Ana Sayfa Blog Sayfa 160

El Niño Güney Afrika’ya açlık getiriyor: Malavi’de de kuraklık ilan edildi

Güney Afrika, El Niño‘nun neden olduğu şiddetli kuraklıkla mücadele ediyor. Bölgede yaşayan milyonlarca insan kuraklıktan etkilendi ve tarım alanları ile su kaynaklarında ciddi azalmalara yol açtı. Zambiya’nın ardından Malavi de kuraklık ilan ettiğini duyurdu.

AP’nin aktardığına göre Zambiya’daki durum, ülkenin neredeyse yarısını oluşturan tarım alanlarının zarar görmesiyle ulusal bir felaket olarak ilan edildi.

Kuraklık bir milyondan fazla aileyi doğrudan etkilerken, ülkenin enerji sağlamada kritik öneme sahip hidroelektrik enerjisi üzerinde de büyük bir baskı oluşturuyor. Yetkililerin ilettiğine göre, insancıl eksikliklerin yanı sıra ülke ekonomisi için hayati öneme sahip madencilik sektörü, özellikle de bakır üretimi, bu durumdan olumsuz etkilenme riskiyle karşı karşıya.

Malavi ise, El Niño’nun neden olduğu kuraklıkla kendi tarihindeki en büyük insani krizlerden biriyle yüzleşiyor. Sel felaketlerinin ardından toparlanmaya çalışan bu küçük ülke, üst üste ikinci kez kurak hasat sezonunu yaşadı.

El Niño yüzünden ‘kasırga rotası’ aşırı ısınan Atlantik’te 2024 zor geçecek
El Niño ürünlere zarar verdi, kakao fiyatı rekor seviyeye ulaştı
El Niño etkisiyle sıcaklık rekorları 2024’ün yarısına kadar sürebilir

Yağmur beslemeli küçük ölçekli çiftçilik faaliyetlerinin olumsuz etkilenmesi, neredeyse 2,5 milyon çiftçinin ciddi hasat kayıpları yaşamasına neden oldu. Bu da, Malawi’deki yaklaşık 6,5 milyon insanın insani yardıma ihtiyaç duymasına yol açtı. Gıda güvensizliği, en savunmasız grupları -özellikle çocuklar ve hamile kadınları- ciddi şekilde etkiliyor.

Her iki ülkede de tarım alanlarındaki bu zarar, ulusal gıda güvenliğini tehdit eden ve enerji tedarikinde kesintilere neden olan ciddi düşüşlere yol açtı. Zambiya, kuraklık nedeniyle 1 milyon hektarlık tarım alanını kaybetti. Malawi’de ise, kuraklık nedeniyle ülkenin ana gıda maddesi olan beyaz mısır üretiminde yüzde 42’lik bir düşüş yaşandı ve bu durum, mısır fiyatlarının artmasına ve stratejik tahıl rezervlerinin tükenme noktasına gelmesine yol açtı.

El Niño
Fotoğraf: AP Photo / Kenneth Jali

El Niño’nun yol açtığı kuraklık Dünya gündeminde

Zambiya ve Malawi’deki durum, uluslararası toplumdan acil yardım çağrılarına neden oldu. Zambiya, enerji sektöründeki açığı kapatmak ve gıda güvenliğini sağlamak için uluslararası yardım ve işbirliği arayışında. Malawi’de ise, Birleşmiş Milletler Gıda ve Tarım Örgütü (FAO) ve Dünya Gıda Programı (WFP) gibi kuruluşlar, krizin üstesinden gelmek için kaynak arayışını hızlandırdı. Malawi hükümeti, krize müdahale etmek üzere bir Gıda Güvensizliği Müdahale Planı başlattı, ancak finansman açığı nedeniyle yardımlar yetersiz kalıyor.

Hem Zambiya hem de Malawi, kuraklığın etkileriyle mücadele etmek için ulusal ve uluslararası düzeyde önemli adımlar atıyor. Ancak, bölgedeki mevcut durum, daha koordineli bir uluslararası müdahalenin ve sürdürülebilir tarım uygulamalarının geliştirilmesinin önemini vurguluyor. Kuraklığın sık sık yaşandığı bir dönemde, bu tür krizlere karşı dirençli bir altyapının oluşturulması hayati önem taşıyor.

El Niño neden kuraklığa sebep oluyor?

El Niño, Pasifik Okyanusu’nun orta ve doğu kesimlerinde su sıcaklıklarının artmasıyla karakterize edilen bir iklim olayı olarak tanımlanıyor. Bu olay, dünya çapında hava durumu modellerinde önemli değişikliklere yol açabiliyor. Temel olarak, El Niño sırasında, normalde batıya doğru esen alize rüzgarları zayıflar veya yön değiştirir. Bu durum, sıcak su kütlelerinin doğuya, Güney Amerika kıyılarına doğru hareket etmesine ve bu bölgelerde sıcaklık artışlarına neden olur.

El Niño’nun kuraklığa yol açma mekanizması, bu sıcaklık artışlarının atmosferik dolaşımı nasıl etkilediğiyle ilgili. Normal şartlar altında, okyanusların sıcaklığı yağış modellerini belirler: sıcak sular buharlaşmayı ve dolayısıyla yağmur bulutlarının oluşumunu teşvik eder. Ancak El Niño sırasında, bu sıcaklık artışları okyanus ve atmosfer arasındaki normal etkileşimi bozar. Güney Amerika‘da artan deniz yüzeyi sıcaklıkları, bu bölgede yağmur miktarının artmasına neden olurken, diğer taraftan batı Pasifik ve Hint Okyanusu‘nda yağmurun azalmasına ve kuraklık koşullarının oluşmasına yol açar.

Bu sıcaklık değişiklikleri, dünya genelinde hava akımlarını etkileyerek, bazı bölgelerde yağışların azalmasına ve dolayısıyla kuraklık koşullarının ortaya çıkmasına neden olur. Özellikle, Afrika, Avustralya, Endonezya ve bazı Güney Amerika bölgeleri El Niño dönemlerinde kuraklık riski altında. Bu kuraklık dönemleri, tarım üzerinde yıkıcı etkilere, gıda güvensizliğine ve su kaynakları üzerinde baskılara yol açabiliyor.

Manisa’daki Marmara Gölü için ’tarım alanı olmasın’ çağrısı

Manisa sınırları içinde bulunan Marmara Gölü’nün yaşaması için göl çevresinde yaşayanlar ve sivil toplum kuruluşları bilirkişi incelemesi ve keşfinde bir araya geldi. Göle, Gördes Barajı’ndan ve besleme kanallarından su verilmesi ve göl tabanındaki tarım faaliyetlerinin sonlandırılması talebi mahkeme heyetine iletildi.

Manisa’nın Kuş Cenneti olarak da bilinen Marmara Gölü, Ramsar Sözleşmesi kapsamında hazırlanan Sulak Alanların Korunması Yönetmeliği’ne göre 2017 yılında Ulusal Öneme Haiz Sulak Alan olarak tescillenmişti.

Gölde geçtiğimiz yıllara kadar kış aylarında yaklaşık 65 bin su kuşu kaydediliyordu. Göl nesli tehlike altına girmeye yakın tepeli pelikanların önemli bir beslenme ve kışlama alanıydı, endemik balıklar için yuvaydı. Fakat su ve tarım politikalarındaki yanlış planlama ve uygulamalar Anadolu’daki bir gölü daha kurutmuş oldu.

Göle tekrar su verilmesi beklenirken, göl ve çevresindeki yaşamın geleceğine yönelik alınan hatalı kararların ardı arkası kesilmedi. Göl tabanında yasadışı yollarla tarım yapılmasını engellemek amacıyla bu bölge TİGEM’in kullanımına açıldı.

Marmara Gölü

Manisa Valiliği, Devlet Su İşleri Genel Müdürlüğü, Doğa Koruma ve Milli Parklar Genel Müdürlüğü ile Tarım İşletmeleri Genel Müdürlüğü (TİGEM) arasında 4 Kasım 2022’de Marmara Gölü Sulak Alanı Rehabilitasyon Üzerine İş Birliği Protokolü imzalandı.

Tarım ve Orman Bakanlığı’na bağlı Ulusal Sulak Alan Komisyonu 8 Aralık 2022 tarih ve 37-2022/2 sayılı, “Manisa ili Gölmarmara ilçesi sınırları içerisinde bulunan Marmara Gölü’nün eski haline gelmesi durumunda koruma bölgelerinin yeniden değerlendirilmesi kaydıyla, Revize Sulak Koruma Bölgeleri sınırlarının onaylanması ve uygulanması” kararı verdi.

Bu karar, gölde TİGEM tarafından tarım faaliyetlerinin gerçekleştirilmesini meşrulaştırdı.

Marmara Gölü

Yanlış su yönetimi ve kuraklıkla tamamen kuruyan Marmara Gölü’nde tarım
DSİ, Marmara Gölü tamamen kuruyana kadar bekledi: Kurtarma projesi ihaleye çıkıyor
Marmara Gölü’nden arda kalan: Kuruyan göl arazisi işgal edilmesin diye artık komandolar nöbet tutuyor

Göl tabanını tarım alanına dönüştürmek yasadışı

Bu karar hem ulusal hem de uluslararası mevzuata aykırı bir durum olduğu için hem Ulusal Sulak Alan Komisyonu’nun sulak alan sınır revizyonu kararına hem de işbirliği protokolüne karşı Ocak 2023’te, S.S. Gölmarmara ve Çevresi Su Ürünleri Kooperatifi, Doğa Derneği, WWF-Türkiye (Doğal Hayatı Koruma Vakfı), Salihli Çevre Derneği, Akhisar Çevre Derneği, Manisa Kültür ve Tabiat Varlıklarını Koruma ve Çevre Derneği ile göl çevresinde yaşayan kişilerle birlikte dava açıldı.

Mart 2023’de ilgili Mahkeme, işbirliği protokolünün tüm imzacılarını davaya dahil etti, dava konusu işlem ile ilgili kurumlardan savunmalarını göndermelerini istedi. Şubat 2023’de TİGEM’in Marmara Gölünde tarım yapması için Çevresel Etki Değerlendirmesi (ÇED) sürecinde ÇED gerekli değildir kararı verilmesine karşı Nisan 2023’de Doğa Derneği avukatları ve paydaşları ile birlikte yine dava açıldı.

Marmara Gölü

Bilirkişiler ve keşif heyeti pankartlarla karşılandı

Marmara Gölü kıyısında, göl için verilen revizyon kararı ve işbirliği protokolüne karşı açılan davanın 25 Mart 2024’te bilirkişi incelemesi ve keşif gerçekleşti. Göl çevresinde yaşayanlar, bölgedeki sivil toplum kuruluşları, ulusal sivil toplum kuruluşları da bir araya geldi. Gölün yaşam hakkı olan suyunu talep etti ve göldeki tarım faaliyetlerinin durdurulması gerektiğini dile getirdi.

Konu hakkında açıklama yapan Doğa Derneği Avukatı Özlem Altıparmak “Marmara Gölü, ulusal öneme haiz bir sulak alandır. Sulak alanlarda tarım yapılamaz, kurutularak arazi kazanılamaz. Bu faaliyetin idare eliyle yapılması, bu faaliyete hukuka uygunluk kazandırmaz” dedi.

Özlem Altıparmak, sözlerini şöyle sürdürdü:

“Hem uzman kuruluşlar, hem yerel sivil toplum örgütleri hem de yöre insanıyla birlikte davalarımızı açtık. Bugün yüzlerce kişi bu göl için bir aradayız. Bir an önce TİGEM’in alandan çekilmesi ve göle gereken suyun, Gördes Barajı ve besleme kanallarından aktarılmasını talep ediyoruz. Bilirkişi incelemesinde yer alan uzmanların, göldeki yaşamın geleceğine yönelik hakkaniyetli bir karar vereceklerine inanıyoruz.”

Marmara Gölü

“Marmara Gölü acilen restore edilmeli”

Doğa Derneği Yönetim Kurulu Başkanı Dicle Tuba Kılıç ise “Ege Bölgesi’ndeki en önemli sulak alanlardan biri olan Marmara Gölü, kuşlar açısından önemli bir konaklama, beslenme ve üreme alanı. Alanda tespit edilen kuş türleri arasında nesli tehlike altında olan, Bern Sözleşmesi kapsamında koruma listelerinde bulunan ve alanın Ramsar Alanı olması için gerekli kriterleri sağlayan türler var. Türkiye’de şu ana kadar gözlenen yaklaşık 500 kuş türünden 178’inin bu alanda ve yakın çevresinde yaşadığı tespit edildi” ifadelerini kullandı.

Gölün kurutulmasının hem buradaki biyolojik çeşitliliği yok ettiğini hem de yörenin ekonomisine darbe vurduğunu ifade eden Kılıç, “İklim değişikliğinden öncelikle etkilenecek bu bölgede, Marmara Gölü gibi sulak alanların yaşatılması bir zorunluluk iken bunun aksine gölün kurutulması yanlış bir uygulama. Acilen buradaki yanlıştan dönülmesi, iklim değişikliğini de göz önünde tutarak Marmara Gölü’nün restore edilmesi gerekiyor” dedi.

Aruba, doğa hakkını ve temiz çevre hakkını tanıyan 2. ülke olma yolunda

Karayip ülkelerinden biri olan Aruba‘nın anayasa değişikliği taslağı, ülkeyi doğanın var olma hakkını tanıyan dünyadaki ikinci ülke haline getirecek.

Aruba hükümeti, doğanın doğal haklara sahip olduğunu kabul eden ve aynı zamanda “temiz, sağlıklı ve sürdürülebilir bir çevre”nin bir insan hakkı olduğunu onaylayan iki çevre hakkını anayasasına dahil etmek için harekete geçiyor. Bu adımla birlikte ülkedeki hükümet, insanların doğal dünya ile karşılıklı bağımlılığını kabul eden büyüyen çevre hareketi ile uyumlu hale gelmiş olacak.

Inside Climate News‘ten Katie Surma‘nın aktardığına göre; Aruba’nın Doğa Bakanı Ursell Arends, Mart başlarında hem bu insan hakkını hem de doğanın, karada ve suda, “ekosistemlerinin ve biyolojik çeşitliliğinin korunması, muhafazası ve restorasyonu ve yaşam döngülerinin yenilenmesi” haklarını tanımak için önerilen bir anayasa değişikliği teklifini açıkladı.

Ursell Arends – Kaynak: Office of Ursell Arends

Tasarıya göre, hükümetin “iklim değişikliğinin olumsuz sonuçlarından korunmak için önleyici tedbirler alması” gerekecek.

Kamuoyu, yasa tasarısının incelenmek üzere Aruba Danışma Konseyi‘ne gönderileceği 4 Nisan tarihine kadar yazılı görüş bildirebilecek.

Hükümet daha sonra Aruba’nın 21 üyeli yasama meclisine teklifin son halini göndermeden önce önerilen değişikliği revize edebilecek.

Milletvekillerinin üçte ikisinin anayasa değişikliği yasasını onaylamak için oy kullanması gerekiyor.

Başarılı olması halinde yaklaşık 120 bin nüfuslu Aruba, Ekvator‘un ardından dünyada “doğa haklarını” anayasal olarak tanıyan ikinci ülke olacak.

Aralarında İspanya, Bolivya ve Uganda‘nın da bulunduğu yaklaşık 30 ülke doğanın, belirli ekosistemlerin ya da bireysel türlerin var olma ve yenilenme hakkı gibi doğal haklara sahip olduğunu yasal ya da yargısal olarak kabul etmiş durumda.

Değişiklik, Aruba’nın 1986 yılında Hollanda Antilleri‘nden ayrılmasından bu yana anayasasını ilk kez değiştirmesi anlamına geliyor.

Ancak Aruba, dışişleri ve savunma konularının Hollanda hükümeti tarafından denetlendiği, Hollanda’ya bağlı kurucu bir ülke olmaya devam ediyor.

Öte yandan Arends, yaza kadar nihai bir tasarı hazırlamayı umduğunu ve en az 14 milletvekilinin imzalayacağından emin olduğunu söyledi ve şunları dile getirdi:

“Aruba’daki herkes yaşanan çevresel yıkımın büyüklüğünün ve doğanın ekonomimiz ve adamız için öneminin farkında.”

Aruba’nın 4 milyar dolarlık ekonomisi büyük ölçüde turizmden besleniyor ve bu da adanın beyaz kumlu plajlarına, kıyı ekosistemlerine ve okyanuslarına bağlı.

Çevresel zorluklar arasında, özellikle adayı ziyaret eden yılda 2 milyon turistten kaynaklanan atık yönetimi, balıkçıların aşırı avlanması ve okyanuslardaki plastik kirliliği yer alıyor.

Pendik büyüklüğündeki bu küçük ada, ölçülebilir kıyı erozyonu, deniz seviyesinin yükselmesi ve deniz yaşamı için gerekli mineralleri azaltan okyanus asitlenmesi yoluyla iklim değişikliğinden giderek daha fazla etkileniyor.

Aruba’nın Doğa Bakanı Arends, “Aruba’da güvendiğimiz ekosistemler eskiden olduğu gibi işlev göremeyecek kadar bozulmuş durumda” diyor.

 

Filistinliler bombaların yanısıra bir de kirlilikle tehdit ediliyor

İsrail‘in 7 Ekim 2023’ten bu yana bombaladığı Gazze‘de saldırıların hedefi olan Filistinliler, sadece bombalarla değil yerleşimcilerin baskılarının yanı sıra neden oldukları sorunlarla da mücadele ediyor.

Filistin Merkezi İstatistik Bürosunun verilerine göre, yeterli arıtma tesisine sahip olmayan Batı Şeria‘daki yasa dışı İsrail yerleşim birimlerinde yılda yaklaşık 40 milyon metreküp atık su üretiliyor. Kurumun 2018’de yaptığı incelemelerde, söz konusu yerleşimlerin neden olduğu atıkların yaklaşık 35 milyon metreküpe denk gelen yüzde 90’lık kısmının, arıtılmadan Filistin topraklarına boşaltıldığı tespit edildi.

AA‘dan Yeşim Yüksel‘in aktardığına göre; İtalyan insani yardım kuruluşu Cesvi tarafından 2019’da yapılan çalışmalar, yerleşimcilerde kişi başına düşen katı atık miktarının Filistinlilere kıyasla daha fazla olduğunu gösteriyor. Buna göre, 2019’da Batı Şeria’da Filistinliler kişi başına günde ortalama 0,9 kilogram, İsrailli yerleşimciler ise 1,9 kilogram katı atık üretirken bu veriler ışığında yasa dışı yerleşim birimlerinden her gün yaklaşık 1200 ton katı atık ortaya çıktığı tahmin ediliyor.

Norveç Mülteci Konseyi (NRC) tarafından geçen hafta yayımlanan yeni bir raporda, Filistin’deki Arazi Araştırma Merkezinin (LRC) geçen yıl 1 Mayıs-31 Ekim tarihleri arasında yürüttüğü saha çalışmalarından yola çıkarak Batı Şeria’daki yerleşimlerden hukuka aykırı şekilde boşaltılan, arıtılmamış veya yetersiz arıtılmış suların çevre üzerindeki etkisi coğrafi bilgi sistemleri, kimyasal ve biyolojik analizler ile sosyo-ekonomik araştırmalar kapsamında incelendi.

Fotoğraf: Sherbel Dissi/NRC

Toprakta ağır metal tespit edildi

Araştırma çerçevesinde, Vadi Şakit‘teki tarım alanlarından ve içinde alüminyum ve plastik fabrikası ile geri dönüşüm tesisi alanlarının bulunduğu Immanuel’deki sanayi bölgesinden alınan su örneklerinde insan sağlığını tehdit eden, kanalizasyon ve hayvan dışkısında bulunan koliform bakterilere rastlanırken, ötrofikasyon ve yer altı suyu kirliliğine neden olabilecek, litrede 39 miligram nitrat seviyesi tespit edildi.

Toprak ve su numunelerinde bazı türleri ishal, böbrek yetmezliği ve hatta ölüme yol açan Escherichia coli bakterisinin belirlenmesi, kanalizasyon ve hayvan atıklarının suyla kontamine olduğunu ispatlıyor.

Ayrıca toprak örneklerinde bakır, manganez, krom ve nikel gibi ağır metal izleri ile toprak yapısını ve besin emilimini bozarak mahsulün büyümesini engelleyen, 94 ppm’e (milyonda bir birim) varan sodyum seviyelerine de denk gelindi.

Öte yandan, bir su numunesindeki organik kirletici miktarına ilişkin tahminler sağlayan ve Avrupa Birliği Kentsel Atıksu Arıtımı Direktifi tarafından kentsel atık su arıtma tesislerinden yapılan deşarjlar için belirlenen litrede 125 miligram kimyasal oksijen ihtiyacı (KOİ), Vadi Şakit’te litrede 312 miligram, Immanuel’deki sanayi bölgesinde ise litrede 557 miligram ölçüldü.

Benzer şekilde atık su analizinde, su kalitesinin izlenmesine yardımcı olan, çürüyen bitki ve endüstriyel atık içeren ve suda asılı kalan toplam partikül madde miktarını ifade eden toplam askıda katı madde (TSS), Vadi Şakit’te litrede 960 miligram, Immanuel’de ise litrede 8 bin 809 miligram tespit edilerek normal değer olarak belirlenen litrede 35 ila 60 miligram seviyesini anormal boyutta aştı.

Fotoğraf: Abed Khaled/AP Photo

Tarım alanları da tehdit altında

Vadi Şakit ve Immanuel’deki sanayi bölgesinden deşarj edilen atık sular, bitki örtüsüne zarar vererek tarım alanlarını da kullanılamaz hale getiriyor. Filistinliler nesiller boyunca badem, zeytin ve son zamanlarda da üzüm yetiştiriciliği yaptıkları Vadi Şakit’teki bir arıtma tesisinden 1990’larda başlayan periyodik kirli su salımının 2009’dan bu yana giderek sıklaştığını ve özellikle üzüm yapraklarının toplandığı ilkbahar ve üzümlerin hasat edildiği ağustos-eylül aylarında arttığını belirtiyor.

Filistinlilerin şikayetleri üzerine bölgede yapılan araştırmalarda söz konusu tesisten tahliye edilen siyah renkli ve kötü kokulu suyun yaklaşık 300 metre yayılarak 100 dönümlük alanda kirliliğe neden olduğu gözlemlendi.

Vadi Şakit’teki üzüm ekim alanı, 2010 yılında 2 bin 771 dönümken yüzde 26 oranında küçülerek 2 bin 41 dönüme geriledi. Atık suyun ulaştığı bölgedeki asmalarda da bodur büyüme, yanmış yapraklar ve düşük meyve kalitesine rastlandı.

Bölge sakinlerinin, Immanuel’deki sanayi bölgesinin istinat duvarındaki çıkış borusundan yılda 4-5 kez yağ, boya ve yüksek tuz içeren atık suyun doğrudan tarım arazilerine boşaltıldığı iddiaları LRC tarafından yapılan saha araştırmaları ile desteklenirken tahliye edilen suyun en az 2 bin 800 metre ilerlediği ve yaklaşık 120 dönümlük alanı kirlettiği belirlendi.

Fotoğraf: Mohammed Dahman/AP Photo

Bölgenin ekosistemi değişiyor

Kirliliğin etkisiyle mevcut bölgelerde ekosistemsel değişimler de yaşanıyor. Vadi Şakit ve Immanuel sanayi bölgesinde genellikle kirli alanlarda görülen Datura stramonium, Phragmites australis ve Ricinus communis gibi istilacı bitki türleri tespit edildi.

Uzmanlar hem halk hem de çevre sağlığını bu denli tehdit eden bir kirliliğin halihazırda iklim değişikliğinin yoğunlaşan etkileri nedeniyle kısıtlı imkanlara sahip olan Filistinliler üzerinde baskı oluşturduğu konusunda uyarıda bulunuyor.

Dünya Sağlık Örgütüne (WHO) göre, küresel emisyon senaryosuna bakıldığında 21’inci yüzyılın sonuna kadar Batı Şeria’daki ortalama hava sıcaklığının 4,4 derece artması ve günlerin ortalama yüzde 60’ının sıcak olarak tanımlanması bekleniyor.

Bölgedeki toplam yıllık yağış miktarının ortalama yüzde 30 azalması durumunda da daha sıcak ve kurak günlerin yaşanmasına muhtemel gözüyle bakılıyor.

Fethiye’de krom tesisine onay verilen bilirkişi raporu eksik çıktı

Muğla’nın Fethiye ilçesine bağlı Yeşilüzümlü mahallesinde Eti Elektrometalurji A.Ş. tarafından yapılması planlanan Krom Konsantre Tesisi projesine verilen “Çevresel Etki Değerlendirmesi (ÇED) gerekli değildir” kararına karşı başlatılan davada mahkeme heyeti maden mühendisliği bilirkişisinden ikinci defa rapor talep etti.

Gündem Fethiye‘nin haberine göre; mahkemenin 7 Mart 2024 tarihli kararında, maden mühendisliği disiplini açısından ek bilirkişi raporunun gereğinin yerine getirilmediği, maden mühendisi bilirkişisinin yeterli inceleme ve değerlendirmeyi yapmadığı belirtildi.

Kararın gerekçesine ilişkin ise mahkeme birinci bilirkişi raporuna referans verdi. Bu raporda maden mühendisliği ve çevre mühendisliği bilirkişileri ‘ÇED gerekli değildir’ kararının uygun olduğu yönünde görüş bildirmişti.

Jeoloji mühendisliği, ziraat mühendisliği ve orman mühendisliği bilirkişileri ise projenin çevreye olumsuz etkisinin olacağını, proje tanıtım dosyasının birçok eksiklik içerdiğini ve yetersiz hazırlandığını belirtmişti. Ayrıca, projenin orman yapısı ile yüzey ve yeraltı sularına olumsuz etkilerinden dolayı olumsuz olarak görüş bildirmişti.

Fotoğraf: Gündem Fethiye / 21 Ekim 2023

Yer altı sularını olumsuz etkileyebilir

İlk bilirkişi raporunun ardından, mahkeme bu defa yalnızca maden mühendisliği ve orman mühendisliği bilirkişilerinden ek rapor istemişti. Ek raporun ardından ise jeoloji mühendisliği tarafından maden sahasının jeolojik ve hidrolojik açıdan yapısına yönelik olarak yeterli bilgi bulunmadığı ve yeterli araştırmanın yapılmaması nedeniyle birçok konunun bilinmediği belirtildi.

Ayrıca maden mühendisliği disiplini açısından oluşturulabilecek çevresel etkilerin de yeterli düzeyde anlatılmadığı, dava konusu alan ve çevresinde bulunan kireç taşlarının geçirimli ve karstik özellikli olduğu, madencilik faaliyetlerinin yer altı sularını olumsuz etkileme potansiyeli bulunduğu söylendi.

Ziraat mühendisliğinin de maden mühendisliği disiplini açısından yetersiz bilgiye vurgu yapıldı. Bölgenin jeolojik ve hidrolojik yapısına dair yetersiz bilginin proje süresince hatalı yorumlara neden olacağı dile getirildi.

Bu durumun ise atık suyun yer altı suyuna karışmasına, dere yatağı vasıtası ile Fethiye ilçe merkezine ulaşarak bölgenin yer altı suyu havzasını kirleteceği ihtimalinin bulunduğu belirtildi.

Yeşilüzümlü krom madeni ÇED alanı – Kaynak: Gündem Fethiye

Somut veriler istendi

Bu nedenle, söz konusu madencilik faaliyetinin eksik sorulara yanıt verecek şekilde, somut nitelikli tespitlere ve somut verilere dayalı açıklama yapılarak mahkemeye sunulmasına karar verildi.

Somut verilere dayalı açıklama yapılması istenen başlıklar ise şu şeklide sıralandı:

  • Söz konusu madencilik faaliyeti sebebiyle atık suların yeraltı suyuna karışmasına yol açılıp açılmayacağı,
  • Atık suların alıcı ortama herhangi bir geçişi ve zararı olup olmayacağı,
  • Maden pasa depolama aşamasında alıcı ortama geçişi ve çevreye zararı olup olmayacağı,
  • Alıcı ortama ve yer altı sularının olumsuz etkilenmesine yol açılıp açılmayacağı,
  • Bu konuda mevcut ise Devlet Su İşleri (DSİ) Genel Müdürlüğü’nün görüşünün de dikkate alınmasının, proje tanıtım dosyası kapsamında proses atıklarının depolanması için yapılan planlamanın, alınacak önlemler ve uyulması taahhüt edilen beyanlara uyulmasının, geçerli tüm yönetmeliklere uygun hareket edilmesinin, bilirkişi raporunda Jeoloji/Hidroloji Mühendisliği ile Ziraat Mühendisliğince belirtilen zararların önlenmesinde yeterli olup olmayacağı.
Yeşilüzümlü krom madeni ruhsat alanı – Kaynak: Gündem Fethiye

Ne olmuştu?

Eti Elektrometalurji A.Ş tarafından yapılmak istenen proje için 4 Mart 2022 tarafından ÇED süreci başlatılmıştı. Bu kapsamda hazırlanan proje tanıtım dosyasını Muğla Valiliği uygun bularak projeye 3 Ağustos 2022 tarihinde ÇED gerekli değildir kararı vermişti.

Fethiye Ekolojik Yaşam Derneği ve Yeşilüzümlü’de yaşayan yurttaşlar, eksik olarak hazırlandığını savundukları proje tanıtım dosyası üzerinden verilen ÇED gerekli değildir kararına karşı Muğla Valiliği’ne dava açmış, dava kapsamında 20 Ekim 2022’de bölgede bilirkişi keşfi yapılması karar verilmişti.

13 Haziran 2023 tarihinde bilirkişi incelemesi yapılmış, bilirkişilerin raporu ise 12 Eylül 2023 tarihinde mahkemeye sunulmuştu. Raporun ardından 15 Ocak 2024 tarihinde davanın duruşması Muğla 2. İdare Mahkemesi’nde görülmüştü.

İlk bilirkişi raporunun mahkemeye sunulmasının ardından mahkeme, 18 Ocak 2024 tarihli kararında projenin maden mühendisliği ve çevre mühendisliği açısından yeniden değerlendirmesini ve ek rapor hazırlanmasını istemişti.

Bu raporda, maden mühendisliği bilirkişisi bölgede krom tesisine karşı olumlu görüş verirken orman mühendisliği bilirkişisi ise olumsuz görüş vermişti. Raporu inceleyen mahkeme, 7 Mart 2024 tarihinde verdiği kararda maden mühendisi bilirkişisinin raporunu yetersiz bularak yeniden rapor düzenlemesini istemişti.

Proje Tanıtım Dosyası’nda Maden İşleri Genel Müdürlüğü tarafından 15 Mayıs 2017 tarihinde verilen işletme ruhsatının süresinin 15 Mayıs 2047, yani 30 yıl olduğu belirtildi. Ruhsat sahası içindeki ÇED alnının büyüklüğü ise 9,85 hektar.

Fethiye’nin yüzölçümü 875 kilometrekare, yani 87 bin 500 hektar. Şirkete verilen maden ruhsatı bölgesinin büyüklüğü ise 11 bin 239 hektar. Bu büyüklük Fethiye’nin yaklaşık olarak sekizde birine denk geliyor.

Proje tanıtım dosyasına göre, ÇED sahasının tamamı devletin hüküm ve tasarrufu altında olan ve orman sayılan alanlardan oluşuyor. Bölgede ise kızılçam ormanları hakim.

Proje anıtım dosyasında projenin hayata geçirilebilmesi için yaklaşık olarak 10 bin ağacın kesileceği belirtildi. 

İsrail’in Filistin politikası Vicdan Mahkemesi’nde yargılandı

‘Vicdan Heyeti’ adı altında bir araya gelen topluluk, 23 Mart 2024 tarihinde İstanbul Şişhane‘de, İsrail‘in Gazze‘deki uygulamalarını mercek altına almak üzere Vicdan Mahkemesi etkinliğinde toplandı. Filistin’e Özgürlük Platformu‘nun organizasyonuyla gerçekleşen etkinlik, geniş bir katılımcı yelpazesini bir araya getirdi.

İşçilerden kadınlara, LGBTİ+ bireylerden çocuklara, akademisyenlerden sanatçılara kadar toplumun farklı kesimlerinden insanlar, İsrail Devleti‘nin Gazze’de gerçekleştirdiği insanlık dışı uygulamalara dikkat çekmek için bir araya geldi.

Vicdan Mahkemesi, tanıkların ifadeleri ve somut belgeler ışığında, İsrail Devleti’nin Gazze’de işlediği soykırım ve savaş suçlarını detaylı bir şekilde ele aldı.

Etkinlikte sunulan verilere göre, 07 Ekim – 14 Mart tarihleri arasında İsrail Devleti’nin saldırıları sonucu 40 bin 42 kişi hayatını kaybetti. Bu korkunç bilanço içerisinde 14 bin 861 çocuğun da olduğu belirtildi. Ayrıca, 10 binden fazla insanın hâlâ kayıp olduğu, birçoğunun enkaz altında hayatını kaybetmiş olabileceği tahmin ediliyor.

Filistin’e Özgürlük Platformu ‘Vicdan Mahkemesi’ kuruyor
İsrail Gazze’yi mahalle mahalle yok ediyor
Birleşmiş Milletler: İsrail Gazze’de savaş suçu işliyor

Gazze’de gazeteciler bilerek hedef alınıyor

İsrail’in saldırıları 60 binin üzerinde Filistinlinin ağır bedensel ve ruhsal hasarlarla yaralanmasına neden oldu. İsrail Devleti’nin, Gazze’nin geniş alanlarını harabeye çevirdiği, binlerce insanın evini, tarım arazilerini, okullarını, üniversitelerini, ibadethanelerini ve daha birçok hayati önem taşıyan altyapıyı tahrip ettiği veya yıktığı vurgulandı.

Uzun yıllar savaş muhabirliği yapan Nevin Sungur’un aktardığına göre, Gazze’de bugüne kadar 90’ın üzerinde gazeteci öldürüldü. Basın kaskı, basın yeleği bile gazetecileri hedef olmaktan korumuyor. Gazeteciler bilerek hedef alınıyor.

Aktarılanlara göre, Gazze’de artık gazetecilerin çalışabileceği bir basın kuruluşu yok. Telefon konuşmaları, haberleri İsrail devleti tarafından sürekli izleniyor. Yiyecek, su azalıyor. Elektrik sorunlu. Uluslararası basından gazeteciler aylardır Refah Kapısı’nda bekletiliyor. İsrail haber alma kaynaklarını engelliyor.

Vicdan Mahkemesi’nden dünyaya ‘vicdan’ çağrısı

Vicdan Mahkemesi, İsrail Devleti’nin uluslararası hukuku hiçe sayan politikalarını ve Gazze’deki vahşeti, tanıkların ifadeleri ve somut belgeler ışığında ele aldı. “Şuna eminiz ki vicdanlarımızda İsrail Devleti / Netanyahu Hükümeti suçludur. Buna şüphe yok” diyen Erdal Doğan ve Fatma Akdokur‘un okuduğu bildiride, İsrail Devleti’nin Gazze’nin geniş alanlarını harabeye çevirdiği ve on binlerce insanın ölümüne neden olduğu ifade edildi.

Bildirgede, “Bu veriler bizim açımızdan Soykırım Suçunun Önlenmesi ve Cezalandırılması Sözleşmesinin 2. maddesine göre çok açık bir soykırım girişimidir” denildi.

Bu vicdan hareketini büyütmek zorundayız.

Bugün 15 masa, işçiler, kadınlar ve LGBTİ+lar, çocuklar, ekoloji aktivistleri, akademisyenler, mimarlar, sağlıkçılar, öğretmenler, hukukçular, sanatçılar herkes, hepimiz, göçmenler, Filistinliler hep birlikte Gazze’de gerçekleşen soykırıma dikkat çektik.

Bizler, ilk yola çıktığımızda, Gazze’deki soykırıma karşı çıkarken, asla ama asla, Yahudileri suçlayan ayrımcı bir dile kapı aralamadık. Irkçılığı makul göremeyiz. İsrail Devleti’nin suçlarının sorumlusu Yahudiler değil İsrail Devleti’dir.

Değerli arkadaşlar, çağrımız savaş yorgunu tüm dünya halklarına. Şimdi hep beraber işgali ve soykırımı durdurmak için sesimizi yükseltme, Filistin halkıyla dayanışma mücadelemizi büyütme zamanıdır.

Vicdan Mahkemesi’nin sonuç bildirgesinde, İsrail Devleti’nin Gazze’deki uygulamalarının soykırım, savaş suçu ve insanlığa karşı suçlar kapsamında değerlendirildiği belirtildi. Etkinlik, Gazze’de yaşanan insanlık dışı olaylara karşı uluslararası toplumun harekete geçmesi gerektiğini vurgulayarak son buldu.

“Amacımız Gazze’de bizden kopartılıp alınan her bir Gazzelinin, işçinin, yoksulun, kadının, LGBT+’nın, yaşlının, çocuğun ve tüm canlıların unutulmayacağını göstermek” ifadesiyle, Gazze’deki duruma dikkat çekilirken, tüm dünya vatandaşlarına karşılaştıkları bu insanlık dışı uygulamalar karşısında sessiz kalmama çağrısı yapıldı.

Siyah karbonun gezegene maliyeti sera gazları kadar fazla

Siyah karbon, ya da bilinen adıyla ‘kurum’, atmosferdeki varlığıyla küresel ısınmaya katkıda bulunan ve iklim krizini derinleştiren önemli bir faktör olarak öne çıkıyor. İnce partikül PM 2,5‘in bir bileşeni olarak tanınan siyah karbon, genellikle hava kirliliği ve küresel ısınmanın kritik bir kaynağı olarak kabul ediliyor.

AA’nın aktardığına göre İstanbul Üniversitesi‘nden Prof. Dr. Burcu Onat, siyah karbonun karbondioksit veya metan gibi bilinen sera gazlarından farklı olarak, yeryüzünde metrekare başına ortalama 0,6 vat ilave ısınmaya neden olan bir bileşen olduğunu ifade ediyor.

İklim ve Temiz Hava Koalisyonu‘nun (CCAC) 2019 verilerine göre, dünya genelinde atmosfere yaklaşık 5,8 milyon ton siyah karbon salındı. Bu partiküllerin atmosferdeki ömrü, 4 ile 12 gün arasında değişiklik gösterirken, birim kütle başına karbondioksitten 1500 kat daha güçlü bir ısınma etkisine sahip. Küresel olarak misyonlarının yüzde 43’ü, hane halkı tarafından kullanılan enerji nedeniyle oluşuyor.

Özellikle dizel yakıt kullanımı, kentlerde siyah karbonun en önemli kaynaklarından biri. Prof. Dr. Onat, bir dizel aracın egzozundan çıkan partiküllerin yaklaşık yüzde 75’inin siyah karbon olduğunu belirterek, kurumun kentsel hava kirliliğine önemli bir katkıda bulunduğunu vurguluyor.

Bilim uyarıyor: Yalnızca karbondioksiti değil, metan emisyonunu da kesmeliyiz
Kömürden kademeli çıkış ve karbon fiyatlamasıyla hedef, 2050’de net sıfır emisyon
Küresel ısınma Dünya’yı gerçek anlamda sarsıyor: Sismik veriler güç kazanıyor

Siyah karbon iklim değişikliğinin etkilerini körüklüyor

Siyah karbon, küresel ısınmaya karbondioksit ve metanın ardından üçüncü sırada yer alarak etki ediyor.

Bu partikül madde, ışığı emme özelliği sayesinde atmosferin ısınmasına neden olurken, kar ve buz gibi yüzeylerin üzerine çökerek bu yüzeylerin güneş ışığını daha fazla emmesine ve dolayısıyla daha fazla ısınmasına yol açıyor. Özellikle kutuplarda, siyah karbonun kar yüzeylerine çökmesi, bu yüzeylerin yansıtma oranını azaltarak buzulların ve kar örtülerinin erimesini hızlandırıyor.

siyah karbon

Prof. Dr. Onat, siyah karbonun iklimi üç farklı mekanizma ile etkilediğine dikkat çekiyor. İlk olarak, atmosferde bulunan partiküller doğrudan güneş ışığını emer ve atmosferin ısınmasına yol açar. İkinci olarak, kar ve buz gibi yüzeylere çöken siyah karbon, bu yüzeylerin güneş ışığını daha çok emmesine ve dolayısıyla daha çok ısınmasına sebep olur. Üçüncü mekanizma ise, atmosferdeki siyah karbonun bulutlarla etkileşime girerek, bulutun içindeki kurumun güneş ışığını daha fazla içine çekmesi ve atmosferin daha fazla ısınmasına neden olması.

“Çocuklarda astım riskini artırabilir, solunum yolu hastalıklarının daha ağır geçmesine neden olabilir ve kentsel ortamlarda ozonla bir arada bulunduğunda akciğer hasarını artırabilir” diyen Prof. Dr. Onat, siyah karbonun etkilerinden korunmak için hava kalitesinin kötü olduğu günlerde dışarıda geçirilen vaktin asgariye indirilmesi ve maske kullanılması önerisinde bulunuyor.

Emisyonların azaltılması için bireysel ve toplumsal önlemler alınması gerektiğini vurgulayan Prof. Dr. Onat, özellikle mobil kaynaklarda siyah karbon tutucu filtrelerin kullanılmasının önemine değiniyor. Kent içi toplu ulaşımda raylı sistemlerin ve elektrikli araçların kullanımının yaygınlaştırılması, siyah karbon yükünün azalmasına önemli katkı sağlayabilir.

siyah karbon

Siyah karbon nedir?

Siyah karbon, atmosferdeki en etkili ısınma faktörlerinden biri olan ve genellikle “kurum” olarak da bilinen ince partikül maddesidir. Bu madde, fosil yakıtların (kömür, dizel yakıt ve benzin gibi) ve biyokütle (odun ve diğer biyoyakıtlar gibi) kaynaklarının eksik yanması sonucu oluşur.

“Eksik yanma” süreci, yakıtın oksijenle tam anlamıyla reaksiyona girememesi ve yanma işleminin tamamlanamamasıdır ve yanma sırasında yakıtın enerjisinden maksimum düzeyde yararlanılamamasına ve yanma ürünleri arasında siyah karbon gibi zararlı partiküllerin oluşmasına neden olur.

İnce parçacık PM 2,5’in bir bileşeni olan siyah karbon, hava kirliliğinin yanı sıra küresel ısınma üzerinde de derin bir etkiye sahip.

Siyah karbonun etkileri sadece çevresel değil, aynı zamanda insan sağlığı üzerinde de önemli. Hava yoluyla taşınan bu partiküller, insanların solunum sistemine girebiliyor ve çeşitli sağlık sorunlarına yol açabiliyor. Özellikle kentsel alanlarda, trafiğin yoğun olduğu bölgelerde ve endüstriyel faaliyetlerin olduğu yerlerde kurum kirliliği yüksek görülerek, astım ve diğer solunum yolu hastalıklarının yanı sıra kardiyovasküler problemlerin artışına neden olabiliyor.

British Museum, İsrail’le işbirliğindeki BP’yle kurduğu ortaklık nedeniyle protesto edildi

British Museum, İsrail‘le işbirliği yapan enerji şirketi BP‘yle girdiği ortaklığı nedeniyle protesto edildi. Müze yönetimi protestonun ardından dün (24 Mart) kapılarını ziyaretçilere kapatmak zorunda kaldı.

Dün müzenin dışında toplanan yüzlerce protestocu, BP ile olan ortaklığa son verilmesini talep etti. Protestocular BP’nin sponsor olduğu müzeyi, BP’nin İsrail için Gazze açıklarında yaptığı doğal gaz arama anlaşması nedeniyle protesto etti.

Kendilerini ‘Filistin için Enerji Ambargosu’ olarak adlandıran Britanya merkezli protesto grubu, yurttaşları şirketten sponsorluk almaya devam ettiği sürece müzeyi boykot etmeye çağırdı.

Sol görüşlü internet sitesi Jacobin‘de yayınlanan bir bildiride protestocular, Gazze savaşının başlamasından bu yana İsrail tarafından BP’nin de aralarında bulunduğu şirketlere (Eni, Dana Petroleum and Ratio Energies ile BP, Azerbaycan Cumhuriyeti Devlet Petrol Şirketi (SOCAR) ve NewMed Energy) verilen açık deniz gaz arama ruhsatlarına dikkat çekti.

Müzenin girişine asılan bir pankartta ise şu ifadeler yer verildi:

“BP sponsorluğunda = Sömürgeci soykırım sponsorluğunda.”

Guardian’ın aktardığına göre; British Museum’daki yetkililer müzenin, dün saat 15:00’da kapatılmasından sonraki zaman dilimleri için bilet alan kişilerin biletlerini başka bir günle değiştirmelerine olanak sağlamak için çalıştığını bildirdi.

Başkanlığını Muhafazakâr Partili eski Başbakan George Osborne‘un yaptığı British Museum, geçtiğimiz yıl (2023) BP ile 50 milyon sterlin değerinde 10 yıllık yeni bir ortaklık imzalamıştı.

Anlaşma, müzenin Bloomsbury‘deki binasının iddialı bir şekilde yeniden geliştirilmesini finanse etmeyi amaçlıyordu, ancak anlaşma uzun zamandır fosil yakıtlarla olan bağlarını koparmasını isteyen iklim kampanyacılarının öfkeli eleştirilerine yol açtı.

Ancak dünkü eylem, iklim acil durumuna karşı kampanya yürütenlerle ve İsrail’in Gazze’deki askeri saldırısını protesto edenleri bir araya getirdiği için müzeye yönelik eleştirilerde yeni bir cepheye işaret ediyor gibi görünüyor.

Müzeden bir yetkili ise protestolara ilişkin “British Museum diğer insanların görüşlerini ifade etme hakkına saygı duymakta ve koleksiyon, personel ya da ziyaretçiler için herhangi bir risk oluşturmadığı sürece müze alanında barışçıl protestolara izin veriyor” ifadelerini dile getirdi.

Kaynak: X

Yeni sponsorluk anlaşmasının duyurulduğu sırada BP’nin Avrupa’dan sorumlu kıdemli başkan yardımcısı Louise Kingham şunları söylemişti:

“Yüzyılı aşkın bir süredir Britanya’yı evi haline getirmiş bir işletme olarak, bu önemli İngiliz kurumunun uzun vadeli bir ortağı olmaktan ve gelecekteki dönüşümünde rol oynamaktan gurur duyuyoruz – aynı zamanda bu ikonik kültürel mekanın herkes için özgürce erişilebilir kalmasını sağlamaya yardımcı oluyoruz.”

Feminist araştırmacı Prof. Dr. Nükhet Sirman’ın gözaltı süresi uzatıldı

Boğaziçi Üniversitesi‘nden emekli Prof. Dr. Nükhet Sirman, saha çalışması kapsamında yürüttüğü bir görüşme nedeniyle başlatılan soruşturma çerçevesinde İstanbul‘da gözaltına alındı ve Mersin‘e götürüldü.

23 Mart Cumartesi günü Burgazada’daki evinden gözaltına alınan antropolog Nükhet Sirman’ın dosyasına da gizlilik kararı getirildi.

Disiplinlerarası Araştırma ve Danışmanlık kuruluşu Dissensus‘un kurucu ortağı olan Sirman, Mersin’de gerçekleştirdiği bir araştırmada görüştüğü bireylerden birinin kriminal soruşturma kapsamında teknik takibe alınması sonucu gözaltına alındı.

Gözaltı sürecine dair avukatlarına detaylı bilgi sunulmazken, Sirman’ın avukatları durumu “Aziz Nesinlik bir hikaye” olarak nitelendirdi ve haksız gözaltından derhal dönülmesi gerektiğini ifade etti.

 

Sirman’ın ifade vermek üzere savcılığa usevk edilmesi beklenirken, Dissensus tarafından yapılan açıklamada, Sirman’ın keyfi uygulamalara maruz kaldığı ve araştırma faaliyetleri içerisinde bulunduğunun açık olduğu vurglandı. Kuruluş, bu tür tedbirlere başvurulmasını kabul etmediklerini belirtti.

bianet‘in aktardığına göre Sirman’ın gözaltı süresinin uzatıldığı bilgisi, avukatı Fatoş Hacıvelioğlu tarafından paylaşıldı. Dosyaya gizlilik kararı getirilen Sirman, Mersin Jandarma İl Komutanlığı‘na götürüldü.

Feminist aktivist Feride Eralp, Sirman’ın moralinin iyi olduğunu ve avukatlarının dosyayı başsavcılık üzerinden takip ettiğini aktardı. Sirman’ın ifadesinin alınması ve adliyeye çıkarılmasının yarın gerçekleşmesi bekleniyor.

Kendisi de araştırması kapsamında yaptığı bir görüşme nedeniyle gözaltına alınan ve daha sonra Mısır Çarşısı davası ile ilişkilendirilerek 26 yıldır yargılanan Pınar Selek, Twitter üzerinden paylaştığı mesajda “Nükhet hocayı ne olur yalnız bırakmayın” dedi.

[İklim Krizi] Sıcaklıklar arttıkça gıda fiyatları her yerde artacak

Almanya’da yapılan yeni bir araştırmaya göre iklim değişikliği ve özellikle artan sıcaklıklar, gıda fiyatlarının yılda yüzde 3,2 oranında artmasına neden olabilir. Communications Earth & Environment’ta yayınlanan araştırma, küresel ısınmanın gıda fiyatları enflasyonunun 2035 yılına kadar da yılda 0,9 ila 3,2 puan arasında artmasına neden olabileceğini gösteriyor.

İklim krizi aynı zamanda genel enflasyonda yüzde 0,3 ila 1,2 puan arasında bir artışa neden olacak, dolayısıyla daha büyük bir oranda insanın, gelirinin yüzde 100’ünü gıda alımına harcanması gerekecek.

Bu etkinin dünya çapında hem yüksek hem de düşük gelirli ülkeler tarafından hissedileceği belirtiliyor, ancak hiçbir yerde Güney Yarıküre’den daha fazla hissedilmeyecek. İklim değişikliğinin diğer çeşitli sonuçlarında olduğu gibi, sebeplerine çok az katkıda bulunmasına rağmen Afrika, iklim değişikliğinden gıda fiyatları bakımından en çok etkilenen ülke olacak.

The Conversation’ın Batı Afrika’da bulunan Gana‘da gıda güvenliği üzerine yaptığı araştırma da, fiyat enflasyonunun pratikte ne anlama gelebileceğine dair bir fikir veriyor. Hükümetlerarası İklim Değişikliği Paneli, aşırı sıcaklık artışlarını öngören modellerle Batı Afrika’yı iklim değişikliğinin “sıcak noktası” olarak tanımlamıştı ve yağışların azalması, nüfusun yarısından fazlasının doğrudan yağmurla beslenen tarıma bağımlı olduğu Gana’yı iklim değişikliğine karşı özellikle savunmasız hale getiriyor.

iklim krizi
İklim değişikliğinin Gana’da hayati su kaynaklarını, enerji tedarikini, mahsul üretimini ve gıda güvenliğini etkilemesi bekleniyor.

İklim krizi gıda enflasyonunu nasıl etkiliyor?

İklim bağlantılı gıda enflasyonu birbiriyle bağlantılı iki soruna ayrılarak açıklanıyor.

Değişen mevsimler, zararlılar ve hastalıklar ilk sorunu oluşturuyor. Artan sıcaklıklar, köklü ve öngörülebilir tarım mevsimlerinin değişmesine yol açabilir, böylece mahsul üretimi engellenebilir. Hayvancılık ve gıda rezervlerini tüketen zararlı ve hastalık salgınları ile kırsal topluluklara erişimi zorlaştıran ısı stresi gibi diğer etkiler de fiyatların yükselmesine ve etkilenen hanelerin satın alma gücünün düşmesine neden olur. Bu faktörler, gıda enflasyonunun etkenleri olarak gıda güvensizliğini daha da kötüleştirir.

İkinci sorun ise, enflasyondaki artış. Yıllık yüzde 3’lük bir fiyat artışı, hanelerin ihtiyaç duydukları şeyleri satın alamamaları anlamına geliyor ve bu durum, insanları hastalıklara ve diğer sağlık sorunlarına karşı daha savunmasız bırakıyor. Kötü beslenme, dünya genelinde bağışıklık yetersizliğinin başlıca nedeni olarak gösteriliyor.

Gana’daki araştırmada, iklim değişikliği hakkında daha fazla bilgi sahibi olanların gıda güvencesine sahip olma olasılığının daha yüksek olduğu gözlemlendi. Bu, etkilenen popülasyonların değişen sıcaklıkların ve iklimin öngörülemezliğinin farkında olduklarının ve belki de proaktif azaltım uygulamalarına giriştiklerinin bir göstergesi olarak yorumlanıyor.

Herhangi bir eğitimi olmayanların çiftçilik gibi iklime duyarlı mesleklerle meşgul olma olasılıkları daha yüksek olduğundan, bu nedenle iklime krizinin etkilerine daha çabuk maruz kalacakları öngörülüyor.

İklim krizi: Güney Sudan’da okullar 45°C’lik sıcak dalgası öncesi kapanıyor
İklim krizinden gıda krizine giden yol kısalıyor
‣ MGM: Şubat 2024 çok kurak geçti, ‘şiddetli kurak’ alanlar büyüyor

İklim krizine karşı hükümetlerin adım atması şart

Yeni çalışmanın araştırmacıları, sera gazı emisyonlarının azaltılmasının küresel ekonomi üzerindeki etkileri sınırlayabileceğini öne sürüyor. Ekonomileri çeşitlendirmek, hem gıda hem de gelir açısından tarıma bağımlı topluluklar için bir koruma sağlayabilir. Hükümet müdahalesi, enflasyon ve gıdaya erişimin azalması nedeniyle yoksulluk döngüsüne hapsolmaya karşı savunmasız olanlara mali koruma ve beslenme yardımı sağlayabilir.

Bu durum, özellikle gelişmekte olan ülkelerdeki hanelerin, artan gıda maliyetleriyle başa çıkma kapasitesini sınırlıyor. Temel besin maddelerine erişimdeki zorluklar, sağlıksız beslenme alışkanlıklarına ve uzun vadede toplum sağlığı üzerinde olumsuz etkilere yol açıyor. İklim değişikliğiyle mücadelede atılacak adımların, sadece çevresel değil, aynı zamanda sosyoekonomik sonuçları da göz önünde bulundurması gerektiği açıkça ortada.

Sonuç olarak iklim değişikliğiyle mücadele, yalnızca sera gazı emisyonlarını azaltmakla kalmayıp, aynı zamanda gıda güvenliğini sağlamak ve kırılgan toplulukları desteklemek için kapsamlı stratejiler geliştirmeyi de gerektiriyor. Gıda sistemlerinin iklim değişikliğine uyumlu hale getirilmesi, tarımsal uygulamaların çeşitlendirilmesi, sürdürülebilir tarım tekniklerinin teşvik edilmesi ve yerel toplulukların dayanıklılığının artırılması, bu konudaki öncelikli adımlar arasında.