Ana Sayfa Blog Sayfa 1314

Samsun’daki Uluçay Irmağı’nın yatağı daraltıldı: Alaçam’ın sonu Bozkurt gibi olmasın

Samsun‘un Alaçam ilçesinde Uluçay Irmağı üzerinde yapılan sedde projesi için “Bozkurt‘ta, yatak genişliği 400 metre olan Ezine Çayı, 15 metre genişliğindeki bir yatağa hapsedilince felaket meydana geldi. Aynısı Alaçam ilçesinde Uluçay Irmağı’nda yapılıyor” diyen CHP Samsun Milletvekili Neslihan Hancıoğlu, proje ile ırmak yatağının üç kat daraltıldığını söyledi.

Uluçay Irmağı’nda DSi 7. Bölge Müdürlüğü tarafından başlatılan ıslah çalışmaları halen devam ediyor.

Alaçam ilçesine giderek ırmak üzerine yapılan sedde projesini inceleyen Hancıoğlu CHP Alaçam İlçe Başkanı Fuat Canbaz ile birlikte gerçekleştirdiği incelemeler sonrası yaptığı açıklamada şunları söyledi:

“Alaçam’ın sonu Bozkurt gibi olmasın, bu proje derhal değiştirilsin. Proje, DSİ 7. Bölge Müdürlüğü tarafından projelendirilmiş ve bir müteahhit eliyle inşasına devam ediliyor. Proje, 3 köprü, 2 menfez köprü ve akarsuyu bir kanal içinde tutmayı amaçlayan sedde hattını bünyesinde barındırıyor. Ve bu proje tamamlandığında Uluçay ile Alaçam ilçe merkezi yani yerleşim alanları bütünleşmiş olacak. Fakat çıplak gözle bakıldığında dahi dere yatağının neredeyse üçte bir oranında daraltıldığını görebiliyoruz.” dedi.

‘Proje derhal durdurulmalı’

Proje ile yaşanan felaketlerden ders alınmadığını söyleyen Neslihan Hancıoğlu yapılan köprülerin genişliğinin ve yüksekliğinde yetersiz olduğunu vurgulayarak, “Buradan, DSİ başta olmak üzere ilgili bütün kurumları ve yetkilileri uyarıyor, şu çağrıyı yapıyoruz Alaçam’ın sonu Bozkurt gibi olmasın, bu proje derhal değiştirilsin” dedi.

Hayvanseverlerden Fethiye Belediyesi’ne çağrı: Geçici Hayvan Bakımevi rehabilite edilsin

Ulusal ve yerel çapta hayvan hakları-doğa-çevre alanlarında faaliyet gösteren, 16 farklı ilden 52 sivil toplum örgütü, Fethiye Belediyesi Geçici Hayvan Bakımevi ile ilgili taleplerini ortak bir bildiri ile sundular.

Söz konusu bakımevinde hayvanların yaşam koşulları vatandaşlar ve sivil toplum kuruluşları tarafından tepkiyle karşılanmıştı.

Neler yaşandı?

5199 sayılı Kanuna göre “yasaklı ırk” olarak belirtilen ve Belediye tarafından el konulmuş veya terk edilmiş hayvanların, güneş görmeyen beton zeminli bölmelerde altında palet olmaksızın barındırıldığının görülmesinin ardından Belediye herhangi bir açıklama yapmamıştı.

Yaklaşık on gün önce bakımevine ölen köpeğini gömmeye giden bir vatandaşın tesadüfen karşılaştığı ve telefonuyla kaydettiği görüntü ise tepkilerin yeniden büyümesine sebep oldu. Videoda, uzun zaman önce ölmüş ve küpeli bir hayvanın barınağın içindeki kulübeli alanda bırakıldığı ve fark edilmediği görülüyor.

‘Sivil toplumla işbirliği içinde çalışın’

Resmî kurumların yanı sıra Cumhuriyet Halk Partisi Genel Merkezi’ne de gönderilen bildiride “Fethiye Belediyesi’nin bir an önce özeleştiri yaparak eksiklikleri kabul etmesi ve ‘yerel yönetim-sivil toplum işbirliği’ esasıyla hareket ederek hayvan koruma alanında faaliyet gösteren tüm örgüt ve gönüllülerle uyum içinde çalışmaya başlaması gerekmektedir” çağrısında bulundu.

Açıklamada “Gerekli inceleme, çalışma ve iyileştirmelerin bir an önce yapılmaya başlanması ve hayvanların doğuştan sahip olduğu tüm haklara saygı duyan bir anlayış ve tutum içinde, hak ettikleri özen ve hizmetin bir an önce sağlanmasını talep ediyoruz” ifadeleri kullanıldı.

‘Bakımevlerinin hali içler acısı’

Bildirinin imzacılarından biri olan HAYKURDER’in Başkanı Erman Paçalı açıklamasında “Belediye uhdesinde bulunan bakımevlerinin ne yazık ki hali içler acısı. Bunun başlıca sebepleri belediyelerin hayvanlara yönelik hizmetleri gereksiz mali yük ve külfet görüyor olması, yasal yetersizlikler, denetim zafiyeti” dedi.

Paçalı açıklamasının devamında “Hal böyle olunca da bu anlamda kendilerini ikaz eden, koşulların onarılmasına katkıda bulunmak isteyen STK ve gönüllüler ile işbirliği yerine onları uzaklaştırarak istismarın devamını sağlamak işlerine geliyor. Öyle olmayanları tenzih ederim ancak ne yazık ki Fethiye Bakımevi de koşulları kabul edilemez hak ihlalleri içeren bir merkez. Belediye Başkanını vicdani bir adım atmaya ve sorumlu davranmaya çağırıyoruz” ifadelerini kullandı.

‘Eleştirenlere karşı cephe alıyorlar’

Fethiye merkezli Deneye Hayır Derneği’nin başkanı Yağmur Özgür Güven, seçimlerin hemen ardından Belediyeden kendisine iletilen talep üzerine, ilçede hayvanlarla ilgili yapılması gerekenlere dair bir dosya hazırlayıp yüz yüze sunduğunu ancak hiçbir değişiklik olmadığını söyleyerek şöyle devam etti:

“Gönüllülerin girişimleriyle yapılan ufak iyileştirmeler dışında Bakımevinde hiçbir düzeltme yapılmadı ve akabinde pitbulların korkunç şartlarda yaşamaya zorlandığı videoyu görünce yeniden Başkan Alim Karaca ile görüşerek mevcut durumun kabul edilemez olduğunu ifade ettim. Bakımevine giderek 12 sayfalık ayrıntılı bir rapor yazdım ve kendilerine yolladım. Raporun okunduğunu dahi sanmıyorum çünkü özeleştiri yapmak bir yana, eleştirenlere karşı manasız bir cephe alma refleksi var. Eleştiren vatandaşı ‘potansiyel düşman’ ilan etmek, özellikle sosyal demokrat bir belediyeye hiç yakışmıyor. Demokrasi ve ifade özgürlüğü çerçevesinde de doğru değil. Hayvan hakları savunucuları hayvanların haklarını savunduğu için suçlanamaz.”,

‘Acilen rehabilite edilmeli’

Kaş Hayvan Hakları ve Eğitim Derneği Başkanı Meltem Bingöl ise “Yetersiz personel sebep gösterilerek veteriner olmayan personelin uyuşturucu iğne ile sokaktan can topladığı , aşılama ve kısırlaştırma işlemi bitmiş küpelenmiş hayvanların barınakta esaret altında tutulduğu, beton zeminin eğimli olmamasından hatta bazı bölümlerde zeminde çukur olmasından dolayı hayvanların kendi pisliklerinin içinde yaşadığı, hayvan ambulansı diye lanse ettikleri aracın içinde kafes dahi bulunmayan, bakımevi içinde ölmüş ve kurtlanmış bir canı bile fark etmeyen Fethiye Belediyesi bünyesindeki Geçici Bakımevi acil olarak rehabilite edilmelidir” dedi.

Bingöl açıklamasında “Ne yazık ki hangi partiden olursa olsun çoğu belediyede görmeye alışkın olduğumuz canları can olarak görmeme eğiliminden dolayı yetersiz personel ve ekipmanla göz göre göre 5199 sayılı kanun çiğnenmektedir. Bu sebeple tüm sivil toplum örgütlerini, geçici bakımevlerini denetlemekten sorumlu Doğa Koruma ve Milli Parklar Muğla şubesini, Fethiye Kaymakamlığı’nı ve Muğla İl Hayvanları Koruma Kurulu’nu göreve çağırıyoruz” talebini dile getirdi.

İmzacı kurumlar

Alakır Nehri Kardeşliği, Alaşehir Koruma Grubu, Anadolu Hayvan Hakları Federasyonu (ANADOLUFED), Animal Save Türkiye, Ayvalık Kent Konseyi Hayvan Hakları Çalışma Grubu, Bağımsız Hayvan Hakları Topluluğu, Başka Bir Hayat Diliyorum Derneği, Bir El Bin Nefes Derneği, BurHak Çalışma Merkezi, Çekmeköy Hayvan Hakları Dayanışma Platformu,

Dayanışma Hayvan Hakları Federasyonu, Deneye Hayır Derneği, Doğa ve Hayvanlar için Elele Derneği, Doğa ve Hayvanseverler Derneği, Dört Ayaklı Şehir, Eskişehir Hayvanları Koruma Derneği, Evrensel Yaşam Hakları ve Toplumsal Değerler Derneği, Faytona Binme Atlar Ölüyor İnisiyatifi, Göktürk Hayvan Sevenler Derneği, Hayvan Destek ve Eğitim Derneği,

Hayvan Hakalrı ve Etiği Derneği, Hayvan Hakları İzleme Komitesi, Hayvanlara Adalet Derneği, Hayvanları Koruma Derneği, Hayvanları Koruma, Kurtarma ve Yaşatma Derneği, Hayvanları Koruma Vakfı, Hayvanların Yaşam Hakları Konfederasyonu, Huysuz İhtiyar Hayvan ve Çevre Aktivisitleri Derneği, İnegöl Doğa ve Hayvanları Koruma Derneği, Inter Doğa Sporları Derneği, Karabük Sokak Hayvanlarını Koruma Derneği,

Kaş Hayvan Hakları ve Eğitim Derneği, Kepez Hayvanları Koruma Derneği, Konya Hayvanları Koruma Kurtarma Derneği, Marmaris Hayvan Hakları Derneği, Köpekle Yaşam Derneği, Lapseki Çardak Hayvanları Koruma Derneği, Marmaris Hayvan Hakları Derneği, Mucize Patiler Derneği, Muğla Doğa ve Hayvan Hakları Platformu, PATİKO Ankara, Sahipsiz Hayvanları Koruma Derneği, Sakarya Doğa ve Hayvan Hakları Koruma Derneği,

Silivri Çevre Derneği, Sokak Canlıları Çevre ve Doğayı Koruma Sosyal Yardımlaşma Derneği, Türkiye Hayvanları Koruma Derneği, United Protection of Animals Fethiye Temsilciliği, Üzümlü Hayvan Bakım Derneği, Vegan Derneği Türkiye, Yaşam Hakkına Saygı Derneği, Yaşam için Yasa İnisiyatifi, Yunuslara Özgürlük Platformu, Zonguldak Hayvan Hakalrı Platformu.

 

 

Türkiye Maden Cumhuriyeti

Haber: Müjgan HALİS

*

Türkiye’de ekoloji hareketleri, Türkiye doğasının, ormanları, meraları, su ve havasıyla tehlike altında olduğunu son yıllarda çok daha yüksek sesle söylüyor. Doğayı tahrip eden en önemli projeler ise, özellikle son yıllarda büyük bir hızla artan maden projeleri.

Türkiye’de madencilik faaliyetleri 1985 yılında yürürlüğe giren 3213 sayılı Maden Kanunu ile düzenlenmiş durumda. Maden arama ve çıkarma faaliyetleri çok uzun süre Maden Tetkik Arama (MTA) ve Etibank gibi kamu kuruluşları eliyle yürütüldü. 1980’lerden itibaren özel sektörün madencilik faaliyetlerine dâhil olmasıyla, madencilik sektöründe özel sektörün rekabet gücünü artırabilmek için mevzuatta sık sık değişiklikler yapıldı, daha önce uygulanmakta olan yasal düzenlemelerin kısıtlayıcılığı kaldırıldı, devletin müdahale ve denetim yetkileri hafifletildi.

2001 yılından bu yana Maden Kanunu 21 kez değişikliğe uğradı. 21 değişikliğin beşi kanunda izinleri düzenleyen 7’inci maddeye ilişkindi. Her değişiklikle daha fazla doğa ve tarım alanı, su varlıkları ve kültür mirası madencilik faaliyetlerine açık hale geldi.

Maden Kanunu’nun tarihsel değişimi açısından özellikle 2004 yılında yapılan 5177 sayılı Maden Kanunu’nda ve Bazı Kanunlarda Değişiklik Yapılmasına İlişkin Kanun, önemli bir kırılma noktası oluşturdu. Bu kanunla izin ve çevresel etki değerlendirmesi hususlarında düzenlemeler yapıldı, madencilik faaliyeti yapılabilecek alanlar genişletildi. Orman, muhafaza ormanı, ağaçlandırma alanları, özel koruma bölgeleri, milli parklar, tabiat parkları, sit alanları, tarım alanları, su havzaları ve benzeri doğal ve kültürel zenginlikleri olan ve bu sebeple koruma altına alınmış alanlar madencilik faaliyetine açıldı. Günümüzde Türkiye’de doğayı, tarım alanlarını ve kültürel varlıkları madencilik faaliyetlerine karşı koruyan tek bir koruma statüsü bulunmuyor.

Ormanlar, tarım alanları, korunan alanların çoğu ruhsatlı

Madenlerin Türkiye doğasında yaptığı tahribatı, en kapsamlı araştıran örgütlerden biri TEMA. TEMA’nın 15 kenti kapsayan haritalandırma çalışmaları, Maden ve Petrol İşleri Genel Müdürlüğü‘nden satın aldığı resmi verilere dayanıyor ve ihale, arama ve işletme safhalarındaki ruhsatların tümünü içeriyor. TEMA’nın verilerinde yer alan ‘korunan alan’ tabiri; doğa, tarih ve kültürel olarak önem taşıyan, sahip oldukları özellikleri bozulmadan gelecek nesillere aktarmak için mevzuatlarla koruma altına alınan alanları içeriyor. ‘Tabiatı koruma alanı’ ise; nadir, tehlike altında veya kaybolmaya yüz tutmuş ekosistemler, türler ve doğal olayların meydana getirdiği mutlak korunması gerekli alanlar için kullanılıyor. TEMA bu alanlara kesinlikle maden ruhsatı verilmemesi gerektiğine dikkat çekiyor.

TEMA’nın araştırdığı kentlerden biri Ordu. Verilere göre Ordu’nun yüzde 74’ü 4. Grup maden ruhsatları ile ruhsatlandırılmış durumda. Ordu’nun sekiz ilçesinde ruhsatlılık oranı ise, yüzde 90’nın üzerinde. TEMA; Fatsa, Çatalpınar, Çamaş, Gülyalı, Gürgentepe, Kabadüz, Karataş ve Ulubey’de ise ruhsat oranlarının yüzde 100’e yaklaştığını söylüyor. Ordu’da ayrıca orman alanlarının yüzde 65’i madenler için ruhsatlandırılmış durumda, Önemli Doğa Alanları’nın yüzde 80’i, Önemli Doğa Alanları’ndan biri olan Giresun Dağları’nın tamamı ise madenlere ruhsatlı. Yine Ordu’da tarım alanlarının yüzde 76’sı, meraların yüzde 64’ü ve nadir canlı tür çeşitliliği, doğal ve kültürel özellikleriyle tabiatı koruma alanı, milli park gibi statülerle koruma altına alınmış alanlarının yüzde 91’i madenlere ruhsatlı. Korunan alanların içinde yer alan arkeolojik sit alanlarının yüzde 94’ü ve tohum-meşcere alanlarının tamamı da yine aynı şekilde madenlere ruhsatlanmış durumda.

Sahip olduğu farklı ekosistemler, zengin canlı tür çeşitliliği ve doğa ile yoğrulmuş kadim kültürü ile Anadolu’nun nadir coğrafyalarından biri olan Artvin’in ise yüzde 71’i madenlere ruhsatlı. Maden Kanunu’nda yapılan değişikliklerin bir sonucu olarak 521 ruhsata bölünen Artvin’de doğal yaşam, meralar, insan sağlığı ve kadim bir kültür madencilik faaliyetleri ile yok olma tehlikesi altında. Artvin’de bunun dışındaki veriler ise şunlar: Koruma alanlarının yüzde 47’si, önemli doğa alanlarının yüzde 57’si,  tarım alanlarının yüzde 47’si, meraların yüzde 54’ü, ormanların yüzde 69’u madenlere ruhsatlı.

Türkiye’nin en önemli turistik merkezlerinden biri olan Muğla’da da  rakamlar ürkütücü, çünkü kentin yüzde 59’u madenlere ruhsatlandırılmış durumda. İhale, arama ve işletme aşamalarında 1.449 maden ruhsatına bölünen bölgede mevcut ruhsat sahalarının hayata geçmesi halinde, Muğla’nın toprağı, suyu, doğal varlıkları, yöre insanının sağlığı, tarıma ve turizme dayalı ekonomisi telafisi imkânsız zararlar görecek. Kentte bazı yerlerde ise bu oran yüzde 100’ü buluyor: Örneğin Muğla ve Denizli sınırlarında kalan Kartal Gölü Tabiatı Koruma Alanı’nın yüzde 100’ü maden ruhsatlı. Bunun yanı sıra; şehrin doğal alanlarının yüzde 55’i, kültür varlıklarının yüzde 66’sı, orman alanlarının yüzde 65’i, çevre tarım alanlarının yüzde 48’i madenler için ruhsatlandırıldı.

Tekirdağ ve Kırklareli illerini nasıl bir geleceğin beklediğini de araştıran TEMA; her iki ilin yüzde 65’inin, önemli doğa alanlarının yüzde 78’inin, büyük ovalarının yüzde 78’inin ve korunan alanlarının yüzde 83’ü madenlere ruhsatlı olduğunu söylüyor.

Kahramanmaraş ili ve çevresinde ise durum şöyle: İl ve çevresinin yüzde 58’i, önemli doğa alanlarının yüzde 69’u, büyük ovaların yüzde 65’i, korunan alanlarının yüzde 56’sı madenlere ruhsatlı.

TEMA’nın bakanlıktan satın alarak kamuoyuyla paylaştığı bir diğer kent ise Eskişehir. Buna göre Eskişehir ili ve çevresinin yüzde 71’i, korunan alanların yüzde 59’u, önemli doğa alanlarının yüzde 76’sı madenlere ruhsatlı.

Tokat, TEMA araştırmasında yer bulan bir başka Karadeniz ili. Tokat ili ve çevresinin yüzde 46’sı, orman alanlarının yüzde 44’ü, önemli doğa alanlarının yüzde 30’u, tarım alanlarının yüzde 27’si, meraların yüzde 56’sı, büyük ovaların yüzde 13’, arkeolojik sit alanlarının yüzde 66’sı, muhafaza ormanlarının yüzde 84’ü ve korunan alanların yüzde 38’i madenlere ruhsatlı.

Afyon da bir başka şanssız il. Çünkü kentin tarım ve mera alanlarının yüzde 63’ü, korunan alanlarının yüzde 45’i, önemli doğa alanlarının yüzde 36’sı madenlere ruhsatlı.

TEMA’nın uydu görüntülerine dayanarak yaptığı çalışmaya göre ise Antalya-Burdur-Isparta hattındaki 950 bin hektarlık alanda 571 adet taş ocağı saptandı. Bu ocakların yüzde 35’i orman, yüzde 45’i ise mera alanlarında bulunuyor. Ocakların büyüklüklerinin neredeyse tamamı ÇED süreçlerinden muaf olacak şekilde belirlenmiş durumda. Yalnızca çalışma alanında yer alan taş ve mermer ocaklarının temel ekosistem hizmetleri fiyatlandırmasına göre bölgede neden olduğu ekonomik zarar 2,8 milyar TL.

Erzincan ve Tunceli’deki durum ise şu: İki kentin önemli doğa alanlarının yüzde 71’i, korunan alanlarının yüzde 60’ı, meralarının yüzde 66’sı madenlere ruhsatlı.

TEMA verilerine göre Karaman ili ve çevresinde; korunan alanların yüzde 41’i, önemli doğa alanlarının yüz54’ü madenlere ruhsatlı.

Zonguldak ve Bartın’da her iki ilin yüzde 72’si, korunan alanlarının yüzde 71’i, önemli doğa alanlarının yüzde 61’i madenlere ruhsatlı.

Ataç: Korunan tek bir alan bile yok

Maden ve Petrol İşleri Genel Müdürlüğü (MAPEG) 2019 yılının Temmuz ayından 2020 yılının ortasına kadar 2 bin 685 noktada maden ruhsatı ihalesine çıktı. TEMA Vakfı ise ihale alanlarının büyük bölümünün korunan alan, birinci sınıf tarım alanı, büyük ova, mera ve içme suyu havzası gibi Türkiye’nin bugünü ve geleceği için canlı tür çeşitliliğinin, tarımsal üretimin ve içme suyu ihtiyacının teminatı olan alanlarda olmasına dikkat çekiyor. Vakıf, ihale edilen bu alanlarda madencilik faaliyetlerinin başlaması halinde pek çok bölgede doğal yaşamın, insan yaşamının ve tarımsal üretimin devamlılığının mümkün olmayacağını vurguluyor. İhaleye çıkarılan alanların toplamının Kayseri’den daha büyük bir alanı kapladığını ifade  eden TEMA Vakfı, tespit edilebilen rakamlara göre 2019’daki ihaleleri şöyle özetliyor:

Bir yılda Sivas’ta 135, Kütahya’da 106, Maraş ve Antalya’da 86, Afyon’da 69, Muğla’da 64, Elazığ ve Uşak’ta ise 56 alanda maden ihalesine çıkıldı.

Maden Kanunu’nun 2001 yılından bu yana 21 kez değiştirildiğini vurgulayan TEMA Vakfı Yönetim Kurulu Başkanı Deniz Ataç, yaşanan değişikliklerle her defasında daha fazla doğa ve tarım alanı, su varlığı ve kültür mirası madencilik faaliyetlerine açık hale getirildiğini belirterek şunları söylüyor:

“Bugün maalesef ülkemizde kanunlarla madencilik faaliyetlerinden korunan tek bir doğa koruma alanı, tarım alanı ya da içme suyu havzası bulunmuyor. Mevcut maden mevzuatı; tüm doğal yaşam alanlarını, gıda güvencemiz olan tarım ve mera alanlarını, anayasa ile koruma altına alınan ve temel bir insan hakkı olan sağlıklı bir çevrede yaşama ve temiz suya ulaşma hakkını tehdit ediyor. Doğal varlıkların, tarım alanlarının ve içme suyu havzalarının kanunlarla madencilik faaliyetlerinden tamamen korunması sağlanmalıyken; çıkılan ihalelerle daha fazla alanı madencilik faaliyetlerine açmak ülkemizin toprağını, suyunu ve doğal varlıklarını korumak için faaliyet gösteren bizleri endişelendiriyor. Doğaya, insana ve tarımsal üretime dost bir kamu yararı anlayışıyla bu uygulamalardan dönülmesi, doğa koruma alanlarının, tarım alanları ve içme suyu havzalarının kanunlarla maden faaliyetlerinden tamamen korunması gerekiyor.”

Madencilik faaliyetlerine en yakın örnek olarak Fatsa’da çalışmakta olan altın madenini veren Ataç sözlerini şöyle sürdürüyor: “Fatsa’da çok kısa bir sürede bölgenin doğal varlıklarına, insan sağlığına ve tarım ekonomisine ciddi zararlar verdi. Yöre halkı ile Fatsa Doğa ve Çevre Derneği, altın madeninin yarattığı tahribata karşı ilk günden bu yana, yaşam alanlarını korumak için büyük bir çaba gösteriyor. Vakıf olarak yaptığımız çalışma sonucu ortaya çıkan tablo, tüm bu çabanın ve emeklerin ne kadar doğru olduğunu bir kez daha ortaya koydu. Bugün maalesef ülkemizde doğa koruma alanı, tarım alanı ya da içme suyu havzası kanunlarla korunmamaktadır. Halbuki, ülkemizde bu gibi alanları kanunlarla madencilik faaliyetlerinden korumamız gerekmektedir. Aksi halde madencilik faaliyetleri Çanakkale’de, Muğla’da, Ordu’da olduğu gibi doğamızı ve tarımsal üretimimizi tehdit altına almaya devam edecek. Yetkilileri doğal varlıklarımızı, tarımımızı ve su varlıklarımızı göz önünde bulundurmaya, bu tarihi sorumluluğu hep birlikte almaya davet ediyoruz.”

Aksu: Para edecek her şey ‘haritalandı’

Polen Ekoloji Kolektifi’nden Cemil Aksu Türkiye’de madencilik sektörünün tamamının Gayri Safi Milli Hasıla içindeki değerinin yüzde 3 olduğunu söyleyerek sözlerine başlıyor. Aksu, son dört-beş yılda artan madencilik faaliyetlerinin, AKP Hükümeti’nin dışarıdan hammadde ithalatının pahalılaşması ve kredi kaynaklarının kesilmesine bağlı olarak ortaya atılan ‘yerli ve milli’ kaynakların büyütülmesi anlayışından kaynaklandığını, bu yüzden de Enerji Bakanlığı’nın madencilik faaliyetini yüzde 100 artırmayı hedeflediğini söylüyor. Aksu sözlerine şöyle devam ediyor:

“Hatırlayacaksınız eski Enerji Bakanı, yerli kömürü kullanarak enerji üretimini savunuyordu ve bunun için planlar hazırlamıştı. Kuşkusuz bu yüzde 100 artırma hedefi de, AKP’nin iktidara geldiği andan itibaren enerji ve inşaat üzerinden bir kalkınma ve sermaye birikimi modelinin yarattığı bir zorunluluk. Çünkü siz kentlerde, kentsel dönüşümler, yeni yollar, yeni köprüler, yeni havaalanları  kurmayı hedeflerseniz, bunun için ihtiyaç duyduğunuz hammaddeleri sağlamak için de çok yoğun bir madencilik faaliyeti geliştirmeniz gerekiyor. Dolayısıyla Türkiye inşaat sanayi nedeniyle, sadece yerli değil Avrupa’daki çimento fabrikalarının da gelip yerleştiği, bu yüzden dağın, taşın, her tarafın inşaat dalgasına maruz kaldığı, madenciliğin hammaddesinin karşılandığı bir alan olarak görülmeye başladı. Nitekim TEMA Vakfı’nın şimdiye kadar 15 ilde gerçekleştiği araştırmalarda, yüzde 70’e varan bir ruhsatlandırma söz konusu.”

2000’lerin başından itibaren Maden Teknik Arama’nın (MTA) Türkiye’nin her tarafındaki para edebilecek her şeyin haritalandırıldığını söyleyen Aksu, “Yani artık devletin bütün bürokrasisi her şeyi nasıl paraya çeviririz ilkesiyle çevreye bakıyor. MTA da o gözle bakıyor, Devlet Su İşleri de o gözle bakıyor, Tarım Bakanlığı da o gözle bakıyor, Çevre Bakanlığı da o gözle bakıyor” yorumunu yapıyor.  Türkiye’de madenciliğe uygun ortamın yaratıldığını söyleyen ve bunda çevre ile ilgili mevzuatların değişikliklerin etkisi olduğunu söyleyen Aksu, eskiden ormanlara karşı işlenen suçların çok ağır cezalarla cezalandırıldığını belirtiyor ve şöyle devam ediyor:

‘En çok çevre korumayla ilgili yasalar değiştirildi’

“Orman yakmak, insan öldürmeyle eşdeğer tutulurdu. AKP döneminde en çok değiştirilen yasalar çevre korumayla ilgili yasalar. Madencilikte neredeyse 100’ü aşkın değişiklik yapılmış. Çevre Etki Değerlendirme Yasası’nda, Toprak Koruma Yasası’nda, Orman Yasası’nda, meralarla ilgili yasalarda madencilik şirketlerinin talepleri doğrultusunda çevre koruma kurallarının hiçleştirildiği yasal düzenlemeler yapıldı. AKP döneminde en önemli toplumsal hareketlerin çevre alanından çıkması da biraz bundan kaynaklı. Çünkü siz inşaat, enerji, turizm üzerinden bir birikim modeli seçiyorsunuz, bu birikim modelinin direk hedeflediği şeyler ise çevresel etkiler, ormanlar, su alanları. Dolayısıyla bu alanlarda yaşayanların yaşam alanlarını yok ediyorsunuz, bu insanların da yıkıma karşı kendilerinin de söylediği gibi yaşam alanlarını koruma mücadelesine girmekten başka çareleri yok.”

1980’deki neoliberal politikalardan sonra, 2000’lerde enerji ve tarım gibi alanların şirketlerin faaliyet alanına dönüştüğünü söyleyen Cemil Aksu bunun ekoloji üzerindeki etkilerini de şu sözlerle anlatıyor:

“2005’ten sonra enerji alanında hidroelektrik santrali (HES) projeleri oluşturuldu ve DSİ’nin hazırladığı raporlarla Türkiye’nin hemen hemen her deresi üzerinde 15-20 tane HES’i öngören ve sayısı 1600’e yaklaşan projeler yapıldı. Bunların büyük kısmının da Doğu Karadeniz bölgesinde yapılmasını öngörülmüştü, çoğu engellense de 260 tanesi gerçekleşti ve gerçekleşen bütün alanlarda bu projelerin yapılması aşamasında orman varlıklarının parçalandığını gördük. Bütün ekosistemler bir bütündür ve orman da bir ekosistemdir. Ve siz ekosistemi yollarla, iletim hatlarıyla parçaladığınız zaman aynı insan bedenini parçalara ayırarak, ayrı ayrı yerlerde yaşamasını beklemek gibi bir durumla karşı karşıya kalırsınız.”

Ormanların yok edilmesinin su kaynaklarını da kirlettiğini, Türkiye’nin su fakiri bir ülke olduğunu, orman ekosisteminin de su potansiyelini artıran tek etken olduğunu söyleyen Aksu şu bilgileri veriyor: “Örneğin Kazdağları’ndaki maden faaliyeti sadece çevre illeri değil, Midilli Adası’nı dahi etkiliyor. Çünkü Midilli Adası’nın su kaynağı da Kazdağları’ndan gidiyor. Dolayısıyla bu ekosistemde yaşanan bir parçalanma su krizini de tetikleyen ya da daha derinleştiren bir etken.”

Açık maden işletmeciliğinin en yakın örneğinin Muğla İkizköy ve Ordu Fatsa’da görüldüğünü söyleyen Aksu, “Fatsa’da bir tepe siyanür havuzları ve madencilikten çıkan toprak posalarının atıldığı bir alan haline getirilmiş. Ama kuşkusuz bununla sınırlı değil, çünkü madencilik faaliyetinin yürütüldüğü alanlarda yeraltında milyonlarca yılda oluşmuş birçok kimyasal bileşik var. Ve bu bileşikler madencilikle yeryüzüne çıkıyor ve hiçbir şekilde denetime tabi olmadan havaya karışıyor. Bu havaya karışan moleküller de, yağmurla etkileşime girerek, toprağa, suya her yere karışıyor” diye konuşuyor. Örneğin Fırat havzasında yeşil alglerin artışının, Fırat nehrinin belli bölgelerinin ölmesi gibi sonuçlar doğurduğunu söyleyen Aksu, bütünsel bir değerlendirme yapıldığında madencilik faaliyet alanlarında biyoçeşitliliğin, hayvan çeşitlerinin azaldığını vurguluyor ve tozlanmadan dolayı birçok bitki türünün öldüğünü de belirtiyor.

Cemil Aksu madenciliğin yarattığı tahribatların çözümü için ‘sistem’ uyarısı yapıyor:

“Bu üretimin mantığını, bu sermayenin mantığını, her şeyin kâr için üretildiği üretim sistemini sorgulamadan bu sorunu çözme ve ‘şu kadar madencilik yapılsın yeterli’ deme lüksümüz yok. Madenciliğin binde 3’ü sadece tıp sektöründe kullanılıyor, yüzde 70’i takı sektöründe kullanılıyor. Bu değerli madenler Türkiye’de bir köyün yeraltından çıkarılıyor ve götürülüp mesela İngiltere’deki bir bankanın yer altındaki kasasında saklanıyor. Yani bu madenler bir yerin altından çıkarılıp, başka bir yerin altında saklanıyorsa neden çıkarılıyor? Her şeyden önce bu akıldışı kâr mantığını sorgulamamız gerekiyor.”

 

Sri Lanka’da fillerle ilgili yeni düzenleme: Dört saatten fazla ve gece çalıştırılmayacaklar

Sri Lanka‘da yapılan yeni yasal düzenlemeye göre, filler dört saatten fazla ve gece çalıştırılmayacak, fillere biyometrik kimlik kartı çıkartılacak ve yavru filler annelerinden ayrılmayacak.

Ayrıca, yavru filler kültürel yarışmalar için bile olsa çalıştırılamayacak.

Kurallara uymayanlara hapis cezası

Eastern Eye sitesinde yer alan habere göre, yeni yasa çerçevesinde kişiler, bakımları altında olan fillerin DNA damgalı fotoğraflı kimlik kartlarına sahip olması zorunlu tutuluyor.

Fillere bakım verenlerin filleri altı ayda bir tıbbi kontrole götürmesi ve her file günde 2,5 saat banyo yaptırılması da artık zorunlu.

Yasa kapsamında iyi yastıklı bir eyere oturmaları şartıyla bir file aynı anda en fazla dört kişi binebilecek.

Yeni yasayı ihlal edenler ise üç yıl hapis cezasına çarptırılabilecek, filler de devlet korumasına alınacak.

40’tan fazla fil yavrusu çalındı

Sri Lanka’da bazı zengin ve budist rahipler varlıklarını göstermek için filleri evcil hayvan olarak besliyor.

Fillere kötü muamele ve zulüm şikayetlerine sık rastlanan ülkede, hayvan hakları aktivistleri ve fil uzmanları son 15 yılda ulusal vahşi yaşam parklarından 40’tan fazla fil yavrusunun çalındığını ifade etti.

Ülkede yaklaşık 200 evcilleştirilmiş fil bulunduğu, vahşi doğada da fil nüfusunun 7 bin 500 olduğu tahmin ediliyor.

Artvin’de hortum

Artvin‘in Şavşat ilçesinde yer alan Pınarlı köyünde hortum meydana geldi. Hortumun etkisiyle çatılardan kopan çok sayıda sac, çevreye dağıldı. Yaklaşık 20 ev, ahır ve samanlığın çatısı zarar gördü.

Oluşan hortum yaklaşık 10 dakika sürerken sonrasında köye yağmur ve dolu yağdı. Korku ve paniğe neden olan hortumun geldiği an, bazı vatandaşlar tarafında cep telefonuyla saniye saniye görüntülendi.

AA’nın aktardığına göre yaşanan afet sonucunda herhangi bir can kaybı ya da yaralanma yaşanmadı.

Bölgeye sevk edilen Jandarma, AFAD ve 112 Acil Sağlık ekipleri hasar tespit çalışmaları başlattı.

Bayır Deresi kirlilikten yeşile döndü, yüzeyi çöple doldu

Edirne‘deki Tunca Nehri‘nin kollarından olan Bayır Deresi, bölgedeki tesislerden ve evlerden kaynaklanan atıklarla kirlendi.

Besicilerin hayvanlarının su içtiği, üreticilerin de tarlalarını sulamada faydalandığı dere, kirlilik nedeniyle yosunlarla kaplanıp yeşile büründü, yüzeyi ise çöple doldu.

Mahalleli şikayetçi oldu

Derenin geçtiği Yıldırım Beyazıt Mahallesi‘nde yaşayanlar, kirlilik nedeniyle tarım alanlarını sulayamadıklarını, hayvanlarına da su veremediklerini dile getirip, yayılan kokudan şikayetçi olduklarını söyledi.

Derenin yok olduğunu belirten mahalleli Osman Tireler, DHA’ya önceki yıllarda temiz akan derenin, tesislerin ve mahallede yaşayanların çöpleriyle kirletildiğini iddia etti.

’15 sene önce balık tutuyorduk’

Dereden su içip balık tutukları zamanları anlatan Tireler, “Bu derede biz 15 sene önce balık tutuyorduk. Buradaki tesislerin ve oturan vatandaşların çöp atmasıyla bu dere bu hale geldi. Çeltik suları da bırakılıyor buraya, onun da kirlettiğini söyleyebilirim. Derede şu an bırakın balığı, canlı bir şey yaşamıyor. Çok pis bir koku da yapıyor. Dere pis olduğu için sinek yapıyor. Akşam saatlerinde burada sinekten duramıyoruz. Yetkililerden deremizin temizlenip kurtarılmasını istiyoruz” dedi.

Çiftçilikle uğraşan mahalleli Mehmet Mutafçılar, derenin çevre kirliliğine neden olduğunu belirterek, “Bu dere uzun zamandır böyle pis akıyor. Hem sağlık açısından hem de çevre kirliliği açısından çok kötü. Biz bunu hak etmiyoruz. Daha önce biz bu dereden balık tutar ve bahçemizi, tarlamızı sulardık ama şimdi gördüğünüz gibi pis akıyor. Dere çok pis kokuyor. Yanına yanaşamıyoruz” diye konuştu.

‘Bir an önce temizlenmeli’

Temiz aktığı yıllarda dereden balık tuttuklarını dile getiren İsmail Solmaz ise, “Daha önce temiz akan deremiz şu an çöp içinde. Yazık günah. Daha önce bu dereden balık tutuyorduk. Şimdi bu söz konusu bile değil” dedi.

Solmaz açıklamasında “Burası uluslararası Bulgaristan’a açılan Kapıkule Sınır Kapısı yoluna çok yakın bir bölge. Buranın böyle olması ayrıca utanç verici. Yazık yani, bu derenin bu durumda olması bizleri çok üzüyor. Buranın yetkilisi kimse bir an önce temizlenmesini istiyoruz” söyledi.

Grönland zirvesine tarihte ilk kez yağmur yağdı

Grönland‘ın devasa buz örtüsünün zirvesine tarihte ilk kez yağmur yağdı. Yüksekliği 3 bin 216 metreye ulaşan zirvede sıcaklıklar normalde donma noktasının oldukça altında oluyor.

ABD Ulusal Bilim Vakfı‘nın zirve istasyonundaki bilim insanları, 14 Ağustos boyunca yağmur yağdığını kaydetti. Ancak yağış çok beklenmedik olduğu için yağışı ölçecek bir gösterge yoktu. Bilim insanları 7 milyar ton suyun indiğini tahmin ediyor.

İki kat hızda eriyor

Yağmur, bölgedeki buzul örtüsünün en son büyük “erime olayına” denk geldi. Bölgede temmuz ayı içinde iki büyük erime yaşandığını bildiren bilim insanları, yağmurun yağdığı gece 872 bin kilometrekare alanda erime yaşandığını belirtti.

Bilim insanları, küresel ısınma nedeniyle kutup bölgesinin dünyanın geri kalanından iki kat fazla ısındığını belirtiyor.

Küresel ısınma, dünyada sıcaklıkları ortalama 1 derece yükseltirken, kutuplarda sıcaklık iki derece arttı. Isınma nedeniyle buzulların erimesi deniz seviyesinin yükselmesine neden olarak kıyılardaki yerleşimleri tehdit ediyor.

Devrilme noktasına yaklaştı

Hükümetlerarası İklim Değişikliği Paneli’nin yakın tarihli raporu, insan faaliyetlerinden kaynaklanan karbon emisyonlarının gezegeni ısıttığını ve bu durumun kesin bir şekilde buzulların erimesi ve deniz seviyesinin yükselmesi  gibi etkilere neden olduğunu söylemişti.

Mayıs ayında yapılan bir araştırma Grönland buz tabakasının önemli bir bölümünün devrilme noktasına yaklaştığını ve küresel ısınma durdurulsa bile hızlandırılmış erimenin kaçınılmaz olacağını bildirmişti.

Colorado Üniversitesi Ulusal Kar ve Buz Veri Merkezi’nden bilim insanı Ted Scambos CNN’e yaptığı açıklamada “Bu eşi benzeri görülmemiş bir durum. Binlerce yıldır görülmeyen eşikleri geçiyoruz ve açıkçası bu durum, yaptığımız şeyi havaya göre ayarlayana kadar değişmeyecek” dedi.

 

Elektrikli araçların çağı başlıyor mu?

Artık herkesin kabul ettiği bir gerçek var, küresel iklim krizini durdurmanın tek yolu fosil yakıtların kullanımının tamamen terk edilmesinden geçiyor. O nedenle özellikle zengin batı ülkeleri başta olmak üzere kömür ve petrol gibi fosil yakıtların kullanımını tamamen terk etmeye yönelik planlar yapıyor ve önlemler alıyor. Bu çerçevede Avrupa Birliği ülkeleri 2030’a kadar kömürlü termik santralleri kapatmayı hedeflerken diğer yandan da elektrikli araç kullanımını artırmaya çalışıyor.

Henüz ülkeler benzinli ve dizel araçların trafiğe çıkmasının yasaklanacağı detaylı bir takvim açıklamadılar ama bu yıl başlarında, ABD‘li otomobil devi General Motors, 2035 yılına kadar benzinli ve dizel model satışını durdurmayı hedeflediğini açıkladı. Daha önce de merkezi Almanya’da bulunan Audi, 2033’e kadar bu tür araçların üretimini durdurmayı planladığını kamuoyu ile paylaşmıştı. Şimdi bu iki büyük üreticiyi, diğer önemli otomobil üreticilerinin de izlemesi bekleniyor.

Birkaç yıl önceye kadar sadece İskandinav ülkelerinde elektrikli araçlar tüm araçların içinde %15-20 paya sahipti ve dönüşümün bu kadar hızlanacağı da tahmin edilmiyordu. Ancak küresel iklim krizinin tüm dünyada, orman yangınları, aşırı yağışlar ve sel baskınları gibi yıkıcı etkilerinin daha sık yaşanması bu araçlara yönelimi hızlandırdı. Ayrıca hava kirliliği ile mücadele için birçok ülkenin dizel ve benzinli araçlar için getirdiği emisyon kısıtlamaları otomobil üreticilerini elektrikli araç geliştirmeye yönlendiren diğer bir unsur oldu. Popüler bilim dergisi Natura’da yayınlanan bir makaleye göre İngiltere merkezli bir araştırma kurumu olan BNEF’e göre 2035 yılında dünyadaki binek yarısına yakını elektrikli olacak.

Piller için lityum ve kobalt madenciliğinde artış riski

Ancak bu dönüşümün başka boyutları da var: Mesela bu araçlarda tüketilen elektriğin hangi kaynaklardan elde edildiği gibi. Batı ülkeleri önemli ölçüde bu sorunu kömürlü termik santrallerini kapatarak ve elektrik üretimini büyük ölçüde yenilenebilir enerji kaynaklarına kaydırarak çözmüş görünüyorlar.

Ancak kısa sürede dönüşümün getirdiği başka sorunlar da var. Uluslararası Enerji Ajansı (IEA) mayıs ayında yaptığı bir açıklamada, bu büyük endüstriyel dönüşümün ‘yakıt yoğun bir enerji sisteminden malzeme yoğun bir enerji sistemine geçiş’ olduğunun altını çizdi. IEA’nın demek istediği açık; bu dönüşüm sonucu önümüzdeki 10-15 yıllık bir dönemde tüm dünyada yüz milyonlarca araç, içlerinde büyük piller taşıyarak yollara çıkacak ve bu pillerin her biri onlarca kilogram malzeme içerecek. Bu durum başta lityum ve kobalt olmak üzere, özellikle madencilik faaliyetlerinin artmasına yol açacak. Elektrikli araçların çoğunlukta olduğu bir dünyaya hazırlanan otomobil üreticilerini, iki büyük zorluk bekliyor. Bunlardan biri, madenciliğin getireceği çevresel sorunlardan kaçınabilmek için kullanılacak pillerdeki metallerin azaltılması… Diğer sorun ise ekonomik ömrünü tamamlayan araba akülerindeki metallerin yeniden kullanılabilmesi için akü geri dönüşümünün iyileştirilebilmesi…

Üreticiler için ilk zorluk elektrikli araç pilleri için gerekli olan metal miktarının azaltılabilmesi… Nature’de yayınlanan makaleye göre, şu anda ortalama olarak bir elektrikli binek aracının aküsünde 8 kg lityum, 35 kg nikel, 20 kg manganez ve 14 kg kobalt kullanılıyor. Gelecekte de maliyetinin sürekli olarak düşmesi nedeniyle lityum pil kullanılmasından vazgeçilmesi beklenmiyor. Kısa süre içinde elektrikli araç kullanımında büyük artış; lityum talebini de artıracak. Lityum madenciliğinin getireceği düşünülen çevre sorularının kömür ve petrol çıkarılmasının yarattığı çevre sorunlarına göre daha az olacağı düşünülüyor. Ancak sorun sadece lityumla bitmiyor. Nature’de yayınlanan makaleye göre elektrikli araç akülerinin en değerli bileşeni olan kobaltın üçte ikisi Demokratik Kongo Cumhuriyeti‘nde çıkarılıyor.  Üstelik bu ülkedeki kobalt madenlerinde çocuk işçiler çalıştırılıyor ve işçi sağlığına hiçbir önem verilmiyor. Lityum ve kobalt ağır metaller… Lityum insanlarda tiroid bezi ve böbrekler için toksik. Kobalt ise yüksek konsantrasyonlarında astım gibi akciğer rahatsızlıklarına neden olabilir.

Geri dönüştürme arayışları

Kobalt ve lityum madenciliğinin çevre ve insan sağlığı üzerine olumsuz etkileri göz önünde bulundurulduğunda elektrikli binek araçların akülerinin yüksek oranda geri dönüştürülebilmesinin önemi ortaya çıkıyor. Şimdi tüm araştırmacıların dikkati bu konu üzerinde, 2035 yılına gelmeden geri dönüşüm miktarını artırabilmek ve daha uzun ömürlü araç pilleri yaratabilmek için çalışıyorlar. Ancak bazı araştırmacılar bu çabaların ‘imkânsızı aramak’ olduğunu ve mükemmeli ararken elektrikli araçlarla yakalanan ‘fosil yakıtları terk etme çözümünün’ gözden kaçırılabileceğini belirtiyorlar.

Dünya bunları tartışıp önümüzdeki 10-15 yıl içinde elektrikli araç çağına girmeye hazırlanırken; ülkemizde ise hala kömürlü termik santraller çalıştırılmaya, yenileri yapılmaya çalışılıyor. Üstelik para kazanma hırsı ile yeni kömür yatakları açmak için Akbelen Ormanı gibi Muğla’daki yangının hasar veremediği ormanlar bile hızarlarla yok edilmek isteniyor. Ülkemizde çok az sayıda, o da daha çok siyasi propaganda için, ithal elektrikli binek araç kullanılıyor, onlarda kömürlü termik santrallerde üretilmiş elektrik ile şarj ediliyor. Kentlerde şarj istasyonları parmak ile gösterilecek kadar az. Tüm bunların yanı sıra bir elektrikli araç almak isterseniz, benzinli ve dizel araçlardan çok daha fazla vergi yükü ile karşılaşmanız kaçınılmaz…

 

Bakanlık itirazına rağmen Akyaka imar planı revizyonunun yürütmesi durduruldu

Muğla‘nın Ula ilçesinde yer alan Akyaka Mahallesi‘nde Akyaka İmar Planı Revizyonuna karşı Akyakalılar tarafından açılan yürütmeyi durdurma talepli iptal davasında mahkeme doğaseverler lehine karar verdi.

Muğla 3. İdare Mahkemesi hazırlanan bilirkişi raporunu değerlendirerek oy birliği ile Yürütmeyi Durdurma kararı vermişti. Çevre ve Şehircilik Bakanlığı yasal süre içinde karara itiraz hakkını kullanmıştı.

İtiraz kabul edilmedi

İzmir Bölge İdare Mahkemesi Nöbetçi Dairesince görüşülen itirazın karar metninde, “Dava dosyasında mevcut bilgi ve belgelere göre, mahkemece yürütmenin durdurulması istemi hakkında verilen kararda yasaya aykırılık bulunmadığını” söyledi.

Sözcü’den Mustafa Sarıipek’in haberine göre mahkeme itirazı 2577 sayılı İdari Yargılama Usulü Kanunu’nun 27’nci maddesinin 7’nci fıkrası uyarınca reddetti. KArar, 5 Ağustos tarihinde kesin olarak oy birliğiyle alındı.

Bakanlığa rağmen Akyaka’da çevreciler kazandı

Bundan sonra ne olacak?

Muğla Çevre Platformu (MUÇEP) Gökova Meclisi 18 Temmuz’da Gökova Özel Çevre Koruma Bölgesi’nin daha iyi korunabilmesi için geniş katılımlı bir forum düzenlemişti. Forumda Akyaka İmar Planı Revizyonunun yürütmesinin durdurulması kararı da ele alınmış ve yayınlanan sonuç bildirgesinde şu ortak görüşlere yer verilmişti:

“Gökova Özel Çevre Koruma Bölgesi Yönetim Planı daha fazla geciktirilmeden uygulamaya alınmalıdır. Akyaka İmar Planı Değişikliği ancak Gökova ÖÇKB Yönetim Planı uygulamaya alındıktan sonra, onunla uyumlu olarak ve Yönetim Planı’nın tüm paydaşlarının katılımı ile şeffaflık içinde birlikte hazırlanmalıdır. Rant amacı taşıyan özelleştirmeler ve yetki devri yoluyla yerel yönetimlerin ve halkın planlama sürecinde etkisiz hale getirilmesinin önüne geçilmelidir. Özel kişi ya da işletmeler tarafından işgal edilen kıyı alanları kamulaştırılmalıdır. Bu alanlar ekolojik hassasiyetler göz önüne alınarak korunmalı ya da bu hassasiyetler çerçevesinde kamuya açık hale getirilmelidir.”

Muğla Çevre Platformu (MUÇEP) Gökova Meclisi yayınladığı açıklamada, “Bakanlığın Gökova ÖÇKB Yönetim Planını ne zaman uygulamaya alacağı, Akyaka imar planı revizyonunun yönetim planında belirlenen çerçeveyle uyumlu olarak hazırlanması konusunda Akyaka’dan yükselen bu taleplere karşı nasıl bir tutum alacağı merakla bekleniyor” ifadeleri kullanıldı.

Meksika ve ABD’de fırtına: Can kayıpları var

Meksika‘nın batı kıyılarında etkili olan 3’üncü kategori seviyesinde Grace Tropik Fırtınası nedeniyle en az sekiz kişinin hayatını kaybettiği açıklandı.

Amerika Birleşik Devletleri‘nde etkili olan Henri Kasırgası da hayatı olumsuz etkilemeye devam ediyor. Tennessee eyaletinde şiddetli yağışlar nedeniyle 22 kişi hayatını kaybetti.

Meksika’da fırtına

Perşembe günü Yucatan Yarımadası üzerinden ilerleyen fırtına, cuma akşamı ülkenin batı kıyılarını tekrar vurmuştu. Şiddetli yağışın neden olduğu sel ve yıkımlar sonucunda ilk belirlemelere göre sekiz kişi hayatını kaybetti. Üç kişi için de arama çalışmaları hala devam ediyor.

Fırtına cumartesi öğleden sonra şiddetini yitirerek son bulsa da yetkililer, şiddetli yağmurların devam edeceği uyarısında bulundu.

ABD’de fırtına

Atlantik Okyanusu‘nda oluşan ve şiddeti “kategori 1″e yükselen Henri Kasırgası, saatte 120 kilometre hızla ABD’nin doğu yakasına doğru ilerledi.

Yetkililer, New York, Long Island ve New England bölgelerinde şiddetli yağış, sel, su baskınları ve elektrik kesintileri beklendiğini aktardı. Ayrıca, fırtınanın bölgede yaşayan 42 milyon kişinin yaşamını olumsuz etkileyeceği de belirtildi.

Fırtına, Long Island’da da etkisini gösterirken, kıyı bölgelerde oturanların bir kısmının tahliye edildikleri belirtildi.

Uçuşlar iptal edildi

New York’ta Atlas Okyanusu kıyısındaki evlerde yaşayanlara su baskınları için gerekli önlemleri alma ve acil durumlarda sığınaklara gitme çağrısında bulunuldu.

New York Valisi Andrew Cuomo, New York’ta olağanüstü hal ilan ettiğini açıkladı.

Bazı havayolları firmaları, kentin üç havaalanı olan JFK, La Guardia ve Newark’ta yapılacak tüm seferlerini iptal etti.

Kentte, Ulusal Muhafızlar da fırtına sebebiyle görev yapıyor.

Selde 22 kişi hayatını kaybetti

Öte yandan, ABD’nin Tennessee eyaletinde şiddetli yağışlar nedeniyle meydana gelen sel felaketinde 22 kişi hayatını kaybetti. 45 kişinin de kayıp olduğu bilgisi paylaşıldı.

ABD Ulusal Hava Servisi 24 saat içinde düşen yağış miktarı rekorunun kırıldığını açıkladı.

Selden etkilenen bölgelerde saat 20.00’den itibaren sokağa çıkma yasağı devam ederken, bölgeye gönderilen helikopter ve yardım ekipleri de arama kurtarma çalışmalarını sürdürüyor.