Ana Sayfa Blog Sayfa 3547

Ekonomik Küçülme neden gerekli? – Aytaç Timur

Kalkınma, büyüme ve büyümemesizlik ve küçülme tartışmaları akademik çevrelerde yoğun bir şekilde tartışılıyor, artık toplumun da bu mevzuları konuşması lazım.

21

Dünyanın gördüğü en büyük ekonomik kriz 1929 senesinde patlak vermişti. İnsanlar büyük acılar çektiler, ekonomistler yoğun akademik çalışmalar yaptılar, kriz atlatıldı. Ama bu kriz bir son değil, krizlerin anası olarak bir ilkti. Bir daha kriz çıkmasın diye alınan bütün tedbirler, yeni krizlerin ana nedeni oldu ve aradan yüz seneye yakın zaman geçmesine rağmen kalıcı çözüm bir türlü bulunamadı.

Krizlerden çıkışta ana reçete daha fazla büyüme ve hiç durmaksızın kalkınma söylemleri oldu. Şimdi dünya acaba bu bakış açısı mı yanlış diyerek, büyüme ve kalkınma söylemlerini sorguluyor.

19-Küçülmek GüzeldirN1-önİlginç bir şekilde, özellikle Seksenlerden sonra, yüzde iki ya da üç dolaylarında tutarlı bir büyüme yaşandığı halde işsizlik oranı bir türlü yüzde onun altına düşmüyor. Oysa büyüme savunucularının en başta gelen tezi büyüme varsa işsizlik azalır tezidir.

Kalkınma ise, toplumu tarihte görülmemiş bir tüketim çılgınlığına götürüyor. Bir yılda değişen cep telefonları, sıfır araba çılgınlığı, bozulmadan değişen buzdolapları vs. Hepimizin günlük yaşantımızda tanıklık ettiğimiz bir israf.

Zenginlik sorunu ise gezegenin başına ayrı bir bela oldu. Yüzde bir gibi çok küçük bir azınlığın elinde çok yüksek oranda maddi güç birikti. Bu sadece ekonomik bir güç olmaktan çıkıp, siyasi güce dönüştü. Bu siyasi güç hiç beklenmeyen olaylarda kendini gösterip, spekülasyonlar üretiyor.

Yeşil ekonomi; Küçülmek Güzeldir“, dünyanın değişik ülkelerinden ekonomistlerin meseleye çok farklı bir perspektiften bakabildiğini gösteriyor. Dünya değişiyor. Artık tüketim ve israf değil, değer bilme ve armağan ekonomisi gibi, aslında bizim kültürümüze has ama çoğu yerde unutulmuş yeni değerler vizyona giriyor.

Türkiye de bu tartışmalara katılmak zorunda. Dışa bağımlı ekonomisini, yerel ekonomiye çevirip, kendi kendine yeten vilayetler ya da bölgeler oluşturmalı. Küçülmek güzeldir kitabı, yerel ekonomilerin gücünü, işsizliğe nasıl derman olduklarını, tüketim toplumundan çıkmayı ve daha istikrarlı, kendine yeten ve dolayısıyla krizlere boğulmayan ekonomiler oluşturmayı özendiriyor.

Yeşil ekonomi, şirketlerin çevreci imajlarının çok ötesinde bir kavram. Yeni İnsan Yayınevi, bu alandaki üçüncü kitabıyla bu vizyona katkı sağlıyor. Son üç yüz yıldır her treni kaçıran ülkemiz, tüketim toplumundan çıkışta, yeşil ekonominin kavramları ve araç gereçleri ile yeni bir ekonomi kurup, krizlerden kendini koruyabilecek mi ?

Yeşil Ekonomi; Küçülmek Güzeldir
Yeni İnsan Yayınevi
Raoul Weiler, Roefie Hueting, Fabrice Flipo, Darren Zhang, Jeroen C.J.M. van den Bergh, Giorgos Kallis
Çeviren: Serin Erengezgin

20-aytactimur

 

 

Aytaç Timur

Aptallar Gemisi – Serhat Türktan

Bir zamanlar deniz kenarında, yaşadıkları doğayla uyum ve barış içinde uzun zamandır yaşamakta olan bir insan topluluğu varmış. Günün birinde, içlerinden güç sahibi ve sinsi birinin aklına bir fikir gelmiş. Denize açılabilecekleri bir gemi yapabilirlerse, yaşayabilecekleri daha iyi bir yer –bir cennet- bulabileceklerini düşünmüş bu adam. Diğerlerine bu fikri açmış ve onları ikna etmeye çalışmış ama kimse onu pek ciddiye almamış. Bunun üzerine, gücünü ve kötüye çalışan aklını kullanarak birçok kişiyi köle haline getirmiş ve gemi yapımında çalıştırmaya başlamış. Çevredeki ağaçları kesip geminin iskeletini yapmışlar. Hayvanları öldürüp derilerinden yelkenler, bağırsaklarından ve yünlerinden iplikler, kemiklerinden de silahlar yapmışlar. Ve topluluğun acıktıkça kendilerine yetecek kadarını toplayıp yediği meyveleri istifleyip gemiye yükleyerek denize açılmışlar.

20-Aptallar Gemisi-resim1

Anayurtlarından iyice uzaklaşıp bilinmezliğe doğru yol almalarının üzerinden uzun bir zaman geçtiğinde, gemideki köleler köle olduklarını ve deniz kenarında yaşadıkları o güzel hayatı unutmuşlar. Başka da çareleri yokmuş çünkü o eski güzel günleri hatırlamak çok acı veriyormuş. Gemideki yeni hayatlarına uyum sağlayıp, efendileri olan kaptanın hayalleriyle ve açgözlü tutkularıyla özdeşim kurarak cennet ülkesine doğru olan bu maceralı yolculuğa adamışlar kendilerini. Önceden kendilerine yeterek nasıl yaşamış olduklarını unutmuş oldukları için, hayatta kalmalarının, mutluluklarının, ve geleceklerinin sadece bu gemiye ve kaptana bağlı olduğunu düşünmüşler. Artık kendilerini köle olarak değil, bu geminin ve bu maceralı yolculuğun gönüllü katılımcıları olarak görmeye başlamışlar.

Yolculuk çok ama çok uzun sürmüş. Ve denizde yol almaya devam ederken evlenip çocuk sahibi olmuşlar. Çocuklarını da gemideki yaşam, geminin kuralları, gemide yapılacak işler, ve hedeflerindeki cennet ülke ile ilgili eğitmek üzere aralarından birilerini görevlendirmişler. Çocuklar, atalarının aslında birer köle olduğundan habersizce, gemide ‘’özgürce’’ yaşamışlar ve büyüyüp çalışabilecek yaşa geldiklerinde de yaşlanıp artık çalışamayacak durumda olanların görevlerini devralmışlar. Zamanla, konuştukları dil, kültürleri, ritüelleri, birbirlerine anlattıkları hikayeler hep bu gemiyi, yolculuğu, gidecekleri cennet ülkeyi, ve birçoğunun hiç görmediği ama sarsılmaz bir inançla bağlı oldukları kaptanın ileri görüşlülüğü, kahramanlığı, zekası gibi üstün liderlik meziyetlerini anlatır olmuş.

Bu hikayelerle büyüyen çocuklar, kaptanın gemideki yaşama ilişkin belirlediği kurallara, ahlaki ilkelere, ve yazılı hale getirilip özel bir dolapta saklanarak kuşaktan kuşağa aktarılan yasalara sıkı sıkıya bağlı kalmışlar. Doğruluk, iyilik, hayatın anlamı, güzellik, dayanışma, mutluluk, kutsallık gibi tüm değer yargıları da bu sözlü ve yazılı kurallara göre belirlenir olmuş.

Bir süre sonra, hep aynı işi yapmanın adaletli olmadığını, en ağır ve sıkıcı işleri kendilerinin yaptığını ileri sürerek, varolan düzene karşı çıkmaya başlayanlar olmuş. Kaptan, ve sözbirliği etmişçesine diğer herkes önce onları yok sayıp görmezden gelmiş, sonra da gülüp onlarla dalga geçmiş. Ama bu kişiler yılmayıp daha ısrarlı şekilde seslerini yükseltmeye başlayınca, kaptan gemide bir reform yapma zamanı geldiğini kabul ederek bunu gemidekilere ilan etmiş. Bu haber gemide büyük bir sevinçle karşılanmış, şarkılarla danslarla kutlanmış. Ve hatta bu reformun açıklandığı günü her yıl aynı şekilde kutlamaya karar vermişler.

21-Aptallar Gemisi-resim2

Reformlardan sonra herkes her işi dönüşümlü olarak yapmaya başlamış, hatta gemideki herkesin sırayla dümene geçme hakkı bile varmış. Böylece gemideki herkes çok daha büyük bir motivasyonla çalışmaya başlamış. Düzene karşı çıkarak reformlara vesile olanlar kahraman ilan edilmiş.

Ama gemideki hiçkimsenin, hatta kaptanın kendisinin bile bilmediği çok acı bir gerçek varmış: geminin pusulası ve dümeni uzun zamandır bozukmuş meğer… Gemi rüzgarın ve güçlü okyanus akıntılarının onları götürdüğü yere gidiyormuş uzun zamandır. Ve bu akıntılar o kadar güçlüymüş ki dümenin ve pusulanın bozuk olduğunu farkedip onarsalar bile artık bu akıntılardan kurtulmanın bir yolu yokmuş.

Ve günlerden birgün, gemidekilerden bazıları ‘’bir yerlerde bir şeylerin yanlış olduğu’’nu hissetmeye başlamış. Neyin yanlış olduğunu anlayamıyorlarmış ama içlerinden bir ses onlara ‘’bu işte bir terslik var’’ diye fısıldıyormuş sürekli olarak. Bu iç ses önce yavaş yavaş ve ürkekçe, sonra gitgide daha cesurca ve alenen dile getirilmeye başlamış. Ve durumdan rahatsız bu gemiciler, iç seslerini dinleyerek gemiyi baştan sona incelediklerinde dümenin ve pusulanın bozuk olduğunu farketmişler en sonunda. Ardından, onları daha da şaşırtan ve ardından da öfkelendiren başka bir gerçeği daha keşfetmişler: ‘’kaptan’’ diye bildikleri kişinin yüzünde bir maske varmış, belki de yıllardır bir kişiden diğerine devredilmiş bir maske. ‘’Gerçek kaptan’’ın kim olduğunu, hala yaşayıp yaşamadığını, hatta böyle birinin geçmişte varolup varolmadığını sorgulamaya başlamışlar. Ve ardından de elbette, çocukluklarından beri onlara anlatılagelen, geminin ve bu yolculuğun varoluş amacı ve nihai hedefi olan ‘’cennet topraklar’’ın varolup varolmadığını da sorgulamaya başlamışlar. En sonunda da, tüm bunlardan belki çok daha korkutucu olan gerçeği farketmişler: uzun zamandır denizlerde yol alan geminin dibinde açılmış deliklerden dolayı geminin bir süre sonra batmaya mahkum olduğunu…

Hikaye burada bitmiyor elbette… Sonrasını siz okuyucuların hayal gücüne bırakalım…

‘’Gökten üç elma düşmüş… biri hikayeyi anlatanın, diğeri dinleyenin, üçüncüsü de gemidekilerin başına’’ diyerek bitirelim…

*Plato’ya atfedilen, ama çok daha eski zamanlara ait olması muhtemel olan mitolojik bir hikayeden esinlenerek yazıldı bu yazı.

 

Bu hikayenin postmodernizm ve ‘’ilkele dönüş’’ bağlamında Jeriah Bowser tarafından yapılmış bir analizini şu adreste bulabilirsiniz: http://www.hamptoninstitution.org/postmodernist-and-wildist-responses.html#.VmWGf9LhBH0

Unabomber olarak da bilinen Ted Kaczynski’nin bu mitolojik hikayeden esinlenerek yazdığı hikayeyi de şu adreste bulabilirsiniz: https://archive.org/stream/al_Ted_Kaczynski_Ship_of_Fools_a4/Ted_Kaczynski__Ship_of_Fools_a4_djvu.txt

22-Serhat-Türktan

 

 

Serhat Türktan

Hindistan-Japonya nükleer anlaşmasına karşı ulusaşırı protestolar

Sinop Nükleer Karşıtı Platform (SNKP)’dan Hindistan’daki aktivistlere destek!

Sizlere Hindistan ve Japonya arasında bir Nükleer İşbirliği Anlaşmasının yapılmasının planlandığından Hindistan’dan Antinükleer Aktivist Kumar Sundaram ile gerçekleştirdiğimiz röportaj haberde bahsetmiştik .Bugün o anlaşmanın imzalarının atılabileceği ziyaretin ilk günü, Başbakan Abe Hindistan’da.

 

kumar Protest-in-Sakhri-Nate-7 - KopyaHindistan’a şimdiye kadarki en pahalı alt yapı yatırımlarından biri olan yüksek hızlı  tren hattı kurulması ve nükleer işbirliği anlaşmalarının imzalanması bekleniyor . Hindistan’da insanların daha çok ilgilendiği mesele ise kuşkusuz nükleer santral yapılması . Önümüzdeki bir kaç gün nükleer santralin kurulmasının planlandığı  Jaitapur, Mithi Virdi ve Kovvada bölgelerinde yaşayan köylüler, çiftçiler, balıkçılar için yaşam alanlarını korumak adına demokratik haklarını kullanarak yapabilecekleri eylem, gösteri için son şans zira,  imzaların atılmasından önceki son dönemece de girildi.  Öte yandan anti nükleer aktivistler de direnişlerinde dünya ile dayanışmanın yollarını arıyor , uluslararası arenada  Hindistan ile Japonya arasında imzalanacak bu nükleer işbirliği anlaşmasına karşı dünyanın diğer aktivistlerine çağrı yapıyor . Onların bu çağrısı 2013 yılının Mayıs ayında Japonya ile hükümetler arası anlaşma yaparak bir nükleer santralin de Akkuyu’dan sonra kurulması planlanan Sinop halkında karşılık  buldu.

 

Sinop Nükleer karşıtı Platform, Hindistan-Japonya Nükleer Anlaşmasına karşı
Sinop Nükleer karşıtı Platform, Hindistan-Japonya Nükleer Anlaşmasına karşı

Sinop Antinükleer Platform(SNKP) üyeleri, nükleer karşıtı  aktivistler  9 Aralık 2015 çarşamba günü bir araya gelerek Japonya’nın Hindistan’la yapmayı planladığı nükleer işbirliği anlaşmasını kınayan bir basın açıklaması yaptı, barış çağrısında bulundu. Basın açıklamasının detaylarına buradan ulaşabilirsiniz .

 

bLondra’da ise Güney asya Dayanışma Grubu (SASG) ve Nükleere karşı Japonya (JAN) birlikte Hindistan Başbakanı Narendra Modi ile Japonya Başbakanı Shinzo Abe tarafından imzalanması planlanan Nükleer İşbirliği anlaşmasına karşı 11 Aralık günü  Japonya Elçiliği önünde güçlü bir protesto gerçekleştirdi.  Gruplar nükleer işbirliği anlaşmasından vazgeçilerek Güney Asya’da  nükleersiz bölge kurulmasını  talep etti . Protestonun tiyatral versiyonu da vardı , maskeleriyle Abe, Modi ve Hollande arasında  anlaşma ilişkisinin kuruluşunu canlandırdılar.  
Londra'da Hindistan -Japon Nükleer anlaşmasına karşı protesto
Londra’da Hindistan -Japon Nükleer anlaşmasına karşı protesto
Bu gösterilerde Hindistan-Japonya nükleer işbirliği anlaşması Fukuşima faciasını anımsatan konuşmalarla  kınandı . Nükleer santralin en tehlikeli endüstri türü olduğunu bilerek bir kaza olmasa dahi yıllar sonra ekolojik yaşamda ve insan hayatında geri dönüşü olmayan uzun dönemde çözüm dahi bulunamayacak olan  izler bıraktığı vurgulandı, radyoaktif atıklardan, uranyum ham maddesinin yol açacağı risklerden bahsedildi. Bu protestodan sonra nükler anlaşmasından vazgeçilmesini talep eden bir dilekçe Başbakan Shinzo Abe’ye verilmek üzere  Londra’daki Japon Büyükelçiliğine teslim edildi.
Japonya'da Hindistan-Japonya nükleer işbirliğine karşı protestolar
Japonya’da Hindistan-Japonya nükleer işbirliğine karşı protestolar
Japonya’da da Başbakan Shinzo Abe’nin yeni bir nükleer santral işbirliği anlaşmasını Hindistan’la yapacak olması büyük tepki gördü . Fukuşima’daki problemler devam ederken başka ülkelere nükleer santral teknolojisinin ihraç ediliyor oluşu kınandı. Protestolar bugün de Tokyo ve Osaka’da sürdü.  İstanbul Nükleer Karşıtı Platform da 16 Aralık Çarşamba günü Hindistan-Japonya arasındaki bu nükleer işbirliği anlaşmasını kınadığını bir basın açıklaması ile duyuracak .
 
Haber :Pınar Demircan
(Yeşil Gazete, Nukleersiz, Asiaprogressive)
 

Donald Trump ile IŞİD’in ortaklaştığı nokta – Kareem Abdul-Cabbar

Kareem Abdul-Jabbar‘ın Time’da yer alan yazısının, Ali Çolak (@alicolak) çevirisiyle Sokrates Dergisi’nde yayınlanan Türkçesini paylaşıyoruz

Bu yazı socratesdergi.com/ dan alınmıştır

***

Kareem Abdul-Jabbar, Donald Trump’ın Müslümanları hedef alan açıklamalarına Time’da yayımlanan yazısıyla yanıt verdi.

“Amerikan ideallerine karşı yapılan terörist kampanya, amacına ulaşıyor. Korku giderek çoğalıyor. Silah satışları yükselişte. Nefret suçlarının sayısı artıyor. Sakallı hipster’lar müslüman sanılıyor. Ve oy verenlerin yüzde 83’ü yakın zamanda büyük çaplı bir terör saldırısı olacağını düşünüyor. Bu korku yüzünden bazı Amerikalılar, belli belirsiz güvenlik vaatleri adına Amerika’yla özdeşleşen kutsal değerlerden ödün vermeye hazır. “İstersen Anayasa’yı yak; yeter ki alışveriş merkezlerinde bana bir zarar gelmesin.” Terörizmin etkisi bu noktaya ulaştı.

Konumuz IŞİD değil. Donald Trump’dan bahsediyorum.

ORLANDO, FL - NOVEMBER 13: Republican presidential candidate Donald Trump speaks during the Sunshine Summit conference being held at the Rosen Shingle Creek on November 13, 2015 in Orlando, Florida. The summit brought Republican presidential candidates in front of the Republican voters. (Photo by Joe Raedle/Getty Images)

Bu bir mübalağa ya da metafor değil. Terörizmin sözlük tanımı: “Politik bir amaç uğruna şiddet olaylarını kullanarak insanları korkutmak; korkunun baskı aracı olarak sistematik kullanımı.”

IŞİD’in en büyük zaferi Trump

Şiddet bir kaygı yaratıyorsa –ki yaratıyor, tehlike de burada– Trump’ın kampanyası bu tanıma uyuyor. Bu nedenle de IŞİD’in en büyük zaferi Trump: Gerçekçi ve net çözümler sunmak yerine halkın korkusu üzerinden beslenen ve IŞİD’in işini onlar için yapan bir aday. Diğer Cumhuriyetçi adaylardan Jeb Bush bile Trump’ın amacının ‘insanların öfkesini ve korkusunu manipüle etmek’ olduğunun farkında.

FBI ise terörizmi şöyle tanımlar: “Politik ya da sosyal amaçlar uğruna kişilere ve mülklere karşı kanun dışı güç veya şiddet kullanarak halka ya da hükümete baskı uygulamak.” Başkan adayları kanun gereği doğruyu söylemek zorunda değiller. Trump’ın yaptığı gibi beyaz ırkın üstünlüğünü savunan kurgusal organizasyonlar tarafından yayılan ve öldürülen beyazların yüzde 81’inin siyahlar tarafından öldürüldüğünü iddia eden sözde istatistiklerini retweet edebilirler. İşin doğrusunun, öldürülen beyazların yüzde 84’ü yine beyazlar tarafından öldürülüyor olmasına rağmen. Trump’ın yaptığı gibi hiçbir kanıt olmadan New Jersey’de müslümanların 11 Eylül sonrası kutlama yaptığını iddia edebilirler. Yine Trump’ın yaptığı gibi sadece 2000 mülteci ABD’ye giriş yapmış olsa da Suriyeli mültecilerin ülkeye akın ettiğini söyleyebililer. Ve Trump gibi sayısız defa yalan söyledikleri ortaya çıktığında aksi bir çocuk edasıyla karşı çıkabilirler.

Trump masum insanları öldürmese de şiddet eylemlerinden faydalanarak destek kazanmaya çalışıyor. Daha önce de yazdığım gibi, Trump’ın davranışlarını nefret suçu olarak yorumlamak mümkün. 11 Eylül’den bu yana terörist saldırılar nedeniyle bir yılda ölen Amerikalıların sayısı yaklaşık 30 iken –The Atlantic’in de belirttiği gibi “yaklaşık olarak kırılan mobilyaların neden olduğu sayı kadar”– Trump kıyamet çığırtkanlığı yapmaya devam ediyor. Trump’ın sorumsuz, kışkırtıcı ve kasıtlı dezenformasyon propagandası insanları şiddete yönlendirebilecek bir korku atmosferi yarattı. O, eski Western filmlerinde bardaki herkese içki ısmarlayıp bir yandan da onları kışkırtan karakterler gibi davranıyor.

Binlercesi Avrupa’dan ve 250’si Amerika’dan olmak üzere yaklaşık 30 bin yabancı militan bugüne kadar IŞİD’e katıldı. Gelişmiş ülkelerde yaşayan çoğu kişi bu insanların neden böyle bir şiddet kültürünün parçası olmayı seçtiğini anlamakta zorluk çekiyor. Bu militanların sosyal medyadaki propaganda videoları ile beyinleri yıkanıyor. 23 yaşında ve dinine bağlı Hristiyan bir kadın Skype ile görüştüğü kişeler tarafından IŞİD’e katılmaya ikna edilebiliyor. IŞİD, bu insanlara islamın kurallarını saatlerce anlatıyor. Belki de bunun nedeni, algılananları analiz etmek ekstra iş anlamına geldiği için beynin bilgiyi doğru kabul etmeyi tercih etmesi.

Aynı süreç Trump’ın destekçileri için de geçerli. Gerçekleri ve doğruları dikkate almıyorlar, çünkü beceriksizliğe ve politik açgözlülüğe (anlaşılabilir) öfkeleri ve çaresizlikleri onları eleştirel düşünemeyecek kadar yordu. Tepkilerini dile getirmek için de siyasi tecrübeden eksik, detaylı düşünülmüş politikaları olmayan ve üzerine yemin etmek zorunda olduğu Anayasa’ya aykırı saçma fikirleri olan biri etrafında toplandılar. Trump’ı seçmek bir doğum günü partisinde palyaçodan elektrikli testere ile şov yapmasını istemek gibi olur.

Trump destekçilerinin politik düşüncelerini anlamak onların bu tehlikeli davranışlarını affettirmez. Seçmenlerine yalan söyleyen, tehditleri abartan ve Anayasa’ya aykırı çözümler sunan bir lideri sorgulamadan takip edenler için hiçbir bahane üretilemez. Trump’ın sunduğu ve Amerikan değerlerine ters düşen çözümler utanç verici olsa da bunu kabul etmeyen seçmenlerinin yaptığı daha büyük bir utanç kaynağı. Böyle bir davranış onlar için onursuzca olduğu kadar ülke için de zararlı. Trump belki de bu yüzden beyaz ırkın üstünlüğünü savunan ırkçı grupların desteğinden memnun. Bu gruplardan biri internet sitesinde Trump için “kurtarıcı” diyor ve ondan “Amerika’yı tekrar beyaz yapmasını” istiyor. Endişelenmeyin, o da elinden geleni yapıyor.

Son hedefi Müslümanlar

Trump’ın son hedefi Müslümanlar. Okuldaki gözlüklü, ufak tefek çocuklarla alay eden kabadayı Trump. Obama “Müslüman Ameriklılar bizim arkadışımız, komşularımız, iş arkadaşlarımız ve spor kahramanlarımız” dediğinde Trump bir tweet’le karşı çıktı: “Obama hangi spordan ve sporcudan bahsediyor?” Medya ise Trump’a bir liste çıkarmak için zaman kaybetmedi. Bu listede Trump’ın Shaquille O’Neal, Mike Tyson, Muhammad Ali ve benim gibi Amarikalı Müslüman sporcularla çektirdiği fotoğralar da mevcuttu. Bu açıklamayı daha da fırsatçı kılan ise eğer spor efsaneleri yoksa Müslümanların değersiz oldukları iması. Bu acımasız ve aptalca düşünceler başkanların sahip olabileceği şeyler değil.

Trump’ın Amerikalı Müslümanları fişlemeyi desteklemesi ve yurt dışında bulunan ABD vatandaşı Müslümanlar da dahil olmak üzere Müslümanların ülkeye girişini engellemeyi önermesi onu James Bond filmlerindeki kötü karakterlerin seviyesine getirdi. O karakterler gibi Trump da başarısızlığa mahkum. Eski Başkan Yardımcısı Dick Cheney bile Trump’ın açıklamalarının “inandığımız ve desteklediğimiz her şeyle ters” olduğunu söyledi.

Bu anayasaya aykırı fikirlerin herhangi bir şekilde yardımı dokunacağına dair bir kanıt yok. ABD İç Güvenlik Bakanı Jeh Johnson, Trump’ın teklifinin “sorumsuz, muhtemelen suç teşkil eden, anayasaya ve uluslararası hukuka aykırı, Amerika’nın değerlerine uymayan ve iç güvenliği sağlama yönündeki çabalarımızı olumsuz etkileyebilecek” olduğunu belirtti.

En sevdiğim şiirlerden biri W.B Yeats’in “İkinci Geliş” eseridir. Yeats, şiirde mistik ve ürpertici şekilde bir yeniden doğuşu tarif eder, ama İsa değildir bahsettiği, daha karanlık ve sinsi bir şeydir:

Ve sonunda vakti gelen hangi kötü yaratık, yorgun argın ilerliyor Beytüllahim’e doğmak için?

Yaratık kelimesinin açıklamasını (boş bakan ve güneş kadar acımasız) okuduğumda Trump ve onun dezenformasyonu ve kısmen doğru bilgileri kullanarak istediği yere ulaşma stratejisi aklıma geliyor.

Gerçekten de hangi kötü yaratık Washington’a doğru ilerliyor doğmak için?

 

Çeviri: Ali Çolak (@alicolak)

Bu yazı socratesdergi.com/ dan alınmıştır

39

 

Kareem Abdul-Jabbar

Paris izlenimleri-4: Yeni anlaşma yetersiz hedeflerle 10-15 yılımızı bağlayacak mı?

Paris izlenimleri-1: Olağanüstü hal altında iklim zirvesi

Paris izlenimleri-2: Dünyayı yakma kararının sayısal özeti

Paris izlenimleri-3: Birinci hafta ilerleme olmadan kapandı ve Türkiye artık daha aktif

Paris görüşmelerinin resmen son günündeyiz, ama müzakereler her zamanki gibi Cumartesi’ye uzadı. Yine de sonuç belli gibi. Büyük bir sürpriz ve aksilik olmazsa bu maratonu Paris Anlaşması isimli yeni bir uluslararası iklim anlaşmasıyla kapatacağız. Böyle bir anlaşmanın çıkacağı da, iklim değişikliğini durdurmaya yetmeyeceği de önceden belliydi.

zac1

Ancak bazı yeni durumlar da yok değil. Örneğin (birbirine benzer ülkelerin gruplaşmalarına alışıktık ama) önceki gün ortaya çıkan ve ABD, AB ve az gelişmiş ülkelerden oluşan 100 ülkenin birlikte davranacaklarını ve güçlü bir anlaşma istediklerini açıkladıkları “High Ambition Coalition” yeni bir durum. Anlaşmada 1,5 derece hedefinin net bir şekilde olmasa da telaffuz edilecek olması da öyle. Kayıp ve Zarar Mekanizması gibi az gelişmiş ülkeler için önemli olan konular da yine anlaşmaya giriyor (ama ne kadar tanımlanmış bir şekilde gireceği henüz belli değil).

Ancak, anlaşmanın zayıflık belirtisi olan INDC’lerle ilgili herhangi bir olumlu iyileştirme umudu yok gibi. Ülkelerin kendi belirledikleri azaltım hedeflerinden oluşan INDC’lerin toplamının küresel ısınmanın neredeyse 3 dereceye çıkmasını garanti ettiğini biliyorduk. Üstelik bu hedefler 5 yıl sonrasını ilgilendiriyor ve çoğu ülke 10 yıllık oldukça uzun bir süre için politikalarını belirtiyor.

Paris’ten çıkacak kararın bence en önemli başarısı, bu hedeflerin 2020 olmadan yenilenmesini ve daha sıkı hale getirilmesini ülkelere “buyurması” olabilirdi. Oysa karar metninde INDC’lerin yetersizliği ve değil 1,5 derece, 2 derece hedefi için bile daha fazla emisyon azaltımının gerekli olduğu dile getirildiği halde, ülkeleri ancak 2020’den sonra hedeflerini gözden geçirmeye “davet eden”, bu işi 2025’e hatta 2030’a erteleyen ve üstelik bağlayıcı sayılmayacak cümleler var.

3

IPCC’nin 2018’e kadar 1,5 dereceye yönelik çalışma yapmasından ve 2019’da hedeflerin gözden geçirileceği yeni bir toplantıdan da bahsediliyor, ama bunların daha sıkı hedeflere yol açacağının garantisi yok. Dünya ekonomisinin karbonsuzlaşmasının (decarbonization) metne girememesi ve ne dediği belli olmayan, üstelik bir de ortada olmayan CCS teknolojilerini ima eden “karbon nötralitesi” gibi bir kavramın, net tarih de vermeden (yüzyılın ikinci yarısı gibi muğlak bir uzun vade için) metne sokulması can sıkıcı.

Sonuç olarak bu maddelerin dikkatle yorumlanması gerekir. Ancak bu anlaşma eğer önümüzdeki 10 yıl boyunca mevcut INDC’lerle yetinecek bir uluslararası iklim mücadelesi anlamına geliyorsa, anlaşmada küresel ısınmanın 1,5 derecede sınırlamasının amaçlandığının ima edilmesi ancak bir şaka olabilir. Zira 1,5 derece, hatta 2 derece hedefi için değil 2025 veya 2030’u, 2020’yi bile beklemeden hemen radikal azaltım yapmaya başlanması gerektiği bilim insanları tarafından sürekli anlatılıyor. Hatta geçen Salı günü burada Küresel Karbon Bütçesi konusunda yapılan bilimsel bir toplantıda mevcut azaltım eğilimiyle 1,5 derecenin imkansız olduğu, 2 derecenin ise ancak %33 olasılıkla mümkün olabileceği net olarak ortaya kondu. (UNEP ve UNFCCC de çok farklı hesaplar yayınlamıyor, ama onlar “iyimser” bir dille başarısızlığı başarı olarak göstermeye çalışıyorlar.)

Sonuçta buradan çıkacak kararda ve yeni anlaşmada finansman, adaptasyon vb. konularda ne denirse densin, bence en önemli konu INDC’lerin olduğu gibi kabul edilip edilmeyeceğiydi. Maalesef kabul edilmiş, doğru dürüst bir sorgulamaya tabi tutulmamış (daha doğru bir ifadeyle tutulması engellenmiş) görünüyor.

Alternatifi asıl haline getirmek

Le Bourget’de resmi “gösteri” sürerken, Paris’in çeşitli yerlerinde de alternatif etkinlikler devam ediyor. Geçen Cumartesi günü Montreuil’de yapılan alternatif buluşmada Naomi Klein ve Bill McKibben’ın savcı olarak görev aldığı ve Marshall adalarından Alaska’ya, Laponlardan Afrikalılara bir dizi iklim değişikliği kurbanının ve bilim insanının tanık olarak dinlendiği Exxon Mobil yargılaması (halk mahkemesi) son derece ilginçti. Pazartesi günü başlayan Zone d’Action pour le Climat (ZAC), yani İklim Eylem Zonu başlıklı alternatif etkinlikler de küresel iklim hareketini bir araya getiriyor. Bu toplantılarda hem iklim değişikliğinden en çok etkilenen kesimlerin sesi duyuluyor, hem de meselenin politik bağlantıları (sistemle, küresel ticaretle, şirketlerle ilgili meseleler) ortaya seriliyor.

1.5-to-stay-alive

İklim hareketinin gündeminin Le Bourget’de ele alınmayan asıl meseleleri ortaya koyduğunu söyleyebiliriz: Başta fosil yakıt endüstrisi (petrolcüler ve kömürcüler) olmak üzere şirketlerin işe yarar bir anlaşmayı nasıl bloke ettiği; şirketlerin hizmetindeki küresel ticaret anlaşmalarının iklim değişikliğiyle mücadeleyi nasıl imkansız hale getirdiği; iklim değişikliğinin teknik bir mesele değil bir sistem sorunu olduğu; 2 derece hedefinin nasıl afaki, anlamsız ve bilimsel olmaktan uzak politik bir hedef olduğu (ve üstelik ona bile uymaya kimsenin niyetinin olmadığı); iklim değişikliği nedeniyle okkanın altına önce yoksulların, uyum kapasitesi olmayan ülkelerin ve toplumsal kesimlerin, en başta da kadınların gittiği; ayrıcalıklı kesimlerin temsilcisi olan bir politik elitin temsil ettiği devletlerin tam da bu nedenle iklim değişikliğine çözüm bulmakla ilgilenmediği; iklim değişikliğinin önce gıda üretimini, çiftçileri ve köylüleri vurduğu, çözümün de küçük çiftçilerin güçlenmesinde ve bağımsızlaşmasında olduğu, ama bu apaçık gerçeğin sanayileşen tarım sistemi tarafından örtüldüğü; demokrasinin ve şeffaflığın günden güne eriyip gittiği; bilimin ne kadar siyasileştiği ve kimi “bilim insanlarının” ne kadar kolay satın alındığı vb. vb.

Ama bunlar karbonsuzlaşma bile diyemeyen bir anlaşma metninde, tabii, ima bile edilmiyor.

Cumartesi günü Paris’te asıl meselelerden bahseden asıl aktörler, olağanüstü hal yasalarına rağmen sokaklarda olacak. Paris’in simgelerinden Zafer Takı’nın altında binlerce insan buluşacak. Sokağın sesine kulak vermek ve gücünü hissetmek umudumuzu korumamızı sağlayabilir.

Paris izlenimleri-1: Olağanüstü hal altında iklim zirvesi

Paris izlenimleri-2: Dünyayı yakma kararının sayısal özeti

Paris izlenimleri-3: Birinci hafta ilerleme olmadan kapandı ve Türkiye artık daha aktif

 

Ümit Şahin – Yeşil Gazete

“Dostum Pasifik”in ikinci baskısı yayımlandı

Buğday Derneği Eş Genel Müdürü Gizem Altın Nance‘in ikinci kitabı, “Dostum Pasifik“in ikinci baskısı Esen Kitap tarafından yayımlandı.

DOSTUM KITAP 1sonhalcon

Gizem Altın Nance, “Dostum Pasifik”i şu sözlerle tanımlıyor:

DOSTUM KITAP 1sonhalcon

 

“İyi bir işim, Los Angeles’ın kalbinde bir evim güzel kıyafetlerim vardı.
Bir gün işimden istifa ettim, her şeyi sattım ve bisikletle dünyayı ezmek üzere yola çıktım.
Bu kararı alırken de, hazırlıkları yaparken de “acaba” demedim, endişelenmedim. Tuzum kuru olduğundan değil, Dostum Pasifik’in kulağıma fısıldadıklarını can kulağıyla dinlediğimden.
Bir ağaç, çıplak ayakla dolaştığınız toprak, her birimize hangi yolu izlemeniz gerektiğini hep fısıldıyor.
Dostum Pasifik, bu fısıltıya kulak vermenin kitabı.

Gizem Altın Nance,
Büyükada”

 

Gizem’in ilk kitabı, “Bir Bilet Al“, Avrupa’ya doğru yaptığı interrail seyahatini aktarıyordu; “Dostum Pasifik”te ise bu sefer durağı Amerika.

 

(Yeşil Gazete)

Paris İklim Zirvesi’nde anlaşma metni kararı Cumartesi gününe uzatıldı

Paris’teki BM İklim Zirvesi’nde görüşmelerin son turu başladı. Kapsamlı bir anlaşmaya varılabilmesi için görüşmeler cumartesine kadar uzatıldı.

Fransa’nın başkenti Paris’te 30 Kasım’da başlayan Birleşmiş Milletler İklim Değişikliği Çerçeve Sözleşmesi (UNFCCC) Taraflar Konferansı (COP 21), dünya genelinde iklim değişikliği konusunda yeni bir dönemin kapısını aralamaya çalışıyor. Zirvede, 2020’de sona erecek Kyoto Sözleşmesi sonrasında geçerli olacak dünyadaki yeni iklim, enerji ve tarım politikalarının çerçevesi çiziliyor.

31

Konferans başkanlığını yürüten Fransa’dan yapılan açıklamada, yeni iklim anlaşması taslağının cumartesi günü tamamlanacağı bildirildi.

Fransa’nın Dışişleri Bakanı Laurent Fabius, çarşamba günü hazırlanan ve eleştiri toplayan anlaşma taslağın yerine hazırlanan yeni bir metni dün akşam heyetlere sundu. Metnin gün boyunca görüşüldükten sonra yarın nihai taslağın netleşmesi bekleniyor. Belgenin oylanması da yarın yapılacak.

Oxfam’dan Helen Szoke, metni değerlendirirken “kazançlar ve kayıplar”dan söz etti. Szoke, fosil enerji kaynaklarının terk edilmesini öngören somut bir ifade yerine “emisyon tarafsızlığı” gibi soyut bir kavramın tercih edilmesini onaylamadığını söyledi.

Germanwatch’dan Christoph Bals, yeni metinde önemli ilerlemeler kaydedildiğini söyledi. Bals, ulusal iklim hedeflerinin 5 yılda bir kontrolünü öngören revizyon mekanizmasına ilişkin düzenlemeyi ise eleştirdi. Uzman, “revizyon sürecine 2023’te başlanacak olmasının büyük sorun teşkil ettiğini” söyledi. İlk revizyon tarihi olarak 2021 üzerinde durulmasına rağmen taslak metnine opsiyon olarak 2023 ve 2024’ün eklenmesi eleştiri topluyor.

 

(Deutsche Welle Türkçe)

Hollanda çocuk gelinler ile akraba evliliğini yasakladı

Hollanda, özellikle Suriye’den çok sayıda çocuk gelin getirilmesi üzerine yasa değişikliği yaparak 18 yaş altı çocuklarla evliliği suç sayma kararı aldı. Başka ülkelerde yapılmış olan 18 yaş altı evlilikler de artık Hollanda’da tanınmayacak. Hollanda yasaları gereği, daha önce başka bir ülkede tanınmış olan çocuk yaştaki evliliklere müdahale edilemiyordu.

BBC Türkçe’den Yusuf Özkan’ın haberine göre bu yılın başından itibaren Suriye’den 13-17 yaş arasında 34 çocuk gelinin mülteci olarak Hollanda’ya gelmesi, yasa boşluğu tartışmalarına yol açtı. Kız çocuklarının hepsinin, aileleri tarafından kendilerinden yaşça büyük kişilerle zorla evlendirildikleri belirlendi. Bunlar arasında, 38 yaşında bir erkekle evli olan 15 yaşındaki bir kız çocuğu da bulunuyor. Bu 34 kişiye ek olarak, 22 çocuk yaştaki gelinin de Ter Appel kentindeki mülteci kampına gelmek için başvuru yaptığı belirtildi.

30

İktidar ortağı İşçi Partisi (PvdA), bu durumun “çocuk istismarına göz yumma anlamına geldiğini” savundu. Parlamentodaki diğer partilerin de desteğiyle, çocuk gelinlerle ilgili yasa öncelikli olarak ele alındı. Senato’nun “acil” olarak onayladığı yeni yasa bu hafta başında yürürlüğe girdi. Yeni yasa uyarınca çocuk gelinler bu durumdan kurtarılarak, özel bakım merkezlerine barındırılacak. Yasaya göre, 18 yaşından küçük çocuklarla cinsel ilişki, kendi rızası olsa da suç sayılacak. Daha önce hamilelik gibi zorunlu hallerde ailesinin onayı ile 18 yaş altı çocukların evliliğine izin veriliyordu. Artık reşit olmayan çocukların evlenmesine hiçbir koşulda izin verilmeyecek.

Akraba evlilikleri de yasaklandı

Yasa değişikliği ile, Hollanda’daki Türkiye kökenli göçmenler arasında da görülen akraba evlilikleri de yasaklandı. Amca, hala, dayı ve teyze çocuğu gibi yakın akrabalar arasındaki evlilikler geçersiz sayılacak. Akraba evliliği yapanlar, yasalar önünde suç işlemiş olacak.

 

(BBC Türkçe)

“Şeffaflık Ödülleri” sahiplerini buldu

Şeffaflık Ödüllerine bu yıl yaptığı yolsuzluk haberleri dolayısıyla BirGün gazetesi muhabiri Hüseyin Şimşek, Medya kurumsal alanda şeffaflık ödülü Cumhuriyet gazetesine verilirken medya özel teşvik ödülü Mehmet Atakan Foça’ya verildi.

Uluslararası Şeffaflık Derneği tarafından bu yıl ilki verilen “Şeffaflık Ödülleri” 9 Aralık 2015 Çarşamba günü düzenlenen bir törenle sahiplerini buldu. Gecede, yolsuzlukla mücadeleye katkı sağlayan veya şeffaflık, dürüstlük, hesap verebilirlik alanlarında örnek davranış ve uygulamalarda bulunan kişi, kurum ve medya temsilcileri ödüllendirildi.

FOTOGRAF: CAN EROK

Uluslararası Şeffaflık Derneği Yönetim Kurulu Başkanı E. Oya Özarslan, ödül gecesinde, “Şeffaflık ve dürüstlüğün pek önemsenmediği ülkemizde, bu alandaki çabaları öne çıkan isimleri ödüllendirmeyi düşündük, yolsuzlukla mücadele cesaret gerektirir, cesaretin ödüllenmesine aracı olmak ve mücadele eden insanlara umut aşılamak istedik. Dileriz bu çabalar, ülkemizin hukukun üstünlüğü ve açık toplum olma gibi ilkelerden uzaklaşmadan ilerlemesine yardımcı olur. Dernek olarak Şeffaflık Ödüllerini gelenekselleştirerek, her yıl başarılı proje ve isimleri teşvik etmeye devam edeceğiz” dedi.

Yaptığı yolsuzluk haberleri ödüle layık görülen BirGün muhabiri Hüseyin Şimşek, ödülünü alırken yaptığı konuşmada BirGün ailesine kendisine yolsuzluk haberlerini ortaya çıkarmak için verdikleri fırsat için teşekkür etti. Şimşek ödülünü tüm tutuklu ve hükümlü çocuklara armağan ederken çocuk cezaevleri kapatılsın dedi.

Medya özel teşvik ödülünün sahibi olan Mehmet Atakan Foça ise sosyal medya hesabından ödülünü, “Bilgi kirliliğine karşı yaptığım çalışmalar nedeniyle Şeffaflık Derneği tarafından Medyada Şeffaflık Ödülü’ne layık görüldüm. Teşekkürler!” şeklinde paylaştı.

Cumhuriyet Gazetesi adına ödülü alan Doğan Satmış ise ödül konuşmasında, “Bu ödülü, haber yaptıkları için tutuklanan Can Dündar ve Erdem Gül’e adına alıyorum. “Cumhuriyet Gazetesine ödül vermek cesaret gerektiriyor, Uluslararası Şeffaflık Derneğine cesaretinden dolayı teşekkür ediyorum” şeklinde konuştu.

Şeffaflık Ödülleri’nin diğer sahipleri ise şu şekilde;

Yurttaş ödülü: Doğruluk Payı Sivil Girişimi

Yurttaş özel ödülü: Başbakanlık Teftiş Kurulu Kıdemli Müfettişi Bülent Tarhan

Kurumsal Şeffaflık ödülü: Garanti Bankası

Kurumsal Özel ödülü: Avon

 

(Bianet)

Batman 6. Yılmaz Güney Kürt Kısa Film Festivali programı açıklandı

Batman Belediyesi tarafından bu yıl 16-20 Aralık 2015 tarihleri arasında yapılacak olan 6. Yılmaz Güney Kürt Kısa Film Festivali programı Belediye Eşbaşkanvekili Hürriyet Kaytar ve Belediye Eşbaşkan Yardımcısı Semra Güneş, tarafından düzenlenen bir basın toplantısıyla kamuoyuna duyuruldu.

27

Onur Konuğu Elif Pütün

Jiyana Ekolojik’ten Roni Batte’nin haberine göre basın toplantısında bu yıl ki festival programını açıklayan ve 6. festivalin onur konuğunun festivale adını veren büyük üstat Yılmaz Güney’in kızı Elif Pütün olduğunu da belirten Belediye Eşbaşkan Yardımcısı Semra Güneş, bu yıl ki festivali önceki yıl olduğu gibi yine Ortadoğu Sinema Akademisi ile birlikte yapacaklarını söyledi. 6. Yılmaz Güney Kısa Film Festivalini sinemaseverlerle yeniden buluşturmaktan mutluluk duyduklarını belirten Eşbaşkan Yardımcısı Semra Güneş, Günümüzde kapitalist modernitenin yaşattığı yıkım,talan ve kaos haline rağmen toplumlar kendilerini var kılma adına direnişlerini yaşamın her alanında büyütme mücadelesi içerisinde olduğuna dikkat çekerek, “Yaşanan büyük acılar, travmalar, trajedilerin yanı sıra mutluluklar, sevinçler, dayanışmalar ve direnişlerde sanatın büyülü dili aracılığıyla insanlığın birer hikayesi olarak belleğimizde,yüreğimizde yer edinmektedirler.Sinemanın büyülü anlatısını bu coğrafyanın diliyle,kültürüyle buluşturma adına başlatmış olduğumuz Yılmaz Güney Kısa Film Festivali 6. kez gerçekleştirilecektir.Festival Batman Belediyesi tarafından Ortadoğu Sinema Akademisi ortaklığıyla 16-20 Aralık 2015 tarihleri arasında yapılacaktır” dedi.

Basın açıklamasıını Batman Belediyesi Eşbaşkanvekili Hürriyet Kaytar ve Belediye Eşbaşkan Yardımcısı Semra Güneş tarafından okundu
Basın açıklamasıını Batman Belediyesi Eşbaşkanvekili Hürriyet Kaytar ve Belediye Eşbaşkan Yardımcısı Semra Güneş tarafından okundu

Bu yıl festivale kısa film dalında 80 eser, senaryo dalında ise 12 eser başvurusu olduğunu belirten Eşbaşkan Yardımcısı Güneş, “Ön jüri 10 kısa film ve 5 senaryoyu festival ana jürisinin değerlendirmesine sunmuştur. Bu eserler hem izleyici ile buluşturulacak hem de ilk üçe giren eserlere ödülleri verilecektir. Kısa film dalında birinci esere 10 bin, lira, ikinci esere 7 bin 500 lira, üçüncü esere ise 5 bin lira ödül verilecektir. Senaryo dalında ise birinci eser 5 bin lira ile ödüllendirilecektir. Festivalimiz 15 Aralık Salı günü açılış galası ile start alacaktır. Galada Lawje Müzik grubunun dinletisi ve Yılmaz Güney’in Duvar isimli filmi gösterilecektir. 16-17-18-19-20 Aralık günlerinde başta Yılmaz Güney Sinema Salonu olmak üzere, halkevlerinde ve Beşiri İlçemizde film ve belgesel gösterimleri, söyleyişiler, paneller ve yarışma filmlerinin gösterimi olacaktır. Yine film gösterimlerinin ardından filmlerin yönetmenleri ve oyuncuları izleyici ile buluşturulacaktır” diye konuştu.

Ayrıntılı bilgi için festivalin facebook sayfasından bilgi edinmek mümkün.

(Jiyana Ekolojik)