Ana Sayfa Blog Sayfa 514

27 Nisan’daki ‘açılış’ için nükleer yakıt geliyor: Uzmanlardan Akkuyu NGS için uyarı yağıyor

Almanya bu ay son üç nükleer reaktörünü kapatarak ülkedeki nükleer enerji üretimi açısından nükleer çağını sona erdirmeyi planlarken, Türkiye’de Akkuyu Nükleer Santrali‘ni seçim propagandasında kullanmak üzere 14 Mayıs’tan önce açmak isteyen AKP hükümeti, bu seçenek hayata geçmeyince, henüz inşaat aşamasında olan santral için nükleer yakıtın 27 Nisan’da Türkiye‘ye getirileceğini duyurdu.

Enerji Bakanı Fatih Dönmez 29 Mart’ta Twitter hesabından yaptığı açıklamada, “Akkuyu’da sona yaklaşıyoruz. 27 Nisan’da ilk nükleer yakıt tesisimize geliyor. Böylece Akkuyu nükleer tesis statüsü kazanacak” dedi.

Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan da Meclis grup toplantısından aynı haberi duyurarak “Akkuyu’daki nükleer güç santralimize 27 Nisan’da yakıt yükleyerek resmen nükleer tesis statüsü kazandıracağız” diye konuştu.

Bugün de Kremlin Sözcüsü Dmitriy Peskov, Akkuyu NGS’nin “açılış tarihi” olarak duyurdukları 27 Nisan’da, santrale ilk nükleer yakıtı aktarmayı da planladıklarını söyledi.

Peskov, törende Rusya’nın “gereken düzeyde” temsil edileceğini de belirtti. İnşaatı halen sürmesine rağmen 27 Nisan’da gerçekleştirilecek açılış töreni esnasında santrale ilk nükleer yakıtın aktarılması da planlanıyor.

Demircan: Nükleer yakıtın Türkiye’ye girmesi büyük tehlike

Evrensel‘e konuşan Yeşil Gazete nükleer editörü ve Nükleersiz.org Koordinatörü Dr. Pınar Demircan büyük deprem beklenen bir bölgeye nükleer yakıt getirilmesinin tehlikelerine dikkat çekti:

Maraş-Hatay bölgesinde deprem riski devam ederken nükleer yakıtın ülke sınırları içine girmesi, hiç olmadığı kadar tehdit arz edecektir. Nükleer santrali yine yakmalı bir yöntemle enerji üretebilen bir termik santralden farklı kılan şey;  kullanılan yakıtın ham maddesinin uranyum olmasıdır. Uranyum maddesinin sarı pasta haline getirilmesi ve yakıtın üretim tesislerinde hazırlanıp yakıt çubuklarına dondurulmasından sonra bu yakıt çubuklarının nükleer santrale sevkiyatının ardından operasyon sürecine geçilebilmektedir. ”

Uluslararası Atom Enerjisi Kurumu‘nun nükleer santrallerin 400 kilometre mesafeden bile büyük depremlerden etkilendiğini kabul ettiğini hatırlatan Demircan,  Akkuyu NGS’nin depremsellik risklerinin ise 25 km mesafedeki Ecemiş fayı gibi yakın bölge içi faylara dair yürütülen incelemelerle sınırlı bulunduğu deprem uzmanlarınca ifade ediliyor. Öte yandan ilgili saha parametreleri raporunda bu bilginin “güvenlik” gerekçesiyle paylaşılmadığı belirtiliyor. Oysa Namrun fayı, Kıbrıs dalma batma çukuru ya da kör fayları gibi faylar da riskin bir diğer boyutunu teşkil etmektedir” diye konuştu.

Santralin sadece depremin kendisinden değil, ardından oluşabilecek tsunamiden de etkileneceğini belirten Dr. Demircan, “Depremle beraber oluşabilecek tsunaminin soğutma suyu sisteminin arızalanmasına neden olduğu Fukuşima örneğiyle anlaşılmıştır. Ancak soğutma suyu siteminin arızalanması gerek sistemsel gerekse soğutma suyunun alındığı denizde birikintilerin müsilaj olması gibi nedenlerle de ihtimal dahilindedir ve bu vakalar da büyük felaketleri meydana getirebilir” dedi.

Atıklar ne olacak? 

Demircan, oluşacak atığın da büyük sorun olduğunu belirtti:

“Benzer şekilde nükleer santralin yakıt çubuklarının kullanılmasından sonra atık haline gelmesi de yakıt çevriminin bir parçasıdır. Dolayısıyla nükleer santralin yakıtının santralin dışındaki sevkiyat süreçleri ile  kullanılmış yakıt çubuklarının soğutulması, atıkların işlenmek üzere Rusya’ya sevkiyatı, sonra da nihai atıkların Türkiye topraklarına geri gönderilmesi için sevkiyatı ile en az yüz bin yıl depolanmasını gerektiren süreçler de  deprem riski kapsamına girmektedir. Daha üç ay önce Ankara Polatlı’da nihai atık deposunun yerinin belirlendiği ve bu alanın bakanlığa tahsis edildiği anımsanırsa atıklar dahil nükleer yakıtın tüm süreçleri nükleer felaket riskini içinde barındırmaktadır. Ülkemizde kurumsal altyapının şeffaflık ve demokratik katılımdan uzak olması da yurttaşların bilgi sahibi olmasını ve önlem almasını zorlaştıracaktır.”

‘Akkuyu düşük profilli bir tesis’

Çernobil ve Fukişima nükleer felaketlerinin etkilerinin halen sürdüğünü ve bunun yüz yıllarca devam ettiğini hatırlatan Dr. Pınar Demircan, “Akkuyu NGS’deki fiziki altyapısal sorunlar, temelin iki defa çatlaması, bunun yanı sıra idari problemler, iş cinayetleri gibi ekoloji-emek süreçlerini kesen sorunlar Akkuyu NGS’nin operasyona başlamadığı durumda dahi standartların altında düşük profilli bir tesis olduğunu ortaya koyarken yüksek riskleri haiz proseslerde yaşanabilecek sorunların boyutlarını tahmin etmek güç değildir” ifadelerini kullandı.

‘Bütün Akdeniz ülkeleri risk altında’

Türkiye gibi demokrasi kapasitesi gittikçe azalan, şeffaf olmayan ülkelerde nükleer tehlikenin meydana geldiği şartlarda hak arama mücadelesinin yürütülmesinde de sorun olacağını aktaran Dr. Pınar Demircan şu uyarıları yaptı:

“Bu gerçeklik de Akkuyu NGS’nin nükleer enerjiyi bir enerji çeşidi olarak görüp savunup benimseyenlerin dahi karşı çıkması gereken bir yatırım olduğunu göstermektedir. Akkuyu NGS’de meydana gelebilecek radyoaktif bir kazanın en başta Akdeniz’i geri dönüşü olmayan büyük bir yıkımla karşı karşıya bırakması söz konusudur ve ekosistemin bu şekilde radyasyona bulanması ekokırım anlamına gelerek bütün Akdeniz ülkelerini ilgilendirmektedir. Bir kaza olmasa dahi yazın en sıcak döneminde 30 derecelere çıkan Akdeniz suyunun sıcaklığının kümülatif olarak yıllar içinde 2 dereceye kadar artması deniz ekosistemini değiştirerek dünya genelindeki diğer örneklerden daha sert bir biçimde balık çeşitliliğinin azalmasına da neden olacaktır. Akkuyu NGS’nin soğutma suyunun 40 derecelerden yukarıda olması nedeniyle Su Kirliliği Kontrol Yönetmeliği’nde Akdeniz’e deşarj edilecek soğutma suyu sıcaklığının 35 dereceyi aşmayacağı belirtilen 39. maddede gereken değişiklik de geçen ay yapılmıştır.”

DAÇE: Seçim hamlesini tanımıyoruz

Doğu Akdeniz Çevre Platformu‘nun Change.org’dan açtığı kampanyada da, Türkiye’ye nükleer yakıtın getirilmesi siyasi bir hamle olarak değerlendiriliyor:

Yakıtın gelmesi ile santral çalışmayacak çünkü henüz inşaatı tamamlanmış değil.
Biz her zaman bilimsel verilere dayanarak bu projenin yanlışlığını dile getirmeye devam edeceğiz.”

Tüm Avrupa coğrafyasından beş kat daha fazla aktif fay hattı olan Türkiye’de nükleer santral yapmanın akıl tutulması olduğuna işaret edilen kampanya metninde, Akkuyu NGS, Türkiye Cumhuriyeti tarihindeki en büyük milli güvenlik ve halk sağlığı tehdidi olarak değerlendiriliyor.

Uranyum atlası: Nükleer Türkiye’ye büyük zarar verebilir

Uranyum Atlası’nın yeni yayımlanan Türkçe baskısında da nükleer enerji ve uranyum madenciliğinin ciddi ekolojik ve ekonomik sorunlara yol açacağına dikkat çekiliyor.

Atlas’ta da altı çizilen verilere göre, Türkiye’de yenilenebilir enerji maliyetleri nükleer enerji maliyetinin çok altında. Şu anda rüzgâr enerjisinden kilovat saat başına yaklaşık 2 dolar sent, güneş enerjisinden ise 1 ila 1,7 dolar sent maliyetle elektrik üretmek mümkün.

Yenilenebilir enerji kaynaklarına verilen alım garantisi ise Rus devlet şirketi Rosatom’un Akkuyu’daki nükleer santralın işletmecisi olarak aldığı ücretin (12,35 dolar sent) çok daha altında yer alıyor. Çalışmanın Türkçeleştirilmesine katkı verenlerden Rosa Luxemburg Vakfı Türkiye Kıdemli Danışmanı Dominic Noll, “Türkiye’nin nükleer enerji macerasına atılması, ekonomik açıdan anlaşılmaz ve ekolojik açıdan tamamen anlamsız. Neyse ki Almanya’da bu durum yakında sona erecek, çünkü nükleer enerji onlarca yıldır yenilenebilir enerjinin yaygınlaştırılmasını engelliyor” diyor.

‘Uranyum madenciliğinin riski göz ardı ediliyor’

Türkiye’de uranyum çıkarılabilecek beş bölge bulunuyor. Bunların tamamındaki yataklar ise küçük ölçekli ve uranyum cevheri sadece yüzde 0,04 ila 0,1 arasında uranyum içeriyor. Toplamda çıkarılabilecek uranyum miktarı ise sadece 12.600 ton.

Uranyum’un gölgesinde Kasar: 40 yıldan sonra Geiger cihazı hala alarm veriyor
Kazdağları’nın çilesi bitmiyor: Arıklı’da uranyum madenciliği için sondajlar başladı

Kararlı bir element olmayan ve fisyon ürünü olan uranyum herhangi bir eylem gerekmeksizin bozunduğu için bu durumda ortaya çıkan ürünler ve bunlarla birlikte de radyoaktivitenin büyük bir kısmı da kaya kalıntılarında hapsoluyor. Bu durumda ortaya çıkan alfa, beta veya gama radyasyonu, solunum yetmezliği, kanser, kısırlık, düşük ve deformasyona kadar uzanan sorunlara neden oluyor.

Uranyum Atlasları Türkiye baskısının baş editörü Horst Hamm, “Uranyum madenciliğinin sonuçlarının ne olduğunu gözünüzde canlandırmanız gerekiyor. %0,1 oranında uranyum içeren bir cevherde, çıkarılan her bir ton uranyum geride 999 ton kaya kalıntısı ve radyoaktif çamur miras bırakıyor” diye konuşuyor.

Hamm’a göre, nükleer enerjinin katbekat yüksek maliyetine ve uranyum madenciliğinin radyasyon yayma riskine rağmen Türkiye’nin neden nükleer çağa girmeye can attığını tahmin etmek kolay değil. Bu girişimin neden olduğu muazzam maliyetlerin faturası ise Türk vergi mükelleflerine kesilecek.

Uranyum Atlası’nın Türkçe baskısı Rosa Luxemburg Vakfı, Nükleersiz Gelecek Vakfı, Greenpeace Çevre Vakfı ve Ekosfer tarafından ortaklaşa yayımlandı.

 

 

 

 

İtalya’da göçmen akınına karşı OHAL ilan edildi

İtalya‘daki sağ koalisyon hükümeti, son dönemde artan düzensiz göçmen gelişleri sebebiyle ülke genelinde geçerli olmak üzere altı aylık olağanüstü hal ilan etti.

Ülkeye Akdeniz‘i aşarak gelen düzensiz göçmen sayısının son dönemde hızla artması üzerine Başbakan Giorgia Meloni liderliğindeki sağ koalisyon hükümeti, yeni adımlar atmaya karar verdi.

Meloni, kabine toplantısı ardından “Göçmen akışlarının yönetiminin daha etkili ve zamanında yanıtlar verebilmek için göç konusunda olağanüstü hal kararı aldık” dedi.

Başbakanlıktan yapılan yazılı açıklamada da İtalya’ya yönelik göç akınlarında kaydedilen yoğunluk ile ilk kabul merkezlerindeki aşırı yığılmalara ilişkin verilerin incelendiği; gelecek aylarda göçmen gelişlerinin daha da artacağı tahminleri dolayısıyla hem göçmen kabul merkezlerinin ihtiyaçları hem de iltica koşullarını karşılamayanların ülkelerine geri gönderilmesi ve diğer acil önlemlerin uygulanabilmesi için ülke genelinde OHAL ilanına başvurduğu belirtildi.

Düzensiz göç akınlarının ülke topraklarındaki idaresine yönelik OHAL’in altı ay süreli olacağı ve acil durumlar için 5 milyon euroluk kaynak tahsis edildiği de duyuruldu.

Kuzey Afrika üzerinden göç akınının sürdüğü ülkede hükümet, yılbaşında kanun hükmünde kararname olarak çıkarttığı bir düzenlemeyle denizde kurtarma operasyonları yapan Avrupa merkezli sivil toplum kuruluşlarına ait gemilerin faaliyetlerini sınırlandırmıştı.

İtalyan basınına yansıyan bilgilere göre, İtalya Sahil Güvenlik ekipleri 7 – 11 Nisan’da farklı operasyonlarda yaklaşık 2 bin düzensiz göçmeni denizden kurtardı. Sicilya adası açıklarında 800 göçmeni taşıyan bir balıkçı teknesine yönelik bir kurtarma operasyonu da halen sürüyor.

İçişleri Bakanlığı’nın verilerine göre, 1 Ocak – 11 Nisan’da İtalya’ya Akdeniz’i aşarak ulaşan düzensiz göçmen sayısı 31 bin 292 oldu. Geçen yıl aynı dönemde ise ülkeyen 7 bin 928 göçmen girmişti.

Muhalefetten ve medyadan tepkiler

Karar muhalefetten, basından ve göç üzerine çalışan uzmanların eleştirilerine yol açtı.

Sol kanattaki Il Manifesto gazetesi bugün “Yanlış Alarm” manşetiyle çıktı. Gazete, göçün idaresinde zorlanan hükümeti “insani bir krize çözüm bulmakta yetersizliğini gizlemek için OHAL kararı almakla” suçladı.

Katolik Kilisesi’nin gazetesi Avvenire de manşetinden “Bu gerçekten bir acil durum mu?” diye sordu. Gazete, kiliseye bağlı göç vakfı Migrantes’in başkanı Monsignor Gian Carlo Perego’nun, “Göçmenlerin ve mültecilerin acil bir sorun olduğu algısını yaratmamalıyız” şeklindeki sözlerine yer verdi.

Il Riformista gazetesi de baş sayfasından hükümeti “panik içinde kendi kendine tam yetki vermekle” suçladı ve “Göç, otoriter kıskaç” başlığını attı.

Ana muhalefet partisi konumundaki Demokratik Parti’den (PD) milletvekili ve göç tarihi uzmanı Toni Ricciardi, göç meselesinin bir acil durum değil yapısal bir fenomen olduğunu vurgulayarak, “Gerçek şu ki, hükümet propaganda ile gerçeklik arasında ne yapacağını bilemiyor” dedi.

PD milletvekili Matteo Mauri de “Söyledikleri yalanlardan nasıl kurtulacaklarını bilemedikleri için ‘ulusal olağanüstü hal’ ilan ediyorlar. Böylece durumu siyasi amaçlarla dramatize ediyorlar ve canlarının istediğini yapmakta özgür oluyorlar. Ama bu, göç olgusunu yönetme konusunda tamamen aciz olduklarını da gösteriyor” diye konuştu.

Covid pandemisinin ilk dönemlerinde başbakanlık koltuğunda oturan 5 Yıldız Hareketi lideri Giuseppe Conte de sosyal medyada şu mesajı paylaştı:

“Bugün Chigi Sarayı’nda (başbakanlık) bulunan Giorgia Meloni, geçen yıla kıyasla dört katına çıkan göçmen varışlarını yönetemediği için olağanüstü hal ilan ediyor… Giorgia Meloni muhalefette olduğu dönemde ise İtalya Covid nedeniyle diz çökmüşken ‘olağanüstü halin’ uzatılmasına karşı üstünü başını yırtıyordu, bana ‘sorumsuz aptal’ diyordu ve beni ‘özgürlükleri katletmekle’ suçluyordu.”

Birleşik Krallık’ta festivallerin ilk gündem maddesi iklim krizi

Güneş gözlükleri, şapkalar ve koruyucu kremler, festivallere karşı geleneksel ilk korumalar. Ancak artık festival kovalayanları korumak için yeterli olmayabilirler.

İSİG Raporu: Üç ayda 463 işçi hayatını kaybetti

İşçi Sağlığı ve İş Güvenliği (İSİG) Meclisi‘nin raporuna göre Mart’ta 130, 2023 yılının ilk üç ayında en az 463 işçi hayatını kaybetti.

Rapor, yüzde 67’si ulusal basından; yüzde 33’ü ise işçilerin mesai arkadaşları, aileleri, iş güvenliği uzmanları, işyeri hekimleri, sendikalar ve yerel basından edinilen bilgilere dayanıyor. Rapordan öne çıkan ifadeler ise şöyle:

  1. Bu yıl da her gün “en az” beş işçi iş cinayetlerinde hayatını kaybetti. En az diyoruz çünkü tespit ettiklerimiz basına yansıyanlar ya da bize bildirilenler. Bir yandan deprem bölgesinde kaybettiğimiz işçi arkadaşlarımızın bilgisine ulaşmak neredeyse imkansız. Diğer yandan deprem gündemi nedeniyle diğer şehirlerdeki iş cinayetlerinin de basına yansıması azaldı.
  2.  Depremde Hatay İskenderun Devlet Hastanesi binasının A bloğu yıkıldı. Enkaz altında tespit edebildiğimiz kadarıyla 18 sağlık emekçisi ve 80 hasta hayatını kaybetti. Hastanenin internet adresinde halen “1000 yatak kapasiteli tek yerleşke içerisinde yeni hastane binası en acil ihtiyaç olarak görülmektedir. 2012 yılında hastanemiz A Blok’unda yapılan ‘Deprem Dayanıklılık Testi’ raporu olumsuz gelmiştir. A Blok fiziki olarak eski olup 4-6 yataklı koğuş tipi odalar bulunmaktadır” ifadesi yer almaktadır. Mart ayında yapılan bilirkişi ve ön inceleme raporunda da “kolon, kirişlerde dere ve çay malzemesi kullanıldığı ve 2,5 cm ebatlarından büyük agregaların gözlendiği” ve yine zeminde sorunlar olduğu tespit edildi. Yine depremde yıkılan Hatay Eğitim ve Araştırma Hastanesi Ek Hizmet Binası’nda da enkaz altında tespit edebildiğimiz kadarıyla yedi sağlık emekçisi hayatını kaybetti.
  3.  Depremde yıkılan Adıyaman, Arsemas Hotel’de geçici görevlendirme ya da eğitim için bulunan 32 kimya işçisi, uygulama ve eğitim gezisi nedeniyle Adıyaman İsias Otel’de bulunan 32 rehber ve Kahramanmaraş Büyükşehir Belediyesi’nin kulüp binasında kalan sekiz güreşçi enkaz altında kalarak hayatlarını kaybettiler.
  4.  Uzun çalışma saatleri, yoğun çalışma, sigortasız çalışma ve her türlü kuralsızlığın hakim olduğu ve sendikal örgütlenmenin yok gibi ya da zayıf olduğu bir meslek moto kuryelik. Bu yıl da ölümlerin arttığı bir meslek olarak moto kuryelik raporlarımızda öne çıkıyor. Şu ana kadar 18 moto kurye iş cinayetlerinde hayatını kaybetti.
  5.  İş cinayetlerinin önemli bir nedeni trafik, servis kazaları. Ancak bu ölümler iş cinayeti olarak değil trafik kazası olarak görülüyor. Oysa tır, kamyon, otobüs, servis minibüsü, taksi şoförleri uzun çalışma saatlerinde ve neredeyse dönüşümsüz çalışmaktalar. Diğer yandan araçların yeterli bakımı yapılmıyor ve eski araçlar kullanılıyor, yol aydınlatması veya düzenlemelerinde sorunlar var vb. Şoför ölümleri bir iş cinayetidir, yine servislerde birçok işçi iş cinayetlerinde hayatını kaybetmektedir. Ayrıca trafik kazaları birçok yurttaşında ölümüne neden olduğu için bir halk sağlığı sorunudur.
  6.  SGK iş kazası istatistiklerinde kadın işçi ölümleri toplam ölümlerin yüzde 2’sidir. Oysa biz kısıtlı olanaklarımızla 2023 yılının ilk üç ayında kadın işçi ölüm oranını yüzde 8 olarak tespit ettik. Bu ölümler esas olarak tarımda yoğunlaştığı (sigortasız olduğu) için kayda alınmıyor.
  7.  Sayısı 7-8 milyona ulaşan ve büyük bir çoğunluğunun “ücretli çalışan” olduğu göçmen işçilerin iş cinayeti sonucu ölümleri de artıyor. Bu yılın ilk üç ayında en az 24 göçmen iş cinayeti tespit ettik. Bu işçilerin yüzde 54’ü ise Suriyeli ve Afganistanlı. Bu durum Türkiye’de göçmen işçiliğin mültecilik temelinde hayata geçtiği gerçeğini ortaya koyuyor.
  8.  İş cinayetlerinde ölen işçilerin 29’u sendikalı (yüzde 6,26) 434’ü sendikasız (yüzde 93,76).
  9.  İş cinayetleri, deprem bölgeleri dışında esas olarak sanayileşmiş büyükşehirlerde yoğunlaşıyor. Diğer yandan tarımsal bölgelere ve her şehirdeki inşaat faaliyetlerine dikkat çekmek gerekiyor. Yine Anadolu şehirlerinin neredeyse tamamına yayılan OSGB gerçekliği var. 2023 yılının ilk üç ayında 60 şehirde iş cinayeti tespit etmiş durumdayız…

‘Öldürücü toz’la imtihan

Rapora ilişkin yapılan açıklamada Pazarcık ve Elbistan depremleri sonrasındaki yıkım, enkaz kaldırma, depolama ile tekrar gündeme gelen asbest sorununun esasen yıllardır (özellikle kentsel dönüşüm ve gemi söküm süreçleri ile birlikte) bir işçi-halk sağlığı sorunu olan ve üzeri örtülen bir konu olduğu belirtildi.

Asbestin yıllarca bina yapımında (çatı, yer ve tavan kaplamaları, yalıtım amaçlı püskürtme kaplamalar, yangına dayanıklı yalıtım panelleri, kaloriferler, kazanlar, asbestli çimentodan imal edilmiş ürünler, conta elemanları, atık su boruları ve derzlerde) kullanıldığının belirtildiği açıklamada asbestin tanımı da şöyle yapıldı:

“Asbest (amyant), ısıya, aşınmaya, kimyasal maddelere oldukça dayanıklı, yapısal özellikleri açısından esnek, silikat kristallerden oluşan lifli yapıda bir mineraldir. 19. yüzyılın ikinci yarısından sonra ısıyı ve elektriği yalıtması, sürtünmeye ve asit gibi maddelere dayanıklı olması nedeniyle sihirli mineral olarak tanınmaya başladı ve endüstride geçmişte üç binden fazla alanda kullanıldı. Fakat 20. yüzyılın ikinci yarısından sonra insan sağlığına önemli zararlar veren ve kanser hastalığına sebep olan bir madde olduğunun tespit edilmesi ile asbest maddesi için öldürücü toz tanımlaması yapıldı.”

‘Her yıl 100 bin işçi, asbest maruziyetinin yol açtığı hastalıklar nedeniyle ölüyor’

Uluslararası Kanser Araştırmaları Ajansı, her yıl dünyada kanser yapıcı maddeleri düzenli olarak özelliklerine göre gruplara ayırıyor. Ajans tarafından asbestin “kesin kanserojen” olarak tanımlandığının hatırlatıldığı İSGİ Meclisi tarafından yapılan açıklamada, “Bugün pek çok ülkede ve pek çok alanda kullanımı kısıtlanmış/yasaklanmış durumda. Ülkemizde de asbest kullanımı 2010 yılı itibariyle yasaklandı. Bu gelişmelere rağmen, DSÖ verilerine göre dünyada 125 milyon kişi çalışma ortamlarında asbeste maruz kalmakta ve ILO verilerine göre her yıl 100 bin işçi, çalışma ortamlarında asbeste maruz kalmalarının yol açtığı hastalıklar nedeni ile ölmektedir” denildi.

“Asbestin solunum sistemi başta olmak üzere sağlık üzerine iki grup etkisi vardır: Kanser dışı hastalıklar ve kanserler. Asbestin yaptığı kanser dışı hastalıkların başında akciğerlerde sonuçta nasırlaşmaya ve solunum yetmezliğine giden bir pnömokonyoz olan asbestozis; akciğerlerin üzerindeki zarda kalınlaşmalar, kireçlenmeler, akciğer zarlarında su toplanmasıdır. Asbest ayrıca akciğer ve akciğerin üzerindeki zarın kanseri (mezotelyoma) başta olmak üzere değişik organ kanserlerine de neden olur” ifadelerinin kullanıldığı açıklamada özellikle bu kanserlerden mezotelyomanın günümüzde tam bir tedavisinin olmaması nedeniyle en ağırı ve öldürücüsü olduğu belirtildi.

Asbeste ilk maruziyet ile bu kanserlerin gelişmesi arasında geçen sürenin bazı kişilerde 40 yılı geçtiğinin ifade edildiği açıklamada şunlar aktarıldı:

“Özellikle beraberinde kişi sigara da içiyorsa akciğer kanseri riski 90 kat artmaktadır. Asbest kullanımı yasaklanmış olmasına rağmen eski maruziyetlerin etkisinin önümüzdeki 30-40 yıl devam edeceği bilinmektedir. Ayrıca asbest lifleri maruz kalan kişilerin giysileri ile ev (çadır, konteyner) ortamına taşınabiliyor. HASUDER’in açıklamasına göre Sağlık Bakanlığı’nın yayımladığı Türkiye Asbest Kontrolü Stratejik Planı dokümanında 2012 yılında asbest ile kırsal alanda temas etmiş 1 milyon kişinin olduğu ve bunların yaklaşık yüzde 33’ünde asbest nedenli hastalıklar gelişecek ölçüde asbest ile temas olduğu ve toplamda 473 köyde asbest içerikli toprak kullanıldığı belirtilmektedir.”

“Bu noktada, deprem bölgesinde yıkım, enkaz kaldırma ve depolama süreçlerinde vereceğimiz mücadele, uzun vadede yüz binlerce insanımızın sağlığını ilgilendirmektedir” denilen açıklamada ayrıca şunlar ifade edildi:

“Şu an için asbest içeren büyük bir enkaz (ki toplamının Erciyes Dağı boyutlarında olduğu tahmin ediliyor), uygun olmayan bir yıkım ve enkaz kaldırma faaliyeti ile atıkların atıldığı yerlerin uygun olmadığını görüyoruz.”

İlk etapta dikkat edilmesi gereken acil hususlar ise açıklamada şöyle sıralandı:

  • Enkazlar profesyonel ekiplerce kaldırılmalıdır.
  • İş makinelerinin çalıştırılma şekli etrafa asbest yayılmasını azaltabilecektir.
  • Uygunsuz ve aşırı toz çıkmasına yol açacak biçimde yapılan enkaz kaldırma çalışmaları engellenmelidir.
  • Enkaz kaldırma çalışmalarında sulama yapılması kaldırılan tozun etkisini azaltacaktır. Bu nedenle enkaz çalışmalarına sulama eşlik etmelidir.
  • Kaldırılan enkazın döküleceği yerler doğru ve merkezi bir planlama ile belirlenmeli, rastgele hafriyat dökülmesi engellenmelidir.
  • Enkaz kaldırma çalışmasına katılanların “FFP2” veya “FFP3” tipi yüksek koruyucu maske kullanması, sağlık açısından bir zorunluluktur. Bu bağlamda bu tür maskelerin bölgeye ulaştırılması gerekmektedir.
  • Pandemi döneminde yaygın kullanıma giren basit cerrahi maskeler bu maddelere karşı koruyucu değildir…

[Seçim Günlüğü] İzmir’de CHP ve Yeşil Sol Parti bürolarına saldırı

İzmir’de Cumhuriyet Halk Partisi (CHP) ile Yeşiller ve Sol Gelecek Partisi‘nin (Yeşil Sol Parti) seçim bürolarına saldırı yapıldı.

Menemen ilçesi’ndeki Uğur Mumcu Mahallesi‘nde Yeşil Sol Parti seçim bürosuna saldırı düzenleyen iki kişi, olaya anının da sosyal medya hesaplarından paylaştı. Parti yöneticileri, yaşları küçük olduğu gerekçesiyle saldırganlar hakkında suç duyurusunda bulunmadı.

Olayla ilgili Özgür Gelecek‘e bilgi veren parti yöneticisi, saldırıyı gerçekleştirenlerin ailesinden ve çevresinden edindikleri bilgiye göre, gençlerin ırkçı söylemlerden dolayı böyle bir olayı gerçekleştirdiklerini belirtti.

Saldırıyı gerçekleştirenleri tespit ettiklerini aktaran yönetici “Önce elektrikli bisiklet ile gelip büromuzu takip ediyorlar. Arkadaşlar bürodan ayrıldıktan sonra da bu olay gerçekleşiyor” dedi.

CHP’ye de taşlı saldırı

Konak ilçesindeki CHP seçim bürosu olarak kullanılan dükkana da dün sabah saatlerinde taşlı saldırı düzenlendi.  Eline aldığı taşı seçim ofisinin camına vuran ve polis tarafından gözaltına alınan saldırganın madde bağımlısı olduğu ileri sürüldü.

Ayrıca şüphelinin seçim bürosuna taş ile saldırdığı anlar güvenlik kamerasına yansıdı. Saldırı sırasında seçim bürosunun kapalı olduğu belirtildi.

‘Korkmuyoruz, geliyoruz’

CHP Konak Gençlik Kolları sosyal medya hesabından ofisin kırılan camlarının görselleri paylaşıldı. Paylaşımda “KORKMUYORUZ, GELİYORUZ! İlçe seçim ofisimize yapılan saldırıyı kınıyoruz! Yapılan baskılar bizi yıldırmaz daha çok güçlendirir. Tüm halkımızı bize destek olmaya çağırıyoruz!” ifadelerine yer verildi.

Akçay’ın davasında karara bir ay kala: Hukuksuzluğun son bulacağına inanıyoruz

Edremit Belediyesi‘nin Akçay Sulak Alanı‘nda Enginkent için verdiği inşaat ruhsatlarının iptali için ekoloji dernekleri ve vatandaşlar tarafından açılan yürütmenin durdurulması ve ruhsat iptaline ilişkin dava dün (11 Nisan) görüldü. Balıkesir 2. İdare Mahkemesi Enginkent davasına ilişkin kararını bir ay içerisinde açıklayacağını bildirdi.

‣Akçay Sulak Alanı’nın bilirkişi raporu: Yönetmeliğe aykırı ve kamu yararı yok 

Dava, Akçay Sazlığı ve Sulak Alanı’nda Edremit Belediyesi tarafından “Enginkent Akçay” adlı bir konut projesi için verilen inşaat ruhsatlarının, söz konusu alanla ilgili mevcut imar durumu, sulak alan mevzuatı ve korunan alan mevzuatına aykırı olduğu belirtilerek açılmıştı.

Kazdağı Doğal ve Kültürel Varlıkları Koruma Derneği, Doğa Araştırmaları Derneği, Yeşil Düşünce Derneği, Edremit Çevre Sağlığı ve Doğayı Koruma Derneği, S.S. Proje Evi Üretim Eğitim İşletme ve Çevre Koruma Kooperatifi, Doğa Derneği ve iki bireysel başvuruyla açılan dava 2021’de açılmıştı.

Dün görülen duruşma öncesinde saat 13.30’da Kazdağı Doğal ve Kültürel Varlıkları Koruma Derneği tarafından Balıkesir İdare Mahkemesi önünde basın açıklaması yapıldı. Açıklamayı Süheyla Doğan ve Ömür İlgör okudu.

Aktivistler, “Mahkemenin, talebimizin ve bilirkişilerin de görüşleri doğrultusunda, bu hukuksuz duruma son vererek, bizlerden, haktan, hukuktan, doğrudan ve doğadan yana karar vereceğine inanıyoruz ve kararı merak ve heyecanla bekliyoruz”  dedi.

Açıklamada Akçay Sazlığı ve Sulak Alanı’nın imar rantına ve kamunun bazı projelerine kurban edilmemesi için verilen mücadeleden bahsedilerek, alanla ilgili Korunan Alanlar Yönetmeliği ve Sulak Alanlar Yönetmeliği’ne göre yapılan tescil kararlarına yer verildi.

Açıklamada Enginkent Proje Alanının Nitelikli Korunan Alan bölgesinde kaldığı ve bundan böyle bu karar doğrultusunda bu bölgede inşaat faaliyeti yapılamayacağı anlatıldı.

Sulak alanların önemine vurgu yapılan açıklamada, bir kısmı Mahalli Sulak Alan olarak tescil edilen alanın Ramsar Sözleşmesi’ne göre en az üç kriteri sağladığı belirtilerek Uluslararası Sulak Alan olarak tescil edilmesi gerektiği ve bu konuda mücadeleye devam edileceği vurgulandı.

Açıklamanın okunmasının ardından Avukat Cem Altıparmak davanın seyri ile ilgili bilgi verdi ve daha önce yürütmeyi durdurma kararı veren mahkemenin karar duruşmasında ekoloji aktivistlerinden yana karar vermesini beklediğini söyledi.

“Akçay Sulan Alanına Dokunma”, “Havama, Suyuma, Toprağıma Dokunma” sloganları atılan basın açıklamasına Balıkesir Çevre Platformu, Mimarlar Odası Balıkesir Şubesi, Yeşil Sol Parti, Sol Parti, Halkların Demokratik Kongresi (HDK) ve Balıkesir Tema İl Temsilciliği destek verdi.

Saat 14.00’de başlayan duruşmada davacılar adına konuşan avukat Cem Altıparmak, bu davanın yalnızca ruhsat iptali davası olmadığını, yaşam alanları ve doğa hakları savunması da olduğunu, iklim krizinin etkilerinin daha fazla yaşandığı bu dönemde önemli karbon yutak alanları olan sulak alanların kesinlikle korunması gerektiğini, Enginkent inşaat ruhsatlarının bilirkişilerin de tespit ettiği gibi hukuka aykırı olduğunu ve daha önce yürütmeyi durdurma kararı verildiğini, mahkeme heyetinin kesin kararının da ruhsatların iptalinden yana olacağını beklediğini söyledi.

Ardından Edremit Belediyesi, Balıkesir Büyükşehir Belediyesi ve Engin Gayrimenkul avukatları ise davanın reddini talep etti.

Avukat Altıparmak’tan sonra bireysel davacılardan Fazilet Uysal söz alarak bölgenin çeşitli kuşların, börtü böceğin ve yılan balıklarının yuvası olduğunu anlattı, sulak alanın mutlaka korunması gerektiğine inandığını ve bu nedenle davacı olduğunu aktardı.

Duruşmada davacı altı kurum adına söz alan Kazdağı Doğal ve Kültürel Varlıkları Koruma Derneği Yönetim Kurulu Başkanı Süheyla Doğan, Edremit Belediyesi’nin daha ruhsat vermeden söz konusu alanda şirketin temel atma töreni yaptığını söyledi. Bu duruma hem Edremit Belediyesi’nin hem de sulak alanları korumakla yükümlü Doğa Koruma ve Milli Parklar Genel Müdürlüğü’nün göz yumduğunu hatırlatan Doğan bu durumun tamamen hukuka aykırı olduğunun altını çizdi.

Edremit Belediyesi’nin ruhsatları, bilirkişi raporunda da belirtildiği gibi, onaylı ve geçerli bir imar planı olmadan verdiğini, dolayısıyla ruhsatların hukuk dışı yollarla verildiğini de ekledi. Bölgede pandemi koşullarında, kısıtlı olanaklarla, kısa sürede ekosistem değerlendirme raporu hazırlattıklarını söyleyen Doğan rapora göre bölgenin Ramsar Sözleşmesi’nin en az üç kriterini sağladığını ve uluslararası sulak alan olarak tescil edilmesi gerektiğini söyledi.

Bölgeyi korumak için tüm güçleriyle mücadele ettiklerini söyleyen Süheyla Doğan bölgede açtıkları diğer davalardan da bahsederek mahkemeden ruhsatların iptalini talep etti.

Bilirkişi raporu ne diyor?

Dava kapsamında 11 Mayıs 2022 tarihinde yapılan bilirkişi keşfi neticesinde Haziran 2022’de ortaya bilirkişi raporunda şunlara yer veriliyor:

  • Edremit Belediyesi tarafından “Enginkent Akçay Konut Projesi” ile ilgili verilen inşaat ruhsatlarının bulunduğu parsellere ilişkin Mekansal Planlar Yapım Yönetmeliği’ne uygun olarak düzenlenmiş ve onaylanmış herhangi bir imar planı yoktur,
  • Edremit Belediyesi’nin inşaat ruhsatlarına dayanak yaptığı Mülga Zeytinli Belediye Meclisi’nin 10.07.1980 tarih ve 11/52 sayılı kararı geçerli değildir,
  • Edremit Belediye Meclisi’nin 03.12.2019 tarih ve 517 ile 529 sayılı, 1980 planlarını yürürlüğe soktuğu kararlarının Mekansal Planlar Yapım Yönetmeliği’ne göre herhangi bir geçerliliği yoktur,
  • Edremit Belediye Başkanlığınca “Enginkent Akçay Projesi” için verilen imar durumları ve ruhsatlar, yürürlükte bir plan olmadan verilmesi sebebiyle Planlı Alanlar İmar Yönetmeliği’ne uygun değildir,
  • İnşaatına başlanan ve devam eden söz konusu yapılaşmaların mevcut ekolojik sistemi olumsuz etkileyeceği gerekçeleri ile Sulak Alanların Korunması Yönetmeliği’ne uygun değildir.
  • “Gerekçeleri ile dava konusu alanda yasal mevzuata uygun olarak hazırlanmış ve onaylanmış bir imar planı olmadığı için, yürürlükte bir imar planı bulunmaması sebebiyle Edremit Belediye Başkanlığınca verilen yapı ruhsatlarının uygun olmadığı ve mevcut yapılaşma çabasının bölgenin sulak alan ve koruma alanı değerlerine olumsuz etkileri sebebiyle yönetmeliklere, şehircilik ilkelerine ve kamu yararına uygun olmadığı görüş ve kanaatine varılmıştır.”

 

Nükleerden çıkış: Almanya son reaktörlerini de kalıcı olarak kapatıyor

Almanya‘nın son üç nükleer santrali cumartesi gününden itibaren elektrik üretimini durduracak, ancak santrallerin hizmet dışı bırakılmasına yönelik zorlu ve onlarca yıllık süreç daha yeni başlıyor.

Peki bu süreç nasıl işleyecek?

Cumartesi günü, santral operatörleri elektrik üretimini kademeli olarak azaltacak.

Münih yakınlarındaki Isar 2 santralinin fabrika müdürü Carsten Mueller saat 22.00’dan itibaren “santralin güç çıkışını dakikada 10 megavat azaltacağız” dedi.

Reaktörün güç seviyesi yaklaşık yüzde 30’a düştüğünde ise yüksek voltaj şebekesine daha fazla elektrik verilmeyeceği ve jeneratörün otomatik olarak elektrik şebekesiyle bağlantısının kesileceği bildirildi.

The Local‘ın aktardığına göre, Almanya’nın kuzeybatısındaki Emsland ve güneybatıdaki Neckarwestheim santrallerinin türbinlerde de benzer bir süreç yaşanacak.

Santrali işleten enerji şirketi EnBW‘nin nükleer enerji bölümü başkanı Joerg Michels, Neckarwestheim santralinin ocak ayının ortasından bu yana “yaklaşık yüzde 70 kapasiteyle” çalıştığını söyledi.

Michels, bir nükleer santrali durdurmanın aslında denetimler sırasında sıklıkla kullanılan “rutin bir süreç” olduğunu belirterek “Şimdi sıra dışı olan, bunun son kez yapılacak olması” diye konuştu.

Nükleer reaktörün gücü azaldığında, makine dairesine sıcak, basınçlı su göndermeyecek ve böylelikle artık türbinler elektrik üretmeyi durduracak.

Neckarwestheim Nükleer Santrali. Fotoğraf: Thomas Kienzle / AFP

Santrallerin sökülmesi yaklaşık 15 yıl sürecek

Michels, sonraki günlerde, nükleer yakıt çubukları tarafından sürdürülen atomik zincirleme reaksiyonun, “santralin nükleer döngüsünün soğutulmasına müsaade etmek için tamamen durdurulacağını” söyledi.

Atom enerjisinden çıkış planı kapsamında Almanya, santralleri durdurup rafa kaldırmak yerine, şebekeden ayırdıktan sonra derhal sökmeyi tercih ediyor.

Neckarwestheim’da, reaktörün çekirdeğinde bulunan ve hala oldukça radyoaktif olan 193 yakıt maddesi, bitişikteki bir binadaki su dolu bir havuza aktarılacak.

Yakıt maddeleri, geçici depolama için özel “Castor” fıçılarına doldurulana kadar üç ila beş yıl boyunca su altında kalacak.

Michels, santralin her bir bileşeninin sökülmesinin “gelecek yılın başında” tüm izinler alındıktan sonra başlayacağını söyledi.

EnBW’nin halihazırda sökülmekte olan dört reaktörü daha bulunuyor.

Almanya’nın son üç nükleer santralin sökülmesinin yaklaşık 15 yıl sürmesi bekleniyor.

‣ ‘Nükleer enerji iklim krizine karşı çözüm değil, bilakis tehdit’

Nükleer atıklar sonraki 30 bin nesli etkileyecek

Almanya yüksek oranda radyoaktif atıklarını toprağın derinliklerine gömmeyi planlıyor.

Ancak gömülecek yerin tam olarak nerede olması gerektiğine dair karar planlanandan daha uzun sürüyor – önerilen yerlerde yaşayan insanlar genellikle sağlıkları için endişelenerek plana karşı çıkıyor.

Sahanın 2050 yılına kadar işlevsel olabilmesi amacıyla, nihai atık depolama alanıyla ilgili seçimin 2031 yılına kadar yapılması gerekiyordu.

Ancak Almanya’nın nükleer atık bertarafından sorumlu kuruluşu geçen yılın sonlarında yaptığı açıklamada uygun bir yer bulmanın muhtemelen ancak 2046 ile 2068 arasında mümkün olacağını ifade etti.

Saha belirlendikten sonra, havuzun planlanması, lisanslanması ve inşasının yaklaşık yirmi yıl sürmesi bekleniyor.

Deponun, radyoaktif atıkları bir milyon yıl boyunca güvenli bir şekilde saklayabilecek nitelikte olması gerekiyor.

O zamana kadar yüksek oranda radyoaktif atıklar özel tasarlanmış geçici depolama tesislerinde tutulacak.

Orta ve düşük oranda radyoaktif atıklar için, Almanya’nın merkezindeki Salzgitter yakınlarındaki eski Konrad demir cevheri madeninde kalıcı bir saha bulundu bile. Sahanın 2027’de faaliyete geçmesi planlanıyor.

Eski Çevre Bakanı Barbara Hendricks 2017’de “Ülkemizde sadece 60 yıldır kullanılan nükleer enerji teknolojisinin sonuçlarından gelecekte 30 binden fazla nesil etkilenecek” demişti.

[Seçim Günlüğü] Yeşiller Partisi eş sözcüleri TİP listesinden aday: Meclis’e Yeşiller gerek

Yeşiller Partisi eş sözcüleri Özlem Taşdemir Teke ve Koray Doğan Urbarlı İstanbul’da,  Türkiye İşçi Partisi (TİP) listelerinden milletvekili adayı olarak seçime gireceğini duyurdu.

Teke, İstanbul 3. Bölge’den seçim yarışına girerken Urbarlı ise 2. Bölge’de seçime girecek. 14 Mayıs’ta gerçekleştirilecek Cumhurbaşkanlığı ve TBMM seçimlerine yaklaşık bir ay kaldı. “Meclis’e Yeşiller Gerek” misyonuyla çalışmalarını sürdüren Yeşiller Partisince söz konusu adaylıklara ilişkin olarak şu açıklamada bulunuldu:

“14 Mayıs 2023’te gerçekleşecek Cumhurbaşkanlığı ve TBMM seçimlerinde son aya, son düzlüğe giriyoruz. Her gün, açıklanan bir istatistik, ortaya çıkan bir skandal, çarşıda pazarda karşılaştığımız bir fiyat etiketi, soluduğumuz kirli hava, haberini aldığımız bir kadın cinayeti, kâr hırsıyla kesilen bir ağaç, tanık olduğumuz bir nefret suçu, deprem bölgesinde hâlâ enkaz altında bekleyen bir beden bu seçimin ne kadar kritik olduğunu, başta Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan olmak üzere, AKP’den neden hemen kurtulmamız gerektiğini bizlere tekrar tekrar anlatıyor.”

‘Umudu çalınan, hayal kurması engellenen, geleceği çalınan herkese güçlü bir alternatif yaratıyoruz’

9 Nisan itibariyle bizi AKP ile MHP Koalisyonundan kurtaracak milletvekili aday listeleri Yüksek Seçim Kurulu’na teslim edilmişti. Yeşiller Partisi tarafından yapılan açıklamada partiden adayların TİP’in listesinde seçime girecek olmasına dair şunlar aktarıldı:

“Türkiye’de, Yeşil Hareket’in 40 yıla dayanan tarihinde ilk defa, Yeşiller Partisi bağımsız adaylar dışında kendi adaylarıyla ve baraja takılmadan seçimlere katılıyor. Bu katılımın önünü açarak, iktidarın kuruluşunu Anayasa’ya aykırı şekilde engellediği Yeşiller Partisi ile çok değerli bir dayanışma gösteren Türkiye İşçi Partisi’ne teşekkürlerimizi sunuyoruz. 14 Mayıs 2023 TBMM seçimlerinde, yıllardır ‘Doğanın, insanın ve emeğin sömürülmesine son!’ diyerek politika yapan Yeşiller Partisi olarak, politikasını emek, özgürlük, ekoloji ve laiklik ayakları üzerine oturtan Türkiye İşçi Partisi ile güçlerimizi birleştiriyoruz; umudu çalınan, hayal kurması engellenen, geleceği çalınan herkese Cumhur İttifakı karşısında güçlü bir alternatif yaratıyoruz.”

Açıklamada ayrıca parlamento seçimlerinde TİP’e, TİP’in adaylarının olmadığı seçim çevrelerinde ise Emek ve Özgürlük İttifakı’na oy verilmesi yönünde talepte bulunuldu:

“Eşitlik, özgürlük, kardeşlik, barış ve demokrasinin ülkemize hakim olabilmesi için, 21 yıldır Türkiye’nin her alanda yaşadığı yıkımın durdurulması ve umudun Yeşiller’in adaylarıyla yeşertilmesi için 14 Mayıs 2023 tarihinde yapılacak olan Türkiye Büyük Millet Meclisi seçimlerinde oylar Türkiye İşçi Partisi’ne diyoruz.

Türkiye İşçi Partisi’nin adaylarının olmadığı seçim çevrelerinde ise bizimle gönüldaşlık ve yoldaşlık kuran herkesi Emek ve Özgürlük İttifakı’na oy vermeye çağırıyoruz.”

Limak’ın AOÇ arazisindeki rezidans projesine yargıdan iptal kararı

Limak Holding’in Atatürk Orman Çiftliği (AOÇ) arazisinde yapmak istediği rezidans ve ticaret merkezine olanak sağlayacak imar planı değişikliği, Ankara 7. İdare Mahkemesi tarafından iptal edildi.

Mahkeme kararında, imar planı değişikliğinin AOÇ’nin doğal yapısını ve bütünlüğünü bozacağına yer verildi.

Söz konusu değişiklik Türk Mühendis ve Mimar Odaları Birliği (TMMOB) Mimarlar Odası Ankara Şubesi tarafından yargıya taşınmıştı ve üç ay önceki bilirkişi raporunda imar planı değişikliğinin hukuka aykırı olduğu ifade edilmişti.

Mimarlar Odası Ankara Şube Başkanı Tezcan Karakuş Candan, konuya ilişkin açıklamasında “Bilirkişiler ders niteliğinde rapor sunarken Ankara 7. İdare Mahkemesi, söz konusu planların AOÇ’nin doğal yapısını ve bütünlüğünü bozacağını, alanda konut, ticaret ve sanayi kullanımlarına yer verilemeyeceğini vurgulayarak söz konusu planları iptal etti” diye konuştu.

Atatürk Orman Çiftliği alanları özgürleşene ve hak ettiği şekilde yönetilene kadar mücadeleye devam edileceğini aktaran Candan, “Atatürk Orman Çiftliği bizimdir; Limak sen başka çiftliğe” ifadelerini kullandı.

‣ Atatürk Orman Çiftliği için yeni imar planı değişikliğine de iptal
‣ Nevşehir Kalesi Yenileme Alanı kararı iptal edildi
‣ Dikmen Vadisi’nin yapılaşmaya açılmasına yargı engeli

Candan, bilirkişilerin de daha önce plan değişikliklerinin hukuka aykırı olduğunu ve planlama alanının Atatürk Orman Çiftliği’ne kazandırılması gerektiği yönünde rapor sunduğunu hatırlatarak şunları söyledi:

“Yargı bilirkişi raporunu esas alarak Atatürk Orman Çiftliği alanlarına konut, ticaret ve sanayi kullanımlarına yer verilemeyeceğini ortaya koymuştur. Çimento Fabrikası endüstri mirası olarak korunmalı, alan Atatürk’ün şartlı bağışına uygun olarak ağaçlandırılmalıdır. Kamu yararı adına sevindirici olan bu karar, ranta açılan tahsislerle ve yollarla talan edilen tüm AOÇ alanları için emsal olmalıdır.”

‘Artvin-Salınbaş altın madeninin yaratacağı ekolojik yıkımın geri dönüşü yok’

Türk Mimarlar ve Mühendisler Odası Birliği (TMMOB) Çevre Mühendisleri Odası (ÇMO) Artvin‘de yapılması planlanan Salınbaş altın madeni projesinin şehir üzerindeki ekolojik etkilerinin değerlendirildiği bir söyleşide projenin “geri dönüşü olmayan bir ekolojik yıkım projesi” olduğunu belirtti.

ÇMO İstanbul Şubesi Yönetim Kurulu Üyelerinden Hakan Tekin, 8 Nisan’da Artvin’de düzenlenen söyleşide, 2’nci Cerattepe olarak adlandırılan Salınbaş Altın Madeni Açık Ocak İşletmesi Kapasite Artışı, Zenginleştirme Tesisi, Atık Depolama Tesisi Projesi‘nin Artvin ile Ardanuç arasındaki en güzel yaylaları kapsadığını ve 1/100.000 ölçekli Çevre Düzeni planına aykırı olduğunu vurguladı.

Tekin, bölgenin yağış rejimi, yüzde 20 üzerindeki eğimi ve şiddetli-çok şiddetli su erozyonuna maruz bir bölge olarak sınıflandırılmasından dolayı siyanürlü açık ocak işletmesi ile başta Gümüşhane ve Köseler Köyü ile Deriner Barajı olmak üzere proje alanı çevresinin büyük bir tehdit altına gireceğini ifade etti.

‣ Artvin’deki altın, şirketin iştahını kabarttı: Yirmi iki yıllık çevre yıkımına davetiye…
‣ Murgul’da siyanürlü altın ayrıştırmaya karşı mücadele altı yıl sonra yeniden…

‘Yaşamın bazı yönlerini yok edecek bir proje’

Söyleşinin devamında genel anlamda projenin olumlu bir yönü bulunmadığı ve risklerle dolu, yaşamın bazı yönlerini olumsuz etkilerken, bazı kısımlarını ise kesinlikle yok edecek bir proje olduğu dile getirildi.

Bu nedenle projenin kabul edilebilir bir olamayacağı ve projeden vazgeçilmesi gerektiği vurgulanarak daha önce yapılan tahribatların bölge halkının görüşleri doğrultusunda onarılması gerektiği belirtildi.

‣ Artvin Cerrattepe’de altın madenine karşı 24 saat orman nöbeti

Halkın bilgilendirilmesi toplantısı ertelendi

Artvin Valiliği Çevre, Şehircilik ve İklim Değişikliği İl Müdürlüğü, projeye ilişkin 13 Nisan 2023 tarihinde yapılması planlanan Halkın Bilgilendirilmesi ve Sürece Katılım Toplantısı‘nın ileri bir tarihe ertelendiğini duyurdu.

Ne olmuştu?

Tesis için 28 Mayıs 2012’de Çevre ve Şehircilik Bakanlığı’ndan “ÇED Olumlu” kararı verilmiş ve 16 hektar alan tahsis edilmişti. O dönemki ÇED raporunda toplam üretimi 300 bin ton idi.

Ancak mevcut ÇED süreci 602 hektarın üzerinde bir alan için yürütülüyor. Projenin 22 yıl sürmesi bekleniyor. Tesisin sahibi ise Pontid Madencilik San. ve Tic. A.Ş. Bu şirket 14 Ocak 2021’de Özaltın İnşaat ve Sanayi A.Ş. tarafından devralınıyor. Özaltın İnşaat ise muhalif kesimin “beşli çete” olarak tanımladığı şirketlerden biri olan Cengiz İnşaat ile adı sıkça birlikte anılan bir şirket.

ÇED süreci şu anda halkın katılım toplantısına kadar yürütülmüş durumda ancak 13 Nisan 11.00’da gerçekleşmesi beklenen toplantı da ertelenmiş oldu.

2012’de tesisin atık deposu yoktu. Ancak son projede atık deposu isteniyor ve hacim 12,7 milyon metreküp olarak planlanıyor.  2012’de verilen izin süresi de artarak 22 yıllık bir sürece evrildi.