Ana Sayfa Blog Sayfa 468

[Seçim Günlüğü] Sandıkların yüzde 97’si açıldı: Erdoğan yüzde 51, Kılıçdaroğlu yüzde 48

28 Mayıs Cumhurbaşkanı Seçimi’nde oy sayımı devam ederken resmi olmayan sonuçlara göre yüzde 96’sı açılan sandıklardan çıkan oy oranlarına göre Millet İttifakı‘nın cumhurbaşkanı adayı Kemal Kılıçdaroğlu, yüzde 48,17 Cumhur İttifakı‘nın cumhurbaşkanı adayının oy oranı ise Recep Tayyip Erdoğan yüzde 51,83.

ANKA verilerine göre; Erdoğan’a 26 milyon 731 bin 476 oy verilirken Kılıçdaroğlu’na 20.00 itibarıyla 24 milyon 834 bin 168 oy verildi. İstanbul‘da ise yüzde 51,78 oy oranıyla Kılıçdaroğlu öndeyken Erdoğan yüzde 48,22’yle geride kaldı. ANKA verilerine göre açılan sandık oranı yüzde 97,33. Seçime katılım oranı ise yüzde 84,94 oldu.

AA verilerine göre ise Kılıçdaroğlu’nun oy oranı yüzde 47,86 iken Erdoğan’ın oy oranı yüzde 52,14. Açılan sandık oranı yüzde 97,94 olurken İstanbul’da oyların yüzde 51,56’sı Kılıçdaroğlu’na yüzde 48,44’ü Erdoğan’a verildi.

YSK Başkanı Ahmet Yener‘in son açıklamasına göre ise 26 milyon 781 bin 551 oy sayıldı. Yener’e göre; geçerli oy 26 milyon 412 bin 590, geçersiz oy ise 368 bin 961. Yener oyların yüzde 54,60’sının sayıldığını bildirdi. Yener’e göre Erdoğan’ın oy oranı yüzde 54,47 iken Kılıçdaroğlu’nun oy oranı yüzde 45,53.

[Seçim Günlüğü] Yayın yasağı kalktı, ilk rakamlar gelmeye başladı

28 Mayıs 2023’te gerçekleştirilen Cumhurbaşkanı seçiminin ikinci turunda oy verme işlemi saat 17.00’da tamamlandı.

Yüksek Seçim Kurulu (YSK) Başkanı Ahmet Yener, yayın yasağının 18.15’te kaldırıldığını duyurdu.

Yener şunları kaydetti:

“Şu an için YSK herhangi bir açıklama yapmadan veri paylaşılmasının hoş olmadığını öncelikle belirtmek isterim. YSK, az önceki beyanatımızda belirttiğimiz gibi yayın yasağının ne zaman kalkacağı konusunda toplanmıştır. Saat 18.15 itibariyle basın mensuplarımızın ve haber ajanslarımızın yayın ve veri girişine izin verilmiştir.

Şu anda sistemimizde de veri girişleri devam etmekte olup herhangi bir problem yoktur. Anlık olarak da 14 Mayıs 2023 seçimlerine katılan 24 siyasi parti ile cumhurbaşkanı adaylarımızın temsilcileriyle de verilerimiz anlık olarak paylaşılmaktadır.”

AA ve ANKA’dan farklı sonuçlar

Anadolu Ajansı ve ANKA Haber Ajansı farklı sandıklardan açılan ilk sonuçları abonelerine duyurmaya başladı.

İlk sonuçlara göre Anadolu Ajansı’nda Recep Tayyip Erdoğan yüzde 58, Kemal Kılıçaroğlu ise yüzde 42 oy aldı.

ANKA’dan geçilen sonuçlarda ise Tayyip Erdoğan’ın yüzde 49,14 Kemal Kılıçdaroğlu’nun yüzde 50,86 oy aldığı görüldü.

ANKA’da sandıkların yüzde 41’i açılmış görülürken, Anadolu Ajansı’nda ise sandıkların yüzde 35,08’inin açıldığı bilgisi geçiliyor.

 

Sandık başında homofobi: Lubunya müşahit, adab-ı muaşeret kurallarına davet edildi

Cumhur İttifakı’nın cumhurbaşkanı adayı Recep Tayyip Erdoğan’ın, AKP’nin ve MHP’nin seçim öncesinde bir siyasi propaganda aracı olarak kullandığı ve vatandaşları ötekileştiren LGBTİ+ söylemlerine karşı 28 Mayıs Seçimi’nde lubunyalar sandıklara sahip çıktı. Türkiye’nin neredeyse her şehrinde sandık başında müşahit olarak görev alan lubunyalardan Kadıköy’de Nihat Işık İlkokulu’nda müşahit olan Ameda Murat Karakuzu, kıyafetinden dolayı defalarca homofobiye maruz kaldı. Giydiği kıyafetten dolayı adab-ı muaşeret kurallarını uygulamaya davet edilen sandık görevlisi Karakuzu o anları şöyle anlatıyor:

“Sabah saatlerinde ilk önce okulun AKP‘li okul sorumlusu şöyle bir baktı zaten. Sonrasında biz merdivende tekrardan karşılaştık kendisiyle. O sırada yanında bir arkadaşı vardı. Beni arkadaşına da gösterip bir şeyler konuşmaya başladılar ve beni de göz kıskacını aldılar. Ben de ‘O zaman bakmamayı öğrenin lütfen’ dedim. O olaydan yaklaşık bir buçuk saat kadar sonra, AKP’li sandık görevlisi de bana, göbeği açık bir kıyafet giydiğim için ‘Böbreklerini üşüteceksin’ dedi. Ben de ‘Hayır, üşümüyorum. Şu an iyiyim’ dedim. Teşekkür ettim. Bunun üzerine bana şöyle bir cevap verdi: ‘Ama böyle zaten giymemelisin. Adab-ı muaşeret kurallarına aykırı. Buraya saygı duymuyorsun. Podyuma çıkmış gibi giyinmişsin ama podyuma çıkmıyorsun. İstersen bunları sokakta giyin ama burada olmaz’. Sonunda ben ‘Nasıl giyineceğimi sizden öğrenecek değilim’ dedim. O da buna şöyle bir cevap verdi: Evet, bizden adab-ı muaşeret kurallarını öğreneceksiniz. Nasıl giyinmeniz gerektiğini de bizler söyleyecek’. Sonrasında ‘Bir durun artık’ dedim.”

Olayın ardından sandık görevlileri, sandık başkanı ve müşahitlerin tepki gösterdiğini ancak kişinin tutumuna devam ettiğini aktaran, Yeşil Sol Parti’den müşahit olan Karakuzu, ‘Bunun üzerine de sandık başkanı kendisini uyardı: ‘Konuyu kapatın, susun, yoksa işlem başlatacağım’. Bu uyarının üzerine kendisi sustu. Ve bir daha asla konuşmadı. Ben bu olayı yaşadığımda öğlen saatleriydi. Sayımdan bir saat önce de şöyle bir durum yaşandı: Ben kapı önündeydim ‘Konu mankeni, kenara çekil’ gibi laflar söylemeye devam etti” dedi.

Daha sonrasında herhangi bir tartışma yaşanmadığını, seçimin önemi nedeniyle de kendisinin de tartışmayı büyütmediğini aktaran Karakuzu, konuyla ilgili avukatlara danıştığını ancak kendisine seçimle ilgili olmadığı için tutanak tutulamayacağı yönünde bir bilgilendirme yapıldığını, konunun hak ihlalleri raporuna eklenebileceğinin bildirildiğini belirtti.

Lubunya Müşahitler nasıl ortaya çıktı?

Karakuzu, 14 Mayıs 2023 seçimlerinde kendisinin yaşadığı bir homofobiyi aktararak Lubunya Müşahitler’in nasıl ortaya çıktığını şöyle anlattı:

“14 Mayıs seçimlerinde de buna benzer daha birçok hikaye yaşadık. Kadıköy’de yine bir seçmen o gün de, LGBTİ + gökkuşağı tişört giymiştim, ‘Bizler kazanacağız ve sizi yok edeceğiz’ dedi. Bir sonraki seçmen de ‘Sizlere erkek gibi giyinmeyi öğreteceğiz. Erkek olacaksınız’ gibi bir cümle kullandı bana. Bu benim yaşadığım deneyim ama buna benzer birçok lubunya arkadaşım, birçok farklı deneyim yaşadığı için de bizler artık 28 Mayıs’ta hem kendi güvence alanımızı koruyalım, hem hızlı bir iletişim ağına sahip olalım hem de sandıklara sahip çıkalım ama en başta kendi güvenliği alanımızı yaratalım amacıyla Lubunya Müşahitler diye bir oluşum kurduk. Lubunya müşahitler Türkiye’nin her bir yerinde var. Hiçbir partiye bağlı değiliz. İçinde hem müşahitler var, hem resmi sandık görevlileri var.”

Peki sandık başında bile kıyafet üzerinden bir homofobiye maruz kalmak nasıl bir his? Karakuzu, bu soruya şöyle yanıt veriyor:

“Çok açıkça şunu söyleyebilirim: Kadıköy’deyim. Hani gerçekten bunu vurgulamam gerekiyor sanırım. Kadıköy’de dahi ben bunu yaşayabiliyorsam ‘Sanırım ülkeden gitmem mi gerekiyor? Ya da öldürülecek miyim. Ne oluyor?’ derim. Bu kadar ilk defa korktuğumu ya da ülkeden gitmek zorunda kalacağımı, lubunyalar adına böyle bir zorunluluk yaşayacağımızı hissettim. ‘Konu mankeni’ cümlesini duymak  bana açıkçası… Eğer bu seçimde Erdoğan kazanırsa biz lubunyalar için Türkiye asla güvenli bir alan olmayacak.”

[Seçim Günlüğü] Öztrak: Kimse oldu, bitti yaratmaya kalkmasın, sandıkların başındayız

Cumhurbaşkanlığı seçimlerinin ikinci turunda oy verme işlemlerinin tamamlanmasının ardından saat 17.00’de sandıklar kapandı ve oy sayma işlemi başladı.

İlk açıklamayı Cumhuriyet Halk Partisi sözcüsü Faik Öztrak yaptı.  Öztrak, “Şimdi seçimin en kritik aşamasındayız. Oylara, oy çuvallarına, ıslak imzalı tutanaklara sahip çıkacağız” dedi.

Milletvekillerinin yanı sıra PM ve YDK üyelerinin, örgütlerin ve yerel yöneticilerin seçim bölgelerinde olduğunu söyleyen Öztrak şunları söyledi:  “Sandık başında görevli arkadaşlarımız, müşahitlerimiz, üstün bir sorumluluk anlayışıyla görevlerini sürdürüyorlar. Biz de genel merkezimizde kurduğumuz veri sistemiyle, sandık sonuçlarını takip ediyoruz. Üstüne basa basa söylüyorum. Milletimizin iradesini sonuna kadar koruyacağız ve kazanacağız”

‘Görevinizin başından ayrılmayın’ çağrısı

Saat 19.00’ı işaret eden Öztrak özetle şu ifadeleri kullandı:

Sadece iki adayı oyladığımız için sonuçlar bu akşam hızla belli olacak. Tüm yetkilileri sağduyulu davranmaya ve görevlerini layıkıyla yapmaya davet ediyoruz. Sandık görevlilerimize ve müşahit arkadaşlarımıza özellikle görevlerini bir kere daha hatırlatmak istiyorum. Sayım sırasında yapılabilecek tüm usulsüzlükleri takip edip önleyeceksiniz. Islak imzalı tutanakların seçim kurullarına güvenle ulaşmasını sağlayacaksınız. Birleştirme tutanaklarını takip edeceksiniz, ve ıslak imzalı tutanakları Genel Merkez’imize hızla ulaştıracaksınız. Bütün bu işlemler bitene kadar görevinizin başından ayrılmayacaksınız.

Devletin resmi ajansı tarafından açıklanan ilk sonuçların, nasıl manipüle edildiğini ve ne kadar hızlı değiştiğini, bu seçimin ilk turu dahil, AK Parti dönemindeki bütün seçimlerde gördük. Bu yüzden, tekrar ediyorum,
görevinizin başından ayrılmayacaksınız.”

‘Balkon konuşmalarıyla suyu bulandırmayın’

Sonuçlar kesinleşinceye kadar, kimsenin “oldu bitti” yaratmaması gerektiğini söyleyen CHP Sözcüsü, “Kimse, balkon konuşmalarıyla suyu bulandırmaya kalkışmasın. Milletimiz, saat 19:00’da yapacağımız açıklamayı beklesin. Görevlilerimiz ve vatandaşlarımız sandıkları korumaya devam etsin. Sevgili yurttaşlarımız, birleşe birleşe bugüne geldik. Bugün hep birlikte kazanacağız. Demokrasi kazanacak, ‘Yandaşımın değil, vatandaşımın refahı’ diyenler kazanacak. Cumhuriyetin ikinci yüzyılında bu ülkeye yeniden baharları getireceğiz” dedi.

[Seçim Günlüğü] Saldırı, darp ve tehditlerle dolu bir seçim günü daha geride kaldı

CHP Grup Başkanvekili Özgür Özel, Şanlıurfa‘nın Eyyübiye ilçesi Karaali köyünde kadınların yerine oy kullanılması gibi usulsüzlüklere itiraz ettiği için bölgede bulunan CHP İstanbul Milletvekili Ali Şeker ile müşahitlerin darp ediliğini, telefonlarının kırıldığını duyurdu. Şeker saldırının ardından yaptığı açıklamada, “Çok noktada devlet memurları tehdit ediliyor. Toplu oy kullanma karşısında kanuni görevini yapmaya çalışanlar tehdit ediliyor” dedi.

Özgür Özel, Twitter‘dan yaptığı açıklamada şu ifadeleri kullandı:

“Jandarma sayısı yeterli değil”

İstanbul Milletvekilimiz Ali Şeker, ilk turda bütün oyların kullanıldığı ve tek adaya çıktığı Şanlıurfa’nın Eyyübiye ilçesi Karaali köyünde görev yapıyor. Kadınların yerine oy kullanılması gibi usulsüzlüklere itiraz ettiği için müşahitlerimizle darp edildi, telefonları kırıldı.

Köyde jandarma var ancak sayısı yeterli değil. Buradan yetkilileri uyarıyoruz, sandık güvenliğini sağlayın, görevli arkadaşlarımızın ve müşahitlerin can güvenliğini sağlayın. Kanuna aykırı emir, talimat, talep ve uygulamalar karşısında görevinizi yapın.”

Ali Şeker: 30 kişilik bir grup linç girişiminde bulundu

Toplu oy kullanıldığı tespiti üzerine Karaali köyüne giden CHP’liler saldırıya uğradı. 30 kişilik grubun saldırısında darp edilen eski CHP İstanbul Milletvekili Ali Şeker, hastaneye giderek tedavi oldu. ANKA‘ya konuşan Şeker, şunları söyledi:

“Taziye evinde sandıkları toplamışlar, okula toplamamışlar. Karaali İlkokulu sandığı olarak geçiyor. 1 oy bize, 366 oy Erdoğan’a olarak oy kullanılıyor. Gelmeyenler yerine oy kullanılıyor. Kadınların biri oy kullanmaya gelmedi. Linç girişiminden sonra yine usulsüzlük yapmışlar, Mahmut Tanal vekil geldikten sonra ben oradan ayrıldım.

Ben savcılığa şikayetlerimizi veriyoruz, tutanakla ilgili işlemleri de yapıyoruz. Bize linç girişimi oldu. 30 kişilik bir grup biz sandık görevlilerine linç girişiminde bulundu. Burnumuzda filan darp izleri var. Sandığa sahip çıkın. Biz demokrasiyi korumak için mücadele ediyoruz.”

Şeker, saldırının ardından Twitter hesabından şu açıklamayı yaptı:

“Korkmuyoruz, yılmıyoruz, vazgeçmiyoruz. Son saatler; oy kullanın. Sandık görevlilerimiz ve müşahitlerimiz, son oy kullanılana ve yasalara uygun şekilde sayılıp tutanaklar imzalanana kadar sandıkları terk etmeyin. Ben iyiyim, merak etmeyin. Değiştireceğiz.”

Şeker, pek çok yerde toplu oy kullananlara karşı görevini yapmaya çalışan devlet memurlarının tehdit edildiğini de söyledi.

İki oy kullanmaya çalışan MHP’li yönetici: Suç olduğunu bilmiyordum

Kocaeli‘de MHP Dilovası İlçe Başkanvekili Yücetan Dilmaç, Can Gülmen İlköğretim Okulu’nda iki ayrı sandığa oy atmaya çalışırken görevliler tarafından yakalandı. Oy kullandığı  1012 numaralı sandığa zarf atarken yakalanan Dilmaç hakkında tutanak tutuldu. Hakkında suç duyurusunda bulunulan Dilmaç’ın avukatlara, “Bunun suç olduğunu bilmiyordum” dediği öğrenildi.

İstanbul Kadıköy’de yaklaşık 50 kişilik kavga

İstanbul Kadıköy‘de bulunan Şenesenevler Mualla Selcanoğlu Mesleki ve Teknik Anadolu Lisesi‘nde bir grup AKP‘li erkek sandık görevlisi kadınların üzerine yürüdü.

Twitter’da bazı kullanıcıların paylaştığı videolarda kavga anı görüntülendi. İsil adlı Twitter kullanıcısı, kavga anlarını paylaştığı görüntülere şu notu yazdı:

“Senesenevler Mualla Selcanoğlu Lisesi bir otobüs dolusu AKP’li ve Hizbullahçı geldi sırf olay çıkartmak icin! Çocuk kadın yaşlı demeden saldırıp küfür ettiler!! Biber gazıyla müdahale edildi.”

Anarko adlı Twitter kullanıcısı ise şunları aktardı:

“Bostancı Mualla Selcanoğlu Teknik Lisesi sandık kurulu üyesi olarak, bahçede 40-50 kişilik bir takım elbiseli güruh, ben dahil olmak üzere birkaç kadının üzerine yürüyerek tehditler savurdu.

Sahte kimliklerle her sınıfa birden fazla müşahit sokmaya çalıştıkları için itiraz eden bir genci linç etmeye kalktıklarında o genci kurtarmaya çalışan bir kadın ve bir genç çocuk daha darp edildi. O sırada polis afk. Devamında çocuğu kurtardık. Bu kez bu olayları videoya çeken bize saldırmaya kalktılar. En son hatırladığım üç takım elbiselinin üzerime el kaldırarak yürümesi.

Devamında bir arkadaşımız önüme geçip beni itti, tekmeleri de dayağı da o yedi. Polis?

Hala elim ayağım titriyor. Bostancı gibi bir yerde hem de… bu nasıl bir güven? 40 kişi, ağzında sandviç lokmalarıyla, eller havada, tehditler savurarak nasıl birilerinin üzerine yürüyebilir?! KIRK KİŞİ ABARTMIYORUM. Korkunç bir özgüven bu.”

YSP Milletvekilinin bulunduğu heyete taş ve sopalı saldırı

Şanlıurfa merkez Haliliye ilçesine bağlı Yeniköy Mahallesi‘nde bir sandıkta müşahitlerin oy kullanmasına izin verilmediği bilgisi üzerine mahalleye gelen Yeşiller ve Sol Gelecek Partisi (Yeşil Sol Parti) heyeti, bir grubun taşlı ve sopalı saldırısına maruz kaldı.

YSP Şanlıurfa Milletvekili Şenyaşar, HDP İl Eş başkanları Ahmet Atış ve Garibe Yeşil, DBP İl Eş Başkanı Vahit Akgün, Urfa Barosu avukatlarının da aralarında olduğu partili heyet, kimliği belirsiz kişilerin saldırısına uğradı.

Bazı araçların camları kırıldı. Şenyaşar darp edilirken, haber takibi yapan Mezopotamya Ajansı muhabirinin kamerası parçalandı. Saldırının olduğu bölgeden uzaklaşmayı başarabilen bazı partililer, saldırının yaşandığı bölgeden silah seslerinin geldiği bilgisini paylaştı.

Erdoğan’ın oy kullandığı okulda gerginlik

Cumhur İttifakı‘nın cumhurbaşkanı adayı AKP Genel Başkanı Recep Tayyip Erdoğan‘ın oy kullanmak için geldiği Saffet Çebi Ortaokulu’nda gerginlik çıktı. Oy kullanmak için sıra bekleyen Erdoğan, seslerin yükselmesi üzerine tepki gösterdi.

Erdoğan ve eşi Emine Erdoğan, İstanbul Üsküdar Kısıklı‘daki konutundan çıkarak oy kullanmak için sıra beklediği anlarda sandık başında yaşanan gerginlik nedeniyle okulda bir anda sesler yükseldi. Bir yurttaşın, “10 yıldır sana ulaşmaya çalışıyorum” diye bağırdığı duyuldu.

Seslerin yükseldiği tarafa bakan Erdoğan, yanında bulunanlara olayın yatıştırılması talimatı verdi. Tartışmanın neden çıktığı anlaşılamazken seslerin kesilmesi üzerine Erdoğan, oy kullanacağı sandığa doğru ilerledi.

Kabine soktuğu silahı Kılıçdaroğlu’nun fotoğrafına doğrulttu; gözaltına alındı

Rize’nin Fındıklı ilçesinde M.Ö. isimli bir seçmen oy kullanma kabinine silah ve el bombasıyla girdi. Seçmen, silahı Kılıçdaroğlu’nun oy pusulası üstündeki resmine doğrultup, yanına da, “Bu ülkenin ekmeğini yiyip ihanet eden ekmeğini yediği memleketin evladından kurşun yer” yazılı bir kağıt koyup fotoğrafını çekti. Çektiği fotoğrafı sosyal medya hesabından paylaşan M.Ö., şikâyet üzerine gözaltına alındı.

İstanbul’da CHP’li müşahidin kaburgaları kırıldı

CHP Esenler İlçe Başkanı Kemal Şahin, sosyal medya hesabından yaptığı paylaşımda, “Esenler Fatih Mh Şehit Muhammed Aksu okulunda 1091 nolu sandikta görevli Müşahitimiz Mehmet Eldem sandıkta yapılan olumsuzluklara itiraz ettiği için AKP ve MHP’li üyeler tarafından darp edildi, şu an Bakırköy Sadi Konuk Hastanesi‘nde; kaburgaları kırık halde, müşahede altındadır” dedi.

CHP İstanbul İl Başkanı Canan Kaftancıoğlu da Twitter’dan, “Seçimi bir savaşa dönüştürme eğiliminde olanlara attığınız ve sahip çıkacağınız her oyla engel olacaksın İstanbul! Olaya müdahale ederken saldırganlar tarafından darp edilen kolluk kuvvetlerimize de çok geçmiş olsun” paylaşımında bulundu.

Seçim gününde gazetecilere engelleme ve saldırılar

KRT TV Muhabiri Sultan Eylem Keleş‘in, İstanbul’un Kadıköy ilçesinde çekim yaptığı sırada AKP’nin okul sorumlusu olan Kadıköy Belediyesi AKP Meclis Üyesi tarafından yayın yapması engellendi.

Keleş, Twitter hesabından yaptığı açıklamada “Kadıköy Mesleki ve Teknik Anadolu Lisesi’nde çekim yaparken AKP okul sorumlusu tarafından engellendim. Her şeyi yapabileceklerini sanıyorlar ama öyle kolay değil. Tutanak tutturdum, şimdi de ifade vermeye gidiyorum” dedi.

İstanbul Hürriyet Mahallesi Ahmet Çuhadaroğlu Ortaokulu‘nda, seçimleri izleyen dokuz8haber muhabiri Fatoş Erdoğan saldırıya uğradı. Gazeteciye saldırıp onu ellerinden yaralayan AKP’li okul sorumlusu ve diğer AKP’liler “rabia” işareti yaptı.

Cizre’de okulda bekleyenlere plastik mermi ve biber gazı sıkıldı

Şırnak‘ın Cizre ilçesinde bulunan Metin Bostancıoğlu İlkokulu‘nda okul bahçesinde bekleyen seçmenlere müdahale edildi. Polis gaz bombası ve plastik mermilerle müdahale ederek insanları bahçeden çıkardı.

Hatay’da toplu oy kullanmak isteyen kişiyi CHP’li vekil yakaladı

Hatay’ın Altınözü ilçesindeki Toprakhisar İmam Hatip Ortaokulu‘nda bir kişi, 1106 numaralı sandıkta 3 adet zarf ile toplu oy kullanmak istedi. Duruma fark eden CHP Milletvekili Servet Mullaoğlu, sandık görevlilerine tepki gösterdi.

Mullaoğlu, “Neden olaya müdahale etmiyorsunuz? Böyle bir şey olur mu? Seçim Kanunu’na aykırı. Böyle bir şey olmaz arkadaşlar, günah. Hak yiyorsunuz” ifadelerini kullandı.

HDP’li Beştaş: Horasan’da AKP’li Belediye Başkanı sandık görevlilerini tehdit ediyor

Sosyal medya hesabından paylaşım yapan Yeşil Sol Parti Erzurum Milletvekili Meral Danış Beştaş, AKP’li belediye başkanı öncülüğündeki grubun, sandık görevlilerini sözlü şekilde ve üzerlerine yürüyerek, tehdit ettiklerini, görevlerini yapmalarını engellediğini söyledi. Beştaş, “‘Horasan’ın sahibi var’ diyerek yapıyor üstelik bu zorbalığı. Ne Türkiye’nin ne de Horasan’ın sahibi değilsiniz. Sandıkları size bırakmayacağız” dedi.

Midyat’ta açık oy kullanılmasına karşı çıkan sandık kurulu başkanı darbedildi

Yeşil Sol Parti Mardin Milletvekili Kamuran Tanhan, Midyat Çavuşlu köyünde 1094 numaralı sandıkta açık oy kullanılmasına karşı çıkanların darbedildiğini söyledi.

Tanhan, “Nusaybin’de kolluk güçleri sandıkları tek tek dolaşarak ‘AKP müşahidi var mı’ diye soruyor. Olmayan sandıklara yanında getirdikleri gençleri getirip müşahit yapıyorlar. Mardin Midyat’ta Çavuşlu köyünde 1094 numaralı sandıkta da AKP’li seçmenler gelip açık oy kullanmak istedi. Sandık görevlileri kabul etmeyince Sandık Kurul Başkanı’nı darbettiler, gömleği yırtıldı” dedi.

Tanhan, konuyla ilgili şu açıklamayı yaptı:

“Nusaybin’de kolluk güçleri sandıkları tek tek dolaşarak ‘AKP müşahidi var mı’ diye soruyor. Olmayan sandıklara yanında getirdikleri gençleri getirip müşahit yapıyorlar. Her sandıkta birçok müşahit olmasını istiyorlar. Mardin Midyat’ta Çavuşlu köyünde 1094 numaralı sandıkta da AKP’li seçmenler gelip açık oy kullanmak istedi. Sandık görevlileri kabul etmeyince sandık kurulu başkanını darbettiler, gömleği yırtıldı.”

AKP’li yetkili sandık başkanını darbetti

Cumhurbaşkanlığı seçimlerinin ikinci turu için oy verme işlemi sürerken, çok sayıda noktadan sandık başında gerilim yaşandığına dair haberler gelmeye devam ediyor. Son olarak, Ankara Gölbaşı’ndaki bir okulda da sandık başında kavga çıktı.

Gazeteci Murat Ağırel‘in paylaştığı görüntülerde, tekerlekli sandalyedeki bir seçmenin oy kullandığı sırada, AKP’li yetkili olduğu belirtilen bir kişi sandık başkanını “seçmene müdahale etmekle” suçluyor ve önce sözlü tacizde bulunuyor. Sandık başkanı okuldaki polisi çağırırken, ikili arasındaki sözlü kavga kısa sürede şiddete dökülüyor.

Merve Dizdar Cannes’da En İyi Kadın Oyuncu ödülüne layık görüldü: Hükümet yanlılarından tepkiler

Oyuncu Merve Dizdar, 76. Cannes Film Festivali‘nde Nuri Bilge Ceylan‘ın yönetmenliğini yaptığı “Kuru Otlar Üstüne” filmindeki rolüyle En İyi Kadın Oyuncu ödülüne layık görüldü.

Dizdar ödül konuşmasında şunları söyledi:

“Jüri üyelerine teşekkür ediyorum. Cannes Film Festivali’ne çok teşekkür ediyorum. Oyun arkadaşlarıma, tüm ekibe çok teşekkür ediyorum. Senaristlerimize, herkese a’dan z’ye ama en önemlisi bu karakteri güvenip bana verdiği için ve onunla çalışmak bir ayrıcalık olduğu için Nuri Bilge Ceylan’a çok teşekkür ediyorum.

Son olarak dün gece uyurken bir hayal, yani ödül alabilir miyim diye düşünürken ufak bir yazı yazdım, onu okumak istiyorum izninizle.

Filmde canlandırdığım Nuray karakteri inandığı şeyler ve varoluşu için mücadele veren ve bu uğurda bedeller ödemek zorunda bırakılmış bir kadın. Onu tanımak ve anlamak için uzun uzun çalışmak isterdim ama ne yazık ki yaşadığım coğrafyada kadın olmak Nuray’ın, Nuraylar’ın duygusunu doğduğum günden beri ezbere bilmeyi gerektiriyor.

Bu ödülü Nuray ve onun gibi kadınların mücadelesine güç verebilmek için ve kendisine layık görülenlere boyun eğmeyip eyleme geçen, bu uğurda her şeyi göze alan ve ne olursa olsun umut etmekten vazgeçmeyen tüm kız kardeşlerime ve Türkiye’de hak ettiği güzel günleri yaşamayı bekleyen tüm mücadeleci ruhlara armağan ediyorum.”

Film hakkında

Arte France Cinéma’nın ortak yapımcısı olduğu filmin oyuncu kadrosunda Deniz Celiloğlu, Merve Dizdar ve Musab Ekici yer alıyor. Kürşat Üresin ve Cevahir Şahin‘in görüntü yönetmenliğini üstlendiği yapım, 12 Punto 2020‘de “TRT Ustaya Saygı Ödülü”nün de sahibi oldu.

Filmin konusu şöyle: “Samet, beklediği atama gelmeyince, saplanıp kaldığı bu kasvetli hayattan kaçma umudunu hepten yitirir. Ancak kendisi gibi öğretmen olan Nuray ile karşılaşması, karanlık düşüncelerinden ve endişelerinden kurtulmasını önünü açacak bir perspektif kazanmasını sağlar.”

AA’ya Dizdar tepkisi

Oyuncu Merve Dizdar’ın 76’ncı Cannes Film Festivali’nde En İyi Kadın Oyuncu Ödülü kazandığına dair bilgiye festivalle ilgili haberinin en sonunda yer veren Anadolu Ajansı sosyal medyada tepki gördü.

AA’nın “Altın Palmiye ödülünün sahibi Fransız yönetmen Justine Triet oldu” başlığıyla verdiği haberde, Dizdar’dan ve başarısından sadece haberin son bölümünde bahsedildi.

AA haberinin ilgili bölümünde şöyle denildi:

“‘Perfect Days‘ filminde oynayan Koji Yakusho ‘En İyi Erkek Oyuncu Ödülü’ne, Merve Dizdar da ‘En İyi Kadın Oyuncu Ödülü’ne layık görüldü. Dizdar, Nuri Bilge Ceylan’ın yönetmenliğini üstlendiği ‘Kuru Otlar Üstüne’ filminde ‘Nuray’ karakterini canlandırıyor.”

Sosyal medyada birçok kullanıcı, Anadolu Ajansı’nın bu önemli haberi duyurma şeklini eleştirdi.

RTÜK Başkan Yardımcısı: Tebrik edilesi yanı yok

Radyo ve Televizyon Üst Kurulu (RTÜK) Başkan Yardımcısı İbrahim Uslu da Dizdar’ı hedef aldı.

Uslu, Dizdar’ın ödülü alırken yaptığı konuşması nedeniyle hedef gösterdi ve  “Önce kendi ülkene saygı duymayı öğreneceksin Merve Dizdar. Sonra da bu ülkenin tüm vatandaşlarından aldığın ödül için tebrik bekleyebilirsin. Ülkesine saygı duymayanın aldığı ödülün de tebrik edilesi bir yanı yoktur” dedi.

Kültür Bakan Yardımcısı: Halkımız haddini bildirecek

Dizdar’ın yaptığı konuşma için Kültür ve Turizm Bakan Yardımcısı Serdar Çam da “Ne okuduğunun farkında değilsin, ne söylediğinden bir habersin… Ermeni, PKK, FETÖ veya DHKP-C lobilerenin düşmanca yürüttüğü saldırı ve yakıştırmalarına benzer bir tavırdır bunların tavrı. Er ya da geç halkımız kendisini aşağılayanların hadlerini bildirecektir” yorumunu yaptı.

Dizdar’a başta Millet ittifakı’nın Cumhurbaşkanı adayı Kemal Kılıçdaroğlu, İBB Başkanı Ekrem İmamoğlu olmak üzere çok sayıda kişiden ise tebrik yağdı.

Ödüller

76. Cannes Film Festivali’ndeki ödüller şöyle:

  • En İyi Yönetmen:  Trần Anh Hùng / The Pot-au-Feu (La Passion de Dodin Bouffant)
  • Jüri Ödülü: Fallen Leaves (Yönetmen: Aki Kaurismäki)
  • En İyi Senaryo: Sakomoto / Monster (Yönetmen: Kore-Eda Hirokazu)
  • En İyi Kadın Oyuncu: Merve Dizdar (Kuru Otlar Üstüne/Yönetmen: Nuri Bilge Ceylan)
  • En İyi Erkek Oyuncu: Kōji Yakusho (Perfect Days/ Yönetmen: Wim Wenders)
  • En İyi İlk Film (Caméra D’or): Inside The Yellow Cocoon Shell (Yönetmen: Thien An Pham)

Her geçen gün 1.5⁰C sınırına artan bir hızla yaklaşıyoruz

17 Mayıs’ta yayımlanan Dünya Meteoroloji Örgütü’nün yeni raporuna göre, yıllık küresel ortalama sıcaklığın önümüzdeki beş yıllık süre içinde sanayi öncesi sıcaklıkların 1,5 ºC üzerine çıkma olasılığı yüzde 66’ya yükselmiş. Önümüzdeki beş yıl içinde 1,5 ºC’lik ısınmaya ulaşmak, 2022 yılında sanayi öncesi dönemden yaklaşık 1.15 ºC daha sıcak olan gezegenimiz için korkutucu bir dönüm noktası olacak. Oysa daha önce yapılan tahminler bu sınıra 2030 yılından sonra ulaşılabileceğini gösteriyordu.

Herkesin adeta ezberlediği ve maksimum sınır olarak kabul edilen 1,5⁰C rakamı, 2015 yılında imzalanan Birleşmiş Milletler Paris İklim Değişikliği Anlaşması‘ndan kaynaklanıyor. Ülkemizin ancak 7 Ekim 2021’de onayladığı bu anlaşmaya göre küresel ortalama sıcaklığı, sanayi öncesi döneme göre 2ºC’nin çok altında tutma hedefi bulunuyor ve bu anlaşmaya göre tercih edilen sınır da 1,5 ºC. Ancak Paris Anlaşması, 1,5 ºC’lik sürekli bir gezegen ortalamasına atıfta bulunuyor. Yani anlaşmaya göre tek bir yılın veya mevsimin ortalama sıcaklığının sanayi öncesi döneme göre 1,5⁰C geçmesi sınırın aşıldığı anlamına gelmiyor.

Ama anlaşmada bu sürenin kaç yıl olabileceği net olarak yok. Bu noktada Hükümetlerarası İklim Değişikliği Paneli‘nin (IPCC) belgelerine bakmakta yarar var. 2021 yılında yayınlanan IPCC’nin son raporu, ortalama küresel yüzey hava sıcaklığının 1850-1900 ortalamasından 1,5 ºC daha sıcak olduğu ilk 20 yıllık dönemin orta noktası anlamına geldiğini açıklığa kavuşturuyor. Kısa bir süre önce, 2018 yılında, 1.5 ºC ısınma ile ilgili yayınlanan başka bir IPCC raporunda, dünyanın 2030 ve 2052 yılları arasında bir aşamada muhtemelen 1.5 ºC eşiğine ulaşacağı tahmin edilmişti. Şimdi ise Dünya Meteoroloji Örgütü’nün yeni raporuna göre bu sürenin daha da kısalabileceği görülüyor.

Ne kadar düşük o kadar iyi…

Küresel ortalama sıcaklık artışını günümüzde sanayi öncesi döneme göre 1,5ºC ile sınırlama gıda güvencesi ve güvenliği, aşırı hava olaylarının önüne geçilebilmesi gibi küresel iklim değişikliğine bağlı faktörler dikkate alınarak belirlendi. Bununla birlikte IPCC uzmanları yıllardır dünya liderlerini 1,5ºC’nin altında her şeyin yolunda gideceği düşüncesine karşı uyarıyor ve ortalama sıcaklıklardaki artışın ne kadar düşük seviyede tutulabilirse o kadar iyi olduğunu belirtiyor.  IPCC’ye göre “sıcaklık artışı ne kadar yüksek olursa, sonuç o kadar kötü olur.” Örgütün 1,5⁰C ısınma ile ilgili 2018 raporu bu eşiğe ulaşmanın etkilerinin şunları içerebileceğini belirtiyor:

  • Sanayi öncesi dönemden daha sıcak olan orta enlemlerde aşırı sıcak günler artacak.
  • Bunun sonucunda da bu bölgelerde yer yer 75 cm’e varan deniz yükselmeleri görülecek; bu bölgedeki bitkilerin yüzde 8’i ve omurgalıların yüzde 4’ü için canlı habitatın yarısından fazlasının kaybı yaşanacak.
  • Ayrıca tarımsal üretimin düşmesinin yanı sıra yıllık avlanan küresel balıkçılık miktarında 1,5 milyon tonluk bir azalma olacak. Bu durum gıda güvencesizliğini daha da artıracak.
  • IPCC’nin raporunda ayrıca, küresel ısınmanın yıldan yıla, hatta mevsimden mevsime değişmesi, yani düzensiz olması nedeniyle dünya nüfusunun beşte birinden fazlasının şu anda en az bir mevsimde ısınmanın 1,5ºC’ı aşmış bölgelerde yaşadığı belirtiliyor. Bu durum iklim değişikliğine bağlı küresel boyutta göçlerin günümüzde ortaya çıkmasına ve giderek artmasına da neden oluyor.

IPCC’nin farklı emisyon senaryoları altında 2021 küresel sıcaklık projeksiyonlarına göre, dünya o zamana kadar net sıfır emisyon hedefine ulaşabilirse ortalama sıcaklık artışı 2050 civarında sanayi devrimi öncesi döneme göre 1.6ºC’da tutulabilecek.  Örgütün projeksiyonlarına göre 2100 yılına kadar ise ortalama sıcaklık artışı, net sıfır emisyon hedefine bağlı kalarak 1.4ºC’ye düşürülebilir.  Rapora göre net sıfır emisyon hedefine ulaşamazsak ve emisyonlar tırmanmaya devam ederse 2100 yılında ortalama sıcaklık artışı 4.4ºC ile zirveye ulaşıyor. Bu durum dünyada insan yaşamının bitmesi, tüm dünyanın çölleşmesi anlamına geliyor. Bu felaket senaryosunun ilk ipucu da, Dünya Meteoroloji Örgütü’nün 17 Mayıs’ta yayımladığı yeni raporu ile ortaya çıktı.

Peki, dünya net sıfır emisyon hedefine 2050’li yıllara kadar ulaşabilecek mi? Bunu gerçekleştirebilmek için 2035 yılına kadar mevcut emisyonların yarı yarıya azaltılması şart. Bunun için ise her şeyden önce fosil yakıtların kullanımının bir an önce yasaklanması gerekiyor. Bırakın tüm fosil yakıtları, 2035 yılına kadar fosil yakıtların en vahşisi olan kömürün kullanımını bile yasaklayamayan bir dünyada yaşıyoruz ve 2050 yıllarına gelindiğinde net sıfır emisyon hedefinin tutturulabileceğini düşünmek ise neredeyse imkansız. Üstelik bu yıl içinde yapılacak 28. Birleşmiş Milletler İklim Değişikliği Konferansı’nın (COP28) petrol üreticisi Birleşik Arap Emirlikleri’nin Dubai kentinde olması fosil yakıtlar için gerçek adımların atılmayacağını atılamayacağını adeta ispatlıyor.

Umarım yanılıyorumdur; aksi halde torunlarımızın yaşayacağı bir dünya olmayacak.

 

 

Kirala(n)manın ve karaktersizleşmenin örgütlenmesi olarak reklam ajansı ya da seçime dair bir küçük dipnot

Pan-insanlığın pan-kapitalizmi, pan-kapitalizmin-pan-insanlığı belirlemesiyle sınır tanımaz bir akışkanlığa kavuşmuş olan para (= ya da sermaye), hükümran bir güç olarak ilişkiye geçtiği her şeyi belirler. Merkezi, kutsal kitabı, yasası, ahlakı ve kuralı yoktur. Her şeyin biçimini alır ve her şeye biçim verir. Bütün ulus devlet ve din temsilcilerini, parti liderleri ve medya yöneticilerini satış temsilcisine dönüştürür. Ordu komutanlarını, üniversite rektörlerini ve kanaat önderlerini hizmetine atar.

Artık en etkili ve sonuç alıcı kurum aile, okul, din, medya, ordu ya da parti değil reklam ajansıdır; reklam ajansı bütün kamu değerlerini estetize ederek parada eşitler.

Önce aile şirketleşir ve şirket büyük bir aile olarak yeniden yapılanır. Sonra toplum şirketleşir ve şirket müşterilerden müteşekkil bir toplam olarak toplumlaşır. Ardından toplamların toplamı olarak dünya’yı ele geçirmiş olan “pasif piyasa toplumu” gelir.

Özne ol(a)mayanların oluşturduğu bu toplumsallık biçimi mevcut insan ufkunun ulaştığı son aşamadır. Bu aşama ile birlikte, diğer bütün toplumsallık iddiaları hayattan düşmüş, ucuz ve ucuzluk hem kitleselleşmiş hem de coşkuyla karşılanan ve sevinçle alkışlanan bir biçime bürünmüştür.

Artık tüm kurallara hükmeden akışkan para ve bu durumu sevinçle organize eden “ucuzluğu seçmişlerin” içerik verdiği, paydasını ucuzluğun oluşturduğu yeni bir değerler toplamı vardır.

Bu yüzden çok kullanışlı ve uyarıcı olduğu için “ucuzluğu kabul ve organize eden müşteri” olarak adlandırmayı tercih ettiğimiz “Razı gelen kişi, herhangi birinden daha özgür ve köleleştirilenden daha az ‘boyun eğmiş’ değildir: Yalnızca farklı bir şekilde boyun eğmiştir ve kendi belirlenmişliğini sevinçle yaşar: Gönüllü kölelik ne kadar varsa, rıza da o kadar vardır: Aslında mutlu tabiyetlerden başka bir şey yoktur.” [1] – “Razı gelen” özgür, mutlu ve seçimlerinin kölesidir; kendisinin nedeni ve sonucudur.

Bu yüzden:

Pasif piyasa toplumu sevinç duyularak, mutlu olunarak ve kahkaha atılarak kabul ve organize edilmiştir.

Kendi tarafından yaratılmış (yeni) kendisinin (eski) kendisine karşı zaferidir bu.

Ya da özne olmaktan vazgeçmenin uygun adım yürüyüşlerle, pencerelere asılan bayraklarla, sezon sonu indirim kampanyalarıyla, taksitlerle, “kaçmaz!” ve “eskileri atın!” çağrılarıyla, marşlarla ve seçim sandıklarıyla kutlanan ifadesidir.

Dikkate almamız gereken basit, çıplak gerçek budur.

Esas sorun şudur:

Özne ol(a)mayanlar hiçbir biçimde özne ol(a)madıklarını kabul etmezler; özne olmanın acı çekmeyi gerektiren sorumluluğundan kaçarlar. Kendi adına konuşmaktansa adına konuşulmasını tercih ederler. Daha ötesi (yeni) kendilerini sevebilmek için (eski) kendilerinden nefret etmeleri gerektiği gerçeğini bir türlü göze al(a)mazlar.

Bu yüzden:

“Özne-birey, özerk ve özgür iradeye sahip bir varlık olduğuna, eylemlerinin de egemen ‘isteme’sinden kaynaklandığına inanır. [Çünkü] Azat olmayı yeterince istemişse, köle olması mümkün değildir, dolayısıyla eğer köleyse, bunun sebebi iradesinin olmayışıdır –bu da köleliğin gönüllü olduğunu kanıtlar. (…) Zira özneler hiçbir surette özne olmasalar da, öyle olduklarına inanırlar.” [2]

Çünkü:

“Kendini kandırma zehrini bir kez tadan insanlar, bir daha kendilerini [kendilerinden] asla kurtaramazlar.” [3]

Kendini kandırmanın örgütlenmiş, estetize edilmiş ve her ne olursa olsun ikna etmenin bir yolunu bulma kurumunun adı ise reklam ajansıdır.

Reklam boyun eğdirme ve boyun eğmeye razı olmanın taşıyıcısıdır.

Reklam ajansı ise silah kullanmadan, kan dökmeden, zor kullanmadan süreci organize eden sorumsuz iş bitiricidir; hem razı olunmasını hem de rıza göstermekten haz duyulmasını sağlayandır. Estetik bir kapan kurduğu için rıza mekanizmaları üretimindeki en etkin kurumdur: Bu yüzden piyasa toplumunda reklam her şeydir; hem her şeydir hem de hiçbir sorumluluğu olmadığı için hiçbir şeydir.

Reklam ajansı kiralık olduğu için karaktersiz, karaktersiz olduğu için de kiralıktır. Kiralık ve karaktersizin birbirini biçimlendirerek birbirini belirlediği, bu biçimlendirme ve belirlemenin piyasa toplumunu da biçimlendirip belirlediği bir ucuz insanlık durumu söz konusudur artık.

Bu yüzden reklam ajansı piyasa toplumunda parası olan her ucuz insanın kapısını çalabildiği bir kamu genelevidir. Estetik ve ikna edici bir genelev örgütlenmesi olarak kamusal alanı piyasa toplumunun ihtiyaçlarına göre yeniden biçimlendirmekle yükümlüdür.

Reklamın hedef kitlesi olan müşteri ise bir “razı gelen” olarak boyun eğmeyi seçmiş, benimsemiş, kendi kurduğu kapana (üstelik) para ödeyerek kendi ayaklarıyla giren kişidir. Genelevi hem inşa eden hem de aktif biçimde kullanarak varlığının sürdürülmesini sağlayan bir tüketicidir.

Bu yüzden:

Reklam kendisinden önce üretilmiş bütün değerleri estetik ambalajlarla ezer, geçer.

Daha önce cellat kurbanı, kurban celladı kan dökerek biçimlendirirken, artık, reklam müşteriyi, müşteri reklamı kan dökmeden ucuzlukta ve pasiflikte biçimlendirmektedir. –Ve bu sürecin adresi yoktur, adresi olmadığı için de özne ol(a)mayanların oluşturduğu toplamın her bir parçası esas sorumludur.

Reklam estetiğinden daha estetik ve daha ikna edici başka bir değerler örgütlenmesi ise henüz yoktur.

Yok olması ise tufan nedenidir.

Nokta! [4]

Kaynakça:

[1] Lordon, F., Kapitalizm, Arzu ve Kölelik: Marx ve Spinoza’nın İşbirliği, s. 118.

[2] Lordon, F., Kapitalizm, Arzu ve Kölelik: Marx ve Spinoza’nın İşbirliği, s. 33, 125.

[3] Oe, K., Kişisel Bir Sorun, s. 166.

[4] Yeni İnsan Yayınevi tarafından yayımlanacak olan Çok Kalpli Asi adlı deneme kitabından bir bölüm.

Su tasarrufunu sözün ötesine taşımak

2017 yılından bu yana Açık Radyo’da iki haftada bir çarşamba günü yayımlanan Sudan Gelen’de bu haftaki konu, su tasarrufu idi. Konuyla ilgili olarak Blueit ekibinden Hülya Tokmak ve Müge Aydın ile buluştuk ve konuştuk. Açık Radyo’da 25 Mayıs 2023 tarihinde yayımlanan radyo programının metnini Yeşil Gazete okuyucularına sunarız.

*

Akgün İlhan: Merhaba, Sudan Gelen’e hoş geldiniz, ben Akgün İlhan. Bugün konumuz su tasarrufu. Su tasarrufuna karşı olan birini gördünüz mü hiç? Dünyada da Türkiye’de de su tasarrufunun gerekliliği yediden yetmişe herkesin ortaklaştığı bir konu. Ancak buna rağmen su tasarrufu konusunda başarılı örnekler oldukça az. Bunun başarılabilmesi için su kullanan bireylere, kurum ve kuruluşlara yol gösterecek bir su yönetim platformu kuran Blueit ekibiyle birlikteyiz bugün. Blueit’in kurucularından Hülya Tokmak ve Müge Aydın konuğumuz. Merhaba, Sudan Gelen’e ve Açık Radyo’ya hoş geldiniz.

Hülya Tokmak: Hoş bulduk.

Müge Aydın: Hoş bulduk.

A.İ.: Hülya Hanım ve Müge Hanım, bir su platformu kurma fikri neden ve nasıl ortaya çıktı? Kurulum sürecini anlatır mısınız?

H.T.: Ben Antakya’da doğdum büyüdüm ve memleketimin de su bolluğu olan bir yer olduğunu sanıyordum. Geçtiğimiz birkaç sene önce, yaz aylarında su kesintileri yaşanmaya başladı. O zaman su bolluğu olan bir şehirde ve ülkede yaşamadığımızı fark ettim. Çevre ve iklim araştırmalarına devam ederken birkaç sene sonra arkadaşlarımla bir fikir yarışmasına katılma kararı aldık. Nasıl bir probleme değinsek nasıl bir çözüm bulsak diye düşünürken yaşadığım bu su problemine odaklanma kararı aldık. İlk etapta ‘acaba insanlar nerde ne kadar su kullandığını anlık olarak takip edip tasarruf için öneriler alacağı bir uygulama olsa suyu verimli kullanabilir miyiz?’ diye yola çıktık. Süreç içinde pek çok programa katıldık, mentorluk aldık, kendimizi ve ürünümüzü geliştirdik. Hane özelinde çıktığımız bu yolsa sanayide kullanılan su özelinde ilerlemeye devam ediyoruz.

M.A.: Ben, yüksek çevre mühendisiyim. Üniversite hayatım boyunca su ile ilgili pek çok ders aldım fakat insanların su ile ilgili farkındalığının çok az olduğunu düşünürken yolumuz Hülya ile kesişti. Blueit’te ilk etapta blog yazıları yazıp insanlarda farkındalık yaratma yönünde adımlar attım. İlerleyen zamanlarda ise su ile ilgili çalışmalarımızı ciddi boyutta geliştirdik ve şu an Ar-Ge lideri olarak devam ediyorum Blueit’te.

su

A.İ.: Blueit platformu nasıl çalışıyor? Kimlere yönelik ne gibi su tasarrufu yolları öneriyor? Projeyle ilgili hedefleriniz neler?

H.T.: Blueit, sanayi tesisleri ve ticari binalarda su tüketimini gerçek zamanlı olarak takip edip optimize eden bir su yönetim platformu üretir. Kullanıcılarımıza beş adımlı bir su yönetim süreci sunuyoruz. Bunun ilki ölçüm. Tesis içinde var olan su sayaçlarından verinin gerçek zamanlı olarak dışarı aktarılmasını sağlıyor, buradan buluta aktarıp işliyoruz. İkinci aşama analiz. Bu aşamada su tüketimiden kaynaklanan enerji tüketimini ve karbon salımını analiz ediyoruz. Tesis içindeki su akım şemalarıyla birlikte suyun trend analizini oluşturuyoruz. Anomali durumlarında kullanıcıyı anlık olarak bilgilendiriyoruz. Üçüncü aşama raporlama. Karbon ayak izi ve su ayak izini, ISO standartlarına uygun şekilde hesaplıyoruz. Yakın zaman önce akredite bir kurumdan sertifikamızı da aldık. Kullanıcıya tüm bu verileri ve analizleri günlük, haftalık, aylık ve geriye dönük raporlarla sunuyoruz. Dördüncü aşama ise planlama. Yapay zeka ile, geleceğe yönelik su tüketim tahminleri sunuyor, su eylem planı oluşturulmasına destek oluyoruz. Böylece kullanıcının su bütçesini ve tüketim planını oluşturmasına yardım ediyoruz. Son aşama iyileştirme. Bu aşamada etkin bir su yönetimi ve yapay zeka tasarruf önerileri ile su tüketiminin azaltılmasına yardımcı oluyoruz. Amacımız suyun etkili kullanımıyla birlikte uçtan uca etkin bir su yönetimi sağlamak. Su teknolojileriyle ilgili çalışmalarımıza devam ederken uzun vadede iklim şirketi olma vizyonuyla hareket ediyoruz.

A.İ.: Peki, Blueit platformu kullanım aşamasına geldi mi?

M.A.: Şu an aktif olarak otomotiv sektörlerinden alanında en iyi firmalardan Brisa’ya ürünümüzü sattık. Su yönetimi platformumuzu başarılı şekilde bir müşteriye satmış olduk. Platform şu anda müşterinin aktif kullanımına sunulmuş durumda. Müşterimizde platformun kurulumu tamamlandı, gerekli entegrasyon süreci, saha çalışmalar ile başarılı bir biçimde tamamlandı. Müşterimiz, platform üzerinden su verilerini doğru bir şekilde görebilmekte, işleyebilmekte ve su yönetimi faaliyetlerini gerçekleştirebilmektedir. Müşterimiz, geri bildirimlere dayanarak, müşteri platformumuzdan istenen sonuçları elde etmekte ve su yönetiminde etkin bir şekilde kullanmakta şu an. Gün sonunda, platformun kullanım aşamasına geçtiğini ve müşterinin beklentilerini karşıladığını söyleyebiliriz.

Süreçten kısaca bahsetmek gerekirse; saha çalışmasının ardından firma ile gerçekleştirdiğimiz ön fizibilite çalışmasının sonuçlarına göre, su yönetimi platformumuzu mevcut iş süreçlerine entegre etmek için gerekli özellikleri belirledik ve gerekli teknolojik altyapıyı belirlemek için bir yol haritası çıkardık. Şu an firma özelinde mevcut sistemlerle entegrasyon sürecimizi gerçekleştirdik. Platformumuz, firmanın iş süreçlerine sorunsuz entegre olacak şekilde tasarlanmıştır. Daha sonra müşterimizin su kullanımını gerçek zamanlı olarak izlemesini ve böylece bir sorun olduğunda anında harekete geçmesini sağlıyoruz. Bir sonraki süreçte, firmanın su kullanımı ve yönetimi uygulamaları hakkında veriye dayalı kararlar almasına yardımcı olmak için özelleştirilmiş raporlar ve veri görselleştirmeleri sağlıyoruz. Bunu istedikleri zaman aralığında yapabiliyoruz. Blueit, su kaynaklarını etkin bir şekilde yönetmesine yardımcı olacak ve böylece sürdürülebilir su kullanımı uygulamalarının yaygınlaştırılmasına katkıda bulunacaktır.

su

A.İ.: Su tasarrufu ve su ayakizi tüm dünyada giderek artan bir öneme sahip. Nitekim ülkemizin de parçası olduğu Yeşil Mutabakat‘tan sonra artık Mavi Mutabakat ile ilgili de gelişmeler var. Mavi dönüşüm olmadan yeşil dönüşüm de olamaz zaten. Bu konuyla ilgili de yorumlarınızı almak isterim.

M.A.: Su tasarrufu ve su ayak izi, dünya genelinde giderek artan öneme sahip konular. Hem küresel hem de ulusal düzeyde, su kaynaklarının sürdürülebilir yönetimi ve kullanımı konusunda farkındalık giderek artmaktadır. Yeşil Mutabakat, su kaynaklarının korunması ve sürdürülebilir kullanımına odaklanan bir anlaşmadır. Bu anlaşma, Türkiye’nin de içinde bulunduğu uluslararası bir çerçeve sunarak su yönetimi ve su kaynaklarının sürdürülebilirliği konularında taahhütler içermektedir. Yeşil Mutabakat, su kaynaklarının korunması ve verimli kullanımı için politika, altyapı ve teknoloji alanlarında çalışmaları teşvik etmektedir. Mavi Mutabakat ise denizlerin korunması, sürdürülebilir balıkçılık, kıyı bölgelerinin yönetimi ve deniz ekosistemlerinin sürdürülebilirliği gibi konuları ele alan bir inisiyatiftir. Mavi Mutabakat, denizlerin korunması ve sürdürülebilir kullanımı için hedefler belirleyerek, politika düzenlemelerini teşvik etmektedir.

Türkiye’de Mavi Mutabakat ile ilgili yansımalarına gelince, ülkenin sahip olduğu zengin deniz kaynakları ve kıyı bölgeleri dikkate alındığında, Mavi Mutabakat’ın Türkiye için önemi oldukça büyüktür. Türkiye, denizlerin korunması ve sürdürülebilir kullanımı konusunda çeşitli adımlar atmıştır. Özellikle balıkçılık sektörünün sürdürülebilirliği, denizlerdeki kirliliğin azaltılması ve deniz ekosistemlerinin korunması konularında çalışmalar yürütülmektedir. Mavi Mutabakat, sadece doğal kaynakların sürdürülebilir yönetimiyle ilgili değil, aynı zamanda sanayi sektörünün de sürdürülebilirlik ilkelerine uygun hareket etmesini hedefler. Sanayide Mavi Mutabakat’a yönelik yansımalar ise dört başlıkta düşünülmelidir. Birincisi, su kaynaklarının verimli kullanımıdır. Sanayi sektörü genellikle büyük miktarda su kullanır. Su kaynaklarının sürdürülebilir ve verimli bir şekilde kullanılması, su tüketimi ve maliyetlerini azaltabilir. Aynı zamanda, suyun doğru şekilde kullanılması, çevresel etkileri ve su kaynaklarının azalmasını en aza indirebilir. İkincisi, su kaynaklarına olan bağımlılıktır. Sanayi sektörü, üretim süreçlerinde, soğutma, temizlik ve diğer operasyonlarda büyük ölçüde suya ihtiyaç duyar. Su kaynaklarının azalması veya kirlenmesi, sanayi faaliyetlerinin aksamasına ve üretim süreçlerinin etkilenmesine neden olabilir. Bu nedenle, sanayi sektörü su kaynaklarının sürdürülebilirliği için önemli bir paydaştır. Üçüncüsü, su kirliliğinin önlenmesi boyutudur. Sanayi sektörü, atık su ve endüstriyel atıkların su kaynaklarına karışmasıyla su kirliliğine katkıda bulunabilir. Su kirliliği, su kaynaklarının ekosistemlere ve insan sağlığına olan olumsuz etkilerini artırır. Mavi Mutabakat çerçevesinde, sanayi sektörüne yönelik sıkı düzenlemeler ve su kirliliğini azaltmaya yönelik önlemler, su kaynaklarının korunması ve sürdürülebilirliği açısından  büyük önem taşır. Dördüncü ve son olarak da sürdürülebilirlik ve itibar meselesi vardır. Mavi Mutabakat ve su kaynaklarının sürdürülebilir yönetimi, sanayi sektöründe sürdürülebilirlik hedeflerini ve toplumsal sorumluluğu öne çıkarır. Sürdürülebilirlik, kurumsal itibarın ve tüketici tercihlerinin belirleyicisi haline gelmiştir. Su kaynaklarının etkin ve verimli kullanılması, su kirliliğinin önlenmesi ve sürdürülebilir su yönetimi uygulamaları, sanayi şirketlerinin sürdürülebilirlik hedeflerine uyum sağlamasına ve toplumsal beklentilere yanıt vermesine yardımcı olur. Sonuç olarak, Mavi Mutabakat ve su kaynaklarının sürdürülebilir yönetimi, sanayi sektörü için hem operasyonel hem de itibari açıdan önemlidir.

H.T.: Ben de şunu eklemek isterim. Biz her görüşmemizde şunu vurguluyoruz. Şu an karbon vergilendirmeleri için ne konuşuyorsak yakın gelecekte su vergilendirmeleri için belki de daha fazlalarını da konuşacağız. Suyu sadece mali değeriyle değil yaşamsal boyutuyla ele almalıyız. Mavi Mutabakatın bunun için dünyada atılmış güzel adımlardan birisi olduğunu düşünüyorum. Biz de Blueit olarak, bu süreçte su teknolojileri geliştirmeye ve su konusunda farkındalık yaratmaya devam edeceğiz.

Değişim olgusu/isteği mi, değişim korkusu mu?

Bir işleyiş ya da toplumsal süreç/pratik sürüdükçe, zamanla hem pozitif hem de negatif anlamda sonuçlar üretir. Başka bir deyişle, her olgunun hem olumlu hem de olumsuz sonuçlarla birlikte geliştiğini söyleyebiliriz. Bunun önermeyi, her sürecin/oluşumun kendi normal gelişim temposu içinde bazı değişimler yarattığı, ama biriken negatifler nedeniyle, bazı anlarda/durumlarda daha hızlı veya daha radikal değişimlere ihtiyaç olduğu biçiminde yorumlayabiliriz. Bu çok genel önerme, belki fay kuşaklarında biriken enerjiden, kıyı biçimlerini/çizgisini değiştiren aşındırma gücüne ve toplumlarda uzun zamanda oluşan güçlü/radikal değişim isteğine kadar birçok konuda, bakış açısı ya da değerlendirme yaklaşımı sağlayabilir.

Siyasal yönetime dair seçimlerin de bir anlamda, doğal-ekolojik ve toplumsal değişimler/evrim gerçekleşirken, biriken bu olumsuzluklara verilen toplumsal-siyasal yanıtlara aracı olduğu düşünülebilir. Bu durumda toplum esas olarak, şu soruyu yanıtlıyor olacaktır: Değişimler karşısında eskiyi korumaya ve onarmaya, onu eskisi gibi sürdürme uğraşına mı önem veya öncelik vermeliyim, yoksa bu değişimlerle birikmiş olan negatifleri radikal bir kararla ve hızla ortadan kaldırmaya ve yeniyi kurmaya mı yönelmeliyim?

Bu iki yanıtın arkasındaki temel motifleri, birincisi için:

  • Hızlı değişimin getireceği yeniliklerin mevcut dengeleri ve işleyiş kurallarını da bozacağı, iyi-kötü bir örüntü yaratmış alışkanlıkların ve referansların kaybolacağı, hassas bir (toplumsal-ekonomik-kültürel vb.) birikimle/geçmişle olan bağın kopacağı, dolayısıyla kurulacak yeni yaşama biçiminde makul bir yer edinebilmek için gereksiz yere çok çaba gösterilmesi gerekeceği kaygısı,

İkincisi için ise:

  • Artık dayanılmaz derecede birikmiş olan (toplumsal-ekonomik-politik ve kültürel vb.) olumsuzlukların/çürümenin, bir an önce ortadan kaldırılması ve “yeniyi” kurmanın heyecanı ve dinamizmi ile almaşık keşifler ve yaratıcı çözümler arayabilme-bulma olanaklarının artması olasılığı,

biçiminde özetleyebiliriz.

Bütün dünya halklarının (olabildiği kadar dürüst ve güvenilir olduğunu varsayalım) siyasi seçimlerde, kabaca buna benzer bir soruyu yanıtlamakta oldukları düşünülebilir. Toplumların yeğlemelerini, daha çok Avrupa tarihi örneklerine bakarak, kabaca “muhafazakarlar” ve değişik dozlarda ve hızlarda “değişimciler”/“dönüşümcüler/devrimciler” olarak gruplandırılabiliriz. Bu büyük kategoriler “sağ” ve “sol” olarak da adlandırılabilir.

Bu iki çok büyük kümenin, kendi seçimlerini yaparken, aslında nasıl bir dünya, yaşam çevresi veya toplumsal ilişkiler/düzenlemeler istedikleri/yeğledikleri veya öngördükleri hakkında, ayrıntıya girmek yararlı olacaktır, ama belki sadece “muhafazakar” seçmenin yeğlemeleri üzerinde durmak, yeterlidir.

Muhafazakar/ sağ kanat, nasıl dünyada bir düzeni kurmak istiyor?

Brexit’ten sonra İngiltere’de, Trump’la birlikte ABD’de, Putin ve oligarkların kurmuş olduğu Rusya’da, Latin Amerika’nın bazı ülkelerinde, Macaristan’da, Polonya’da, son 10-15 yılda Türkiye’de, vb. görüldüğü, İsveç’te, Finlandiya’da vb. görülmeye başlandığı gibi, muhafazakar kanadın kendi içinde bile göreli liberalleri elediği ve etkisizleştirdiği bir dünyaya doğru hızla gidiyor olabiliriz.

Bu dünya düzeninin etkili bir biçimde çalışabilmesi ve sürdürülebilir olması için:

  • Hiyerarşik ve eşitliğin söz konusu olamayacağı bir güç ve iktidar yapısı olmalı. Güçlü olanlar, daha az güçlü olanlara ne yapacaklarını/nasıl yapacaklarını bildirmeli,
  • Kusursuz bir asimetri sağlanmalı:
    • erkekler kadınlara,
    • zenginler yoksullara,
    • güçlüler güçsüzlere,
    • gelenekler (savaş ve bazı durumlarda ticaret/sömürü için gerekli teknolojik yenilikler hariç) yeniliklere,
    • çoğunluk azınlıklara (ten renginden başlayarak, etnik, dil ve lehçe farkları, din-mezhep farkları, cinsel kimlikler, kültürel aidiyetler vb. nedeniyle azınlıkta kalanlara),
    • yerliler göçmen ve mültecilere,
    • silahlı olanlar silahsızlara-sivillere, vb. tam olarak egemen olmalı ve hiçbir biçimde hesap vermemeli (Bunun örneğini Mandela öncesi Güney Afrika Cumhuriyeti’nde görmüştük),
  • İnsan hakları ve adalet gibi kavramların hiçbir biçimde talep edilemeyeceği bir toplumsal yapıda,
    • varlıklı olanların politik olarak da güçlü olduğu/ yönettiği ve gücünü meşrulaştıran politikacıların, güç ve iktidar için gerekli “rekabetçi demokratik” zemini/parlamentoyu sağladığı ve
    • bu “meşruiyetin” gerekli denetimi ve baskıyı (ya da iktidarın güvenliğini) sağlayanın yasaları belirleme yetkisinin (objektif hukuka uymak gereği bulunmaksızın) mutlak biçimde politik bir zemin oluşturduğu,
    • komplo/kumpas ve fesat türü kötücül kavramlarının, hakikat kavramından üstün olduğu bir adalet ortamının kabul edildiği ve egemen medya organlarının inandırıcılığı garanti ettiği,bir hukuk sistemi ve anayasal düzen kurulmalı,
  • Zenginlerin giderek zenginleşebileceği bir çalışma/emek (sömürü) düzeni, bu yasalara göre tanımlanmalı ve süreç iyi işlemeli,
  • Üst-ast ilişkisinde otorite ve boyun eğme, emirleri yerine getirmek/mutlak itaat esas olmalı,
  • Bilim ve akademi, genellikle kapitalist üretim/üretim artışı, kar çoğaltımı ve rekabetçi bir ortamda üstünlük sağlaması, caydırıcı silahlar geliştirebilmesi vb. amaçlarıyla kurulmalı ve geliştirilmeli,
  • Teknoloji, özellikle şiddet-savaş teknolojisi ve silahlardan sağlanacak kar/zenginlik, sadece iktidar grubu tekeline veya oligarşisine ait olmalı,
  • Dünyada barış değil savaş veya soğuk savaş hali geçerli olmalı (ya da her an savaş çıkabilecekmiş gibi savaşa-saldırıya hazır bir ordu bulundurulmalı ve militarizm inandırıcı bir senaryoyla diri tutulmalı),
  • Eleştiri, karşı çıkış, alternatif yaklaşımlar veya mevcut ve zorbalıklar üzerine kurulmuş dengelerin bozulmasına neden olacak her direniş bastırılmalı (eğer toplumsal olarak bir supap işlevi görmek üzere kullanılacaksa, bunun da iyi izole edilmiş ve zararsızlaştırılmış bir çevre içinde kalması sağlanmalı),
  • Bir kadın-bir erkek ve çocuklardan oluşan aile, toplumda temel ve güçlü bir kurum olmalı, çocuk sayısı artırılmalı ve nüfus artışı garantiye alınmış olmalı,
  • Homojen toplum içindeki
    • güçsüzler, engelliler, her hangi bir nedenle farklı olanlar (eğer Nazi Almanya’sındaki gibi yok edilemiyorsa) görünmez kılınmalı,
    • eğer farklı olanlar ve azınlık durumundakiler/yabancılar-göçmenler-mülteciler vb. ekonomik amaçla kullanılacaksa, sadece hizmet etmek amacıyla ve asıl toplumun yapmayı istemeyeceği kirli ve kötü işleri yapmak üzere, en aşağıda olmayı benimsemesi koşuluyla kabul edilmeli,
  • Kültürel olarak sadece seçkinlere ve parası/iktidarı olanlara yönelik sanat ve sanat üretenler yaşayabilmeli ve sanatçılar özgür değil bağımlı olmalı,
  • Dine ve dinsel kurumlara sorgulanmaz bir üstünlük sağlamalı, din devletin en önemli ideolojik aygıtlarından biri olmalı, asıl önemli olanın yaşadığımız somut ve gerçek dünya olmadığı düşüncesine itaat/iman her şeyden önce gelmeli, din adamları sivil toplumun nasıl yaşayacağını, gündelik yaşamın her aşamasında belirlemeli ve denetim altında tutmalı.

Henüz muhafazakar kent özelliklerine bile ulaşamadık; listeyi geliştirebiliriz, ama burada bırakalım.

Seçim bizim.

29 Mayıs’ta (“Fatih’in İstanbul’u fethettiği” günde) Türkiye toplumunun/toplulukların seçimini göreceğiz.