Ana Sayfa Blog Sayfa 55

Yanlış uygulamalarla kurutulup tarım alanına dönüştürülen Marmara Gölü’nden sevindirici haber!

Sivil toplum kuruluşları ve vatandaşlarla birlikte, Marmara Gölü’nü tarım alanına dönüştüren Manisa Valiliği, DSİ Genel Müdürlüğü, Doğa Koruma ve Milli Parklar Genel Müdürlüğü ile Tarım İşletmeleri Genel Müdürlüğü (TİGEM) arasında imzalanan iş birliği protokolüne ve sulak alan sınır revizyonu kararına karşı açılan dava sonuçlandı.

Bilirkişi raporları, alandaki uygulamaların Marmara Gölü sulak alan ekosistemini yok edeceğini, bu uygulamalar yerine alana su sağlanırsa bölgenin sulak alan ve göl niteliğini kazanmaya elverişli olduğunu ortaya koydu. Bunun sonucunda, Mahkeme davaya yönelik yürütmenin durdurulması kararını verdi.

Manisa Marmara Gölü, Ramsar Sözleşmesi kapsamında hazırlanan Sulak Alanların Korunması Yönetmeliği’ne göre 2017 yılında 24 bin 893 hektar büyüklüğünde bir Ulusal Öneme Haiz Sulak Alan olarak tescillenmişti. Göl, Türkiye’deki 184 Önemli Kuş Alanı’ndan ve 305 Önemli Doğa Alanı’ndan biri.

Alanda Türkiye’nin taraf olduğu Bern Sözleşmesi kapsamında koruma altında bulunan kuş türleri bulunuyor. Göl, endemik tatlı su balığı türlerine de ev sahipliği yapıyor.

Marmara Gölü, onu besleyen suların kesilmesiyle kurutulmuştu. Ancak kurutulmuş olsa da göl ekolojik önemini korumaya devam ediyor.

Uzmanlar ne diyor?

Doğa Derneği, S.S. Gölmarmara ve Çevresi Su Ürünleri Kooperatifi, WWF-Türkiye (Doğal Hayatı Koruma Vakfı), Salihli Çevre Derneği, Akhisar Çevre Derneği, Manisa Kültür ve Tabiat Varlıklarını Koruma ve Çevre Derneği ve göl çevresinde yaşayan kişilerin açtığı davanın keşfi ve bilirkişi incelemesi 25 Mart’ta gerçekleşti.

Bilirkişi incelemesinin ardından, uzmanların 1 Temmuz 2024’te mahkemeye sunduğu raporda, “Marmara Gölü’nün ilgili faaliyetler ve doğal etkenler neticesinde tekrardan sulak alan ve göl niteliğini kazanmasına elverişli olduğu” belirtildi.

Bilirkişi raporunda, “protokol kapsamında göl havzasında yapılması öngörülen tarımsal faaliyetlerin gelecekte gölün tekrardan sulak alana dönüşmesi ihtimaline olumsuz bir etkisinin olacağı, söz konusu göl havzasında yapılacak tarımsal faaliyetlerin göl havzasına, yeraltı sularına ve yüzeysel sulara, göl havzası ve çevresindeki canlı yaşamına olumsuz etkisinin olacağı, ilgili protokol ve komisyon kararının 2872 sayılı Çevre Kanunu ve İlgili Yönetmelikler ile sair mevzuata uygun olmadığı” kanaatine varıldı.

Mahkemeden karar

Bilirkişi raporunun ardından verilen yürütmenin durdurulması kararında Mahkeme, sulak alanların öneminin üzerinde duran bilirkişi değerlendirmeleriyle birlikte, iklim değişikliği nedeniyle yağışsız günlerin arttığını, normal yağışların azaldığını ve şiddetli yağışların arttığını, bu durumun sonucu olarak acil durumlarda göl alanına ihtiyaç duyulabileceğini belirtti.

Mahkeme kararında; bilirkişi raporunda da yer aldığı gibi, tarım faaliyetleri için kullanılacak kimyasallar ve yapılacak faaliyetlerin, sulak alana zarar verebileceği, gölün tarım alanına dönüştürülmesinin, sulak alanların ekolojik bütünlüğünü, dengeleyici yapısı ile ekosistem yapısını bozabilceği değerlendirmelerinde bulunuldu.

Marmara Gölünün Revize Sulak Koruma Bölgeleri sınırlarının onaylanması ve uygulanmasına ilişkin Ulusal Sulak Alan Komisyonunun kararının ve kararın dayanağını oluşturan 4 Kasım 2022’de “Marmara Gölü Sulak Alanı Rehabilitasyonu Üzerine İş Birliği” protokolüne ilişkin işlemlerde hukuka uygunluk bulunmadığını tespit edildi.

Mahkeme dava konusu işlemin uygulanması halinde, çevresel etkilerde göz önünde bulundurulduğunda, telafisi güç ya da imkansız zararlar meydana getireceği gerekçesiyle işlemin yürütmesinin durdurulmasına karar verdi.

‘Marmara Gölü yanlış su ve tarım politikaları sonucunda kurutuldu’

Doğa Derneği Yönetim Kurulu Başkanı Dicle Tuba Kılıç konuya ilişkin yaptığı açıklamada “Marmara Gölü yanlış su ve tarım politikaları sonucunda kurutuldu. Ramsar Alanı yani uluslararası öneme sahip bir sulak alan olma kriterlerini sağlayan bu alanın ivedilikle restore edilmesi gerekirken alanın TİGEM’e tahsis edilerek tarıma açılması kabul edilemez. Ulusal mevzuatımıza aykırı olan bu uygulamaya karşı sivil toplum kuruluşları bir arada mücadele ediyoruz. Mahkemenin belirlediği uzmanlar, göl ekosisteminin bu uygulamalardan olumsuz etkileneceğini ortaya koydu. Mahkeme heyeti bilim, hukuk ve vicdanla hareket ederek yürütmenin durdurulması kararını verdi. Mahkemeden şimdi iptal kararı vermesini bekliyoruz” dedi.

Kılıç, Marmara Gölü Sulak alan ekosisteminin bütüncül bir şekilde korunmazsa burada üreyen, kıtalar arası göç yolculuğunda beslenmek için burayı kullanan ve kışlayan kuş türleriyle ve endemik balık türlerinin yaşam alanının yok olacağına da dikkat çekerek şu ifadeleri kullandı:

“Acilen Gördes Barajı’ndan Marmara Gölü’ne su bırakılması, Ahmetli Regülatörü‘nden Marmara Gölü’ne kış ve bahar aylarında su verilmesi, göl çevresindeki alternatif su kaynaklarından göle su sağlanması, Kum Çayı’nın nehir yatağında kontrolsüz ve denetimsiz kum ocağı işletme faaliyetlerinin sona erdirilmesi ve derivasyon hattında nehir yatağının düzenlenmesi, göl çevresinde tarımsal üretim kuyuları ve su çekiminin kontrol altına alınması gerekiyor.”

‘Marmara Gölü bilerek kurutuldu’

Göl kıyısındaki Tekelioğlu Köyü’ndeki çiftçilerden davacı Niğmet Sezen ise Marmara Gölü’nün bilerek kurutulduğu belirterek “Gördes Barajı’nın su tutmasıyla gölün asıl kaynağı kesildi. TİGEM ekip biçiyor. Balıkçılık faaliyetlerimiz sona erdi, bahçelerimizde tarım yapamaz hale geldik, iklim değişti, yüzlerce kaplumbağa köy çeşmesi yolunda susuzluktan öldü, su aramaya bahçemize geldiler” dedi ve ekledi:

“Köyümüzü terk etmek istemiyoruz. Hocalarımız da yapılanların yanlış olduğu kanaatine varmış. Lütfen hocalarımızın sesine kulak verin. Yetkililerden gölümüze su sağlanmasını talep ediyoruz. Gölümüz, köyümüz ve burada yaşayan canlılar için mücadele etmeye devam edeceğiz. ”

‘Bir an önce TİGEM’in alandaki faaliyetlerinin sonlandırılmasını bekliyoruz’

Doğa Derneği Hukuk Danışmanı Av. Özlem Altıparmak da Marmara Gölü’nün, ulusal öneme haiz bir sulak alan olduğunu yeniden hatırlatarak, “Sulak Alanların Korunması Yönetmeliği’ne göre, sulak alanlarda tarım yapılamaz, kurutularak arazi kazanılamaz. Bu nedenle hem uzman kuruluşlar, hem yerel sivil toplum örgütleri hem de yöre insanıyla birlikte davalarımızı açtık. Bugün verilen karar, ulusal ve uluslararası mevzuatlarla korunan bir alan için beklediğimiz bir sonuçtu. Bir an önce TİGEM’in alandaki faaliyetlerinin sonlandırılması ve göle gereken suyun, Gördes Barajı ve besleme kanallarından aktarılmasını bekliyoruz” dedi.

‘İlk raundu kazandık’

Akhisar Çevre Derneği Başkanı Erdan Boşnak ise “Marmara Gölü’nün kurutulmasına karşı verdiğimiz mücadelemizde ilk hukuki başarımızı elde ettik” diyerek şunları dile getirdi:

“Yürütmenin durdurulması kararı göl arazisinin TİGEM’e devredilmesinin tartışmalı olduğunun mahkeme tarafından kabulü oldu. İlk raundu kazandık. Ülkemiz, doğamız, artık mücadele etmeden korunamayacak halde. Çevre örgütleri olarak birlik beraberliğimizin, birlikte mücadelemizin çok güzel bir şey olduğunu bir kez daha görmüş oluyoruz. Marmara Gölü bizim mücadelemizle yaşayacak, bizim mücadelemizde canlanacak. Mücadeleye devam.”

Son olarak Salihli Çevre Derneği Avukatı Yıldıray Çıvgın ise “Marmara Gölü’nün Tarım İşleri Genel Müdürlüğü tarafından tarıma açılmasına ilişkin açılan davada yapılan keşif sonucunda, bilirkişi raporunun projenin kamu yararına aykırı olduğunu belirtmesi üzerine İdare Mahkemesince yürütmeyi durdurma kararı verildi. Bu karar Marmara Gölü’nü kurtarmak için önemli bir hukuki kazanımdır” diyerek şunları dile getirdi:

“Umarız mahkeme de nihai kararında söz konusu projeyi iptal eder. Biz Salihli Çevre Derneği olarak Gediz Ovasını, Marmara Gölü’nü yaşatmaya, ovamızı savunmaya devam edeceğiz.”

Ne olmuştu?

Manisa Valiliği, DSİ Genel Müdürlüğü, Doğa Koruma ve Milli Parklar Genel Müdürlüğü ile TİGEM arasında 4 Kasım 2022’de Marmara Gölü Sulak Alanı Rehabilitasyon Üzerine İş Birliği Protokolü imzalanmıştı.

Protokol kapsamında göl TİGEM’e tahsis edilerek tarım alanına dönüştürülmüştü.

Protokolün imzalanmasının ardından Tarım ve Orman Bakanlığı’na bağlı Ulusal Sulak Alan Komisyonu 8 Aralık 2022’de “Manisa İli Gölmarmara İlçesi sınırları içerisinde bulunan Marmara Gölü’nün eski haline gelmesi durumunda koruma bölgelerinin yeniden değerlendirilmesi kaydıyla, Revize Sulak Koruma Bölgeleri sınırlarının onaylanması ve uygulanması” kararıyla TİGEM’in uygulamalarına onay vermişti.

Doğa Derneği, S.S. Gölmarmara ve Çevresi Su Ürünleri Kooperatifi, WWF-Türkiye (Doğal Hayatı Koruma Vakfı), Salihli Çevre Derneği, Akhisar Çevre Derneği, Manisa Kültür ve Tabiat Varlıklarını Koruma ve Çevre Derneği ve göl çevresinde yaşayan kişilerle birlikte hem Ulusal Sulak Alan Komisyonu’nun sulak alan sınır revizyonu kararına hem de işbirliği protokolüne karşı dava açılmıştı.

Davanın bilirkişi incelemesi ve keşfi 25 Mart 2024’te gerçekleşmişti.

 

Olimpiyatlarda yeni kombin eski hikâye

2024 Paris olimpiyatları açılış töreninden her günün programına kadar dünyanın dört bir yanından izleniyor, kimi sporcular veya kareler viral oluyor, sosyal medyada birçok şey tartışılıyor, öne çıkıyor, hatta bu tartışmaların olimpiyata doğrudan müdahale edebildiğine dahi tanık oluyoruz. Türkiye ekibinin (Team Türkiye) olimpiyat kıyafetlerinin Türk halkı tarafından beğenilmemesi üzerine Türkiye Milli Paralimpik Komitesi, 28 Ağustos’ta başlayacak Paris 2024 Paralimpik Oyunları’nın açılış töreni için yeni kıyafetler tasarlanacağını açıkladı.

Spor modası yükselişte

Halkın telefonları başından sporcuların kıyafetlerine bu müdahalesi yalnızca sosyal medyadaki linç kültürü ile açıklanamaz. Aynı zamanda diğer ülkelerin bu işi bir moda şovuna dönüştürmüş olması ve Türkiye’nin koleksiyonunun sönük kalmış olmasının da etkisi büyük. Örneğin Moğolistan daha olimpiyatlar başlamadan haftalar öncesinde kıyafet tasarımlarıyla yarışta tüm ülkelerin önüne geçmişti.

Amerikan halkını 16 yıl sonra gelen altın madalyayla memnun ederek sosyal medyada kahramanlaşan kadın jimnastik ekibinin Swarovski taşlarla süslü yarışma kostümleri de oldukça dikkat çekti. İletişimine yine turnuvalardan önce başlanan bu 8 mayoda toplamda yaklaşık 47 bin kristal bulunuyor. Madalya beklentisi ile ekibe yapılan yatırım markadan milli komiteye, sporculardan halka herkesi memnun eden bir halkla ilişkiler kampanyası sağladı.

Markalar pazarlama fırsatını kaçırmıyor

Spor müsabakaları bir süredir moda devlerinin yakın takibinde, üstelik müsabakalar uluslararası olduğunda daha da önem kazanıyor. 2023 FIFA Kadınlar Dünya Kupasını incelediğim yazıda bahsetmiştim. Lüks modanın spora ilgisinin gelecekte daha da artacağını söylemek mümkün. Kadınlar dünya kupasında yazmıştım. 2024 olimpiyatlarında Premium Sponsor olan LVMH’nin yanı sıra Jaquemus&Nike iş birliği, Skims, Gucci, Salomon ve başka birçok markanın iş birliği bulunuyor.

Olimpiyatların sağladığı görünürlük fırsatını kullanmak isteyen her markanın kampanyası bu kadar başarılı gitmiyor oysa. Adidas’ın 2024 olimpiyatları için 1972 olimpiyatlarını yad eden kampanyası bir skandala dönüştü, hukuki süreç ve özürlerle devam ediyor. 1972 Münih olimpiyatları Filistinli saldırganların İsrailli sporcuları rehin alıp öldürmesi ile hatırlanırken, Filistin şu an İsrail işgali altındayken, Adidas 1972 olimpiyatları temalı kampanyasını Filistin asıllı model Bella Hadid’le yaptı ve hem modeli hem markayı tüm tarafların hedefine oturttu.

Ne renk yıkama istersiniz?

2024 Paris olimpiyatları şimdiye kadar yapılmış en yeşil olimpiyat olma iddiasıyla yola çıksa da bunun gerçekçi olmadığı ortada. Önemli olanın niyet olup olmadığı ya da yeşil yıkamanın adının konması gerektiği de bir süredir tartışılıyor. Olimpiyat için yapılan tesislerden tek kullanımlık yağmurluklara birçok açıdan yeşil iddialarının gerçekçiliği tartışma konusu. Buna tüketim kültürünü ve diğer renklerde yıkamaları da eklemek mümkün.

Bu ışıltılı hayatın bir parçası da “merch kültürü”. Olimpiyat temalı hediyelik eşyalar, giyim, aksesuar, ayakkabı, takıların satışlarından elde edilen milyonlarca dolarlık bir pazar var. Olimpiyatlara hazırlanan birçok marka da turnuva temalı ürünleri piyasaya sürdü, iş birlikleri yaptı. En son iklim değişikliğiyle dalga geçen reklam kampanyasıyla akıllara kazınan Kim Kardashian’ın markası Skims ABD takımının resmi ortağı ve olimpiyat kreasyonu da satışta. Çocuk istismarını kullanarak yaptığı reklam kampanyasıyla çok tepki çeken ve kendini yenilediğini iddia eden Balenciaga ile işçilerinin parasını henüz ödememiş olan Nike da olimpiyat kreasyonları için iş birliğine giden markalardan bazıları.

Pembe yıkama başlıklarının ise daha tartışmalı geçtiği söylenebilir. Kadınların spor müsabakalarında ne giyeceğine hâlâ erkek bir kültür ve yöneticiler karar veriyor olsa da son yıllarda kimi kazanımların elde edildiği reddedilemez. Kadınların giyecekleri nasıl rahat ettiği ve yarıştığı sporda kendini nasıl daha iyi ortaya koyabileceği üzerinden değil renk uyumu, daha açık ve göz zevkine uygun olması, daha kapalı ve muhafazakar yaklaşıma uygun olması, konsepte uyması, gösterişli olması, çok gösterişli olmaması, dini kurallara uyması, laiklik kurallarına uyması gibi kendisi dışındaki kriterlere göre başkaları tarafından karar veriliyor veya yönlendiriliyor. Artık kadınların tercih haklarının konuşulabilir olmasıyla birlikte durum eskisinden daha iyi olsa da hâlâ kadınların giyiminin kamuoyunun tartışmasına açık bir konu olarak meşru olması hem olimpiyatlara hem topluma puan kaybettiriyor.

Gidilecek daha çok yol var

Türbanlı sporcunun açılış seremonisine katılmasına izin verilmemesi bir yanda, plaj voleybolunda kadınlardın mayo veya tayt gibi seçenekler arasından kendi istediklerini giymelerine alan açılması bir yanda; turnuvaların iki ileri bir geri adımlarla bir dönüşüm içinde olduğunu söylemek mümkün. Mayolu kadın göremediği için sinirlenen erkeklerin taleplerinin aksine yıllardır santimine kadar katı kurallarla belirlenen plaj voleybolunda bu olimpiyatlarda kurallar gevşetildi. Yine de Hollanda’da 12 yaşında bir çocuğa tecavüzden hapis yatmış sporcunun turnuvaya katılabilmesinin kadın sporcuların giyimleri kadar tepki almadığının altını çizmekte fayda var. Bu da daha gidilecek çok yol olduğunu bize yeniden hatırlatıyor.

Gidilecek yollar daha çok, ama yöneticilerin ya da sektörün henüz oralarda olduğunu söylemek mümkün değil. Olimpiyatlar için sığınmacılardan temizlenen Paris sokaklarında açılış seromonisine gelen ünlüler kombinlerini sergiliyor, spor giyim hâlâ polyester üzerinde yükseliyor, Nike işçilerinin parasını hâlâ ödemedi. Günden güne sağolsun erkekler kadınların giyimine daha az karışıyor ve kadın sporcuların sayısı artıyor olsa da eski hikâye yeni kombin hissi baki kalıyor.

Akdeniz foklarının yaşam alanına inşa edilen kaçak iskele sökülüyor

İzmir’in Karaburun ilçesinin Mordoğan Ayıbalığı Mevkii’nde bulunan Özel Çevre Koruma Bölgesi sınırları içinde kaçak olarak inşa edilen iskelenin sökümüne başlandı.

2023 yılının haziran ayında yapı ruhsatı alınmadan inşa edilen iskele için halk ve Sualtı Araştırmaları Derneği/Akdeniz Foku Araştırma Grubu (SAD-AFAG) ve Karaburun Yerel Fok Komitesi, yetkililerle bir yıldan uzun süredir görüşüyordu.

Fokların yaşam alanına inşa edilen kaçak iskele yıkılamadı

Yıkım görevini büyükşehir belediyesi üstlendi

Ancak bir yıl boyunca Karaburun Belediye Başkanlığı’nın yetki alanındaki iskele yıkılmadı ve sivil toplum temsilcileri, İzmir Büyükşehir Belediyesi’ni göreve davet etti. Ardından 23 Temmuz 2024 tarihinde İzmir Büyükşehir Belediyesi, konuya ilişkin “..Mordoğan Ayıbalığı’nda Akdeniz Foklarının yaşam ve üreme alanına izinsiz olarak kurulan demir iskelenin kaldırılmasına yönelik yasal ve idari süreç İzmir Büyükşehir Belediyesi tarafından üstlenilmiştir. Mordoğan Ayıbalığı’ndaki işletme, 5216 sayılı Büyükşehir Belediye Kanunu’nun 7/c maddesi, 775 sayılı kanunun 18. Maddesinin yıkıma yönelik iş ve işlemlerin uygulanmasını engellemiştir. Görevini yapma çabasındaki kamu personelini tehdit ve fiziki müdahale yoluyla engellemeye çalışan kişiler hakkında da gerekli yasal girişimler başlatılacaktır. Yasayla tanımlanan görevin ifası için gerekli adımlar atılacak, doğayı tahrip ederek kaçak olarak inşa edilmiş demir iskelenin yıkım süreci kararlılık içinde tamamlanacaktır” şeklinde bir açıklama yaptı.

Daha önce yıkılamamıştı

Daha sonra 22 Temmuz tarihinde İzmir Büyükşehir Belediyesi, Zabıta, İtfaiye, Yapı Kontrol, Fen İşleri Yıkım Şubesi ve Çevre Şehircilik İl Müdürlüğü ekipleri, yıkım işlemini gerçekleştirmek üzere iskele bölgesine gitti. Ancak iskeleyi inşa eden eski adıyla Seal Beach, yeni adıyla For You 35 işletmesi, bölgenin özel mülk olduğunu öne sürerek ekiplerin iskeleye karadan ve denizden erişimine engel oldu.

Bu sabah (2 Ağustos) yeniden bölgeye giden İzmir Büyükşehir Belediyesi ekipleri, herhangi bir dirençle karşılaşmadı. İşletme iskelenin sökümüne başladı.

Fokların nadir yaşam alanlarından

Konuya ilişkin ortak bir açıklama yapan SAD-AFAG ve Karaburun Yerel Fok Komitesi, Karaburun-Ildır Körfezi Özel Çevre Koruma alanı olan bölgenin Dünya Doğayı Koruma Birliği (IUCN) tarafından tescil edildiğine ve nesli tehlike altında olan Akdeniz foklarının ülkemizdeki nadir yavrulama ve yaşam alanları arasında bulunduğuna dikkat çekti.

İnsan baskısının özellikle 1960-70’li yıllardan beri fokların son sığınakları olan mağaralar ve çevresindeki ekosistemi tehdit ettiğini söyleyen sivil toplum örgütleri, yerel yöneticilerin bu alanlardan yararlanan işletmeler konusunda daha duyarlı davranması gerektiğini ve nesli tehlike altında olan canlıların yaşam alanlarına yönelik ulusal mevzuata ve uluslararası sözleşmelere uygun hareket edilmesi gerektiğini belirtti.

İzmirli meslek odalarından Akdeniz foklarını korumaya yönelik çağrı: Karaburun’dan elinizi çekin

 

 

Resiflerin üstüne inşa edilen kuleden büyük ölçekli inşaat projelerine: Tahiti’nin olimpik sörf krizi

Tahitili Teahupo’o yerli halkı, çevrelerine ve yaşam tarzlarına zarar verdiği gerekçesiyle 2024 Paris Olimpiyat Oyunları‘na itiraz ediyor.

Fransız Polinezyası‘ndaki Tahiti adasında bulunan Teahupo’o köyü, ada standartlarına göre bile uzak kabul edilen yemyeşil dağlar ve berrak bir lagün arasında doğal güzelliklerle çevrili bir bölge.

Lagünün kenarında dünyanın en iyi resif kırılmalarından biri bulunurken şu an altın madalya için yarışan olimpik sörfçüler mercan resiflerinin üzerindeki dalgalarda antrenman yapıyor.

Teahupo’o ve çevresinde 2024 Olimpiyat Oyunları başlamadan sörf etkinlikleri için kapsamlı bir inşaat başladı. Kasabanın marinası yenilenirken kıyı bölgelerde geçici beyaz çadırlar kuruldu. Lagünün karşısındaki alüminyum jüri kulesi olimpiyat renklerine bürünürken 2024 yılından önce tamamlanan kule bölgede tartışmalara yol açtı.

Jüri kulesi resiflerin üstüne inşa edildi

2023 yılında yerel sakinler ve sörfçüler, resiflere zarar veren inşaatı protesto etmek için bir araya geldi.

Kulenin inşaatına karşı çıkan başlıca isimlerden yerel sörfçü Lorenzo Avennenti, “Bu doğal zenginliklere sahip olduğumuz için şanslıyız… İnsanların buraya gelip resiflerimize, doğal kaynaklarımıza karşımasına izin veremeyiz” diyor.

Teahupo’o yerlisi ve Vai Ara O Teahupo’o çevre derneğinin başkanı Cindy Otcenasek, kulenin inşasıyla ilgili yerel halkın bilgilendirilmediğini, insanların durumu inşaat başlamadan yalnızca birkaç ay önce öğrendiğini ve derneklerinin inşaat öncesinde çevresel etki değerlendirmesi için çalışma yapılması taleplerinin reddedildiğini bildirdi.

Fotoğraf: Atea Lee Chip Sao

Protestolar sonuç verdi, yeni kule planlandı

Fransız Polinezyası’ndaki olimpiyat organizasyon komitesinin etkinlik genel müdürü Barbara Martins-Nio, “Hakem kulesi krizi bizi gerçeklerle yüzleştirdi ve yerel halka doğrudan temas halinde olmamız gerektiğini anlamamızı sağladı” şeklinde açıklama yaptı.

Yerel halkın direnişi ve itirazları sonucunda başlangıçta planlanan kulenin daha sade bir versiyonu inşa edildi. Hem olimpiyat yetkilileri hem de yerel halk, yeni kulenin temellerinin bir önceki kuleye göre daha hafif ve çevre dostu olduğu konusunda hemfikir.

Kule inşaatının krize dönüşmesinin nedenlerinden biri, taraflar arasındaki iletişimsizlik ve kulenin inşaatına dair netlik olmamasıydı. Martins-Nio, yerel halkı memnun etmek için Olimpiyat komitesinin yerel sakinler, adadaki diğer bölgeler, Fransız Polinezyası Başkanı ve diğer ilgili hükümet departmanlarıyla görüştüklerini belirtti.

Ardından Fransız Polinezyası gençlik ve spor bakanlığı, yerel çevre danışmanlık firması Pae Tai-Pae Uta ile birlikte kulenin inşası sırasında oluşan hasarı değerlendirmek ve resifleri incelemek için bir ekip kurdu.

Fotoğraf: Atea Lee Chip Sao

Yeni sorun alglerin artışı ve ciguatera

İki yerel balıkçının ve iki gencin de dahil olduğu araştırma ekibi inşaat sırasında düzenli olarak resifleri kontrol etti ve resiflerde bir hasar olmadığını buldu. Ancak asıl sorun, inşaat başladığından beri artan alglerdi.

Ekip, resif ekosistemindekin değişimin etkisiyle meydana gelen bu değişimin ciguatera riski gibi uzun vadeli çevresel etkilerinden endişeli. Ciguatoksin seviyelerinin yüksek olduğu resif balıklarını tüketmek ciguatera zehirlenmesine neden olabiliyor.

Araştırma ekibinin başında bulunan Charles Egretaud, “Eğer ciguaterada bir artış olursa bu uzun vadeli bir etki olur. Balıklarda ciguatera seviyelerinin artması hasardan sonra 15-20 yıl alabilir” diyerek bölge yetkililerini konuyu takip etmeleri konusunda uyardı.

Fotoğraf: Atea Lee Chip Sao

Olimpiyatlara karşı ilk mücadele değildi

Resiflere inşa edilen kule konusunda biraz da olsa ilerlemek kaydettiklerini düşünen yerli halkın bölgelerini olimpiyatlardan korumak için verdikleri ilk mücadele bu değil.

Otcanasek, hükümetin ve olimpiyat yetkililerinin yıllardır kıyıdan 300 metre uzaklıktaki lagüne doğru uzanan arazide büyük ölçekli bir inşaat projesi yapmak istediğini söylüyor. Yerel halkın protestolar ve dilekçelerle inşaat planlarına karşı çıkmasıyla bu projeler şimdilik terk edildi.

Daha önce de sporcular için konaklama tesisi inşa etme planlarına itiraz edildi ve sporcuların ve izleyicilerin gemilerde, yerel halkın evlerinde veya yerel pansiyonlarda ağırlanması kararlaştırıldı. Ayrıca bölgeye kabul edilen ziyaretçi sayısı da kısıtlandı.

Diğer olimpiyat köylerinin aksine Teahupo’o’da kalıcı yerleşim yapıları kurulmadı. Bunun yerine üç bin metrekarelik Rose Domaine bölgesine bir restoran, tıbbi alan ve dinlenme alanı kuruldu.

Rose Domaine, daha önce bölgenin temel tarım gıdalarının yetiştirildiği bir bölgeydi ve yerel halk bataklığa dönen arazinin yeniden tarım için kullanılmasını istiyordu. Ancak bölge, olimpiyatlara hazırlanmak için kurutularak kazılarak çakılla dolduruldu.

Otcanasek, bölge halkının olimpiyatları istediğini ama olimpiyatlar için marina yenilemesi veya köprü inşası dışında herhangi kalıcı yapının kurulmamasına karşı çıkıldığını söyledi.

Yerel halk olimpiyatların bölgeye bıraktığı miras hakkında karışık duyulara sahip. Birçoğu prestijli bir etkinliğe ev sahipliği yapmaktan heyecan duyarken ve ekonomik faydaları dört gözle beklerken etkinliklerin dezavantajları olduğu da kabul ediliyor.

 

Sözde ‘sürdürülebilir’ giysilerin ardında hala fosil yakıtlar var

En büyük küresel moda markalarını inceleyen kar amacı gütmeyen küresel moda hareketi Fashion Revolution, markaların çeyreğinin karbonsuzlaşma için açıklanan herhangi bir planının bulunmadığını ortaya çıkardı.

Moda endüstrisi oldukça kirletici olabiliyor. Tekstil fabrikalarının çevrelerinde bulunan su kaynaklarına kimyasal bulaştırdığına dair birçok örnek mevcut. Endüstrinin özellikle hızlı modanın aşırı tüketimi teşvik etmesi nedeniyle yol açtığı aşırı atık sorunu da endişe verici.

250 markanın sürdürülebilirlik performansı incelendi

Dünyanın en büyük 250 moda markasısını ve perakendecisini inceleyen What Fuels Fashion? raporu, cirosu 400 milyon dolardan fazla olan firmaların iklim hedeflerini ve eylemlerini analiz etti.

Araştırmacılar, emisyon hedefleri, tedarik zincirinin şeffaflığı, fabrikalara güç sağlamak için kullanılan yenilenebilir enerji oranı gibi 70 farklı sürdürülebilirlik kriterini inceleyerek firmalarına bir yüzde puanı verdi.

DKNY, Tom Ford ve Reebok gibi birçok ünlü markanın karbonsuzlaşma skoru yüzde 0 olarak hesaplandı. Yani bu markaların hiçbiri tedarik zincirlerindeki emisyonları sıfırlamaya yönelik kamuya açık bir plan paylaşmıyor. Urban Outfitters ve Dolce & Gabbana‘nın skoru ise yüzde 3 olarak hesaplandı.

Raporun en yüksek sürdürülebilirlik skorlarının sahibi ise Puma (yüzde 75), Gucci (yüzde 74) ve H&M (yüzde 61) oldu.

İncelenen 250 firmadan yalnızca dördü Birleşmiş Milletler‘in tekstil şirketlerinin emisyonlarını azaltmaları için belirlediği hedeflere ulaştı.

117 markanın karbonsuzlaşma hedefi var

250 markanın 117’sinin karbonsuzlaşma hedefleri bulunuyor. Bu markaların 105’i ise karbonsuzlaşma hedefleri doğrultusundaki ilerlemelerini kamuya açıklıyor. Ancak 117 markanın 42’si, baz alınan yıla göre şirketin sahip olduğu veya kontrol ettiği varlıklardan kaynaklanan Kapsam-3 emisyonlarında artış olduğunu rapor etti.

Yüksek emisyon miktarlarına rağmen markaların yüzde 86’sının kamuya açık bir kömürden çıkış hedefi bulunmazken yüzde 94’ünün de yenilenebilir enerji planı yok. Şirketlerin yarısından azı (yüzde 43) enerji kaynaklarının ne kadarının kömür, doğal gaz veya yenilenebilir eneriden geldiği konusunda şeffaf davranıyor.

Endüstrinin en önemli sorunlarından biri aşırı üretim ve birçok ürünün çöplüklerde toplanması. Rapora göre büyük markaların yüzde 89’u ne kadar ürün ürettiklerini açıkça paylaşmıyor ve hesap verebilirlik konusunda ciddi bir eksiklik var.

Görsel: Fashion Revolution

Sözde ‘sürdürülebilir’ kıyafetler hala fosil yakıt kullanıyor

Raporun yazarları, küresel emisyonları 2030 yılına kadar yarıya indirmek için beş yılımız kalmışken emisyonların artmasının sektörün kritik yaşam çizgisinden giderek uzaklaştığının bir göstergesi olduğunu söylüyor.

Sözde ‘sürdürülebilir’ kıyafetlerin hala fosil yakıtlar kullanılarak üretildiğine dikkat çeken rapor, markaların yüzde 58’inin sürdürülebilir malzeme hedefi olduğunu ve yalnızca yüzde 11’inin tedarik zincirlerinin enerji kaynaklarını açıkladığını gösteriyor.  Bu da ‘sürdürülebilir’ olarak adlandırılan kıyafetlerin hala fosil yakıt kullanılan fabrikalarda üretileceğine işaret ediyor.

Şirketler çalışanlarını iklim değişikliğine karşı desteklemeli

Tekstil endüstrisinin tedarik zincirlerinde çalışan işçiler genellikle küresel iklim krizine karşı en savunmasız topluluklarda yaşıyor. Endüstrinin yoğunlaştığı Bangladeş gibi ülkelerde işçilerin can güvenliğini riske atan sel baskınları giderek sıklaşıyor. Tahminlere göre kuraklık, sıcak dalgaları ve musonlar gibi giderek şiddetlenen hava olayları, tekstil sektöründe 1 milyon işe mal olabilir.

Raporuna göre firmaların yüzde 3’ü iklim değişkiliğinden etkilenen çalışanlarını finansal olarak desteklediklerini açıklıyor. Yüzde 94 ise iklim değişikliğinden etkilenen paydaşlarıyla nasıl ilişki kurduklarını ve bu kişiler için ne gibi iklim stratejileri izleyeceklerini açıklamıyor.

Raporun yazarları, şirketleri ürünlerini üretmek için yoksulluk sınırında çalışan kişileri korumaya çağırdı.

Fashion Revolution’un küresel politika ve kampanyalar direktörü Maeve Galvin, “Şirketler gelirlerinin en az yüzde 2’sini temiz, yenilenebilir enerjiye ayırarak ve çalışanlarını destekleyerek iklim değişikliğinin etkilerini azaltabilir ve tedarik zincirindeki yoksulluğu ve eşitsizliği azaltabilir” dedi.

Antarktika’da sıcaklık, ortalamanın 10 derece üzerine çıktı

Antarktika‘nın buz tabakalarının büyük bölümündeki yer sıcaklıkları geçtiğimiz ay boyunca normalin ortalama 10 santigrat derece üzerine çıkarak neredeyse ‘rekor bir sıcak dalgası’ olarak değerlendirildi.

Güney yarımkürede kış mevsiminin yaşandığı yılın bu zamanlarında karanlıkla örtülü olan kutup kara parçasında sıcaklıklar sıfırın altında seyrederken, bazı günlerde sıcaklıkların beklenenin 28C üzerine çıktığı bildirildi.

Dünya 12 ay boyunca rekor sıcaklıklar yaşadı ve sıcaklıklar sürekli olarak, iklim bozulmasının en kötüsünden kaçınmanın eşik sınırı olarak lanse edilen sanayi öncesi seviyelerin 1.5C üzerine çıktı.

Harita Temmuz ayı için Antarktika’daki geçici sıcaklık verilerini gösteriyor. Kıtanın birçok kısmı 1991-2020 iklim ortalamasının 5-10C üzerindeydi. Fotoğraf: Metdesk

MetDesk tahmin direktörü Michael Dukes, tek tek günlük yüksek sıcaklıkların şaşırtıcı olduğunu, ancak ay boyunca ortalama artışın çok daha önemli olduğunu söyledi.

İklim bilimcilerin modelleri uzun zamandır insan kaynaklı iklim değişikliğinin en önemli etkilerinin kutup bölgeleri üzerinde olacağını öngörüyordu ve Michael Dukes bu sıcaklıkların bunun harika bir örneği olduğunu belirtti.

Dukes, “Genellikle bir iklim eğilimi için sadece bir aya bakamazsınız ama bu, modellerin öngördüğü doğrultuda” dedi ve ekledi:

“Antarktika’da genellikle kış aylarında görülen ve yaz aylarında da devam eden bu tür bir ısınma buz tabakalarının çökmesine yol açabilir.”

Geçtiğimiz ay, 14 aydır sıcaklık rekorlarının kırılmadığı ilk ay oldu, ancak bu, olağanüstü sıcak olan Temmuz 2023’ü takip etti ve ayrıca ondan önceki herhangi bir Temmuz’un 0.3C üzerinde kaldı.

‘Geçen ay yaşanan artışın büyük bölümü sıcak dalgasından kaynaklandı’

Berkeley Earth‘te araştırmacı bilim insanı olan Zeke Hausfather, Antarktika’daki sıcak dalgasının “son haftalarda küresel sıcaklıkların artmasında kesinlikle en büyük etkenlerden biri olduğunu” söyledi.

Fotoğraf: Mike Bowers/The Guardian

“Antarktika bir bütün olarak son 50 yılda ve hatta 150 yılda dünya ile birlikte ısındı, bu nedenle herhangi bir sıcak dalgası bu yüksek taban çizgisinden başlıyor” ifadelerini kullanan Zeke Hausfather, sözlerini şöyle sürdürdü:

“Ancak geçtiğimiz ay yaşanan artışın büyük bölümünün sıcak dalgasından kaynaklandığını söylemek yanlış olmaz.”

Bu sıcak dalgası son iki yılda bölgeyi vuran ikinci sıcak dalgasıydı. Sonuncusu Mart 2022’de 39C’lik bir artışa yol açmış ve Roma büyüklüğündeki buz tabakasının bir kısmının çökmesine neden olmuştu.

Dukes, Antarktika’nın Temmuz ayında artan sıcaklıklarının, dünya çapında ısınmaya yol açan iklim fenomeni El Niño‘nun özellikle güçlü bir şekilde gerçekleşmesinin ardından geldiğini ve muhtemelen iklim bozulmasının neden olduğu sıcaklıklardaki genel artışla birlikte bunun gecikmeli bir etkisi olduğunu söyledi.

Bilim insanları, sıcak dalgasının doğrudan nedeninin, her kutbun etrafındaki stratosferde dönen bir soğuk hava ve düşük basınç bandı olan zayıflamış bir kutup girdabı olduğunu söyledi. Ulusal Okyanus ve Atmosfer İdaresi‘nde atmosfer bilimcisi olan Amy Butler, Washington Post’a yaptığı açıklamada, atmosferik dalgalardan kaynaklanan parazitlerin girdabı zayıflattığını ve bu yıl yüksek irtifa sıcaklıklarının artmasına neden olduğunu söyledi.

Fotoğraf: Johan Ordonez, AFP

California San Diego Üniversitesi Scripps Oşinografi Enstitüsü’nde jeofizikçi olan Jamin Greenbaum, önümüzdeki yıllarda bu bölgeyi nelerin beklediği konusunda kesinlikle endişeli olduğunu söyledi.

Greenbaum, “Saha keşif gezilerimin çoğu, yıllar içinde erimenin arttığını gördüğüm Doğu Antarktika‘ya oldu” dedi ve ekledi:

“Zayıflayan kutup girdabının oradaki muazzam sıcak dalgasına neden olduğuna dair bu raporları görünce elbette alarma geçsem de, bunun ne yazık ki iklim değişikliğinin beklenen bir sonucu olduğu düşünüldüğünde şaşırmadım.”

Michigan Üniversitesi Çevre ve Sürdürülebilirlik Okulu’nda iklim bilimci olan Jonathan Overpeck, X’te yaptığı açıklamada sıcak dalgasının “iklim değişikliğinin gezegeni gerçekten dönüştürmeye başladığının göz açıcı bir işareti” olduğunu söyledi.

Washington Üniversitesi’nden atmosfer bilimci Edward Blanchard, Post’a yaptığı açıklamada bunun rekora yakın bir olay olduğunu söyledi.

Blanchard, “Antarktika kıtasının etrafında daha az deniz buzu ve daha sıcak bir Güney Okyanusu olması, Antarktika üzerinde daha sıcak kış havası için ‘zar tutuyor’ olabilir” dedi ve şunları aktardı:

“Bu açıdan bakıldığında, ortalama deniz buzu koşullarına sahip ‘normal’ bir yıla kıyasla bu yıl Antarktika’da büyük sıcak dalgaları görmek biraz ‘daha az şaşırtıcı’ olabilir.”

İsviçre‘nin Zürih kentindeki bir kamu araştırma üniversitesi olan ETH Zürih’te iklim bilimi üzerine çalışan bir araştırmacı olan Jonathan Wille, sıcak dalgasının bölge üzerinde haftalar süren bir “güney stratosferik ısınma olayına” atfedilebileceğini söyledi.

“Bunlar Antarktika üzerinde gerçekten nadir görülür, bu nedenle kıtadaki yüzey koşullarını nasıl etkileyeceği gerçekten net değildi” dedi ve ekledi:

“Etkilerin ne kadar yaygın olduğunu görmek ilginç oldu.”

Wille, “Kıta üzerinde giderek daha sık sıcak dalgaları görülüyor” dese de, iklim krizinin bu özel olayı yaratmada ne kadar etken olduğunun henüz net olmadığını söyledi.

“Bunu öğrenmek için ilişkilendirme çalışmalarını beklememiz gerekecek” diyen Wille, “Bu bir ‘bekle ve gör’ senaryosu” şeklinde konuştu.

Yurttaşlar İstanbul Çevre Şehircilik Müdürlüğüne seslendi: Mahalle uçurumun kenarında yaşıyor

İSTANBUL- Sultangazi ilçesinin Cebeci mahallesindeki taş ocağı faaliyetleri nedeniyle evlerinin duvarları yıkılmasına ve mahallelerindeki ağaç kıyımına tepki gösteren yurttaşlar, İstanbul Çevre ve Şehircilik Müdürlüğü önünde toplanarak dilekçelerini kuruma iletti.

 

‘Maden kıyımı nedeniyle ne içme suyu, ne hava, ne de yaşayacak yer kalmadı’

İl Müdürlüğü önünde yapılan açıklamada sadece Cebeci köyünün değil, aynı zamanda İstanbul’un nefes ve su kaynağı Kuzey Ormanları‘nın, orman köylerinin ve kırsalının ağır tahrip altında olduğu belirtildi.

Açıklamada “Maden ocakları, taş ocakları, RES’ler ile adım adım son kalan nefes kaynağımız katlediliyor. Binlerce canlıya yaşam kaynağı ve İstanbul’a da nefes kaynağı olan ormanlarımızın katledilişinden şirketler ve onlara ruhsat veren, denetlemeyen kamu kurumları sorumludur” diyen yurttaşlar, artık bu orman kıyımından kaynaklı yaşayacak yerlerinin, nefes alacak havalarının, içecek sularının kalmadığını dile getirdi.

‘Maden sahasının ortasında kalan mahalle şu an uçurumun kenarında yaşıyor’

“Kuzey Ormanları’nı yıllardır ağır tahrip eden Cebeci taş ocakları ormanı kemire kemire köye dayandı” diyen yurttaşlar, maden sahasının ortasında kalan mahallenin şu an uçurumun kenarında yaşadığını ifade etti.

İstanbul’un son su kaynağı olan Alibey barajının sadece 250 metre yakınında olan maden ve taş ocakları faaliyetinden dolayı tehdit altında olduğuna dikkat çeken yurttaşlar buradaki su kaybının sorumlusunun iklim krizi olmadığını şöyle dile getirdi:

“Kuzey Ormanları içindeki Alibey Barajı’nda yaşanan su kaybının sorumlusu ‘iklim krizi‘ değildir. Cebeci mahallesinde faaliyet gösteren taş ocakları buradaki su kaybından sorumludur. Ayrıca köyün bulunduğu alan Kırkçeşmeler su hattının geçtiği tarihi bir sit alanıdır. Taş ocağı faaliyetleri sırasında patlatılan dinamitler sonucunda tarihi eserler ciddi zarar görüyor.”

‘Katliama ortak olmayın’

Son olarak ellerindeki dilekçelerle yetkilileri göreve çağıran yurttaşlar, şöyle seslendi:

“Bu katliama ortak olmayın. İnşaat yağması ve Cebeci taş ocaklarının genişlemesi derhal durdurulmalıdır. Kuzey Madencilik tarafından sürdürülen taş ocağı faaliyetleri insanların barınma hakkına temiz havada nefes alma hakkına zarar veriyor. Derhal madenin denetlenerek kapatılmasını istiyoruz. Bizler binlerce yıllık kadim köyümüzde yaşamak istiyoruz. Yaşamı köyümüzü ormanımızı savunmaya da devam edeceğiz.”

Validebağ Savunması, Ümraniye Kent Savunması, Kuzey Ormanları Savunması‘ndan aktivistler açıklamaya katılarak Cebeci mahallesi sakinleriyle dayanıştıklarını belirtti. Açıklama sonrası mahalle sakinleri dilekçelerini müdürlüğe vererek sloganlarla müdürlükten ayrıldı.

BTK, Instagram’a erişim engeli getirdi

Bilgi Teknolojileri ve İletişim Kurumu (BTK), 2 Ağustos tarihinde sosyal medya platformu Instagram‘a erişim geneli getirdi.

BTK’nin sorgulama ekranında “instagram.com, 02/08/2024 tarihli 490.05.01.2024.-608983 sayılı Bilgi Teknolojileri ve İletişim Kurumu kararıyla erişime engellenmiştir” ifadesi yer alıyor. BTK’nin katalog suçlar olarak belirlenen düzenlemelere uyulmadığı gerekçesiyle erişim engeli getirdiği bildirildi.

Katalog suçlar, intihara yönlendirme (madde 84), çocukların cinsel istismarı (madde 103, birinci fıkra), uyuşturucu veya uyarıcı madde kullanılmasını kolaylaştırma (madde 190), sağlık için tehlikeli madde temini (madde 194), müstehcenlik (madde 226), fuhuş (madde 227) ve kumar oynanması için yer ve imkân sağlama (madde 228), suçlarını ve 5816 sayılı Atatürk Aleyhine İşlenen Suçlar Hakkında Kanun‘da yer alan suçları içeriyor.

Altun: Instagram’ı şiddetle kınıyorum

Türkiye Cumhuriyeti Cumhurbaşkanlığı İletişim Başkanı Fahrettin Altun‘un 31 Temmuz’da X hesabından İsrail‘in Heniye‘yi öldürmesi üzerine yaptığı paylaşımda “Ayrıca, Heniye’nin şehadeti dolayısıyla insanların taziye mesajı yayınlamasını herhangi bir gerekçe göstermeden engelleyen sosyal medya platformu Instagram’ı şiddetle kınıyorum. Bu çok açık ve net bir sansür girişimidir. Küresel sömürü düzenine ve adaletsizliğe hizmet ettiğini defalarca göstermiş olan bu platformlara karşı ifade özgürlüğünü savunmaya devam edeceğiz. Her fırsatta ve her platformda Filistinli kardeşlerimizin yanında olacağız” ifadeleri yer alıyor.

 

Siber hukuk alanında çalışan siber hak aktivisti Prof. Dr. Yaman Akdeniz, sosyal medya hesabından Instagram’a getirilen erişim yasağına “BTK, kararını bir sulh ceza hakimliğine onaylatmak zorunda. Instagram’a uygulanan sansür keyfidir, herhangi bir açıklaması veya gerekçesi de asla olamaz. Hiçbir hakim de böyle bir talebi onaylamamalıdır” diyerek tepki gösterdi.

[İklim Masası] Türkiye, elektrik talebinin en az yüzde 40’ını yüzen güneş panelleriyle karşılayabilir

İklim değişikliğiyle ilgili güvenilir bilgileri yaygınlaştırmayı hedefleyen İklim Masası‘yla olan işbirliğimiz çerçevesinde, Dr. Kürşad Tosun’un Türkiye’deki elektrik talebine, enerjide dışa bağımlılığa ve yenilenebilir enerjinin bu ihtiyaca vereceği yanıta ilişkin değerlendirmesini  yayımlıyoruz.

*

Türkiyedeki yapay su rezervuarlarının yüzen fotovoltaiklere (YFV) uygunluğunu ve potansiyel enerji üretimini değerlendiren çalışmamız, yüzen güneş panellerinin hem enerjide dışa bağımlılığı azaltmada hem de iklim değişikliği ile mücadelede önemli bir alternatif olarak öne çıkabileceğini gösteriyor. 

Çalışmamıza göre, uygun inşa edilmiş yapay su rezervuar yüzeylerinin yüzde 10unun yüzen fotovoltaiklerle kaplandığı bir senaryoda, yılda, Türkiyenin mevcut yıllık elektrik talebinin yaklaşık yüzde 40’ı kadar elektrik üretimi yapılabilir. 

Su yüzeyini kaplayan YFV sistemleri, aynı zamanda buharlaşmayı da yüzde 30 ila 50 oranında azaltarak ciddi su tasarrufu sağlar. Hesaplamalarımıza göre aynı senaryoda, altı milyona yakın nüfusu olan Ankaranın 1000 günlük su ihtiyacını karşılayacak kadar su tasarrufu yapılabilir. Tasarruf edilen bu miktarın elektrik üretiminde kullanılması durumunda, yıllık 32 milyon dolardan fazla ekonomik kazanç sağlanabilir.

Yüzen güneş panelleri, yalnızca enerjide dışa bağımlılıkla ve su kıtlığı ile mücadelede değil, küresel ısınmayı sınırlandırmada da önemli bir rol üstlenebilir. Elektrik üretimi için temiz bir alternatif sunan YFV sistemleri, su rezervuar yüzeylerinin sadece yüzde 10unu kaplamaları halinde bile, Türkiyenin yılda 77.6 milyon ton CO2 eşdeğeri sera gazı salımından kaçınmasını sağlayabilir. Bu miktar, Türkiyenin 2022 yılındaki toplam sera gazı salımlarının neredeyse yüzde 14’üne denk geliyor. 

Ekolojik önemi olan rezervuarlar hesaplamaya dahil edilmedi

Türkiye, yıllık ortalama 2,640 saat güneşlenme süresi ve yıllık 1.527 kWh/m² güneş enerjisi potansiyeli ile güneş enerjisi üretimi için oldukça elverişli bir coğrafi konuma sahip. Özellikle Güneydoğu Anadolu, Akdeniz ve Ege bölgelerinin güneş enerjisi potansiyelleri oldukça yüksek. Bu potansiyel, YFV sistemlerinin uygulanabilirliğini de artırıyor.

Devlet Su İşleri (DSİ) verilerine göre, Türkiyede inşa edilmiş 4,003 adet su rezervuarı bulunuyor. Ancak çalışmamızdaki hesaplamalar, bu rezervuarların tamamını değil, yüzen fotovoltaik kurulumuna uygun olarak tanımladıklarımız dikkate alınarak yapıldı.

Ulusal ve/veya yerel öneme sahip sulak alanlar, milli parklar ve tabiat parkları, özel çevre koruma alanları, kapsam dışında bırakıldı. Ekosistem hizmetleri, kuş göç yolu güvenliği, biyolojik çeşitlilik ve nesli tehlikede olan türlerin korunması açısından önemli olan bu alanlar, elektrik üretim projelerinin geliştirilmesi için uygun görülmedi.

Yüzen fotovoltaik (YFV) nedir? 

YFV sistemleri, su yüzeyine monte edilen güneş panelleriyle enerji üreten yenilikçi bir teknoloji. Bu sistemler, su yüzeyinin serinletici etkisiyle panel verimliliğini artırıyor. Bu sayede, kara tabanlı sistemlere kıyasla enerji üretim kapasitesi ve verimliliği de daha yüksek oluyor.

YFV sistemleri sayesinde, güneş enerjisi için mera, orman ve tarım arazilerinin kullanılmasına duyulan gereksinim azalıyor. Ayrıca su kaynakları daha etkin kullanılmış oluyor ve buharlaşma azaltılıyor. Bu yönleriyle YFV, kara tabanlı güneş panellerine kıyasla çevresel sürdürülebilirliği daha yüksek bir alternatif.

YFV sistemlerinin temel avantajları şunlar:

  1. Toprak kullanımını azaltır: Tarım ve yerleşim alanları korunur, arazi kullanımı optimize edilir. Buna bağlı olarak da tarımsal üretim azalışı veya çiftçilerin gelir kaybı gibi sonuçlar doğurmaz, kamulaştırma gerektirmez. Aynı şekilde, mera ve ormanlık alanların da korunmasını sağlar.
  2. Enerji üretim verimliliği artar: Su yüzeyinde serinleme etkisiyle enerji üretim verimliliği artar. Enerji üretim kapasitesi, kara tabanlı sistemlere göre yüzde 10-15 daha yüksektir.
  3. Su buharlaşması azalır: YFV sistemleri su yüzeyini kaplayarak buharlaşmayı yüzde 30-50 oranında azaltabilir ve böylelikle su kaynaklarının korunmasına yardımcı olur. Bu, özellikle su kıtlığı yaşayan bölgelerde büyük bir avantajdır.
  4. Çevresel faydalar: Doğal habitatların korunması, karbondioksit emisyonlarının azaltılması, yenilenebilir enerji kaynaklarının kullanımının artırılması, çevresel faydalar sağlar.

Bununla birlikte, yüzen fotovoltaiklerin içme ve kullanma sularına olumsuz etkisi olmayacağı varsayımından hareketle, bu tür rezervuarlar çalışmaya dahil edildi. (Mevcut mevzuata göre içme-kullanma suyu temin edilen rezervuarlar, imar planı yapılmaksızın YFV kurulabilecek rezervuarlar kapsamında değil. 

Buna göre, YFV kurulumu için uygun su rezervuarlarının sayısı 3,475 olarak saptandı ve yüzey alanı toplamı ise 8,393 km² olarak hesaplandı. Bunlar arasından, 100 bin metrekareden küçük rezervuarlar elendi. Çalışmadaki hesaplamalar, geriye kalan 2,755 rezervuar üzerinden yapıldı.

Türkiyedeki su rezervuarlarının YFV sistemleri için uygunluğunu ve potansiyel enerji üretimini değerlendirdiğimiz çalışma kapsamında, ilgili su rezervuarlarının yüzey alanlarını, bölgesel güneş ışınımı verilerini ve rezervuarların yıllık buharlaşma oranlarını dikkate aldık. Bu verileri analiz ederek, rezervuarların enerji üretim potansiyellerini, YFV sistemleri sayesinde buharlaşmanın ne ölçüde azaltılabileceğini ve ekonomik fizibilitelerini hesapladık.

Mevzuata göre YFVlere uygun su rezervuarları:

11 Mayıs 2024 tarih ve 32543 Nolu Resmi Gazetede, Maden Kanunu ile Bazı Kanunlarda Değişiklik Yapılmasına Dair Kanun (7501),  4’üncü maddesine göre:

“İçme-kullanma suyu temin edilen rezervuarlar ve sulak alanlar ile bu Kanun kapsamında kalan kıyı ve sahil şeritleri hariç olmak üzere denizler, baraj gölleri, suni göller ve tabii göllerin Enerji ve Tabii Kaynaklar Bakanlığınca yenilenebilir enerji kaynak alanı olarak ilan edilen alanlarında imar planı yapılmaksızın yenilenebilir enerji üretim santralleri kurulabilir.”

YFV sistemlerinin altyapısını ve kapsamını belirleyen bu maddeye göre, içme ve kullanma suyu sağlayan alanlar, imar planı gerekmeksizin YFV sistemi kurulabilecek alanların dışında bırakılıyor. YFVlere, içme ve kullanma suyu kaynağı olmayan hidroelektrik santraller ve tarımsal sulama amaçlı göllerde izin veriliyor.

Bu, YFVlerin, içme ve kullanma suyu üzerinde yaratabileceği sınırlı olumsuz etkilere bir önlem olarak düşünülebilir. Ancak ileriki dönemlerde, YFVlerin etkilerinin olumsuz olmayacağının görülmesi ve teyit edilmesi halinde, kanunun kapsamı – gerekirse ek çevresel ve sosyal etki değerlendirmeleri yapılarak – tüm göl ve göletleri kapsayacak şekilde genişletilebilir.

Yüzde 10 kapsama yüzeyi ile elektrik talebinin %40’ı karşılanabilir

Çalışmamızda, Türkiyenin YFV kapasitesini ortaya koyabilmek için yüzen fotovoltaiklerin kaplayacağı su yüzeyi kapsamını yüzde 5 ile yüzde 30 arasında değişen altı senaryo üzerinden hesapladık. Hesaplamalarımız sonucunda önerimiz, kaplama yüzeyinin yüzde 10 olduğu ikinci senaryonun uygulanması yönünde oldu. Bu senaryoyu seçerken, iklim değişikliğinin olumsuz etkisinden dolayı su rezervuarında – ve dolayısıyla yüzey alanlarında – gerçekleşecek azalma etkili oldu. Ayrıca makul oranda rezervuarın kaplanmasının ardından yapılacak değerlendirme ile kapasite artırımına gidilebileceği de dikkate alındı.

Türkiye’nin mevcut elektrik talebinin yüzde 40’ı civarlarına denk geliyor.

Senaryo 2nin uygulandığı, yani uygun inşa edilmiş su rezervuar yüzeylerinin yüzde 10unun YFVlerle kaplandığı durumda, 125 TWh yıllık elektrik üretimi sağlanabileceği görülüyor. Bu miktar, Türkiyenin mevcut elektrik talebinin yüzde 40’ı civarlarına denk geliyor.

Senaryolar Kaplama Yüzeyi
(%)
Kurulu Güç
(GW)
Üretilen Elektrik
(GWh)
Korunan Su
(hm3)
Önlenen CO2
(Mton)
Senaryo 1 5 34.2 61522.5 621.1 38.1
Senaryo 2 10 69.6 125340.6 1242.1 77.7
Senaryo 3 15 104.8 188607.2 1827.1 116.9
Senaryo 4 20 139.7 251484.9 2412.1 155.9
Senaryo 5 25 174.6 314362.1 3001.9 194.8
Senaryo 6 30 209.6 377239.1 35918 233.8

Enerji üretimi sağlayan, yeni arazi kullanımı gerektirmeyen, buharlaşmayı azaltarak su tasarrufu sağlayan ve hidroelektrik rezervuarlarına kurulması durumunda şebeke bağlantısı da hazır olan YFVler; Türkiyenin elektrik ihtiyacını karşılamada ve enerjide dışa bağımlılığını azaltmada da önemli rol oynayabilir. 

Enerjide dışa bağımlılıktan kurtulmamıza yardımcı olur

Öngörülen bu üretim, Türkiye ekonomisine önemli bir yük getiren dış ülkelere enerji bağımlılığından kurtulmasına da yardımcı olacaktır. Bu bağımlılık, ülkemizin cari açığının da önemli nedenlerinden biri. Ayrıca bu, elektrik talebinde öngörülen artış trendi ve elektrikli araçlarda beklenen yaygınlaşma da göz önünde bulundurulduğunda, oldukça arzu edilebilir bir katkı.

YFVler ayrıca, yüksek karbon salımı yapan elektrik kaynaklarının, yani fosil yakıtların, yenilenebilir güneş enerjisi ile değiştirilmesine katkı sağladığı için de önemli. Senaryo 2nin uygulamaya konulması ile Türkiyenin kaçınacağı CO2 eşdeğer salımını 77.6 milyon ton olarak hesapladık. Bu, TÜİKin Haziran ayı başında açıkladığı, Türkiyenin 2022 yılı sera gazı salımlarının yüzde 13,8ine denk geliyor. Dolayısıyla bu azalma, Türkiyenin Paris İklim Anlaşması ve 2053 iklim hedefleri de dahil olmak üzere, karbon salımı azaltma girişimleri ile de uyumlu.

YFV kurulumlarına en uygun bölgeler: Bölgeler, su rezervuarlarının yüzey alanı ve güneş ışınımı verileri doğrultusunda değerlendirilmiştir.

  1. Güneydoğu Anadolu Bölgesi: Yüksek güneş ışınımı ve geniş su rezervuarları ile YFV için büyük bir potansiyel sunuyor.
  2. Ege Bölgesi: Deniz ve göletlerin bol olduğu bu bölgede YFV sistemleri, enerji üretimi açısından değerlendirilebilir.
  3. Marmara Bölgesi: Sanayi ve enerji ihtiyacının yoğun olduğu bu bölgede YFV sistemleri, enerji arz güvenliğine katkıda bulunabilir. 

Ankaranın bin günlük su ihtiyacı karşılanabilir

Yarı kurak bir bölgede yer alan Türkiyenin, iklim değişikliğinden ciddi şekilde etkilenmesi bekleniyor. Olası YFV kurulumları, karbon salımı azaltımının yanı sıra, suyun daha az buharlaşmasını sağlayıp su tasarruf ederek, ülkenin iklim değişikliğine dayanıklılığının artırılmasına da katkı sunabilir.


Su yüzeyini kaplayan YFV sistemleri, böylelikle buharlaşmayı yüzde 30 ila 50 oranında azaltabiliyor. Buharlaşmanın azalması, su rezervuarlarının daha uzun süre kullanılabilir olmasını ve su seviyesinin daha stabil kalmasını sağlıyor.

Uygulanmasını önerdiğimiz Senaryo 2nin, depolanmış tatlı su kaynaklarında toplam 1243.1 hm3 su tasarrufu sağlayacağını hesapladık. Bu miktar, 5.8 milyonluk Ankaranın günlük su ihtiyacını (günlük 1.2 milyon metreküp) bin güne kadar karşılayabilir.

Alternatif olarak, tasarruf edilen bu su, elektrik üretimi için kullanılacak olursa, Türkiyedeki hidroelektrik santrallerinin mevcut besleme tarifesini göz önünde bulundurduğumuzda, yıllık 32 milyon dolardan fazla ekonomik kazanç sağlayabilir.

YFV projeleri uygulanabilir ve kârlı

YFV sistemlerinin kurulum maliyetleri, kara tabanlı sistemlere göre yüzde 10-15 daha yüksek olabilir. Bu maliyetler; su geçirmez bağlantılar, yüzey yapılar ve su üzerinde çalışma gereksinimlerinden kaynaklanıyor. Bununla birlikte, uzun vadeli işletme ve bakım maliyetleri, kara tabanlı sistemlere kıyasla daha düşük.

Bir diğer önemli konu ise, YFV sistemlerinin enerji üretim verimliliğinin, kara tabanlı sistemlere göre daha yüksek olması. Bu da uzun vadede daha yüksek enerji üretim gelirleri anlamına gelir. Türkiyedeki enerji fiyatları ve yenilenebilir enerji teşvikleri de YFV sistemlerinin ekonomik fizibilitesini artırıyor.

YFV yatırımlarının geri dönüş süresi, ortalama 7 ila 10 yıl olarak hesaplanıyor. Bu süre; projenin ölçeğine, kurulum maliyetlerine, enerji üretim kapasitelerine ve devlet teşviklerine bağlı olarak değişebilir. Verimliliğin artması ve işletme maliyetlerinin düşmesi, yatırım geri dönüş süresini kısaltabilir. Vergi indirimleri ve düşük faizli krediler gibi devlet teşvikleri de projelerin fizibilitesini artırıyor. Özellikle güneş enerjisi projelerine sağlanan teşvikler, YFV sistemlerinin yaygınlaştırılmasında önemli rol oynayabilir.

Tüm bu değişkenleri dikkate alarak yapılan ekonomik analizler, YFVlerin Türkiyedeki su rezervuarlarında uygulanabilir ve kârlı olduğunu ortaya koyuyor.

Türkiyede YFVleri yaygınlaştırmak için neler yapılabilir?

Tabii bu sistemlerin Türkiyede uygulanabilmesi için daha fazla araştırma yapılması önemli. Özellikle YFVnin su ve çevre ile etkileşimlerinin, akuakültür üzerindeki etkilerinin ve ekonomik analizlerin detaylandırılması gerekiyor.

Bu noktada yerel üniversiteler ve araştırma kurumları, YFV teknolojisinin geliştirilmesinde ve uygulanmasında önemli rol oynayabilir. Dünya genelinde hızla gelişmekte olan bu alanda uluslararası işbirlikleri de yapılabilir; bilgi ve teknoloji transferi sağlanarak projelerin başarısı artırılabilir. Özellikle, YFV konusunda deneyimli ülkelerle ortak projeler geliştirilmesi denenebilir.

Nitekim teknolojik yenilikler ve iyileştirmeler ile YFV sistemlerini daha da verimli hale getirmek mümkün. Örneğin daha hafif ve dayanıklı malzemeler, su üzerindeki hareketleri dengeleyen akıllı sistemler ve enerji depolama çözümleri, YFV sistemlerinin performansını artırabilir.

Bu sistemlerin uygulanabilirliğini göstermek amacıyla pilot projeler de geliştiriliyor ve bu projelerinin sayısının artırılması önemli. YFV sistemlerinin hem teknolojik hem de ekonomik faydalarını ortaya koyan başarılı pilot projeler, geniş çaplı uygulamalar için referans oluşturabilir.

YFV teknolojisinin benimsenmesi, yaygınlaştırılması ve başarılı olması için hem kamuoyunun bilinçlendirilmesi hem de yerel toplulukların desteğinin sağlanması, bir diğer önemli konu. Bunun için, özellikle projelerin uygulanacağı alanların yakınlarındaki yerleşim birimlerinde seminerler ve bilgilendirme kampanyaları düzenlenebilir. YFVlerin faydalarını ve potansiyelini anlatan yayınlar ve medya içerikleri hazırlanabilir. Yerel halkın projelere dahil edilmesi; yerel yönetimler ve sivil toplum kuruluşları ile işbirliği içinde hareket edilmesi, projelerin kabul görmesini ve sürdürülebilirliğini artıracaktır. 

Özetle çalışmamız, Türkiyenin yenilenebilir enerji hedeflerine ulaşması ve çevresel sürdürülebilirliği sağlaması için YFV teknolojisinin önemli bir rol oynayabileceğine işaret ediyor. Bu nedenle, YFV sistemlerinin geliştirilmesi ve yaygınlaştırılması için gerekli adımların atılması büyük önem taşıyor. Bu projelerin başarılı bir şekilde uygulanmasını teşvik etmek için politikalar hazırlanması ve yürürlüğe konulması gerekiyor.

Kaynak Makale: A sound potential against energy dependency and climate change challenges: Floating photovoltaics on water reservoirs of Turkey

Yazar hakkında

Dr. Kürşad Tosun, 1975 tarihinde Akşehirde dünyaya geldi. 1998 yılında ODTÜ Çevre Mühendisliği Bölümü’nden lisans, 2010 yılında Uluslararası İlişkiler Bölümü’nden yüksek lisans ve 2016 yılında Yer Sistem Bilimleri Bölümü’nden Doğal Gaz ve Boru Hatları Diplomasisikonusu ile Doktora dereceleri aldı. 

İş hayatını, Akademik çalışmaları ile birlikte sürdürdü. Çalışma hayatına, Garanti Bankası’nda yönetici yetiştirme programına dahil olarak başladı (1998-1999) ve ardından 2001 yılına kadar Portföy Yöneticisi olarak çalıştı. Sonrasında, Eldoradogold /Tüprag Metal Madencilik Ltd Şti. firmasında Kışladağ ve Efemçukuru Altın Madenleri Projelerinin geliştirilmesinde çalıştı (2002-2004). Ardından BP şirketinin liderlik ettiği BTC Co konsorsiyumunda, Bakü-Tiflis-Ceyhan Ham Petrol Boru Hattı Projesinde, Çevre ve Sosyal Danışman olarak, projenin Dünya Bankası standartlarına uygunluğunun izlenmesinden sorumlu olarak çalıştı (2004-2008). Projenin tamamlanmasının ardından dünyanın en büyüklerinden ve Almanyanın en büyük enerji firması olan EON Şirketinde İş Güvenliği, Çevre ve İzinler Türkiye Müdürü (2008-2009), ardından yine Alman RWE firmasında Kıdemli Proje Geliştirme Müdürü (2009-2013) olarak çalıştı. 2013-2014 yıllarında Güney Akım Açık Deniz Doğal Gaz Boru Hattı Projesi için Amsterdamda kurulan South Stream Transport BV şirketinde, ÇED ve İzinler Türkiye Müdürü olarak görev yaptı.

Ekim 2014 tarihinde Türkiyeye dönüp, Kasım 2019 tarihine kadar ülkemizin ilk nükleer enerji proje şirketi olan Akkuyu Nükleer AŞ firmasında Lisanslama ve Kamu Kurumları ile İlişkiler Direktörü olarak çalışmıştır. Çınar Mühendislik firmasında yönetim kurulu danışmanı olarak çalışmalarına devam etmektedir.

Çankaya Üniversitesinde Uluslararası Ticaret dersi vermiştir.

ODTÜ Yer Sistem Bilimleri Bölümünde, Çevre, Toplum ve Teknoloji dersini vermeye devam etmektedir. Çeşitli düşünce ve sivil toplum kuruluşlarında (Türkiye Bilişim Derneği, Ortak Akıl Politika Geliştirme Derneği, Tohum Doğa Derneği, Stratejik Düşünce Enstitüsü, 21. Yüzyıl Türkiye Enstitüsü) üye, konuşmacı ve araştırmacı olarak katkı sağlamaktadır. Doğal Gazın İmparatoru: Rusyaadlı yayınlanmış kitabı bulunmaktadır.

Çeşitli kuruluşlarda danışmanlığı ve yönetim kurulu başkanlığı bulunmaktadır. enerjitime.comve yurtseverlik.comsitelerinde köşe yazarlığı ve çeşitli TV Programlarına başta çevre, enerji ve uluslararası ilişkiler/dünya politikası  konuları olmak üzere çeşitli konularda katılım yapmaktadır. 

İyi derecede İngilizce bilmektedir, motosiklet kullanıcısıdır. Kedi sahibidir. Doğa ve hayvanseverdir.

Uzmanlık Alanları: Çevre, enerji, iklim değişikliği, su yönetimi, nükleer, petrol-gaz, uluslararası ticaret, proje geliştirme ve yönetme, politika geliştirme, madencilik ve finans.

Katliam yasası Resmi Gazete’de yayımlanarak yürürlüğe girdi

30 Temmuz Salı sabahı AKP ve MHP milletvekillerinin oyları ile TBMM Genel Kurulu‘nda kabul edilen Hayvanları Koruma Kanunu’nda Değişiklik Yapılmasına Dair Kanun, 2 Ağustos Cuma günü Resmi Gazete’de yayımlanarak yürürlüğe girdi.

AKP milletvekillerinin sunduğu yasa değişikliği teklifi, iki gün süren görüşmelerin ardından Meclis Genel Kurulu’nda 224 ‘Hayır’ oyuna karşı 273 ‘Evet’ oyuyla kabul edildi. AKP ve MHP’li milletvekillerinin oylarıyla yasalaşan kanun, Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan tarafından onaylandı. 

CHP Genel Başkanı Özgür Özel, düzenlemenin Anayasa Mahkemesi‘ne götüreceğini açıkladı.

Avukat Deniz Tavşancıl: Temennilerle çıkarılmış bir yasa bu, çözüm değil kaos getirecek
‘Ötanazi’ maddesi Genel Kurul’dan geçti, hayvan katliamı yasalaşıyor
Katliam Yasası TBMM’den geçti, CHP ‘yürütmeyi durdurma’ için AYM’ye gidiyor
Yasa teklifinin geçmesinin ardından TBMM’de çekilen fotoğraf

‘Mahallelerimizde örgütlenme zamanı’

Yaşam İçin Yasa İnisiyatifi, X hesabından yaptığı paylaşımla “Halkın, aktivistlerin, derneklerin, meslek odalarının, baroların, muhalefet partilerinin tüm bilimsel ve etik itirazlarına rağmen kültürel kodlarımıza tamamen aykırı olan bu kanlı yasa yürürlüğe girmiş oldu” şeklinde bir açıklama yaptı. “Aylardır sürdürüğümüz mücadelede şimdi daha güçlü ses çıkarma zamanı. Kanlı yasayı tanımıyoruz, yasayı sokakta biz yazıyoruz” diyen aktivistler, halkı mahalle örgütlenmeleriyle güçlü bir direnişe davet etti.

HAKİM Koordinatörü Biltekin: Soykırıma hazırlanıyorlar, binlerce yıllık kültürü yok edecekler
Katliam yasasına tepki yağıyor: Kabul etmiyoruz, hayvanlardan elinizi çekin!

7527 No’lu Kanun ne getiriyor?

Resmi Gazete‘de yayınlanan 7527 No’lu Hayvanları Koruma Kanununda Değişiklik Yapılmasına Dair Kanun’a göre 5199 sayılı Hayvanları Koruma Kanununun 1. maddesinde yer alan “Kanunun amacı” ibaresinin sonuna “insan, hayvan ve çevre sağlığı gözetilmek kaydıyla” ibaresi eklendi.

Sahipli hayvan “Bir kişi, kuruluş, kurum ya da tüzel kişilik tarafından sahiplenilen, bakımı, aşıları, periyodik sağlık kontrolleri yapılan ve Bakanlık veri tabanına kaydedilen ev hayvanları” olarak tanımlanırken sahipsiz hayvan ise sahipli hayvan dışında kalan evcil hayvanlar olarak tanımlandı.

4. maddeye göre 5199 sayılı kanunun 6. maddesinde yer alan “3285 sayılı Hayvan Sağlığı Zabıtası Kanununda öngörülen durumlar dışında” ibaresi “kanuni istisnalar hariç”, üçüncü fırkada yer alan “çevreye olabilecek” ibaresi ise “insan ve çevre sağlığı için oluşabilecek” şeklinde değiştirildi. 4. maddede ayrıca bakımevlerine alınan hayvanların bakanlık veri sistemine kaydedilmesi, rehabilite edilen köpeklerin sahiplendirilene kadar bakımevlerinde barındırılması ifadesi yer alıyor.

Değişikliklerin en tartışmalı maddelerinden biri olan 5. madde ise kanunun ikinci kısım dördüncü bölüm başlığında yer alan ‘Öldürülmesi’ ibaresini Ötanazisi’ ile, 13. maddesinin başlığını ise ‘hayvanların ötanazisi’ şeklinde değiştiriyor.

Ayrıca yeni yasanın 5. maddesine göre “Bakımevine alınan köpeklerden; insan ve hayvanların hayatı ve sağlığı için tehlike teşkil eden ve olumsuz davranışları kontrol edilemeyen, bulaşıcı veya tedavi edilemeyen hastalığı bulunan ya da sahiplenilmesi yasak olanlara 11/6/2010 tarihli ve 5996 sayılı Veteriner Hizmetleri, Bitki Sağlığı, Gıda ve Yem Kanununun 9’uncu maddesinin üçüncü fıkrasında belirtilen tedbir uygulanır.

Yerel yönetimler sahipsiz köpeklere ilişkin yürüttüğü iş ve işlemlerde Bakanlar Kurulunun 28/8/2003 tarihli ve 2003/6168 sayılı Kararı ile onaylanan Ev Hayvanlarının Korunmasına Dair Avrupa Sözleşmesi kapsamında gerekli idari tedbirleri almaya yetkilidir”.

7527 sayılı kanunun 10. maddesi, ‘hayvan koruma gönüllüsü’ ibaresini kanundan çıkarıyor. 13. maddede ise 5199 sayılı kanunun ek 1. maddesinin başlığı ‘Yerel yönetimlerin sorumluluğu’ şeklinde düzenlendi. Ayrıca maddede “Büyükşehir belediyeleri, il belediyeleri ve nüfusu yirmi beş bini aşan belediyeler bakımından, geçici 4 üncü maddenin ikinci fıkrasında belirtilen kaynağı ayırmayan belediye başkanı ve meclis üyeleri ile ayrılan kaynağı hayvan bakımevi kurmak, sahipsiz hayvanları toplamak, rehabilite etmek veya sahiplendirilinceye kadar bakmak için sarf etmeyen ya da bu kaynağı başka amaçlar için sarf eden belediye başkanı ve belediye yetkililerine altı aydan iki yıla kadar hapis cezası verilir” ifadesi yer alıyor.

14. maddeye göre belediyelerin 31 Aralık 2028 tarihine kadar ‘bakımevi kurmak, rehabilitasyon işlemlerini gerçekleştirmek ve sahipsiz hayvanlara sahiplendirilinceye kadar bakmak için kesinleşmiş en son bütçe gelirlerinin binde beşini kaynak ayırmaları’ gerekiyor. Büyükşehir belediyeleri için bu oran binde üç olacak ve ayrılan bütçe farklı bir amaçla kullanılamayacak. 

Kedilerin ve köpeklerin dijital kimliklendirme yöntemiyle kayıt altına alınması için son tarih ise 31 Aralık 2025.