Ana Sayfa Blog Sayfa 3702

Türkiye, nükleercilerin yeni deneme tahtası – Pelin Cengiz

Mersin’in ardından Sinop’un da ölüm fermanı geçen hafta onaylandı. Japonya tarafından Sinop’ta Türkiye’nin ikinci nükleer santralinin yapımını öngören uluslararası anlaşma, son dönemde alışkanlık hâline getirildiği üzere, sabaha karşı TBMM Genel Kurulu’nda kabul edilerek yasalaştı.

Japon Mitsubishi Heavy Industries (MHE) Itochu Corp. ve Fransız şirketi GDF Suez 2013’te yapılan bir anlaşmayla santralin yapımını 22 milyar dolar bedelle üstlenmişti. Nükleer santral 4800 MW gücünde olacak ve MHE ile Fransız Areva şirketinin imal edecekleri Atmea-1 tipi reaktörlerle çalışacak. Yasanın kabulüyle santralin yapılması için en önemli adım olan yasal zemin sağlandı.

Japon nükleer endüstrisi, Fukushima nükleer felaketinden sonra riskli ve denenmemiş projeleri gelişmekte olan ülkelere ithal ederek piyasadaki yerini koruma gayretinde. Türkiye, Akkuyu’da olduğu gibi hiçbir ülkede onay almamış yüksek riskli bir teknolojiye ev sahipliği yapacak. Gerek Rusların Mersin’de yapacağı VVER-1200 model reaktör, gerekse Japonların Sinop’a yapacağı Atmea-1 model reaktör dünyada denenmedi, hiçbir yerde kullanılmadı, ilk defa Türkiye’de denenecek.

Greenpeace’in daha önce yaptığı açıklamaya göre, 2012’de Atmea-1 reaktörünün ana güvenlik özellikleri onaylandı ancak, Fransa Nükleer Güvenlik Otoritesi daha sonra bu onaylamanın sadece pratik açıdan güvenilir olduğunu ve geniş kapsamlı teknik inceleme barındırmadığını kaydetti. Bugüne dek hiçbir ülkede bu reaktörün kabul görmemiş olmasının nedeni de bu.

Atmea-1, sadece ticari kaygılar sebebiyle nükleer güvenlik kültürü olmayan, gelişmekte olan ülkelere satılmak amacıyla piyasaya sürülmeye çalışılıyor. Fransa ya da Japonya’da inşa edilmesi planı yok. Nükleer enerjinin hâlihazırda taşıdığı büyük risklere bir de yapılacak reaktörün hiç denenmemiş olması eklenince, risk katlanıyor.

Yeni nesil olarak ifade edilen reaktörlerin teknolojik ilerlemeden ziyade, güvenlik açısından yapılan eklemelerle tanımlandığını belirtmek lazım. Yani, yeni nesil denen nükleer santraller, 50-60 yıl önceki nükleer santrallerden temel olarak çok farklı değil.

Gelelim, Sinop’a nükleer santral yapacak şirketlerin siciline… ABD’nin California eyaletindeki San Onofrenükleer enerji santrali 2012’de kapatıldı, geçen yıl bir daha çalıştırılmamak üzere devre dışına alındı. Sebebi, yaşanan radyasyon sızıntısının radyoaktif su taşıyan buhar jeneratör tüplerine büyük zarar verdiğinin ortaya çıkması ve sonrasında devre dışına alınan santraldeki yenileme çalışmasının güvenilir sonuç vermemesi. Kapatma kararının nedeni Mitsubishi Heavy Industries’in yaptığı kısımlardaki ciddi başarısızlık.

2009-2011 arasındaki restorasyon çabaları sırasında santralin türbin ve borularının tamiri için 600 milyon dolardan fazla para harcanmış. San Onofre’nin söküm işlemleri 20 yıl sürecek ve toplam 4,4 milyar dolara mal olacak. Itochu ise santral yapan ya da inşa eden bir firma değil. Japonya’daki nükleer enerji ticareti yapan en büyük üçüncü firma.

Fransız Areva ise 2005’te Finlandiya’da bir nükleer santral inşaatına başladı, 2009’da inşaatın bitmesi gerekiyordu. Finlandiya’nın nükleer düzenleyici kurumu STUK, güvenlik açıklarının bir türlü giderilememesi nedeniyle santralin faaliyete geçmesine izin vermedi. Açılışı defalarca ertelenen santralin maliyeti 3,2 milyar eurodan 8,5 milyar euroya kadar yükseldi. Rus gazına bağımlılığı azaltma iddiasıyla 2005’te inşasına başlanan Olkiluoto reaktörü Finlandiya’nın başına bela oldu. Gecikmeden dolayı Finlandiya tahkime gitti, şu anda Areva ile mahkemelik.

Hem ABD’de hem de Finlandiya’da milyarlarca dolar yatırılan santrallerde olan bitenin Sinop’ta yaşanıp yaşanmayacağının garantisini kim verecek? Türkiye’yi nükleer santral mezarlığına çevirmeye, ülke kaynaklarını sonu belli olmayan projelerde heba etmeye kimin hakkı var? Her şeyden önemlisi Türkiye, pazar bulamayan nükleer endüstrisinin deneme tahtası mı?

Bu yazı taraf.com.tr/ den alınmıştır

21.pelin-cengiz

 

 

Pelin Cengiz

[email protected]

Nükleer Karşıtı Platform, İstanbul’dan seslendi; “Sinop, Fukuşima olmayacak”

Nükleer Karşıtı Platform üyeleri 4 Nisan Cumartesi günü Beşiktaş’taki Kartal heykeli önünde buluşarak ne Sinop ne de Akkuyu’da nükleere geçit vermeyeceklerini yineledi. “Sinop Fukuşima olmayacak” diyen nükleer karşıtları 1 Nisan’da Meclis’ten geçirilen Nükleerle ilgili kanunu “yangından mal kaçırırcasına” şeklinde değerlendirdi.

16.nkp istanbul beşiktaş

Çernobil Nükleer Kazası’nın 29. yıldönümü olan 25 Nisan’da Sinop’ta gerçekleşecek nükleer karşıtı mitinge çağrının da yapıldığı eylemde, “Japon halkının da desteğini alarak nükleer santralin yapılmasına izin vermeyeceğiz” denildi

NKP İstanbul adına basın açıklamasını okuyan Fidan Üredi, “hem Hiroşima ve Nagazaki’yi, hem Fukuşima felaketini yaşamış ve   Japon Hükümeti kendi ülkesinde bulunan  nükleer reaktörlerin tamamını kapatırken  bizim ülkemizde nükleer santral yapmaya çalışması da anlaşılır gibi değil”  dedi.

Üredi, neden” Sinop Fukuşima olmayacak”  dediklerini ise 7 maddede sıraladı;

1) Sinop Akliman’da 15  km’lik orman alanının mülkiyet hakkı  Japon Hükümetine devredilecek. Toplam 4.480 MW gücünde 4 adet reaktör kurulması planlanıyor. Dünyada örnekleri ile kıyaslandığında, bu alan böyle bir  yatırım için oldukça büyük bir alan.

2) Nükleer Santralı’ndan elde edilecek elektrik enerjisinin tamamını devlet 20 yıl boyunca kilovat saati (kWh) yakıt hariç 10.83 ABD sent bedelle almayı garanti etmiştir. 1 sent de yakıt bedeli eklendiğinde fiyat 11.83 sent olmaktadır. Bugünkü 2.60 TL’lik kur üzerinden bu fiyat 30.7 kuruşla, TETAŞ’ın son yayımladığı 2013 Yılı Faaliyet Raporu’ndaki 17.27 kuruşluk ortalama elektrik alış bedelinden yüzde 78 daha fazladır. Yani nükleer enerji ucuz değil pahalıdır ve halkımızın elektrik faturası  artacaktır.

3) Ülkemiz nükleer santralin  20 yılda üreteceği  ve alım garantisi verdiği  717 milyar kilovat saat elektrik enerjisine 85 milyar dolar bedel ödeyecektir. Santralin %51’i Japonların, %49’u Türkiye Hükümeti’nindir. Santralin yatırım bedeli 22 milyar dolardır  ve yatırım tutarının yaklaşık11 milyar dolarlık kısmı  Türkiye Hükümeti üstlenecektir. Bu rakamların Türkiye’ye getireceği yük, dış açığın artmasına neden olacak, dolara dayalı hesap üzerinden elektrik üretiminde dışa bağımlılıktan kurtarmayacak, verimli ve  temiz enerji teknolojilerine yatırımın önünü tıkayacaktır.

4) Nükleer santralın yakıtı Fransa ve Japonya’dan gelecektir. Ülkemizdeki uranyum kaynakları nükleer santral yakıtı olarak kullanılamaz; işlenmesi gerekir.  Dolayısı ile Sinop Nükleer Santralı elektrik enerjisinde dışa bağımlılığımızı arttıracaktır.

5) Anlaşmada nükleer yakıt imalat fabrikası (N.Y.İ.F) kurulmasını ve yakıt çevrimi N.Y.İ.F yapılmasına  teşvik etmektedir. Dünyada N.Y.İ.F kurulan bölgeler radyoaktif  kirliliği en yüksek en tehlikeli  bölgelerdir. Ayrıca bu maddeye dayandırılarak Fransa ve Japonya’dan nükleer atıklar getirilerek Sinop’ ta depolanmasının önü açılmaktadır. Yine bu uygulama ile nükleer silah malzemesi olan ve doğada 250 bin yıl kalan Plütonyum üretimine kapı aralamaktadır.

6) Anlaşmanın en can alıcı  noktalarından biri, kullanılmış yakıt ve nükleer atığın nihai bertarafından Türkiye Hükümeti sorumludur. Dünyada  nükleer atıkların tamamen yok edilmesi  ile ilgili kalıcı hiçbir çözüm yoktur.  Nükleer atıklar halen nükleer santrale sahip ülkelerin  başında ciddi bir beladır. Çözüm olarak  kullanılmış yakıt çubukları radyoaktif havuzlarında, diğer nükleer atıklarda geçici olarak depolarda bekletilmekte ve ölümcül riski devam etmektedir.

7) Nükleer santrallerdeki kaza oranı tamamen ortadan kaldırılamamıştır .  Çernobil ve Fukuşima’da olduğu gibi bir kez kaza olduğunda tam bir facia yaşanmakta ve geri döndürülemez, telafisi olmayan sonuçlar doğurmaktadır. Anlaşmaya göre herhangi bir kaza olduğunda sorumlu Türkiye Hükümetidir. Dünyada sigorta şirketleri nükleer santrallerle ilgili kazaları en fazla 800 milyon dolara sigorta etmektedir. Uzmanlar tarafından Fukuşima faciasının maliyeti sosyal etki hariç 300 milyar dolar civarında hesaplanmıştır.

Ardahan’da HDP, MHP, CHP ittifakı

Ardahan İl Genel Meclisinde İl Encümeni ve İhtisas Komisyonu üyelikleri seçiminde CHP, MHP ve HDP ittifak yaparak Yalçın Atay, Binali Özek ve Çetin Topkaya’yı aday gösterdi.

15.ardahan

Ardahan İl Genel Meclisinde İl Encümeni ve İhtisas Komisyonu üyelikleri seçimi yapıldı. İHA’nın haberine göre, İl Encümenliğinde AKP grubu Osman Şahin ve Yaşar Yıldırım’ı aday gösterirken, CHP, MHP ve HDP ittifak yaparak Yalçın Atay, Binali Özek ve Çetin Topkaya’yı aday gösterdi. İhtisas üyelikleri için aday gösteriminde grubu olmayan MHP ve HDP, CHP çatısı altında seçime girdi. Yapılan oylama sonucunda CHP’den Binali Özer, HDP’den Yalçın Altay ve MHP’den Çetin Topkaya bir yıllığına daimi encümen seçildiler.

(Haber Sol)

Kalbim, dayanmak artık kolay değil – Burcu Karakaş

Ey üst perdeden konuşmayı marifet bilen zatlar ve onların ateşli yandaşları, bu sefer biz size soralım: Siz ne biçim insanlarsınız?

İnsanın derisi bir kez kalınlaşınca sonrası kolay. İşittiğin sözler bir kulağından girer, ötekinden çıkar. Dünya yansa umrunda olmaz. “Bana ne canım” diyerek havaya savuracağın bir ele bakar.

Peki ya derimiz henüz böylesine boşverecek kadar kalınlaşmamışsa?

Halil Serkan Öz, Yalova Fen Lisesi’nde genç bir öğretmendi. Geçtiğimiz günlerde, ders anlattığı öğrencilerinin önünde üst düzey bir devlet görevlisi tarafından aşağılandı. Ağır hakaretlere maruz kaldıktan sonra yine aynı kişi tarafından kendi sınıfından kovuldu. Yalova Valisi Selim Cebiroğlu, Halil öğretmene şöyle demişti:

14.Halil Serkan Öz

“Bu saç sakal ne? Sen ne biçim öğretmensin? Öğrencilerine böyle mi örnek oluyorsun? Çık dışarı o sakalını kes. İnsanlar dışarıda görseler dilenci zannedip para verirler.”

Bu olayın ardından başta meslektaşları olmak üzere geniş bir kitle, Öz ile dayanışmak için “Öğretmene Saygı Yürüyüşü” adıyla bir etkinlik düzenledi. Orada, o yürüyüş sırasında, kalbi tekledi Halil öğretmenin. Ambulansta iki kez duran kalbini çalıştırmaya uğraştı doktorlar.

Olmadı. Hastaneye yetiştiremediler, öldü.

Derisi kalınlaşmamış bir avuç insandandı. Yoluna ışık tutan ve öğrencilerine de tavsiye ettiği kitapların kuvvetle muhtemel onda birini dahi okumamış bir mühim yetkili tarafından “ne biçim bir öğretmen” olmakla sorgulanmaya, çocuk gibi çocuklarının önünde azarlanmaya dayanamadı belki.

Kalp kırılganlığını ölçebilen alet yok. Bakkalların ekmek belgesi vermediği gibi.

Ancak bunların pek bir önemi yok.

O kalp, durduk yere de durmuş olabilir. Sokakta vurulan bir çocuk, bakkala gitmemiş de olabilir.

Önemli olan, netice. Olayların nihayete ermeden sonuca giden yolların nasıl döşendiği, önemli olan.

Ey üst perdeden konuşmayı marifet bilen zatlar ve onların ateşli yandaşları, bu sefer biz size soralım:

Siz ne biçim insanlarsınız?

301 işçiye mezar olan, yüzlerce çocuğun babasız kaldığı, binlerce kişinin travma yaşadığı bir ilçede, hükümeti protesto eden vatandaşı tekmeleme cüreti gösterenler, siz kimsiniz?

“Çiftçinin hali ne olacak” diye sorana, “Ananı da al git” diyenler, siz neyin kibri içindesiniz?

Biber gazıyla canını aldığınız emekli öğretmen, yıllarca bu topraklara emek vermiş değerlerden biri değil mi?

“Olağan şüpheli” ilan ederek adliye kapılarında kanuna aykırı bir şekilde üstünü aramaya çalıştığınız avukatlar, sizler için adalet savunuculuğu yapmıyor mu? Polis tarafından darp edildiklerinde, “Oh iyi oldu” dediğiniz, müvekkilini korumak için aranmayı reddeden avukatlara hakaret eden sizler, zekanıza da hakaret etmiş olmuyor musunuz?

Canınızı emanet ettiğiniz, dört bir yanı pislik içindeki hastane köşelerinde canı çıkana kadar sabahlayarak çalışan hemşireleri, doktorları hedef göstermekten utanmıyor musunuz?

Sokakta haber peşinde koşan muhabiri tartaklamaktan zevk alan, sizden olmayan gazetecileri kazığa oturtan sizler, kimsiniz?

Sanatçıyı aşağılayarak ‘entel’ olduğunu sanan, cehaletin paçalarını fena halde sardığı sanat düşmanları, siz ne biçim kişilersiniz?

Bu ülkenin avukatı, doktoru, öğretmeni, çiftçisi, gazetecisi, sanatçısı, size hesap vermek zorunda mı?

Toplumu emekçi sınıfa düşman etmeyi görev bilmek, hanginizin kitabında yazıyor?

Fikret Kızılok, hikayesi bilinmese rahatlıkla aşk şarkısı zannedilebilecek “Kalbim” şarkısını, yaşadığı kalp rahatsızlığı sırasında aslında kendi kalbi için yazmıştı:

“Kalbim, dayanmak artık kolay değil / Bırakacak gibisin yarı yolda”

Karanlığınız, artık ateşli silahla, gazla, bombayla vurmadan da öldürmeye başladı.

Halil Serkan Öz hocanın bizzat girdabına kapıldığı bu karanlığa kalbi dayanmadı.

Bırakıp yarı yolda ailesini, öğrencilerini, sevdiklerini, göçüp gitti bu nefret dolu diyardan.

Bilmek zor şimdi, acaba hangimiz daha karanlıktayız?

Bu yazı bianet.org/ dan alınmıştır

 

Burcu Karakaş

Nükleer reaktörler ve elektrik kesintileri; Fukuşima felaketine yol açan patlayıcı karışım – Jan Beranek

Fukuşima nükleer felaketinin ardından Greenpeace’in Fukuşima’daki acil durum müdahale projesinin liderliğini yapan Jan Beranek yazdı: Nükleer santraller elektrik kesintilerine çözüm olmadığı gibi, elektrik kesintileri, nükleer felaketlere neden olabilir.

13.nükleer

Türkiye geçtiğimiz günlerde ülke çapında yaşanan elektrik kesintileri nedeniyle zor saatler geçirdi. Saatler süren kesinti, büyük şehirler de dahil, ülkenin yarsından fazlasını etkisi altına aldı.

Arızanın temel nedenini bulmak biraz uzun sürebilir ama çıkarılması gereken net bir dersin olduğu şimdiden ortada: Bu kesinti; depremlerin ve elektrik kesintilerinin sık yaşandığı Türkiye’de nükleer reaktörler inşa etmenin risklerine karşı açık bir uyarıydı.

Konu hakkında bilgisi olan her mühendis, şu gerçeği doğrulayacaktır: Hassas ve dengesiz şebekeler, hızlı bir şekilde açılıp kapanabilen ya da üretim kapasitesine hızlı bir şekilde ulaşan, bu esnada şebekenin dengelenme ve uzlaştırmasına yardım eden daha esnek elektrik santrallerine ihtiyaç duyar.

Nükleer santraller ise en az esnekliğe sahip olan elektrik üretim tesisleridir. Faaliyete geçmeleri bile bir kaç gün sürer ve dakikalar içinde kendini durdurabilmelerine rağmen, yaşanan her ani kapama ayrı bir güvenlik riskine ve büyük finansal kayba yol açar. Bu nedenle, nükleer reaktörler elektrik şebekelerini daha korunmasız bir hale getirir. Kısacası nükleer reaktörler, elektrik kesintilerini önlemek için hiç de iyi bir çözüm değildir.

Fukuşima felaketi elektrik kesintisi nedeniyle yaşandı

Daha da kötüsü, nükleer santraller, herhangi bir elektrik kesintisi durumunda adeta bir saatli bomba gibidir. Unutmamalıyız ki Fukuşima’da reaktörlerin erimesi ve patlamasının asıl nedeni deprem değil, elektrik kesintisiydi. Felaket sonrasında radyasyon bulutları büyük arazileri ve okyanusları etkisi altına aldı.150.000’in üzerinde insan evlerini, köylerini, çiftliklerini ve onlar için kutsal olan, ailelerinin mezarlarının bulunduğu bölgeleri bir daha geri dönmemek üzere terk etmek zorunda kaldı. Hemen hemen her şeylerini kaybettiler. Özellikle çocuklar radyasyona karşı daha dayanıksız oldukları için, erken yaşta ölüm tehlikesiyle karşı karşıya.

Fukuşima’da yaşanan deprem, bir elektrik kesintisine neden oldu. Bu elektrik kesintisi de, dünyanın en büyük nükleer felaketlerinden birini yarattı. Bunun nedeni ise her nükleer reaktörün içinde yüksek miktarda radyoaktif maddenin bulunması ve bu radyasyonun reaktör çalışmayı durdurduktan sonra bile çok yüksek derecelerde ısı üretmesi.

Bu yoğun ısı, reaktörlerin içinde bulunan radyoaktif çözülmeden kaynaklanır; günlerce, haftalarca devam eder ve bunu durdurabilmenin hiçbir yolu yoktur. Çalışmayan bir nükleer reaktörü bile erimeden -ve radyoaktif sızıntıdan- korumak için tek yol, onu devamlı soğutmaktır. Bu yöntem ise reaktörlere dakikada binlerce litre su sağlamak için yüksek kapasitede motorlar ve pompalar gerektirir.

Ne zaman bir elektrik kesintisi -ya da nükleer santral ve elektrik şebekesi arasındaki trafoda basit bir arıza- yaşansa, nükleer reaktör durmak zorundadır çünkü şebeke, üretilen elektriği alamaz. Ama reaktörün durması ve sistemden enerji alınamaması ile birlikte, reaktörlerin soğutma sistemlerini çalıştıracak elektrik de elde edilemez. Nükleer reaktörleri elektrik kesintisine karşı bu kadar hassas yapan da budur.

Böyle bir durumda tek can kurtaran, nükleer santrallerin içinde bulunan yedek dizel jeneratörlerdir. Bu jeneratörlerin hızlı bir şekilde çalıştırılması ve soğutma sistemleri için gerekli elektriği üretmesi gerekir. Ama bu dizel jeneratörlerde de sorun çıkarsa felaketin önüne geçebilecek başka hiç bir engel yoktur. Soğutma sistemlerinin durmasının ardından geçen sadece bir kaç saat içerisinde reaktör erimeye başlar. Fukuşima’da yaşanan ilk nükleer patlama ve radyasyon bulutlarının oluşması, soğutma sistemlerinin durmasının ardından 24 saatten kısa bir sürede başladı.

Bu problem üzerine sayısız çalışma bulunuyor. Örneğin Amerika Sandia Ulusal Laboratuvarı’nın yaptığı araştırmalar, reaktör soğutma sistemlerinin tamamen bozulması durumunda 17 saat içerisinde radyasyon sızıntısının başladığını gösteriyor.

Fukuşima’da yaşananlarsa gayet iyi bilinen fakat hükümet ve nükleer endüstrinin devamlı imkansız olduğunu ve daha önce görülmediğini söyleyerek reddettiği risklerdi. Maalesef, gerçekler tam tersini kanıtladı ve bu da yüzlerce, binlerce hasara ve insan hayatına mal oldu.

Fukuşima’dan önce benzer bir kaza da 2006 yılında İsveç’te yaşandı. Elektrik kesintisi ve soğuma sistemlerinin durmasının ardından Forsmark nükleer santralin dizel jeneratörleri faaliyete geçemedi. Santral karanlığa gömüldü, kontrol odasında bulunan bilgisayar ekranları karardı ve göstergeler ve kontrol sistemleri kapandı. Neyse ki bir mucize gerçekleşti ve sadece 20 dakika sonra en azından jeneratörlerden bir tanesi çalışmaya başladı. Neredeyse gerçekleşecek olan bu nükleer felakete ne bir deprem ne de bir tusunami neden oldu.

Fukuşima’nın bizlere öğrettiği bir çok ders var. Onlardan bir tanesi: Ne kadar gelişmiş bir nükleer reaktör olursa olsun her zaman öngörülemeyen ve ölümcül olabilecek insan hataları, teknik aksaklıklar ve doğal afetler feci nükleer kazalara yol açabilir. İkinci ders ise, Japonya gibi, robotlarıyla ve büyük felaketlerle başa çıkabilmesiyle ünlü zengin bir ülkenin bile büyük bir nükleer kazayla başa çıkamamış olması.

Fukuşima’daki gözyaşlarını unutmayacağım

1986 yılında Çernobil kazası yaşandığında ve ülkemin büyük bir bölümünü etkilediğinde ben Çekoslavakya’da bir lise öğrencisiydim. Geçtiğimiz 3 yıl içerisinde, 2011 yılında yaşanan kazadan sonra Fukuşima’yı 5 kere ziyaret ettim ve radyasyondan korunma uzmanı olarak görev yaptım.

Çocukları için endişelenen annelerin yüzündeki korkuyu, öğrencilerini koruyamayan öğretmenlerin göz yaşlarını, bir başına bırakılmış ve hükümetleri tarafından kandırılmış insanların umutsuzluklarını, kaçmak zorunda kalanların ve bu güne kadar hala tazminatlarını almamış ya da hala yeni bir hayata başlayamamış insanların ümitsizliklerini hiç bir zaman unutmayacağım.

Bu aynı zamanda korkunç tecrübelerimi paylaşmak istememin ve nükleer hakkında gerçekleri söylememin de nedeni; çünkü Çernobil ve Fukuşima’nın bir daha gerçekleşmesine izin veremeyiz. Türkiye’nin Akkuyu ve diğer nükleer santral projeleri ile ilgili fikrini değiştirerek, nükleer bir felaket içeren bir gelecekten kurtulmak için hala bir şansı var. Türkiye’nin ışıklarını açık tutması için nükleere ihtiyacı olmadığı ise çok açık bir gerçek.

Greenpeace Akdeniz Program Direktörü olarak çalışan Jan Beranek, üniversitede fizik eğitimi gördü ve radyasyon korunma kursundan mezun olarak bu alanda da üniversite diploması aldı. Beranek ayrıca Greenpeace Uluslararası’nın 2011 yılında yaşanan Fukuşima felaketinden sonra Japonya’da yaptığı acil durum müdahale çalışmalarının da lideriydi. 

Bu yazı greenpeace.org/ dan alınmıştır

 

Jan Beranek

 

Haftanın Tortusu

tortu* Adliye basıldı, savcı rehin alındı ve devletin “başarılı operasyonu” ile herkes öldürüldü. * Türkiye tamamen karanlığa gömüldü, büyük çöküntü… * Balyoz’da herkes beraat etti. * Onurlu öğretmenin kalbi yaşadıklarına dayanmadı. * İstanbul Üniversitesi’nde rektör bıyık farkıyla atandı. 

 

* Adliye basıldı, savcı rehin alındı ve devletin “başarılı operasyonu” ile herkes öldürüldü. Geçtiğimiz salı günü Türkiye tarihi için unutulmayacak bir gündü. Büyük ihtimalle tortusu sadece haftaya ya da önümüzdeki yıla değil, on yıllara kalacak. DHKP-C’nin adliye bastığı, bir savcıyı rehin aldığı ve kimileri çok uçuk, kimileri ise devlet “geleneğine” ters düşen taleplerini kamuoyuna duyurduğu bir günden bahsediyoruz. Gerçi sonrasında bu talepler tek bir talebe indi. Berkin Elvan’ı öldüren polislerin isimlerinin açıklanması… Belki bu talep yerine getirilseydi, şu an başka bir gündemi konuşuyor olacaktık. Fakat Berkin Elvan’ın katillerinin isimlerini açıklanıp, yargılanmanın hızlandırılması yerine operasyon yapılması seçildi ve operasyon sonucunda iki militan ve savcı öldürüldü. Savcının vücudundan kaç kurşun çıktığını bilmiyoruz, diğer ikisinin ise sormuyoruz bile. İdeal olanın savcının kurtarılması ve militanların yargıya teslim edilmesi olduğunu düşünürsek, operasyonun çok başarısız olduğunu söyleyebiliriz. Fakat devlet büyükleri tam tersini iddia ettiler. Onlar bunu söyleyebilsin diye de, odasından ölü çıkan savcının yaşadığı ifade edildi kamuoyuna. Biz savcı kurtuldu diye düşünürken, devlet büyükleri çıktılar ve “başarılı” açıklamalarını yaptılar. Söyleyecekleri bitince de gerçek bize duyuruldu. Bunu da muhalafeti fırsatçılıkla suçlayanlar planladı ve uyguladı.

Bir başka önemli ve bağlantılı olay da saldırganların adliyeye avukat cübbesiyle girmesi sonucunda avukatlara yönelik baskıların artmasıydı. Hakim, savcı ve avukat üçlüsü içerisinden hükümetin elinin erişemediği kesim olan avukatlara bu durum bahane edilerek baskılar başladı. Baro başkanları, adliyelerde tartaklandı.

* Türkiye tamamen karanlığa gömüldü, büyük çöküntü… Adliyeye yapılan baskın duyulduğunda tüm Türkiye karanlıktaydı. Gündemin çılgınlığı düşünüldüğünde 79 ilde elektriklerin kesilmesi sadece iki saat birinci sırada kaldı. Elektrik kesintisinin teknik nedenleri yavaş yavaş açıklandı fakat bunu yapanlar ya bilim insanlarıydı ya da konu ile ilgilenen kişilerdi. Neredeyse bir hafta geçmesine rağmen henüz yetkililerden doğru düzgün bir açıklama gelmedi. Neden elektrik kesildi Anadolu Ajansı hala bir bilgi veremedi. “Biz sistemi piyasaya teslim ettik, elimizde kalan görevlere de yandaşları doldurduk!” diyemedikleri sürece de gerçekçi bir açıklama yapabileceklerini sanmıyorum.

Tüm bunların üstüne karanlıklar içindeyken geleceğimizi karartmak için de bir adım attı hükümet: Nükleer santral. Büyük ihtimalle seçim propagandasına yönelik olarak atılan bu adım ile Akkuyu’dan sonra Sinop da tehlike altına girdi. Gerçi konu nükleer olunca tüm Türkiye tehlike altında.

* Balyoz’da herkes beraat etti. Torba davalar bir bir çökmeye devam ediyor. Bu davaların en kuşkulularından olan Balyoz Davası’nda da karar bu hafta açıklandı. Karara göre tüm sanıklar beraat etti. Hükümet bloğunun yolsuzluk operasyonlarından sonra çatlaması sonucu bu davalarda 180 derecelik bir değişim yaşandı. Siyasal bir yönelimle başlayan bir dava yine siyasal bir yönelimle tam tersi yönde sona erdi. Siyaseti izleyen bir hukukun da topluma dokunan bir adelet duygusu dağıtamayacağı çok açık. Dağıtamayınca da geriye sadece yaşanan mağduriyetler ve hayatını kaybeden insanlar kalıyor.

* Onurlu öğretmenin kalbi yaşadıklarına dayanmadı. Bazı olaylar oluyor ki örtük bir savaşın içindeymişiz gibi hissediyorum. Bir uygarlık, bir yaşam savaşı. Bu savaşta bir kayıp daha verdik. Öğretmen Halil Serkan Öz, onurlu bir insan olduğu için öldü. Kendisine hakaret eden Vali’nin sözlerine dayanamadı kalbi ve öldü. Öncesinde tanımıyorduk Öz’ü. Fakat öğrencilerinin ona olan sevgisi ile her şey apaçık ortaya çıktı. Öğretmene hakaret ederek ölümüne sebep olan vali ise arkasından bir üzüntü mesajı yayınladı. Görevine devam ediyor. Belki Yalova’dan daha büyük bir ile tayin edilmeyi bekliyor.

* İstanbul Üniversitesi’nde rektör bıyık farkıyla atandı. Önceki rektör istifa edip AKP saflarına katılınca İstanbul Üniversitesi’nde seçim oldu. Sol görüşlü aday Raşit Tükel 1202 oy aldı, AKP’li aday Mahmut Ak ise 908 oy aldı. Cumhurbaşkanı da sol görüşlü adayı değil, kendisini reis gören adayı rektör olarak atadı. Aradaki 294 oyluk farkın Ak’ın bıyığı tarafından kapatıldığı ifade ediliyor. Her şey tamam da, bu seçim neden yapıldı? İstanbul Üniversitesi’nde bunu bilimsel olarak açıklayabilecek kimse var mı?

Kobane’yi Yeniden İnşa Platformu, İHD Genel Başkanı Türkdoğan ile görüştü

Kobane’yi Yeniden İnşa Platformu üyelerinden Nimet Hevi Gatar ve Hande Karahan, 1 Nisan Çarşamba günü İHD (İnsan Hakları Derneği) Genel Merkezi’nde Genel Başkanı Öztürk Türkdoğan ile Kobane’nin güncel durumu, insani yardım koridoru ve mayınların temizlenmesi konuları özelinde bir görüşme gerçekleştirdi.

Nimet Hevi Gatar ve Hande Karahan, İHD Genel Başkanı ile görüştü
Nimet Hevi Gatar ve Hande Karahan, İHD Genel Başkanı ile görüştü

Mürşitpınar sınır geçiş noktası gümrük kapısı statüsüne girmeli

Türkdoğan yapılan görüşme esnasında sınır geçiş noktasının statüsü ile ilgili “Mürşitpınar sınır geçiş noktası gümrük kapısı statüsüne sahip hale getirilmelidir. Bunun için Suriye Yönetimi’nin ve Türkiye’nin mutabakatı gerekmektedir.“ dedi. Türkdoğan, Uluslararası İnsan Hakları yönetmeliğini de anımsatarak gerektiğinde Mürşitpınar sınır geçiş noktasında Sahra Hastanesi’nin kurulmasına koşut olarak tıbbi ve insani yardımların iletilmesi amacıyla kullanılabileceğini söyledi.

Mayınlar

Türkdoğan, Kobane’deki tüm mayınların temizlenmesinin çok büyük bir bütçe ve ciddi anlamda uzmanlık gerektirdiğini vurgulayarak Kobane Kantonu ile görüşme gerçekleştiren ve bölgede inceleme yapan İHD heyeti bölgenin mayınlardan tümüyle temizlenmesinin mümkün olmadığını ve Kanton yetkililerin bölgenin bir kısmının müzeleştirme çalışmalarına başladığını belirtti.

İHD Genel Başkanı Öztürk Türkdoğan açıklamasında bölgedeki mayın ve bombalardan halkın en az zararla kurtulması için alınması gereken acil önlemleri ve yapılması gereken bilgilendirme çalışmaları ise şöyle sıraladı: “El broşürleri, kısa filmler, TV yayınları ve uyarı levhaları (Mayınlı ve bombalı alanları gösteren) ile bölgedeki STK’ların etkin çalışması mayın ve bombalardan kaynaklı ölümlerin ciddi anlamda azalmasını sağlayacaktır. Hazırlanan bu görsel ve işitsel materyallerin Arapça ve Kürtçe olması halkın mayın ve bombalara karşı bilincini artıracaktır.”

Platform’a İHD olarak her desteği vermeye hazırız

Türkdoğan, Kobane’yi Yeniden İnşa Platformunun gerçekleştireceği toplantılarda kendilerinin de İHD olarak yer alabileceklerini ve platformun talepleri doğrultusunda her türlü desteği sunmaya hazır olduklarının da altını çizdi.

Haber: Hande & Hevi

(Yeşil Gazete)

Fukuşima İzlenimleri(4): Onagawa Nükleer santrali tanıtım ofisini ziyaret ve Dünya Risk Toplantısından notlar

Fukuşima felaketinin 4.yıldönümünde orada yaşananları aktarmaya çalıştığım yazı dizisinin sonuncusuna geldik. Bu yazımda Onagawa Nükleer santrali hakkında aldığımız bilgileri ve birkaç tespitimi sizinle paylaşacağım. Fakat esgeçemeyeceğimiz bir gerçek var ki, biz Fukuşima’yı, halkın tepkisini, yaşananları anlataduralım Türkiye,  Japonya  tarafından kurulacak nükleer santral için halkın itirazlarını görmezden gelerek “meclis onayı”nı verdi. Üstelik bu tarihi hata, ülkede tam bir gün boyunca yaşanan elektrik krizinden sonraki gün gerçekleşti. “Nükleer santralimiz olsaydı elektrik kesilmezdi”söylemini baz alarak elektrik kesintisini altyapı eksikliğiymiş gibi göstermek hiç şüphesiz sadece iktidarın  kullanabileceği bir argüman olabilirdi zira nükleer  santral bir tercih meselesidir, siyasi bir karardır ancak unutmayalım ki sonuçları toplumu ilgilendirir.

Fukuşima’daki saha turunu ve ziyaretlerimizi tamamladıktan sonra Birleşmiş Milletler(BM)Dünya Risk Konferansı’nı da izlemek üzere geldiğimiz Sendai’de  program yoğunluğumuza göre sınırları içinde bulunduğumuz Miyagi eyaletindeki Onagawa Nükleer  santralinin tanıtım ofisini ziyaret ederek uzamanlardan bilgi alıyoruz. Onagawa nükleer  santrali Sendai şehrinden 70 kilometre mesafede, 173 kilometrekare içerisinde deniz seviyesinden 14 metre yukarıda kurulu bulunuyor. Fukuşima felaketinden sonra  altyapı güvenliğine dair yeterlilik araştırmalarının başlaması sebebiyle kapalı durumdaki 48 reaktörden üçü burada.  Onagawa Nükleer santrali, 2011 Fukuşima depremin merkez  üssüne Fukuşima’dan çok daha yakın bulunuyor.  Onagawa Nükleer Santralinin işletmecisi haberimizde bahsi geçen Higashidori Nükleer santralinin de işletmecisi olan Tohoku Elektrik ve bu santralin reaktörleri  Toshiba tarafından  sırasıyla 1984, 1995 ve 2002 yıllarında yapılmış. İlk olarak kurulan rektörün güç üretme kapasitesi 524 MW olup diğer ikisininki 825MW. Genel bir sunumdan sonra hepimiz Onagawa Nükleer santraline dair sorular soruyoruz. Benim sorum da nükleer santrallerin tüm bilinen maliyetlerinin yanısıra halihazırda çalıştırılmayan nükleer santallerin maliyetleri hakkında oluyor: Halihazırda kapalı tutulan nükleer santrallerde normalde kaç kişi çalışıyordu ? Her bir reaktör kapatıldıktan sonra çalışan sayısında azalma olmuş muydu ve mevcut durumda çalışanların maaşları normal ödeniyor muydu? Aldığım cevap  nükleer santaller hiç kapatılmamış gibi  santral çalışanlarının çalışma şartlarında değişiklik olmadığı yönündeydi. Santralde çalışan personel sayısı  500 teknik personel,  1500 ofis çalışanı  olmak üzere 2000 kişiydi. Halihazırda teknik personel ağırlıklı olarak güvenlik şartlarının sağlanıp santrallerin tekrar çalışıtırılması için testlere katılıyordu.  Bu açıklamadan Japonya genelinde kapalı olan nükleer santrallerin üretim olmamasına rağmen maaş ödedediğini, düzenli  işletme giderleri bulunduğunu anlıyoruz. Fakat söylediklerine göre bir atalet yoktu  ne de olsa mevcut  mühendislerinin yeteneklerini ise nükleer teknolojiyi ihraç ederek değerlendirmeyi umuyorlardı.

Onagawa Nükleer santraline gelirken yanımızda  A3 kağıtlarımızla kalemlerimizi aldığımızı da belirtmem gerekir, bilgi aldıktan sonra kendimizi ifade etme ihtiyacı içerisine düşeceğimizi biliyorduk . Nitekim bakınız foto 1: Herkes kendi dilinde “Nükleere hayır!” diyor yer: Onagawa Nükleer Santralinin bahçesi, arkadaki beyaz direkler Nükleer santrale  ait.

Foto 1: Onagawa Nükleer santrali tanıtım ofisinin bahçesinde

Yukarıdaki fotoğraf bir kare olarak hatıralarımız arasında yerini alırken diğer tarafta Sendai şehir merkezinde gerçekleştirilen Dünya Risk Konferansında  tarihe geçen konuşmalar yapılıyordu. Japonya Başbakanı Abe,  Fukuşima’da herşeyin kontrol altında olduğunu ve 120 bin insan hükümetin davetlerine rağmen evlerine geri dönmeyişini yok saymış, her hangi bir problemin kalmadığını iddia ederek konferansın açılışını yapmıştı. Oysa insanların evlerine dönebilecekelerinin duyurusu yapıldıysa tek sebep devletin daha fazla tazminat ödemek istememesiydi,Devletin tutumundan radyasyon oranlarının  pek de öngörülmediğini  anlıyoruz.  Dünya Risk toplantısında sadece doğal afetler risk kapsamında ele alınıyordu, insan hatasının yol açabileceği riskler konuşulmuyordu, nükleer santrallerin bahsi bile geçmiyordu. Neyse ki bu durum sivil toplum kuruluşları tarafından yürütülen paralel oturumlarda bambaşka bir görünüm aldı .

Birleşmiş Milletler Afet Risklerini Azaltmadan sorumlu Genel Sekreter Temsilcisi Margareta Whalström
Foto 2: Birleşmiş Milletler Afet Risklerinin Azaltılmasından sorumlu Genel Sekreter Temsilcisi Margareta Whalström

BM Afet Risklerinin Azaltılmasından Sorumlu Genel Sekreter Temsilcisi  Margareta Whalström insan kaynaklı risklerin de afet riskleriyle birlikte değerlendirilmesi ihtiyacına dikkat çekerek nükleer santrallerin de risk  kapsamında ele alınması gerektiğini söyledi.  Whalström’a göre afet risklerinin azaltılması için insanlığın karşı karşıya olduğu tüm risklere karşı sivil toplum örgütlerinin, politikacıların, iş insanlarının işbirliği yapması gerekiyordu. Nitekim ertesi gün yayınlanacak konferans raporunda ekibiyle birlikte bu konunun yer almasına çalışıyorlardı .Whalström dünya devletlerinin temsilcileriyle işbirliği sözü vererek küresel düzeyde adapte edilebilecek bir program önerisinde bulunacağını belirtti. Ona göre artık tren kalkmıştı  ne olacağını düşünmemize gerek yoktu. Sendai’deki dünya risk toplantısının sonucunda uluslararası, bölgesel ve küresel olmak üzere   uluslarası iletişim kurulmuştu. Whalström konuşmasında afet risklerinin azaltılması çalışmalarının iklim değişikliği ile sürdürülebilirlik arasındaki ilişkiyi de sağlayacağına inandığını belirtti.

Fukushima'dan Alınan 10 Ders
Foto 3: Fukushima’dan Alınan 10 Ders

Sizlere genel olarak Fukuşima’da geçirdiğim 10 günü aktarmaya çalıştığım sürecin en önemli çıktısı Japon sivil toplum örgütleri tarafından hazırlanmış olan ve bizlere tek tek ülkelerimizde tanıtmamız için verilen, izlenim yazılarımda değindiğim konuları içeren ve çok yakında Türkçesi ile buluşacağınız Fukushima’dan Alınan 10 Ders adlı kitaçıktır. Şimdilik ingilizcesine aşağıdaki linkten ulaşabilirsiniz. fukushimalessons.jp/Fukushima10Lessons . Yine aynı site üzerinden Japonca, Korece, Çince, Fransızca  versiyonlarına fukushimalessons.jp/ ulaşabilirsiniz.

Pınar Demircan

(Yeşil Gazete)

 

 

 

 

Mersin’de kadınların Perşembe eylemliliği 13. haftasında, “Özsavunma meşrudur”

Her Perşembe alanlardayız eylemini 1 Mayısa kadar devam ettirme kararı alan Mersin Kadın Platformu 2 Nisan Perşembe günü saat 18:00’de Forum AVM köprü altında toplandı.

“Kadın cinayetleri politiktir”. “Kadın, yaşam, özgürlük”, “Kadınlar yaşama özsavunmaya”, Erkek adalet değil, gerçek adalet”, “Homofobik devlet, yıkacağız elbet” sloganları atarak havuz başına yürüyen kadınlar içerisinden Mersin LGBTİ 7 Renk ‘ten Derin Rainbow basın açıklamasını okudu.

39

“Mersin’de kadınlar, 2015 yılı başından beri her Perşembe Kadın Cinayetlerine Karşı sokağa çıkıyor. Bugün onüçüncü haftamız. Bu hafta da kadınların sesi sesimiz, öfkesi isyanımız oldu.” şeklinde basın bildirisine başlayan Rainbow, Kastamonu’da tecavüzcüsünü öldüren ve müebbet kararı verilen N.Y.’nin durumuna değinerek “Kadına yönelik şiddeti, tecavüzü,nesneleştirmeyi, ikincileştirmeyi tüm kurumlarıyla destekleyen, politikalar üreten ve uygulayan erkek devlet, müebbet kararı verdi. Tecavüzcülere ‘iyi hal indirimi, haksız tahrik’ kararları verirken, öz savunma yapan N.M.’ye müebbet  kararı veren erkek adaletinizi tanımıyor ve N.M.’nin hakkı olan özgürlüğünü talep ediyoruz.” dedi.

38

İnönü Üniversitesi’nden Homofobik Engelleme

“İnönü Üniversitesi’nde gerçekleşecek olan ‘Ayrımcı Cinsiyetçi Tutumların Altında Yatan Nedenler’ ve’ Cinsel Kimlik ve Cinsel Eğitim’ başlıklı panellerin Rektörlük tarafından cinsel konuların üniversite içinde gündeme gelmesinin tehlike arz ediyor olması gerekçesiyleiptal edilmesi, bilimin merkezi olan ve en özgür alanlardan birisi olması  gereken üniversitelerin devletin politikalarıyla ne kadar homofobikleştiğini  bizlere bir kere daha gösterdi” şeklinde konuşan Rainbow Özgecan cinayetinin etkilerinin devam ettiğinden bahsederek; “Özgecan Aslan isminin bu dönemde eğitim merkezi, sokak vb. yerlere verilmesi yine bize ataerkil yapının “şiddete uğrayan kadının teşhiri ile normalleştirilmesi” politikasını devam ettirdiğini göstermiştir. Bununla birlikte erkek şiddetinin içini boşaltma çabalarının bir ürünü olan “şiddet rehabilitasyon merkezleri” yeniden gündeme gelmiştir. Rehabilitasyon merkezleriniz veya göstermelik cezalarınızı kabul etmiyoruz! Bizler özgecan ve diğer erkek şiddetine uğrayan kadınlar için erkek adalet değil GERÇEK adalet istiyoruz. KADINA ŞİDDETE KARŞI ŞİDDET MEŞRUDUR, ÖZSAVUNMA HAKTIR.” Şeklinde konuştu.

Basın bildirisinin okunmasının ardından kadınlar “Kadınlar yaşama, özsavunmaya”, Yaşasın kadın dayanışması” sloganlarını atarak alkışlar ve zılgıtlar eşliğinde eylemi sonlandırdı.

 

Haber ve Fotoğraflar: Özgecan Aşlamacı Şahin

(Yeşil Gazete)

Salt Galata: Darülbedayi’de Ermeni Sanat Ustalarımız ve Para Desteleri

Osmanlı Merkez Bankası’nın ilham veren bir anıt bina olduğunu Cem Selcen’in “Elma’nın Suçu” romanından bilirdim. Ama bu binaya yerleştiği 2011’den beri Salt Galata’ya göz atma fırsatı bulamamıştım bir türlü. Geçtiğimiz hafta sonu bu ayıbı telafi etmek üzere harekete geçtim. Bakın neler öğrendim…

Darülbedayi kurucularından Güllü Agop

27.darulbedayi

28-29 Mart günleri İstanbul Şehir Tiyatroları’nın düzenlediği “Türkiye Tiyatrosu ve Darülbedayi” isimli Dünya Tiyatro Günü Semineri Galata Salt Oditoryum’da idi. Genel Sanat Yönetmeni Erhan Yazıcıoğlu’nun inisiyatifiyle hayata geçen seminer, akademik olduğu kadar belgesel niteliğiyle de öne çıkarken, birçok önemli akademisyen, araştırmacı ve tiyatro insanı konuşmacı olarak panellerde yer aldı. Tarihsel metinlerin oyuncular tarafından sahnelendiği bölümler de yok değildi.

“Avantgarde ile Türk Tiyatrosunun Yolculuğu” ve “Türkiye’de Oyunculuk ve Reji Geleneği” başlıklarının Prof. Dr. Ayşın Candan moderatörlüğünde incelendiği Cumartesi seanslarının ardından, Pazar günü seminerlerinin bir kısmına katılabildim.

“Venedik’ten İstanbul’a Türkiye Tiyatrosu’nu Yaratanlar” başlıklı ikinci günün ilk ana bölümü, “Prolog” olarak tanımlanmış bir okuma tiyatrosu ile başladı. Ermeni Katoliklerinin bir kolu olup 1717’de kurulan Mıkhitaristlik mezhebinin rahiplerinin 18nci yy sonlarına doğru ürettikleri, komedi üslubundaki Türkçe Osmanlı metinleri “San Lazzaro Oyunları” adıyla sunuldu.

İlk Altın Jübileli Oyuncumuz Mardiros Mınagyan

İkinci bölüm, Boğos Çalgıcıoğlu’nun 19ncu yy’ın ikinci yarısında yaşamış efsane oyuncu “Bedros Atamyan”ı canlandırarak sunduğu Ermenice bir “Hamlet” tiradı ile açıldı. Bugün İstanbul Şehir Tiyatroları olarak bildiğimiz Darülbedayi’nin kuruluşuna çok ciddi emek ve sanatkârlık vakfetmiş Osmanlı Ermeni oyuncuları tanıtıldı. İnterlüd tabir edilen bu kısımda, Boğos Çalgıcıoğlu bu kez, Mardiros Mınagyan’dan döneme ait bir Türkçe Armand Duvall tiradı canlandırdı. Buram buram eski İstanbul kokan o Ermeni aksanlı Türkçe tınısı salona keyifle yayıldı. Boğos Çalgıcıoğlu, “Mardiros Mınagyan, ilk kez 1862’de ‘kız’ rolüyle sahneye adım attığı için bu oyunun tiyatro tarihimizdeki yeri önemlidir.”, diyor. Nitekim, Mınagyan tiyatroda 50nci yıl jübilesini yapan ilk oyuncumuz olarak da sanat tarihimize adını yazdırmış.

Şehir Tiyatrolarını Bize Hediye Eden Güllü Agop

Takip eden kısımda bir belgesel yer alıyordu. Güllü Agop, Şehir Tiyatrolarının kurulmasında büyük katkı sağlamıştı ancak mezarının akıbeti belirsizdi. Bu kısa belgesel, Yücel Aşkın’dan alınan bilgiler ışığında bu mezarın günümüzde bulunmasını konu alıyor. Çırağan sırtlarındaki Yahya Efendi Mezarlığı’nda edebi istirahatinde olan Güllü Yakup (Agop), Osmanlı’nın Mızıka-i Hümayunu eşliğinde, saray mensuplarının ve Sultan Abdülhamit’in akrabalarının yer aldığı bu mezarlığa resmi tören ile defnedilmiş. Bu detaylar döneminde kendisine verilen önemi gösteriyor. Vakıflar Müdürlüğü’nce yapılan tadilat sonra mezar taşlarının yerleştirilmesinde belli karmaşalar yaşansa da bu önemli tiyatro insanının mezarı bugünümüze ziyarete açık halde korunabilmiş.

Vahram Papazyan ve Muhsin Ertuğrul Dostluğu

Papazyan ve Ertuğrul kurdukları ortaklıkla Abdullah Cevdet çevirisiyle ilk kez Türkçe Hamlet oynuyorlar, 1911 yılında. Darübedayi’nin tarihine ışık tutan seminer bu dönemi konu olan bir kısa belgesel ile devam etti. Sercan Gidişoğlu, Özgür Eren ve İlker Yasin Keskin performansları ile Hamlet – Leartes arasındaki bir sahne de canlandırıldı. Vahram Papazyan 1968’de Erivan’da Sovyetler Birliği sanatçısı olarak dünyadan ayrılmış.

Tek Yönetmen Muhsin Ertuğrul

Pazar günü etkinliklerinin kalan kısmı Yrd. Doç. Dr. Müjgan Yıldırım sunumundaki “Türkiye Sineması’nda İlkler ve Tiyatroyla İlişkisi” paneli ile devam etti. Bu kısım 90 dakika sürerken, Muhsin Ertuğrul’un “tek yönetmen” olarak 17 yılda 30 film çektiği, sinemamızdaki “Tiyatrocular Dönemi” masaya yatırıldı, kısa film gösterimleri paylaşıldı.

Düşlerin Sonu

28.duslerinsonu

Gelelim Galata Salt’ta bugünlerde başka neler olduğuna… Nikolaj Bendix’ten çok güzel bir enstalasyon var, örneğin. Akdeniz’de derme çatma imkânlarla denize açılıp hayatlarını kaybeden mültecilerin dramını çok güzel bir görsel etki ile sunuyor Bendix.

Osmanlı Bankası Kasalarında Gezinmek

29.OsmanliBankasi01

Binanın orijinal işlevi, elbette, bankacılık. Osmanlı Merkez Bankası olarak da bir dönem hizmet veren Banka; Osmanlı, İngiliz ve Fransız ortaklığıyla Sultan Abdülmecit ve Kraliçe Victoria’nın himayesinde kurulmuş. Çok güzel bir küratörlük ile kendiliğinden açılan ışıklar içinde sergi bölümlerinde gezinirken dehlizi andıran geçitlerden geçip Banka’nın kasa yapıları içine giriyorsunuz. İmha edilen ancak imha işlemini ispatlamak için dörtte bir oranında parçaları saklanan banknotlar da, yüzlerce resim ve belge de, kasa kapanış defterleri gibi, halen iyi durumda korunuyorlar. Bu eğlenceli sergiyi gezmenizi öneririm.

Salt Galata’ya Uğrayın!

30.OsmanliBankasi02

Sadece müze alanlarıyla değil kafe, kütüphane, çalışma alanları ve atölye odaları ile Salt Galata sadece sanatseverler için değil sakin bir akşamüstü ya da hafta sonu geçirmek isteyenler için de iyi bir alternatif olabilir.

31.OsmanliBankasi03

Bu haftalık bu kadar…

Sanatla ve barışla kalın!

 

Daha fazla bilgi için:

http://saltonline.org/media/files/dunyatiyatrogunu_brosur_a5yeni-2.pdf

http://www.biyografi.net/kisiayrinti.asp?kisiid=631

http://en.wikipedia.org/wiki/Mechitarists

http://www.paros.com.tr/?p=2738

http://tr.wikipedia.org/wiki/Mardiros_M%C4%B1nakyan

http://tr.wikipedia.org/wiki/G%C3%BCll%C3%BC_Agop

http://en.wikipedia.org/wiki/Vahram_Papazian

http://saltonline.org/tr/1010/end-of-dreams-duslerin-sonu?home

http://www.peckhamplatform.com/artists/nikolaj-bendix-skyum-larsen