakasının yeniden şekillenmesine olanak sağlıyor.

Ozon deliği iklim değişikliğine neden oluyor mu?

NASA bu soruya “Evet ve hayır” cevabını veriyor.

Ozon deliğinin küresel ısınmada oynadığı rol ve bunun sonucunda ortaya çıkan iklim değişikliği, insan faaliyetlerinden kaynaklanan etkilere kıyasla küçük.

Delikten kaynaklı yeryüzüne ulaşan ekstra UV ışınları ozon deliğinden geçerken net etkileri troposferi ısıtmaktan çok stratosferi soğutmak. Dolayısıyla, UV ışınlarındaki bu artış gezegenin yüzey ısınmasını açıklamıyor.

1990’lardan bu yana, yüzey UV seviyeleri nispeten sabit kaldı ve ozon deliği iyileşmesi beklenenden daha az yüzey UV’sini beklenenden daha az etkiledi.

Bununla birlikte, HFC’ler ozon tabakasının iyileşmesine yardımcı olurken, yine de bir miktar zarara neden olurlar ve bu da bölgenin bir zamanlar düşünülenden daha yavaş reform yapmasına neden olur. Antarktika’da ozon delikleri hala düzenli olarak oluşuyor.

Ozon deliği ve küresel ısınma birbirinin ana nedeni olmamakla beraber iki fenomen arasında bazı bağlantılar var.

Örneğin, ozonun yok olmasına sebep olan CFC’ler aynı zamanda güçlü sera gazlarıdır, ancak atmosferde o kadar küçük konsantrasyonlarda bulunurlar ki (karbondioksitle kıyaslarsak milyonda birkaç yüz parçaya trilyonda birkaç yüz parça), ısınmada küçük bir faktör olarak kabul edilirler. 

Küresel ısınma, ısıyı atmosferin alt seviyelerinde tutan, çoğunlukla karbondioksit ve metan olmak üzere, insan tarafından üretilen sera gazlarının birikmesinden kaynaklanan ortalama küresel yüzey sıcaklığındaki artıştır.

Ozon deliğinin ise küçük bir soğutma etkisi vardır (sera gazlarının ısınma etkisinin yaklaşık yüzde 2’sine denk gelir) çünkü stratosferdeki ozon, Dünya atmosferinin alt katmanındaki (üst troposfer) gazlar tarafından uzaya yayılan ısıyı emer. Ozondaki delik ise o bölgeden biraz daha fazla ısının uzaya kaçtığı anlamına gelir.

CFC’ler aynı zamanda çok güzlü sera gazları olduğu için zon tabakasına zarar veren gazları yasaklamak, aslında iklim krizinin hızının yavaşlatılmasına da katkı sağlıyor.

Ozondaki delik nasıl keşfedildi?

20’inci yüzyıl boyunca bilim insanları, insan kaynaklı faktörlerle ortaya çıkan kloroflorokarbon (CHC) kimyasallarının ozon tabakasında nasıl bir delik oluşturduğunu anlamımızı sağlayacak bir dizi keşif ve gözlem yaptı.

1912 gibi erken bir tarihte Antarktika kaşifleri, kutup stratosferinde olağandışı örtü tipi bulut gözlemledi, ancak o zaman bu bulutların ne kadar önemli olacağını bilmiyorlardı.

1956’da İngiliz Antarktika Araştırması, Antarktika’da Halley Körfezi Gözlemevi‘ni kurdu. O yıl, bir Dobson Spektrofotometresi kullanılarak ozon ölçümleri başladı. Bu ölçümler ozon tabakasında bir sorun olduğuna dair ilk ipuçlarını verdi.

1970’lerin başında, Amerikalı kimyagerler F. Sherwood Rowland ve Mario Molina, kloroflorokarbon (CFC) bileşiklerinin güneş radyasyonu ile birleştiğini ve stratosferde ayrışarak, ayrı ayrı çok sayıda ozon molekülünü yok edebilen klor ve klor monoksit atomlarını serbest bıraktığını teorileştirdi.(Ve bu çalışma ile 1995 Nobel Kimya Ödülü‘ne layık görüldüler.)

İlk kez 1974’te Nature dergisinde yayınlanan araştırmaları, Amerika Birleşik Devletleri‘nde sorunla ilgili federal bir soruşturma başlattı ve Ulusal Bilimler Akademisi 1976’daki bulgularıyla bu çalışmayı destekledi.

1985 yılında, bu çalışma, J.C. Farman, B.G. Gardiner ve J.D. Shanklin’in  Nature dergisinde Antarktika’daki ozon kaybının gözlemleri üzerine ilk makaleyi yayınlamasıyla tekrar doğrulanmış oldu.

Bu bulguların ortaya çıkmasından kısa bir süre önce, 28 ülkeden temsilciler konuyu görüşmek üzere Ozon Tabakasının Korunmasına İlişkin Viyana Sözleşmesi’nde bir araya geldi. Toplantı, ozon tabakasını incelten kimyasalları (ODC’ler) içeren araştırmalarda uluslararası işbirliği çağrısında bulundu ve Birleşmiş Milletler Çevre Programı’na (UNEP) Montreal Protokolü için zemin hazırladı.

1986’da NASA bilim insanları, ozon deliğinin bölgesel ölçekte bir Antarktika fenomeni olduğunu göstermek için Toplam Ozon Haritalama Spektrometresi (TOMS) ve Solar Backscatter Ultraviolet (SBUV) cihazından gelen uydu verilerini kullandılar.

1986 ve 1987 arasında, CFC’lerin atmosferik kimyasını ve ozon tabakasınınasıl incelttiğini açıklayan – açıklayan önemli makaleler yayımlandı. Aynı dönemde klorun ozon kaybındaki rolüne dair gözlemsel kanıtlar artmaya devam etti.

NASA, Nimbus uydularındaki TOMS sensörlerinden başlayarak 1970’lerden beri uydu gözlemleriyle ozon tabakasının durumunu izliyor. En yeni nesil ozon izleme teknolojisi, Ozon Haritalama ve Profiler Paketi (OMPS), NASA/NOAA Suomi NPP uydusunda uçuyor.

 

Uluslararası Hrant Dink ödülleri THİV ve Şaharzad Akbar’ın

2022 Uluslararası Hrant Dink Ödülleri’nin bu yılki sahipleri Türkiye İnsan Hakları Vakfı (TİHV) ve Afganistanlı kadın hakları savunucusu Şaharzad Akbar oldu.

Hrant Dink ödülleri her yıl ayrımcılıktan, ırkçılıktan, şiddetten arınmış, daha özgür ve adil bir dünya için çalışan, bu idealler uğruna bireysel risk alan, barışın dilini kullanan ve insanlara mücadeleye devam etme yolunda ilham ve umut veren Türkiye ve Türkiye dışından olmak üzere iki kişi, kurum ya da organizasyonlara  veriliyor.

Ödüller, her yıl olduğu gibi, bu yıl da Agos Gazetesi’nin öldürülen genel yayın yönetmeni Hrant Dink’in doğum günü olan 15 Eylül’de 14’üncü kez törenle sahiplerine dağıtıldı. 

Çevrimiçi yapılan tören, Hrant Dink Vakfı’nın sosyal medya hesaplarından  yayınlandı. İpek Bilgin’in Türkçe, Tuğrul Tülek’in İngilizce sunuculuğunu üstlendikleri ödül töreni, ziyaretçilerin Hrant Dink’in hayatını ve mücadelesini öğrenebilecekleri bir mekan olan 23,5 Hrant Dink Hafıza Mekânı’ndan sunuldu.

Ödül Komitesi Başkanı Ahmet İnsel, törenin başlangıç konuşmasında, otoriter güçlerin yükselişe geçtiğine dikkat çekti: Bu gece, ülkemizde demokrasi mücadelesinin güçlenmesine, toplumda daha fazla kök salmasına ve tahakkümcü irade ve güçlerin demokratik yöntemlerle etkisiz bırakılmalarına inancımızı sizlerle paylaşmak istiyorum.”

Güney Afrikalı yargıç ve hak savunucusu Albie Sachs ise Nazım Hikmet’in Hapishane Şiirleri’yle çok uzun yıllar önce ülkesinde tanıştığını belirterek şöyle konuştu: “Bu ödül törenleri, sadece insan hakları konusunda özel ve kayda değer bir şeyler yapmış kişileri seçmek için değil, en derin karanlıklarda bile ışıl ışıl yanan o küçük alevi canlı tutmak içindir.”

Törende bu yıl da daha adil ve eşit bir dünya için hak mücadelesi yürüten  Meksika, Brezilya, Rusya, Birleşik Krallık ve Türkiye‘den kişi ve gruplar ‘Işıklar’ başlığı altında anıldı

Akbar: Birbirimiz için ışığı açık tutalım

Ödülün Türkiye dışından sahibi Şaharzad Akbar konuşmasında şunları dedi: “Birbirimiz için ışığı açık tutmanın bir yolunu bulalım. Hrant Dink’in ve Afganistan’daki inanılmaz kadın protestocuların yaptığı gibi adaletsizliğe karşı boyun eğmeden duralım.”

Akbar, Taliban rejiminin baskılarına karşı Afganistanlı kadınların yılmadığını belirterek uluslararası kurumları dayanışmaya çağırdı.

THİV: İşkencesiz bir dünya hayali için çaba gösteriyoruz

Ödülün Türkiye’den sahibi olan THİV Metin Bakkalcı da  Türkiye’nin tamamlanamayan yaslar ülkesi’ olduğunu vurguladı;   ‘işkencesiz bir dünya hayalini gerçekleştirmek için çaba gösterdiklerini’, ödülü tüm dünyada işkenceye maruz kalan, kalmış ve işkenceleri önlemeye çaba gösterenler için aldıklarını söyledi.

Törende, ödül müziğinde de imzası olan Arto Tunçboyacıyan, Artyom Manukyan, Barabar, Gaye Su Akyol, Hi Violin Quartet, Melike Şahin ve New Gray müzikleriyle katıldı.

 

Türkiye’de her yüz kişiden 75’i iklim değişikliğinin etkilerinden endişeli

Rus işgalcilerin terk ettiği İzyum kasabasında yüzlerce sivilin gömüldüğü toplu bir mezar bulundu

NOT: Bu haber, hassas bilgiler ve görüntülr içerebilir.

Ukrayna Savunma Bakanlığı, yakın zamanda işgalci Rus güçlerinden geri alınan  doğu şehri İzyum’da  440 kişinin gömülü olduğu bir mezarlık bulduğunu açıkladı.

Yetkililerin kasaba yakınlarındaki ormanda günler sonra bulduğu belirtilen toplu mezarı ziyaret eden Associated Press (AP) gazetecileri, ağaçların arasında basit tahta haçlarla işaretlenmiş yüzlerce isimsiz mezarı kaydetti.

Fotoğraf: Evgeniy Maloletka / AP

Mezarda incelemeler başlamadan önce alanda herhangi bir gizli patlayıcı olup olmadığını tespit için metal dedektörlü arama yapıldı.

Harkov bölgesi polis baş müfettişi Serhiy Bolvinov verdiği demeçte, bulunan 440 kişinin “bazılarının topçu ateşi nedeniyle , bazılarının hava saldırıları nedeniyle öldüğünü” söyledi.

Dün gece yaptığı konuşmada Ukrayna Devlet Başkanı Volodimir Zelenski, Ukraynalı ve uluslararası gazetecilere, ortaya çıkarılanları görmeleri için mezarlığın gösterileceğini söyledi. Zelenski, “Dünyanın gerçekte neler olduğunu ve Rus işgalinin neye yol açtığını bilmesini istiyoruz” dedi.

İzyum kasabasının da bulunduğu Harkov bölgesi, yedi aylık büyük çatışmaların ardından geçen hafta Ukrayna ordusunun büyük bir karşı atağıyla Rus işgalcilerden geri alınmıştı.

Fotoğraf: Evgeniy Maloletka / AP

Zelenski, Rus birliklerinin geri çekildiği bazı yerlerdeki toplu sivil mezarları hatırlattı ve olası savaş suçlarına dair kanıtlar bıraktığını söylediği diğer şehirleri saydı:

Buça, Mariupol, şimdi demaalesef İzyum. Rusya gittiği yerde arkasında ölüm bırakıyor. Ve bunun hesabını vermeli.”

Ukrayna ordusu yetkilisi Oleg Kotenko, mezarlığın Rus askerlerinin sosyal medyada yayınladığı video görüntülerine dayanarak mezarlardan 25 ila 30’unun asker olduğunu ileri sürdü.

Fotoğraf: Evgeniy Maloletka / AP

AP’ye konuşan bir kasaba sakini tekli mezarlara gömülen yüzlerce kişi arasında bir apartmana düzenlenen hava saldırısında öldürülen onlarca yetişkin ve çocuk olduğunu, bazılarını enkazdan “kendi elleriyle” çıkardığını söyledi.

“Savaş suçlarının tüm bu izleri artık tarafımızca dikkatle belgeleniyor” diyen Ukrayna İçişleri Bakan Yardımcısı Yevhen Enin, Rus ordusunun Mart ayında bölgeden çekilmesinin ardından yüzlerce sivilin cesedinin bulunduğu Kiev banliyösü Buça’ya atıfta bulunarak “Buça deneyiminden biliyoruz ki, en kötü suçlar ancak zamanla açığa çıkar” şeklinde konuştu.

‣ Mauripol’de 1300 kişi enkaz altında
‣ Kiev’den geri çekilen Rusya’nın banliyölerde sivilleri katlettiği öne sürüldü
‣ BM Güvenlik Konseyi bugün toplanıyor: Uydu görüntüleri, Rusya’nın Buça’daki iddialarını çürütüyor

Dicaprio’nun rol aldığı ‘Kumsal’ filminin zarar verdiği plaj için 22 yıl sonra rehabilitasyon kararı

ABD’li ünlü oyuncu Leonardo DiCaprio’nun, henüz çok gençken rol aldığı 2000 yapımı ‘The Beach’ (Kumsal) filminin çekildiği Tayland’daki plajda 22 yıl sonra mahkeme kararıyla ‘rehabilitasyon’ çalışmaları başlayacak.

Film, ülkenin güneyindeki Ko Phi Phi Leh Adası’nın Maya Koyu’ndaki turistik plajda çekilmişti. Çevreciler, bakir koyun ekolojik sistemine zarar gelebileceğine dair endişeyle film çekimlerinin iptali için dava açmış ancak bir sonuç alamamışlardı.

Britanyalı yazar Alex Garland’ın aynı adlı romanından uyarlanan filminin çekimi sırasında sahile daha tropik bir görüntü vermek için onlarca hindistan cevizi ağacı dikmişti. Film ekibi, plajın kumlarına zarar vermekle ve çekim boyunca plajı kirletmek, zarar vermekle suçlanmıştı.

Yapımcı şirket 20th Century Fox ise suçlamaları reddetmiş “plajı aldıkları gibi bıraktıkları, tonlarca çöpü toplayıp gittiklerini” açıklamıştı.

Tartışmalar sürerken film nedeniyle plaj turist akınına uğramış; günde 6 bin turisti ağırlayan bölged 2018’de daha fazla zarar görmesin diye kapanmıştı. Bu yılın başında yeniden açılan plaj için günlük ziyaretçi sayısına kısıtlama getirildi.

Yerel yönetim 1999 yılı sonunda Tayland’da hükümetin ilgili birimlerine, yapım şirketine ve Taylandlı bir sinema yapımcısına çevreye verdikleri zarar dolayısıyla 100 milyon bahtlık tazminat davası açtı.

Uzun süren hukuki mücadele sonunda yüksek mahkeme kraliyetin ormanlarla ilgili dairesinin çevreyi yeniden canlandırma çalışmasını üstlenmesine hükmetti. Karara göre söz konusu birim, 30 gün içinde kumsalda rehabilitasyon çalışması için komite kurup çalışmalara başlayacak.