Ana Sayfa Blog Sayfa 727

Rapor: Şirketler iklim riskleri konusunda gerekli adımları hala atmadı

Uluslararası danışmanlık, denetim ve vergi şirketi EY (Ernst & Young), tüm dünyada şirketlerin karbon saydamlığı alanındaki raporlamalarını değerlendiren EY Küresel İklim Riski Beyan Barometresi’nin 2022 versiyonunu yayımladı. EY’ın Küresel İklim Riski Beyan Barometresi sonuçlarına göre, dünyanın dört bir yanındaki işletmeler, iklim riskleri ile ilgili açıklamalarını iyileştirme yolunda; ancak bu riskleri ele almak ve müşterilerin ihtiyaçlarına yanıt vermek için çok gerekli adımları henüz atmıyorlar.

EY tarafından dördüncüsü yayımlanan rapor, dünya çapındaki kuruluşların iklimle ilgili risk ve fırsatlar konusunda hangi düzeyde rapor verdiklerine ve harekete geçtiklerine mercek tutuyor.

47 ülkede bin 500’den fazla işletmenin katılımıyla gerçekleştirilen araştırmaya dayanan raporda yer alan bilgiler; iklimle ilgili finansal verilerin raporlanmasını teşvik etmek için kurulan “İklimle Bağlantılı Finansal Beyan Görev Gücü (TCFD)” tarafından belirlenen 11 temel tavsiye ekseninde inceleniyor.

EY Küresel İklim Riski Beyan Barometresi, şirketleri iklimsel etkileri açıklama sayılarına ve bu açıklamaların kalitesine göre değerlendiriyor.

Barometreye göre, önceki yıllara oranla bugün çok daha fazla sayıda kuruluş, tavsiyelerin her biri ile ilgili belirli düzeylerde beyan sağlıyor. Yapılan puanlamaya göre 100 üzerinden, bilgilerin eksiksiz açıklandığını gösteren ortalama puan bu yıl yüzde 84 oldu. Bu oran 2021’de yüzde 70’ti.

Geçen yıl şirketlerin iklim ile ilgili beyanlarının kalitesi yüzde 42 düzeyindeydi, bu yıl 2 puanlık artışla yüzde 44 oldu. Yüzde 100’lük bir oran, tüm bilgilerin ayrıntılı olarak açıklandığı anlamına geliyor ve gerçek rakam bunun yarısı dahi değil.

2021’den bu yana kalite puanlarında minimum artış görüldü

Yeni oluşturulan Uluslararası Sürdürülebilirlik Standartları Kurulu (ISSB) tarafından önerilen standartlar da dahil, iklim değişikliği etrafında gelişen düzenleyici faaliyetlere ve son 12 ayda beyan kurallarındaki net geliştirmelere rağmen, işletmelerin karbonsuzlaştırma yolunda pratik adımlar atmak için hala gidecek yolları var.

Ankete katılan şirketlerin sadece yüzde 29’u mali tablolarında hem nitelik hem de nicelik olarak iklimle ilgili konulara atıfta bulunuyor.

Bu durum, ihtiyaç duydukları verilere sahip olmadıklarının veya etkiyi hesaplamadıklarının bir göstergesi olarak değerlendiriliyor.

Bu açıklamalarda iklim etkisine yapılan atıfların yarısından fazlasının nicel değil nitel olması da ayrıca dikkat çekiyor.

İlerleme yolunda daha olumlu işaretlerin görüldüğü alanlar da var. Küresel çaptaki araştırmaya katılan kuruluşların yaklaşık yarısı (yüzde 49), belirli risklerin olası ölçeğini ve zamanlamasını değerlendirmek ve en olumsuz durumlara hazırlıklı olmak için TCFD’nin de tavsiyesi olan senaryo analizini gerçekleştirdiklerini belirtti.

ISAR 2 Nükleer Santrali Almanya’nınn bu yıl sonunda kapatmayı planladığı üç satralden biri. Fotoğraf: Reuters

Katılan şirketlerin dörtte üçü (yüzde 75) risk analizi, yüzde 62’si fırsat analizi yaptıklarını, yüzde 61’i ise karbonsuzlaştırma stratejilerini açıkladıklarını belirtti.

EY araştırması, şirketlerin farklı risk türlerini önceki yıllara göre daha dengeli bir şekilde değerlendirdiklerini ortaya koyuyor.

Rapora göre; şirketler artık hem iklim değişikliğinin ekonomide yarattığı değişimlerden kaynaklanan “geçiş risklerine”, hem de iklim değişikliklerinin doğrudan sonucu olan “fiziksel risklere” dikkat ediyor. Şirketler geçen yıl geçiş risklerinden (yüzde 25) çok fiziksel risklere (yüzde 55) odaklanmıştı.

İklim riski ekseninde gerçekleştirilen stratejik planlamalar, şirketlerin belirgin gelişme kaydettiği alanlardan biri olarak dikkat çekiyor. EY Küresel İklim Riski Beyan Barometresi, organizasyonların planlarına iklim risklerini ve fırsatlarını ne ölçüde dahil ettiklerini veya çeşitlendirme yoluyla dayanıklılığı nasıl inşa ettiklerine odaklanarak bu alandaki stratejilerini derecelendiriyor.

Sektörel olarak puanlamalar.

Şirket tarafından yapılan rapora ilişkin açıklamaya göre; strateji için geçen yılki anket sonucunda yüzde 65 olan kapsam puanı, bu yıl yüzde 81’e yükseldi. Bu da bu yıl daha fazla şirketin söz konusu alanda en azından bazı bilgileri açıkladığını gösteriyor.

EY Türkiye Sürdürülebilirlik Hizmetleri Lideri Ece Sevin, konuyla ilgili şu değerlendirmelerde bulunuyor:

“Kurumlar iklimle ilgili açıklamalarını her geçen yıl iyileştiriyor. Bununla birlikte, raporlama yapan şirket sayısında artış dikkat çekerken, birçok organizasyonun iklim riskleri hakkında yeterince ayrıntılı bilgiye yer vermediği de görülüyor. Raporlamaların anlamlı eylemlere dönüşmesinde açıklamaların kapsamı ve detayı kritik önem taşıyor. Bu durum dünyada olduğu gibi ülkemizde de geçerli.

Aliağa Termik Santrali/ Fotoğraf: Cansu Acar

Şirketlerin oldukça iddialı iklim hedefleri belirlediğini ancak bu hedeflere ulaşmak için çok az veya hiç net planları olmaksızın yeşil dilek ve temennilerin ötesine geçemediklerini görüyoruz. Maalesef gerçekçi hedefler olmazsa dilek ve temennilerde kalan bu çabaların boşa kürek çekmekten öteye geçmesi zor. Etkileri giderek artan oranlarda hissedilen iklim değişikliği ile mücadelede olmamız gereken yerden hâlâ çok uzaktayız. Şimdi herkes için eyleme geçme zamanı.”

 

Üç büyükşehir belediyesi, gençlerin ‘İklim Acil Durumu İlan Edilsin’ kampanyasına destek verdi

Genç iklim aktivistlerinin iklim acil durumu ilan edilmesi talebiyle başlattıkları imza kampanyasına İstanbul, İzmir ve Ankara Büyükşehir Belediye Başkanlarından destek geldi.

Üç büyük şehrin belediye başkanları, “Karbon 0, Dünya 1” pankartını imzalayarak gençlerin çağrısına yanıt verdi.

Genç aktivistlerin change.org’da başlattıkları kampanyada, aşırı hava olaylarına karşı Avrupa‘nın en kırılgan ülkesi olan ama aynı zamanda dünyada atmosfere en çok karbon salan on dördüncü ülke pozisyonundaki Türkiye’de “iklim acil durumu” ilan edilmesi, kararlı ve etkili bir iklim eylem planının katılımcı yollarla hazırlanması talep ediliyor.

Gençler, bu değişim taleplerini iletmek üzere farklı zamanlarda Ekrem İmamoğlu, Tunç Soyer ve Mansur Yavaş ile görüştü ve bu görüşmelerde belediyelerin iklim eylem planlarını önceliklendirmesine ve hızlandırmasına dair soru ve taleplerini iletti.

Küresel iklim grevleri için belediye başkanlarından yer, yürüyüş ve etkinlik izinleri de isteyen aktivistler, kentlerde yaşayan gençlerin; belediyelerin çevre ve iklim alanında karar verme süreçlerine etkili, eşit ve anlamlı katılımlarının sağlanması için yapılabilecekleri de konuştular.

İBB Başkanı Ekrem İmamoğlu, #Karbon0Dünya1 pankartına “kesinlikle” notu ile imzasını attı ve net sıfır politikalarını destekleme ve uygulama taahhüdünde bulundu.

Ankara Büyükşehir Belediye Başkanı Mansur Yavaş da imza sayısı 40 bine yaklaşan İklim Acil Durumu kampanyasına şu yanıtı verdi:

“Küresel iklim krizinin ne kadar büyük bir sorun olduğunun farkındayız. Gelecekte yaşanabilecek sorunların, tahıl ya da su savaşlarının, gıda krizinin, hatta temiz hava için verilecek mücadelenin… Bugün atacağımız adımlar ve alacağımız önlemlerle, geleceğe yaşanabilir bir nefes bırakmanın mümkün olduğunu biliyor; adımlarımızı bu inançla atıyoruz. Genç kardeşlerimi, yaşanabilir bir gelecek için verdikleri bu mücadelede destekliyor ve yanlarında olduğumu bilmelerini istiyorum.”

2030’a kadar karbon salımlarını yüzde 40 azaltma hedefinde olduklarını açıklayan İzmir Büyükşehir Belediye Başkanı Tunç Soyer de şu açıklamayı yaptı:

“Karbonsuz bir gelecek için gençlerin Karbon 0- Dünya 1 kampanyasına ben de destek veriyorum. Gezegenimiz 1,2 santigrat derece ısındı. Bu sorunla mücadele için doğayla uyumlu bir yaşamın mümkün olduğunu her yerde anlatmalıyız. Çünkü biz de doğanın bir parçasıyız. Doğanın bir parçası olduğumuzu idrak edip, merkeze kendimizi koymaktan vazgeçersek doğayla barışık bir hayatı yaşamaya başlarız. Biz tepeden baktık, doğayı istediğimiz gibi şekillendirip değiştirebileceğimizi düşündük ve onun üzerinde bir hakimiyet kurmaya kalktık. Gezegeni hasta ettik. İyileştirmek için hep birlikte mücadele edeceğiz. Aksi halde hiçbirimiz iyi olamayız.”

Genç iklim aktivistleri görüşmelerinin ardından “Belediye başkalarına mücadelemizi anlatıp desteklerini alsak da bu yeterli değil. Daha fazla karar vericinin sesimizi duyması, Türkiye’deki tüm belediyelerin ve belediye başkanlarının çağrımıza kulak vermesi için change.org/iklimacildurumu adresinde başlattığımız kampanyamızı paylaşmaya, yaygınlaştırmaya devam edin” mesajını yayımladılar ve tüm karar vericileri desteğe çağırdılar.

 

Freedom House raporu: Türkiye’de politik, sivil haklar ve internet özgürlüğü yok

Politik özgürlüklere dair her yıl küresel analizler hazırlayan sivil kuruluş Freedom House‘un 2022 yılı “İnternette Özgürlük Raporu” yayımlandı.

Geçen seneye kıyasla genel skorda 2 puan daha gerileyen Türkiye 100 üzerinden 32 puanla bu yıl da “özgür olmayan ükeler” kategorisinde yer alıyor.

Bu kategoride yer alan diğer ülkelerden bazıları Zimbabve, Yemen, Katar, Kuzey Kore, Somali, İran, Irak, Etiyopya.

Türkiye’de 2022 yılında politik haklar 40 üzerinden 16; sivil özgürlükler de 40 üzerinden 16 skorla değerlendirildi.

Türkiye internet özgürlüğü değerlendirmelerine göre de, bu konuda en keskin düşüşlerin yaşandığı Rusya, Myanmar, Sudan ve Libya‘nın yanı sıra Pakistan, Mısır, Belarus gibi ülkelerle birlikte internet özgürlüğünün olmadığı ülkeler arasında.

Raporda Türkiye’ye ilişkin şu değerlendirmeye yer veriliyor:

“Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan’ın partisi AKP, 2002’den beri Türkiye’yi yönetiyor. Başlangıçta bazı liberalleşme reformlarını geçirdikten sonra AKP hükümetinin siyasi haklara ve sivil özgürlüklere yönelik küçümsemesi arttı ve 2016’dan bu yana muhalifler üzerinde geniş kapsamlı bir baskı uyguladı.

2017’deki Anayasa değişiklikleri, gücü başkanın elinde toplayarak kilit kontrol ve dengeleri ortadan kaldırdı.

Erdoğan Türk siyasetine hâkim olmaya devam ederken, derinleşen ekonomik kriz ve siyasi gücü daha da konsolide etme fırsatları, hükümete muhalefeti bastırmak ve kamusal söylemi sınırlamak için yeni insiyatifler verdi.”

Medya özgürlüğüne yönelik değerlendirmede ise şu yorum yapıldı:

  • Türkiye’de medyanın yüzde 90’ından fazlası kamu ihalelerine bağlı ve Cumhurbaşkanı Erdoğan’la yakın kişisel bağları olan büyük işletmelere ait.
  • Ana akım medya, hükümetin pozisyonlarını yansıtıyo ve genellikle hükümet tarafından yönetilen medya ile aynı manşetleri taşıyor.
  • Medya kuruluşları genellikle sansürleniyor, para cezasına çarptırılıyor veya kapatılıyor; ve rutin şekilde gazetecilerin gözaltına alınıyor.
  • Türkiye makamlarının çevrimiçi içeriği sansürlemek için bir ” silah deposu” var.

Raporda internet ögürlüğüne ilişkin 1 Haziran 2021 – 31 Mayıs 2022 tarihleri arasında kaydedilen bazı bulgular şöyle sıralanıyor:

-Çeşitli illerde altyapı hasarları ve çalıntı kablolar nedeniyle internet kesintileri yaşandı.

-İki uluslararası medya kuruluşu, ulusal lisanslara başvurmadığı için web sitelerine erişim engeli getirildi.

-Bağımsız haber kuruluşlarını büyük ölçüde etkileyen sosyal medya yasası 2020 yılında yürürlüğe girdi. Haber kuruluşları ve sosyal medya platformları içerik kaldırma emirleriyle hedef alınmaya devam etti.

-Hükümet yanlısı medya gelişirken, bağımsız haber kuruluşlarının internet siteleri, yayın süresi boyunca engellerle karşılaştı ve bu ise Türk internet kullanıcılarının kullanımına sunulan çevrimiçi içeriğin çeşitliliğinde bir azalmaya sebep oldu.

-Yeni bir “dezenformasyon” yasa tasarısı Meclis’e sunuldu. Tasarı, kasten yanlış bilgi yayan internet kullanıcıları için hapis cezalarını ve çevrimiçi anonimlik açısından olumsuz etkiler içeriyor.

-En az bir sosyal medya kullanıcısı, yaptığı bir paylaşımdan dolayı müebbet hapis cezasına çarptırılırken, Kürt meselesine ilişkin haber yapan bir gazeteci, bir noktaya kadar Facebook’ta yaptığı paylaşımı nedeniyle müebbet hapis cezasına çarptırıldı. Ayrıca, CHP İstanbul İl Başkanı Canan Kaftancıoğlu, Twitter hesabından yaptığı paylaşımdan dolayı 4 yıl 11 ay hapis cezasına çarptırıldı.

-Çevrimiçi gazeteciler, çevrimiçi olarak yaptıkları haberler karşılığında fiziksel saldırılar da dahil olmak üzere artan tacizle karşı karşıya kaldı.

Raporda RTÜK’ün faaliyetleri, yayınlara verilen para cezaları, kaldırılan içerikler, paralı troller, sosyal medya mecralarına getirilen yeni zorunluluklar gibi detaylı bulguların ele alındığı kısmına buradan ulaşılabilir.

Sözde dezenformasyon yasası, muhalefeti susturma hususunda iktidara yardımcı olacak

Son iki yılda yaşanan pek çok hak ihlalinin detaylı olarak yer aldıüı raporda, yeni yasama yılında Meclis’ten geçirilen ve iki gün önce resmen yürürlüğe giren ‘Sansür Yasası‘na da şu ifadelerle değinildi:

“Mayıs 2022’de iktidar vekilleri kasıtlı olarak yalan haberleri çevrimiçi ortamda yayanlara cezai yaptırımlar uygulayacak ve hükümetin çevrimiçi alandaki kontrolünü daha da güçlendirebilecek bir “dezenformasyon” yasa tasarısı önerdiler. Önemli eleştiriler alan yasa tasarısı muğlak bir dil içeriyor ve ilgili paydaşlara danışılmadan kaleme alındı.

2019 belediye seçimlerinde muhalefetin zaferi ve COVID-19 pandemisinin halihazırda güçsüz olan ekonomi üzerindeki tesiri, hükümete muhalefeti bastırmak ve kamusal söylemi kısıtlamak için yeni nedenler sundu. Sözde dezenformasyon kanun teklifinin kabul edilmesinin, iktidar ittifakına Haziran 2023 Cumhurbaşkanlığı ve parlamento seçimleri öncesinde muhalefet partilerini ve eleştirel medyayı susturma hususunda yardımcı olması bekleniyor.”

 

 

 

‘Aile’ öne sürülerek yaygınlaştırılan LGBTİ+ nefreti bu kez Urfa’da yürüdü

LGBTİ+’ların var olma ve hayat hakkını hedef alan nefret organizasyonu,İnsan Fıtratının Şerefini Çiğnetmeyeceğiz” ve “Sapkın LGBT Çetelerine Hayır” pankartları ve “üstüne çarpı atılmış LGBT” dövizleriyle 14 Ekim’de Cuma namazının ardından Şanlıurfa Balıklıgöl’de yapıldı.

KaosGL‘den Ali Erol‘un aktardığına göre;  LGBTİ+ karşıtı nefret organizasyonunun çağrısı, “LGBT fitnesi, Toplumsal Cinsiyet fitnesi, eşcinsellik ve benzeri sapkın topluluklara karşı” söylemiyle “Şanlıurfa Aile Platformu” adıyla yapıldı.

Şanlıurfa Aile Platformu Başkanı Handan Karataş, “LGBT fitnesine karşı Sapkınlığa Dur De!” çağrısı yapan nefret organizasyonunu twitter hesabından “LgbtHayır” ve “AilemiziVeNeslimiziKoruyalım” etiketleriyle duyurdu.

Kaynak: Kaos GL

Homofobik söylemlerle dolu basın açıklaması

Handan Karataş’ın okuduğu “basın açıklaması”nda, “sapkın saldırı”, “bozuk zihniyet”, “sapkın zihniyet”, “Dünyanın başına bela sapkın LGBT hareketi”, “uluslararası üst akıl”, “sapkın lobi”, “küresel güçler”, “sapkın gruplar”, “hayasız onur yürüyüşü”, “sapıklık ve alçaklık”, “sapkın LGBT bireyleri” gibi homofobik nefret söylemleri sarf edildi.

Nefret söylemleriyle dolu nakaratlar ve siyasi söylemler

Urfa’daki LGBTİ+ karşıtı nefret organizasyonun basın açıklamasında ayrıca, CHP’nin, Kılıçdaroğlu imzalı “cinsel yönelim yasayla dezavantaj olmaktan çıkarılacak” afişlerine göndermede bulunan “İktidara geldiklerinde lobinin istedikleri yasal düzenlemeleri yapacaklarını vaad etmektedirler” sözleriyle birlikte, “İstanbul Sözleşmesi, CEDAW gibi eşcinselliği hayatımızda meşrulaştıracak pek çok sözleşmeler”, “bir takım uluslararası sözleşmeleri ve sapkın LGBT fikri” gibi geleneksel cinsiyetçi ve homofobik nefret nakaratları da tekrar edildi.

“Şanlıurfa Aile Platformu” Başkanı ve “Türkiye Aile Birliği” Genel Başkan Yardımcısı Handan Karataş, Bakanlıklara da çağrıda bulundu. Sağlık Bakanlığı’na seslenen Karataş, “neden LGBT haktır, hürriyettir diyenler “bunun bir hastalık olduğunu” yayacak çalışmalar yapmıyorsunuz?” diye sordu.

Gençlik ve Spor Bakanlığı’na yönelik “soru” ise “milli takımlar oluştururken neden fıtrata ters işler yapıyorsunuz? LGBT’li bireyleri hem de milli takıma alarak gençlerimize neden yanlış rol modeller sunuyorsunuz?” çağrısı oldu.

Nefretle dolu ahlak seferberliği talebi

Cumhurbaşkanı’na da seslenen Şanlıurfa Aile Platformu Başkanı, “küresel güçler cinsiyetsiz toplum oluşturmak için çalışıyor” nakaratının ardından, “önce ahlak önce aile diyerek “Ahlak seferberliği” başlatma” talebinde bulunurken, bir kez daha “sapkın toplulukla mücadele” ifadesini tekrar etti.

Şanlıurfa Aile Platformu Başkanı, yürüyüşün ardından, “sapkın topluluğa karşı TBMM’ye vereceğim dilekçemiz için imza kampanyamız Halil-ür Rahmân’da Dergahta devam ediyor” ifadesiyle imza topladıklarını duyurdu, imza masalarından fotoğraflar paylaştı.

Urfa’dan gazeteci Mehmet Yetim, LGBTİ+ karşıtı organizasyonu fotoğrafladı ve “Şanlıurfa Aile Platformu üyeleri Dergah Camisinde Cuma namazından sonra bir basın açıklaması yaptı” sözleriyle paylaştı:

Gazeteci Mehmet Yetim, video ile “Şanlıurfa’da LGBT karşıtlığı yapılan basın açıklamasında ismi öğrenilemeyen bir genç İlk LGBT Derneğinin AK Parti hükümeti döneminde kurulduğu ifade ederek bu durumu dile getirmelerini istedi. Genç daha sonra Polisler tarafından uzaklaştırıldı” bilgisi de geçti.

Nefret söylemi nedir?

Kaos GL, sosyal medya ortamları ile internet yayıncılığında cinsel yönelim, cinsiyet kimliği ve cinsiyet ifadesi ile LGBTİ+ varoluşlara yönelik ayrımcı yaklaşım, homofobik ve transfobik söylem içeren haber ve gelişmeleri takibe alıyor.

Ayrımcı, ırkçı, homofobik, transfobik unsurlar taşıyan ifadelere nefret söylemi denilmektedir. Bir gruba ya da o gruba üyeliği nedeniyle bir kişiye yönelik düşmanlıktan kaynaklanan ve o gruba yönelik düşmanlığı gösteren veya cesaretlendiren ifade biçimleridir. Nefret söylemi, nefret suçuna teşvik ya da eşlik edebileceği için, bu iki kavram birbiriyle bağlantılıdır.

Nefret söylemi, Avrupa Konseyi Bakanlar Komitesi tavsiye kararında, “nefret biçimlerini yayan, teşvik eden, savunan ya da haklı gösteren her tür ifade biçimi” olarak tanımlanıyor.

Lezbiyen, Gey, Biseksüel, Trans ve İnterseks (LGBTİ+) terimleri ile tanımlarını, LGBTİ+’lara yönelik ayrımcılık ideolojileri ve anlamlarını, insan hakları ve ayrımcılıkla ilgili terimler ve tanımlarını ve daha fazlasını, Kaos GL Derneğince yayınlanmış “LGBTİ Hakkında Sıkça Sorulan Sorular ve Cevapları” kitapçığında bulabilirsiniz.

Amasya’da OSB’ye karşı çıkan vatandaşlara jandarma müdahalesi

AMASYA – Taşova’ya bağlı Çambükü Köyü’nde yapılmak istenen Organize Sanayi Bölgesi’ne (OSB)  karşı çıkan vatandaşlara dün jandarma müdahalede bulundu.

OSB inşaatı için köye gelenlerle tarım ve hayvancılık faaliyetlerinin yapıldığı arazilerinin OSB yüzünden talan edilmesine karşı çıkan köylüler arasında tartışma yaşandı.

Tartışmaya jandarma müdahalede bulundu. Olaya ilişkin görüntülerde köylülerden bir kadının bayıldığı görüldü. Köyle kadınlardan biri “Bize bu zulmü edenler Allah’ından bulsun” diye isyan etti. Olay sırasında gözaltına alınan bazı vatandaşların ise daha sonra salıverildiği belirtildi. Öte yandan köylülerin karşı çıkmasına rağmen alanda çalışmalar yapıldığı bildirildi.

Organize Sanayi Bölgeleri (OSB) son dönemde Türkiye’nin verimli toprakları üzerine kurulmalarıyla biliniyor.  Türkiye’nin birçok noktasında vatandaşlar OSB’lerin tarım arazilerini olumsuz etkilemesi nedeniyle mücadele içindeler. Mücadelelerden biri de Bandırma’da veriliyor.

‣Marmara OSB: Toprak mı yoksa plastik mi daha ağır basar? Bakanlığın tercihi OSB 

Bandırma’daki çiftçiler de OSB’den payına düşeni alıyor: Tarım arazileri kamulaştırılıyor, ekinlerinin üzerinde dozerler dolaşıyor, ayçiçekleri iş makinalarıyla eziliyor.

Balıkesir’in Bandırma ilçesinde vatandaşlar tarım ve turizmden geçimini sağlıyor. Tarım arazileri üzerinde kurulması planlanan 2 milyon 500 bin metrekare büyüklüğündeki dev Marmara İleri Teknoloji ve Makine İhtisas OSB’si toprak üzerinde yükselirken vatandaşlar, meslek odaları ve Güney Marmara Dayanışması araziler için mücadele ediyor.

 

YK Enerji’den şimdi de GES projesi: Bu projenin katılım toplantısının yapılması bile hukuka aykırı

MUĞLA– Muğla’nın Milas ilçesinde kömürlü termik santral işleten ve Akbelen Ormanı‘nda kömür sahalarını genişletmek isteyen Yeniköy-Kemerköy Elektrik Üretim ve Ticaret A.Ş’nin, rehabilite etmesi gereken maden ruhsatlı alanlara GES (Güneş Enerji Santrali) kurması için ÇED süreci başlatıldı.

ÇED süreci kapsamında dün düzenlenen Halkın Katılımı Toplantısı‘nda ise vatandaşlar, “Önce kömür madenine ve santrale ÇED Raporu hazırlayın”  diyerek tepkilerini gösterdi.

Bugün Yeniköy-Kemerköy Elektrik üretim ve ticaret A.Ş.’nin rehabilite etmesi gereken maden ruhsatlı alanlara kurmak istediği GES (Güneş Enerji Santrali) için HKT (Halkın Katılımı Toplantısı) yapıldı.

Toplantıya yalnızca Pınar ve Dereköy köylülerinin davet edilirken projeden etkilenecek İkizköy ve çevre köylere toplantının bilgisi verilmedi. Fethiye gibi uzak bölgelerden dernekler davet edilmesine rağmen İkizköy Çevre Derneği gibi santrale en yakın olan bölgelerdeki dernekler de toplantıya çağrılmadı.

Toplantıdan önce ÇED başvuru dosyasını inceleyen İkizköy Çevre Derneği, dosyada birçok usulsüzlük ve hata olduğunu; bu toplantının yapılmasının bile hukuka aykırı ve gayrimeşru olacağını belirtti:

“Bu hukuksuz toplantıya karşı çıkmak ve toplantının neden usulsüz olduğunu açıklamak için farklı dernekler ve vatandaşlarımız ile toplantı salonuna gittik. Toplantının yapıldığı alanın da usulsüz ve olması gerektiği gibi olmadığını gördük. Mekanın dar olması sebebiyle dışarıda kalan birçok vatandaşla birlikte içeride olanlardan da arka kısımda kalan insanların görüntü ve sese yeterince ulaşamaması bile usule uygun olmadığının somut kanıtlarındandı.”

Çevre, Şehircilik ve İklim Değişikliği Bakanlığı’ndan yetkililerin toplantıyı açmasıyla, komşu İkizköy’de yaşayan Esra Işık; öne atılarak ÇED başvuru dosyasının, HKT sırasında halka anlatılması gereken bu projenin olumlu ve olumsuz yönleri ile ilgili bilginin ÇED raporu çıktığında raporda yazılacağını söylediğini ve bunun usulsüz olduğunu dile getirdi.

Işık, toplantının amacının şirketin reklamını yapmasını sağlamak değil, halkın doğru ve bilimsel olarak bilgilenmesi ve görüşleriyle sürece katılması olduğunu hatırlattı.

Yetkililerden yetersiz yanıt alınması üzerine Esra Işık, “Önce santral ve madene ÇED yapın” pankartı açarak, yıllardır yöre halkının santralin ve kömür madeninin yıkıcı etkileri altında yaşadığını, anlattı ve halkı bu denli etkileyen ve bu projeden altı  kat büyük olan santral ve madene ÇED yapılması gerekirken yapılmadığını, bunun da büyük bir çelişki ve ikiyüzlülük olduğunu” söyledi. Işık’ın sözlerini halk ayakta alkışladı.

Yıllardır yenilenebilir enerjiye geçilmesi gerektiğini söylediklerini ve kömür madeni ve santralle baş etmeye çalıştıklarını ifade eden Işık, GES projesini, daha uzun seneler santrali çalıştırabilmek için tasarladıklarını, hem halkı zehirlemeye ve kömür çıkarmak için doğayı talan etmeye devam edip hem de çevreci ve doğa dostu görünmeye çalıştıklarını söyledi.

Işık’a destek veren avukatlar ve diğer vatandaşlar da bu toplantının usulsüzlük nedeniyle yapılamayacağını dile getirdi.

Tutanağa “halk bilgi almak istemiyor” yazdılar

Tartışmaların ve seslerin yükselmesiyle, salonda toplantı yapılamadı.

Yaşananların tutanağa geçmesi istendiğinde, tutanakta “halkın bilgi almak istemediği “yönünde asılsız ve suç niteliğinde bir açıklama yapıldığı görüldü.

Toplantıların ilki saat 11:00’de “Yeniköy Termik Santrali Yardımcı Kaynak Güneş Enerji Santrali Projesi” projesi için, ikincisi ise saat 13:00’te ise “Kemerköy Termik Santrali Yardımcı Kaynak Güneş Enerji Santrali Projesi” için planlanmıştı.

İlk toplantının ardından diğer toplantı için beklemeye devam eden vatandaşlar, bekledikleri sırada toplantı salonu dışarıya çıkarıldı.

Tüm usulsüzlüklere rağmen devam eden toplantıyı halk terk etti

Toplantının açılışında Esra Işık, niyetlerinin çatışmak olmadığını, bu toplantının usulsüzlük nedenlerini anlatıp yapılmaması gerektiğini vurgulamak olduğunu söyledi.

Vatandaşlar tarafından yazılan dilekçeyi ve burada sıralanan gerekçeleri halkın önünde yinelendi ve görevlilere teslim edildi; bunun tutanaklara geçmesini talep edilerek toplantıya devam edileceği takdirde halkın alanı terk edeceği belirtildi.

Yetkililerin toplantıyı sürdürme çabaları üzerine vatandaşlar, bir önceki küçük toplantı salonu koşullarının da uygun olmadığını, toplantı salonu dışarıya açık havaya taşındığında da uygun koşullar altında toplantı yapılmadığını dile getirdi. Halk, yaşananları şöyle aktarıyor:

“Bilakis, halk aşağıya dizilmiş sandalyelere oturtulmuş, Çevre Şehircilik Bakanlığı görevlileri ve proje sahibi YK enerji şirketi yetkilileri yüksek bir basamakta ve hiyerarşik bir düzende duruyordu. Bu düzenin bile bu toplantının usulüne uygun olmadığını söyleyerek bazı vatandaşlar tüm hukuksuzluklara rağmen halâ yapılmaya çalışılan toplantı alanını terk etti.

YK Enerjinin Genel Müdürü de halkın katılım toplantısındaydı. Şirketin toplantıya servis araçları ile işçileri ve ortamı gerecek kışkırtacak kişiler getirdiği; toplantı arasında kumanya dağıttığı görüldü.

İtiraz dilekçesi: Suça dayalı katılım toplantısı yapılamaz

Toplantıya katılan İkizköylüler ve diğer köylülerin toplantıda dile getirdikleri itirazlar ve gerekçeleri, Bakanlığa hitaben yazılan itiraz dilekçesinde şöyle özetlendi:

” 1- ÇED Başvuru Dosyası, ÇED mevzuatına aykırı ve gayrimeşrudur.

2- Başvuru Dosyası’nda madencilikle bozulan alanların rehabilite edilerek GES ekonomik ömrünü tamamladığında terk edileceği belirtilmektedir. Oysa maden alanları üzerinde GES kurulmaktadır. İlgili yönetmelikte, ÇED Başvuru Dosyası’nda doğaya kazandırmanın, rehabilitasyonun nasıl yapılacağının ayrıntılı anlatılması gerekmektedir.

3-

GES’in kurulacağı maden alanları özelleştirilme ihalesiyle maden alanı olarak devredilmiştir. Üzerinde GES kurulması ihale şartlarına aykırı ve ihaleye fesat karıştırma suçudur. Suça dayalı ÇED sürecinin yürütülmesi ve bu süreçte Halkın Katılımı Toplantısı yapılması mümkün değildir.

4- ÇED Başvuru Dosyası’nda çevreye etkilere ilişkin bilgilerin ÇED Raporunda yer alacağı belirtilmektedir. Yapılacak sunum ve toplantıya sunulacak olanlar halkın bilgilendirilmesi niteliğinde değildir. Toplantının amacına aykırı sunum ve başvuru dosyasına dayanarak toplantı yapılamaz.

5- Başvuru Dosyası’nda yardımcı kaynak olarak belirtildiği halde sadece GES hakkında ÇED süreci yürütülmektedir. Entegre tesis olan Kemerköy Termik Santrali ÇED süreci dışında tutulamaz. Bu şeklide gerçekleşen ÇED süreci ve parçası olarak Halkın Katılımı Toplantısı yapılması mümkün değildir.

Başvuru Dosyası’nın reddedilmesi ve bilgilendirmeye yönelik kurum görüşlerini içerir biçimde düzenlenmesi gerekirken bu gerekliliğe aykırı şekilde düzenlenen Başvuru Dosyası’na dayanan ve bilgilendirmeye içermeye toplantının yapılamayacağının aşağıda imzası olan halktan bizler dikkate alınmasını talep ederiz.”

HKT’nin yapılma sebebi, yörede yaşayan halkın proje hakkında bilgilenmesi ise, çevreye etkilerin ÇED Raporu’nda yer alacağı belirtildiğinde, bu toplantı projenin etkileri konusunda hiçbir bilgi vermemekte; sadece yanıltıcı, biçimsel olarak toplantının yapıldığını söylemekten ibarettir ve tümüyle anlamsız, yanıltıcı işleve sahiptir.

ÇED sürecinde,  yöre halkının görüş bildirmesi gerekliliğine uygun olmayan, hatta ÇED sürecini anlamsız, tümüyle göstermelik hale düşüren rapora dayanarak Toplantı yapılması mevzuata aykırı ve gayrimeşrudur; böyle bir toplantı yapılamaz.

 

 

[Yeşil Gazete TV] Morlu Yeşilli – İranlı Jina Omid anlattı: Bu bir protesto değil, bu bir devrim!

Yeşil Gazete TV‘de Nilüfer Sayılan, Morlu Yeşilli’nin ilk programında Türkiye’de yaşayan İranlı kadın Jina Omid ve TOBB Ekonomi ve Teknoloji Üniversitesi Öğretim Üyesi Dr. Gülriz Şen ile İran’da 22 yaşındaki Mahsa Amini’nin ahlak polisi tarafından öldürülmesinin ardından son dönemde yaşanan gelişmeleri değerlendirerek başladı.

“Başörtüsünü düzgün takmadığı ve saçı göründüğü” bahanesiyle öldürülen Amini‘nin ardından pek çok kadın gibi saçlarını kazıyan Jina Omid, taleplerini ve hislerini şu sözlerle anlattı:

“-Çok acı çektik o dönemde ama saçlarımız kazımamızın en büyük sebebi, biz bunu ilan ettik devletimize; biz, devletimize savaş ilan ettik. Artık yeter! Bunca zaman bu kadar zulme bir dur demek için bunu yaptık.

-Nilüfer Sayılan: Yani sen de birçok kadın gibi saçlarını isyan bayrağına çevirdin?

-Evet, isyan bayrağı diyelim, savaş diyelim! Normal haklarımızı bile bizden almışlar ve onları savaşarak geri almamız gerekiyor. Bu yüzden kazıdık. Seve seve yaptık. Hiç pişman değiliz, özgürlük her şeyden daha önemli.”

Mahsa’nın ardından neler oldu?

Jina Omid, bu soruya da öyle yanıt veriyor:

“Ben bu soruyu kendime defalarca sordum: Çok şey oldu… İki gün ölecek mi diye haberlere kilitlendik ve ölüm haberini aldığımız gece, benim ruhum çıktı, ruhum öldü. Daha önce nasıl yaşıyordum bilmiyorum ama eminim, artık hayatım değişti. O geceden sonra eski kadın olamadım…”

Yayının tamamını, Yeşil Gazete TV Youtube hesabımızdan izleyebilirsiniz.

 

Ayda bir gün yayımlanacak Morlu Yeşilli programımız ve diğer tüm içeriklerimizden haberdar olmak için Yeşil Gazete TV‘ye abone olmayı  ve bildirimlerinizi açmayı unutmayın!

‘Çöpsüz ev olmaz’ demeden önce kent ekolojisti Utku Yılmaz’la tanışın

Video haber: Elif Zeynep ÖZİPEKÇİ

*

İnsanlığın iklim krizine bağlı nedenlerden yok olması için iklim bilimcilerin verdiği tarih 2050. İklim zirvelerinde kimi genç iklim aktivistleri “bu ne cüret” diye tavır alırken kimileri de yaşamlarından fedakârlık ederek dünyanın ömrüne ömür katmak için çalışıyorlar. Çarşamba sabahı içlerinden birinin evine davetliydim. Türkiye’nin ilk ve tek çöpsüz evine…

Utku Yılmaz’ın Kadıköy’deki evi bir oda, bir salon ama oldukça geniş. Evin genişliği büyüklüğünden değil eşyaların azlığından. Alışveriş yapmayan Yılmaz’ın, aldığı az sayıdaki ürün ya ikinci el ya da arkadaşlarının artık ihtiyacı olmayan eşyaları. Böylece evinde fazla ya da gereksiz hiçbir ürüne yer yok.

‘Kentte Ekolojik Dönüşüm Platformu’nun kurucusu Utku Yılmaz’ın evinde çöp kutusuna benzeyen tek şey geri dönüşüme gönderdiği az sayıdaki teneke ve camların bulunduğu kutu. Bunun dışında yalnızca gıda atığından çıkan sınırlı sayıdaki çöpü doğadan aldığını doğaya vermek yani gübreye dönüştürmek için kullanıyor. Yılmaz’ın evinde bulunan diğer tüm gereksinimler ambalajsız, temiz, zehirsiz ve çöpsüz. Böylece insanın dünyanın ömrünü kısaltmasının en büyük nedenlerinden olan çöpten çıkan metan gazını sıfıra, kullandığımız her ürünün arkasından dünyaya bıraktığımız karbon ayak izini ise asgariye indirgiyor.

Öncelik çöpsüzlük değil, gıdanın kıymetini bilmek

Çöpsüz ev fikri ilk bakışta hoş geliyorsa da kendi evlerimizi düşündüğümüzde imkânsız görünüyor. İlk olarak Yılmaz, bize tarım zehirsiz kaliteli olarak adlandırdığı domatesten, salatalıktan bir kahvaltı hazırlıyor. Domatesin kabuğunu soyuyor, bu kabuk eğer evde değerlendirilmezse başka bir meyveye dönüşecek. Yılmaz’a göre “çöpsüzlük” bir amaç değil sonuç olmalı. Tarımın ve endüstriyel hayvancılık iklim krizini yüzde 39 oranında etkiliyor. Bu nedenle tarım yaparken toprağa zarar veren değil, toprağı onaran üreticilerden yiyeceğini almaya başladığını anlatıyor.

“Evime giren her şeyin her bir zerresinin kıymetli olduğu, fenni gübresiz, tarım zehirsiz, onarıcı tarım yöntemleriyle üretilen bir gıdaya erişiyorum. Bu kadar kıymetli bir gıda aldığınızda onun zaten her zerresini tüketmek istiyorsunuz. Domatesin kabuğunu zaten atamıyorsunuz. Onarıcı tarım yöntemleri derken de bir örnek vererek kendimi anlatmak istiyorum. Geçtiğimiz yıl Akdeniz’de orman yangınları oldu. Bu sırada ormanlardan geçen Sarıkeçililer isimli göçebe topluluğun geçtiği yerler toprağın nemini koruması sayesinde kendilerini onararak yeşil kaldı. İşte onarıcı tarım böyledir. Toprağa zarar vermez, yeniler.”

Armudun sapından üzümün çöpünden yeni bir hayat: Kompost

Kabuğunu atmıyor da ya çekirdeğini, posasını, yaprağını?

“Evde birden fazla kompost sistemim var” diye yanıtlıyor bu sorumuzu Yılmaz. Bu sayede gıdanın artığını gübreye dönüştürüyor. Yani kendi deyimiyle doğadaki bazı sistemleri “taklit” ediyor.

Gübreye dönüştürdüğü bu toprakla kimi zaman kent bahçeciliği yapıyor, kimi zaman da arkadaşlarına vererek bahçelerindeki ağaç veya bitkilerde kullanmalarına yardımcı oluyor.

Kahvaltıdan sonra Yılmaz’la alışverişe çıkıyoruz. İhtiyacını ya mahallesindeki organik pazardan ya da Kadıköy’deki kendi ürünlerinin de bulunduğu Atıksız Yaşam Dükkanı’ndan alıyor. Pazara yaklaşık bir saatlik bir yürüme mesafesiyle ulaşıyor. Yoğun iş temposunda bu süreyi de online toplantıları ya da iş görüşmeleri için kullanıyor. Fosil yakıt kullanımını da böylece neredeyse sıfıra indirgiyor.

Pazardan alacakları belli, biraz yeşillik biraz da domates. Hasat zamanı olduğundan ekim ayı meyve sebze almaya uygun değil. Hasat zamanının ardından kış ayında çıkan meyve ve sebzelerden alacak.

Yılda bir kez aldığı kuru gıdasını ise gıda topluluklarından alıyor. Gıda topluluklarını da açıklıyor.

“Yerelden kaliteli ve sürdürülebilir gıdayı getirerek burada bölüşüyoruz. Böylece hem yakıtı hem de ambalajı azaltıyoruz. Alışverişi yılda bir kez yaptığımızdan neredeyse hiç zamanımızı almıyor.”

Alışverişi sıfırlamanın yolu tek kullanımlığı sıfırlamak

Yılmaz’la bir sonraki durağımız Kadıköy’deki Atıksız Yaşam Dükkânı. Kentte Ekolojik Dönüşüm ürünleri olan çelik pipet ve farklı ekolojik üreticilerin ürünleri yıkanabilir ped, adet kabı, yıkanabilir bebek bezi, bambu kağıt, zehirsiz ve ambalajsız temizlik malzemeleri burada satılıyor. Artvin’den gelen pirinci, naylon poşetlere değil işlenmemiş bez keselerimize doldurarak alıyoruz.

Gıda çöpü, çöpsüz yaşamanın en önemli durağı gibi görünse de hayatımızda başka birçok çöp var. Yılmaz’a göre en önemlisi tek kullanımlık plastikler. Karton bardak, pipet, peçete bazıları.

Utku Yılmaz tek kullanımlık plastiklerin hemen yasaklanması gerektiğini savunduğundan alternatiflerini üretiyor. Çelik pipet, bambu kâğıt gibi alternatifler sayesinde aşırı tüketime karşı çıkılıyor ve her bir ürünün ömür boyu kullanılması hedefleniyor. Utku Yılmaz’ın hedefi, kar hırsına dayalı aşırı tüketim ve üretim ekonomisinin önüne geçebilmek.

Yılmaz’ın yanından evdeki çöpleri düşünerek ayrılırken son sözleri de kar merkezli sistemlere karşı gelmenin evde başlaması gerektiğini hatırlatır nitelikte:

“Bireysel çözümlerin iklim krizini çözemeyeceğini hepimiz biliyoruz. Asıl olarak bu tek kullanımlık kültürsüzlüğüne ve aşırı üretime karşı çıkmak gerekiyor.”

Boğaziçi Üniversitesi akademisyenlerinden iki yeni dava

Boğaziçi Üniversitesi Akademisyenleri, 2 Ocak 2021 tarihinde Prof. Dr. Melih Bulu’nun rektör olarak atanmasıyla başlayan,  Bulu’nun 15 Temmuz 2021’de görevden alınmasının ardından 21 Ağustos’ta Prof. Dr. Naci İnci’nin rektör olarak atanmasıyla devam eden mücadelelerini sürdürüyor.

Son olarak akademisyenler Uygulamalı Bilimler Yüksekokulu’nun (UBYO) Yönetim Bilimleri Fakültesi’ne dönüştürülmesi ve daha sonra kurulan İletişim Fakültesi’nin senato temsilcisinin belirlenmesini iki yeni davayla yargıya taşıdı.

Akademisyenlerin açtıkları dava ile ilgili açıklamaları ve davanın hukuksal gerekçeleri ise şöyle:

2021 yılında Hukuk ve İletişim Fakülteleri, 2022 yılında da Veri Bilimleri ve Yapay Zeka Enstitüsü’nün kurulması ile bugüne kadar gerçekleşen tek sonuç şudur:

Bu birimlere yapılan Dekan ve Müdür atamaları ile Üniversite üst yönetim organlarındaki oy dengesi Rektör lehine değişmiş, oluşan yeni denge ile toplantı ve karar alma usulleri, atanma ve yükseltme esasları rektör lehine değiştirilmiş, liyakate dayalı kadro planlamaları esnetilmiş, atanma ve yükseltilme ölçütlerini karşılaması olanaklı olmayan akademik personelin geçici görevlendirme usulleri ile Üniversite’de yönetsel kademelerde görev almaları sağlanmış, öğretim elemanlarının görevlerine son verilmiş, öğretim elemanları yıllardır kullandıkları bina ve odalarından çıkarılmış, asaleten atanmış üç Dekan aynı anda aynı işlemle görevden alınabilmiş, akademisyen ve öğrencilere yüzlerce disiplin soruşturması açılmış, kısacası bilinen anlamda ülkemizin en başarılı yükseköğretim kurumlarından biri olan Boğaziçi Üniversitesi istikrarlı bir şekilde yıkıcı idari faaliyetlere maruz bırakılmıştır.

‘Herhangi bir planlama yapılmadı, görüşler usule uygun alınmadı’

Tüm bu işlemlerin son halkası olarak dava konusu olan mevcut Uygulamalı Bilimler Yüksekokulu’nun kapatılarak Yönetim Bilimleri Fakültesi’ne dönüştürülmesine karar verilmesidir.

Anayasa ve Yükseköğretim Kanun’unda açıkça belirtilmesine, yasal zorunluluğa rağmen herhangi bir planlama yapılmamış ve üniversite organlarının görüşü usulüne uygun şekilde alınmamıştır.

Cumhurbaşkanı’nın mevcut Uygulamalı Bilimler Yüksekokulu’nu kapatarak bu birimi Yönetim Bilimleri Fakültesi’ne dönüştürmesine ilişkin bu hukuksuz işlem, hem Anayasal ilkeler ve kurallarla bağdaşmaktan uzak, hem de yükseköğretim mevzuatına aykırıdır. Birinci başvurumuz Uygulamalı Bilimler Yüksekokulu’nun kapatılarak, bu birimin Yönetim Bilimleri Fakültesi’ne dönüştürülmesini sağlayan Cumhurbaşkanlığı kararının iptali içindi ve 28 Eylül 2022 tarihinde Danıştay’a yapıldı.

‘Üniversite zapt ediliyor’

29 Eylül 2022 tarihinde İstanbul 11. İdare Mahkemesi’ne yapılan ikinci başvuru kuruluş kararının yasal olmadığı gerekçesiyle Danıştay’a başvuruda bulunduğumuz İletişim Fakültesi’nin senato temsilcisi olarak Dr. Cihat Arınç’ın atanması kararının iptali içindir.

Amaçlanan fakülte kurmak veya kurulan fakülteyi işletmek değil, hukuku dolanarak dekan yetkilerini ve oy hakkını kullanmak, sonuç olarak Üniversiteyi zapt etmektir.”

Akademisyenlerin açtığı davalara ilişkin değerlendirmede bulunan Avukat Fırat Kuyurtar ise şu ifadeleri kullandı:

“Kamuoyu tarafından bilindiği üzere daha evvel yeni kurulan fakülte ve enstitülerin kuruluş kararlarının iptal edilmesi için Danıştay’da davalar açmıştık. Bu dava dosyalarında yürütme durdurma taleplerimiz ‘oy çokluğu’ ile reddedilmişti. Sonrasında dosyanın esasına görüş bildiren Danıştay Savcıları, dava ettiğimiz kuruluş işlemlerinin iptal edilmesi gerektiği yönünde görüş bildirdiler. Gerek lehimize karar veren yargıçlar gerekse savcılık ve gerekse de bizim ortaklaşan görüşümüz şu: fakülte, enstitü, yüksekokul gibi akademik birimler ancak ve ancak yasa ile kurulabilir veya kapatılabilir.

‘Anayasa’ya da Yükseköğretim Kanunu’na da aykırı’

Cumhurbaşkanı’nın böyle bir yetkisi yoktur. Bu yetkiyi verdiği iddia edilen yasa maddesi de gerek Anayasa’ya gerekse de Yükseköğretim Kanunu’na aykırı. Bir ihtimal Cumhurbaşkanı’nın böyle bir yetkisinin var olduğu kabul edilse bile bu yetkinin ancak hizmetin gerekleri ve kamu yararına uygun şekilde yasama faaliyetine benzer şekilde kullanılması gerekir. Yani keyfi bir şekilde açtım, kapattım denebilmesi mümkün değil. Boğaziçi Üniversitesi’nde kurulan yeni birimlerin kuruluş işlemlerinde ise bu şekilde bir işlem tesis edilmediği açık.

‘İşlemlerin tamamı iptal edilmeli’

Boğaziçi Üniversitesi’nde son olarak Uygulamalı Bilimler Yüksekokulu’nun Yönetim Bilimleri Fakültesi’ne dönüştürülmesine karar verildi. Bir akademik birimin bir diğerine dönüştürülmesi diye bir işlem hukuk tekniği açısından yok. Dolayısı ile yapılan işlem, yüksekokulun kapatılması ve fakültenin kurulması işlemi. Fakülte kurulmasında yetki yasamanın. İdare hukuku genel prensibi olduğu üzere, işlemi tesis eden makam geri almaya da yetkili. Dolayısı ile var olan yüksekokulun kapatılması ve yeni fakültenin kurulması işlemlerinin tamamında yetki TBMM’nin.

İşlem dayanağı olan Boğaziçi Üniversitesi Senato kararı, gerek önceki Senato kararlarını ve süreçlerini görmezden gelen, atama ve görevden almalarla, usulsüz toplantı ve karar alma şekilleri ile manipüle edilmiş bir Senato’nun aldığı karara dayalı. Kaldı ki o Senato kararına karşı da akademisyenler tarafından dava açılmıştı. Gerek Cumhurbaşkanı’nın yetkisi olmayan konuda işlem tesis etmesi gerekse de Boğaziçi Üniversitesi’nin manipüle edilmiş talebine dayalı olarak yapılan işlemlerin tamamı iptal edilmeli.

‘Bu soruların hukuki bir yanıtı yok’

Bir diğer dava ettiğimiz husus, Şubat 2021’de kurulan ancak henüz akademik faaliyeti olmayan, henüz dekanı da atanmamış İletişim Fakültesi’nin Senato temsilcisi görevlendirme işlemine karşı açılan iptal davası.

Bünyesinde Üniversite’ye ömürlerini vermiş, değer katmış onlarca profesör bulunduran bir Üniversite neden henüz yeni atanmış bir doktor öğretim üyesini üniversitenin akademik organı olan Senato’ya temsilci olarak seçer? Üstelik bu akademik birimin henüz kadroları atanmamış, plan, programları yapılmamışken. Soru bu? Bu sorunun hukuki bir yanıtı yok. “

İstanbul Tarım Platformu kuruldu: Bilimi temel alan, ekolojik ve kamucu tarım-gıda için mücadele

İstanbul Tarım Platformu (İTP), Kadıköy Barış Manço Kültür Merkezi’nde düzenlenen etkinlikle kuruldu.

Farklı iş kollarından sendikaların, meslek örgütlerinin, dernek ve federasyonla dahil olduğu 18 bileşenden oluşan Platform, İstanbul ve İstanbul’u etkileyen bölgelerde yaşanan yakıcı ve yıkıcı tarım ve gıda sorunlarının çözümü için bir araya geldi.

Evrensel‘in aktardığına göre, açıklamayı İstanbul Tarım Platformu adına TMMOB Ziraat Mühendisleri Odası İstanbul Şube Yönetim Kurulu Başkanı Murat Kapıkıran okudu.

Kamu kurumlarının yıllart içinde işlevsizleştirildiğine dikkat çekilen açıklamada, küçük ve orta ölçekli üreticilerin büyük şirketler karşısında korumasız bırakıldığına vurgu yapıldı:

Üretim ekonomisi yerine rant ve faiz ekonomisinde ısrar edilmesi, girdi ve ürünlerde dışa bağımlılığın kesintisiz sürdürülmesi sonucunda üreticinin alandan çekilmesi hızlanırken sektör dışı piyasa aktörleri sektörü daha fazla etkiler hale geldi, kronikleşen gıda enflasyonu tüketicinin yeterli gıdaya ulaşmasını engelledi.

Sesimizi daha gür duyuracağız

Tarımın mutlak korunması ve uzun vadeli planlanması gereken bir sektör olduğunu söyleyen Kapıkıran, “Ülkemizde olağanüstü koşullar yaşanmasına rağmen, korumacı tarım ve gıda politikalarının yaşama geçirilmemesi, yerli üretimi ve üreticiyi koruyucu somut desteklerin gündeme gelmemesi, üreticiler ve tüketiciler açısından yaşanan sorunların giderek artması sonucunu doğurmuştur” diye devam etti.

Platformun “tarım, gıda, hayvancılık, balıkçılık, orman ve çevre alanında faaliyet yürüten meslek ve emek örgütleri, demokratik kitle örgütleri, üretici ve tüketici örgütlerinin  tarım ve gıda sektörlerinin kamu yararını ve toplum çıkarını esas alarak ekolojiye duyarlı ve halkın refahına dayalı olması gerektiği düşüncesiyle kurulduğu belirtilen açıklama, “İstanbul ve ülke düzeyinde koordinasyon içinde çalışarak birlikte ve eşzamanlı etkinliklerle sesimizi daha gür duyurmayı, bilim ve tekniği temel alan ekolojik ve kamucu tarım-gıda politikalarının yaşama geçirilmesi için mücadele etmeyi ve halkı aydınlatmayı amaçlıyoruz” sözleriyle son buldu.

İstanbul Tarım Platformunu oluşturan sendika, dernek ve meslek örgütleri şöyle:

Gıda-İş, DİSK Birleşik Tarım Orman İşçileri Sendikası İstanbul Şubesi, KESK Tarım ve Ormancılık Hizmet Kolu Kamu Emekçileri Sendikası İstanbul Şubesi (TARIM-ORKAM-SEN), İstanbul Su Ürünleri Kooperatifleri Birliği, İstanbul Veteriner Hekimler Odası, Serbest Veteriner Hekimler Derneği, TMMOB Çevre Mühendisleri Odası İstanbul Şubesi, TMMOB Gıda Mühendisleri Odası İstanbul Şubesi, TMMOB Kimya Mühendisleri Odası İstanbul Şubesi, TMMOB Meteoroloji Mühendisleri Odası İstanbul Temsilciliği, TMMOB Ziraat Mühendisleri Odası İstanbul Şubesi, Tüketici Dernekleri Federasyonu (TÜDEF), Tüketiciyi Koruma Derneği (TÜKODER), Tüm Üretici Köylü Sendikası, Türkiye Ormancılar Derneği, Türkiye Ziraatçılar Derneği, Veteriner Hekimler Derneği.