Ana Sayfa Blog Sayfa 129

Filistinli çevre örgütleri: Gazze’deki tarım arazileri askeri üsse dönüştürülüyor

Filistin Sivil Çevre Örgütleri Ağı Koordinatörü Abeer Butmeh, İsrail‘in tahrip ederek askeri üsse dönüştürdüğü Gazze‘deki tarım arazilerinin geri döndürülemez şekilde yok edildiğini söyledi.

Londra Üniversitesi bünyesinde kurulan araştırma grubu Forensic Architecture tarafından geçen ay yayımlanan bir çalışmada, Filistin‘de İsrail güçleri tarafından sistematik şekilde hedef alınan tarım arazileri, meyve bahçeleri ve seralardaki yıkım incelendi.

İsrail’in 7 Ekim 2023’te başlattığı saldırıların, Filistinlilerin gıda güvenliği ve yaşam kaynakları üzerindeki etkisini ortaya çıkarmak amacıyla yerel çiftçi birlikleri ve tarım işçileriyle çalışmalar gerçekleştiren araştırma ekibi, yıkımın boyutunu ölçmek için uzaktan algılama yöntemi kullandı ve bölgenin bitki örtüsü endeksinin işgal öncesi ve işgal sonrası durumunu karşılaştırdı.

Yapılan karşılaştırmada Gazze’de daha önce gıda üretimi için kullanılan 170 kilometrekarelik tarım arazisinin yaklaşık yüzde 40’ının tahrip edildiği sonucuna varıldı.

‘Meyve bahçelerinin yarısı, seraların üçte biri artık yok’

Çalışmada yer verilen ve İsrail tarafından başlatılan kara harekatının ilk haftalarına ait uydu görüntüleri, saldırıların Gazze’deki çiftlik ve meyve bahçelerinin yaklaşık yarısına yayıldığını, seraların ise neredeyse üçte birinin yok edildiğini gösteriyor.

En yoğun tahribatın Gazze’nin kuzeyinde yaşandığı ve buradaki seraların yüzde 90’ının İsrail’in kara saldırısının ilk aşamalarında yok edildiği bilgisine ulaşılırken çiftlikler ve seralar dahil olmak üzere Ekim 2023’ten bu yana yok edilen ve çoğu zaman İsrail askeri üssüne dönüştürülen 2 binden fazla tarım alanı belirlendi.

Çalışmada Doğu Cebaliye‘de zeytin, nar ve narenciye üretimi yapan bir aileye ait tarım arazilerinin yok edilmesini kanıtlayan uydu görüntülerine de yer verildi. Ocak 2024’e ait uydu verileri incelendiğinde Abu Suffiyeh ailesinin topraklarının İsrail’in kara saldırısı sırasında yeni askeri üsler oluşturmak amacıyla yok edildiği tespit edildi.

Yüzbinlerce Filistinlinin yerinden edildiği Han Yunus kenti çevresinde de Ocak 2024’ten bu yana seraların yüzde 40’ı yıkıldı.

‘Kimyasalların zarar verdiği topraklar geri döndürülemez şekilde tahrip edildi’

İsrail’in Gazze’de yol açtığı ekokırıma ilişkin AA’ya konuşan Butmeh, özellikle Gazze Şeridi’nin kuzey ve doğu kısımlarında yer alan tarım alanlarının büyük zarar gördüğünü anlattı:

“Zarar derken sadece tarım alanlarını hedef alan zehirli bombaların kullanılmasını kastetmiyorum. İsrail’in Gazze Şeridi’ne yönelik saldırıları sonucu ne yazık ki artık kuzey kesimde tarım alanı ya da ağaç yok. Tarım alanlarının hedef alınması sonucu binlerce ton kimyasalın zarar verdiği toprakların bir kısmı geri döndürülemez şekilde yok edildi.”

1995’te imzalanan “İkinci Oslo Anlaşması” çerçevesinde işgal altındaki Batı Şeria’nın A, B ve C bölgelerine ayrılmasıyla İsrail’in özellikle Batı Şeria’nın yaklaşık yüzde 64’ünü oluşturan C Bölgesinde toprağı bulunan Filistinlilere engeller oluşturduğunu ifade eden Butmeh, Filistinlilerin sadece İsrail ordusunun değil, tarım arazilerine saldırılar düzenleyen yerleşimcilerin baskısına da maruz kaldığını kaydetti.

Butmeh, hem İsrail ordusu hem de yerleşimcilerin tarım arazilerine saldırıları nedeniyle mahsulünü hasat etmek için topraklarına ulaşamayan birçok Filistinli çiftçi bulunduğunu vurguladı:

Fotoğraf: Mustafa Alkharouf /AA.

“Gazze’deki savaşın tüm yaşam unsurlarına zarar verdiğini düşünüyorum. Örneğin fazla miktarda atık su, tarım alanlarına ve evsel alanlara taşıyor. Suların içinde bulunan kimyasallar tarımsal üretimi, sebze ve meyveleri etkilediğinden bu durum aslında direkt olarak insanları etkilemiş oluyor. Saldırılar, enerji yapıları, su şebekeleri ve atık su şebekeleri başta olmak üzere çevresel yapılara tamamen zarar verdi. Özellikle korumasız alan olan Gazze Vadisi’ne çok sayıda bomba atıldı ki bu durum o bölgedeki biyoçeşitliliği ve türleri etkileyecektir.”

‘Tarım alanları yok edilen Filistinliler bahçelerinde üretim yapıyor’

Filistinli çiftçilerin topraklarını eski haline getirmek için mümkün olduğunca çaba sarf edeceğine fakat toprakların iyileştirilmesi için öncelikle saldırı izlerini taşıyan ağır metallerden arındırılması gerektiğine işaret eden Butmeh, bu sürecin ancak atık su arıtma ve tuzdan arındırma tesisi gibi büyük bir çalışma ve özveri isteyen projelerle tamamlanabileceğini dile getirdi.

Tarım alanlarında meydana gelen hasarın onarılması için 10 yıldan daha fazla bir zamana ihtiyaç duyulduğunu belirten hak savunucusu,  Filistinli çiftçilerin artık tohumlarını evlerinin bahçelerine dikmeye başladığını bildirdi:

Fotoğraf: Ashraf Amra/AA. 

 “İsrail, ekonomiyi yok etmek için kalkınma projelerini, ana tesisleri ve Gazze’deki geçim kaynaklarını hedef alıyor. Gazze’ye yönelik önceki saldırılarda atık su tesislerini hedef aldılar. Yüzbinlerce insanı etkileyen kritik noktaları, hedef alabildikleri kadar aldılar. İsrail’in stratejisi, bu toprakları özellikle kuzey ve doğudaki tarım alanlarını yok etmek ve insanları toprakları terk etmeye zorlamak.” 

Filistin topraklarının hem yeni dikilecek ağaçların hem de topraktaki ağır metalleri emebilen bitkilerin yardımıyla rehabilite edilebileceğini anlatan Butmeh, ağır metal içeren suların denizlere ulaşmasının hem deniz yaşamı hem de deniz suyunu arıtarak içme suyu haline getiren Gazzeliler için büyük bir risk ortaya çıkarabileceği uyarısında bulundu

Büyüknohutçu çifti 9 Mayıs’ta mezarları başında anılacak

Antalya‘da mermer ocaklarına karşı verdikleri mücadeleyle tanınan Ali Ulvi ve Aysin Büyüknohutçu çiftinin 2017’de katledilmesinin yedinci yılında anma töreni gerçekleştirilecek.

Aysin ve Ali Büyüknohutçu’nun anı ve mücadelesini yaşatmak üzere başta çevre ve ekoloji hareketleri olmak üzere tüm yaşam savunucularına 9 Mayıs 2024 Perşembe günü Antalya’da gerçekleştirilecek anma etkinliğinde buluşma çağrısı yapıldı:

“Dava süreci iyi işlemedi ve cinayetin azmettiricisi yargılanmadı. Aysin ve Ali Ulvi Büyüknohutçu cinayeti yedinci yılında hala aydınlatılmadı. Adalet yerini bulmadı.  Bu davanın tüm yönleriyle açıklığa kavuşturulması hepimizin boynunun borcu ve insani bir sorumluluktur. İşte bu yüzden öldürülmelerinin yedinci yılında dostlarımız Aysin ve Ali’nin anı ve mücadelesini yaşatmak üzere herkesi yaşamı savunmaya çağırıyoruz. 9 Mayıs 2024, Perşembe günü Antalya’da buluşuyoruz.

Aysin ve Ali Ulvi Büyüknohutçu Dostları olarak çiftin katledilmelerinin beşinci yılında vermiş olduğumuz sözü hatırlatarak sözümüzün arkasında durduğumuzu ve davamızdan takipçisi olduğumuzu yeniden ifade edelim; Söz veriyoruz, yaşam alanını savunan hiçbir birey yalnız kalmayacak!”

Yedinci yılında hala aydınlatılmayan cinayetle ilgili davada hala adalet bekleniyor.

İşçi Filmleri Festivali’ne bir saat kala sansür: Kanun Hükmü filmi gösterimden kaldırıldı

Ankara Film Festivali ve Antalya Altın Portakal Film Festivali seçkisinden çıkarılan ve Türkiye gösteriminin 19.Uluslararası İşçi Filmleri Festivali’nde yapması beklenen “Kanun Hükmü” isimli filminin gösterimine Çankaya Kaymakamlığı tarafından izin verilmedi.

Sansüre gerekçe olarak 2911 sayılı Toplantı ve Gösteri Yürüyüşleri Kanunu gösterildi.

İşçi Filmleri Festivali Ankara ve İstanbul’da başlıyor

Yasak kararını ANKA‘ya değerlendiren filmin yönetmeni Nejla Demirci “Bir filmi suçlu ilan edip onun gösterimini engellemek suçtur. Bu Türkiye sinemasına yapılmış bir darbedir. Sansür de değil, sinema darbesidir” dedi.

‘Seyretmedikleri filmi suçlu ilan ettiler’

Çok üzgün olduğunu, yapmak istedikleri yürüyüşün de engellendiğini dile getiren Demirci şunları söyledi:

“Festivalde bir açılış olacak ancak filmimiz gösterilemeyecek. Festival, filmi göstereceğini deklare etti. Yasak son dakikada geldi. Bu durumu değerlendiremiyorum bile. Her şey hukuksuz. Bir filmi suçlu ilan etmek Türkiye sinemasına vurulmuş bir darbedir. Seyretmedikleri bir filmi suçlu ilan ettiler. Antalya Film Festivali’nde bakanların izlemedikleri bir filme yorum yapmasını kınamıştım ve izlemeleri için çağrı yapmıştım. Kendilerine öneride bulunmuştum. Kültür Bakanlığı’na başvuruda bulunmuştuk. Filmi izledikten sonra da bu tavrı sergiliyorlarsa bu KHK meselesini asla tartıştırmak istemediklerinin göstergesidir. Bir filmi suçlu ilan edip onun gösterimini engellemek suçtur. Türkiye sinemasına yapılmış bir darbedir. Sansür de değil, sinema darbesidir”

Festival yönetimi: Demirci ile dayanışma içindeyiz

Sosyal medyadan bir açıklama yapan Festival yönetimi de “sansürün karşısında konumlanmış bir festival olarak bu hukuksuz yasaklama kararını kınadıklarını, Nejla Demirci ile dayanışma içinde olduklarını” bildirdi.

Nejla Demirci’nin filmi geçen sene Antalya Uluslararası Film Festivali’nin “Ulusal Belgesel Yarışma” kategorisinde yer almış ancak daha sonrasında çıkartılmıştı. Film tepkiler üzerine geri yarışma seçkisine dahil edilmiş ancak bu sefer de Kültür ve Turizm Bakanlığı festivalden çekildiğini duyurmuştu. Aynı gün festival yönetimi bir geri adım daha atmış ve belgeseli festival programından çıkarmıştı. Antalya Büyükşehir Belediye Başkanı Muhittin Böcek yaptığı açıklamayla festivalin iptal olduğunu duyurmuştu.

‣ Sansür protestosu: Yönetmen ve yapımcılar Altın Portakal’dan çekildi
‣ Altın Portakal sansürden döndü, bu kez de Bakanlık çekildi
‣  Altın Portakal yöneticisi: Tehdit ediliyoruz, Kanun Hükmü’nü yeniden festivalden çıkardık

İstanbul’da hayvan kaçakçılığı operasyonu: 565 hayvan kurtarıldı

İstanbul Kaçakçılık Şube Müdürlüğü ekiplerince 42 farklı adrese düzenlenen hayvan kaçakçılığı operasyonunda, aralarında komodo ejderi, timsah yavruları, tarantula, papağan, parmak maymun, geyik ve yılanların da bulunduğu 565 hayvan bulundu. 3 bin 215 hayvan halka bileziği ile bir adet tabancanın da ele geçirildiği operasyonda 36 şüpheli gözaltına alındı.

hayvan kaçakçılığı

İstanbul Cumhuriyet Savcılığı koordinasyonu ile gerçekleşen operasyon Kaçakçılık Suçlarıyla Mücadele Şube Müdürlüğü’nce yapıldı. Polis, CİTES Sözleşmesi kapsamında olduğu değerlendirilen 11 kişiyi teknik takibe aldı. Şüpheli kişilerin suçtan elde ettikleri gelirin belirlenmesi amacıyla Türkiye Bankalar Birliği ve MASAK ile de çalışma sürdürüldü.

İstanbul Emniyet Müdürlüğü’nden yapılan açıklamaya göre, çalışmalar kapsamında 17 Ocak’tan itibaren yaklaşık 6 ay süren teknik ve fiziki takip sonucunda 30 ayrı ara yakalama gerçekleştirildi. İstanbul merkezli 15 ilde 1 işyeri, 2 depo ve 39 farklı ikamet adresine 29 Nisan’da eş zamanlı operasyon yapıldı.

‘Yaban hayatı suçlarıyla diğer şiddet suçları arasında ciddi bağlantı var’
Tayland havaalanında kaçakçılık şüphelilerinin bagajında canlı kırmızı panda ve maymun bulundu

Operasyon sonucu 565 hayvan, 18 adet hayvansal ürün, 52 adet çip ve 1 adet çip okuma cihazı, 3 bin 215 adet hayvan halka bileziği, 1 adet tabancaya el konuldu. Gözaltına alınan ve “5607 Sayılı Kaçakçılık Kanununa muhalefet” ve “CITES Sözleşmesi’ne aykırılık” suçlarından adliyeye sevk edilen 27 kişi serbest bırakıldı. Kalan 9 şüpheli ise işlemlerinin tamamlanmasının ardından adliyeye sevk edilecek.

Hayvanlara ne olacağı ise belirsiz. Yeşil Gazete’den Cansu Acar’ın Gaziantep’teki hayvanat bahçesi hakkında hazırladığı haberde, kaçakçılık mağduru hayvanların bazılarının hayvanat bahçelerine gönderildiği bilgisi yer almıştı. Bulunan yeni hayvanların yaşamlarını nasıl sürdüreceğine dair Emniyet’ten de herhangi bir açıklama yapılmadı.

Birleşik Krallık’taki 150 yıllık ağacın kesilmesiyle ilgili vandalizm soruşturması

Geçtiğimiz yıl Birleşik Krallık‘ın kuzeyindeki Hadrian Duvarı boyunca uzanan Sycamore Gap ağacının kesilmesi Birleşik Krallık‘ta büyük bir üzüntü ve öfke patlamasına neden oldu. Savcıların 30 Nisan Salı günü yaptığı açıklamaya göre şimdi de iki kişi 150 yıllık ağacı kesmekle suçlanıyor. Suçlama özellikle bu eylemin vandalizm çerçevesinde gerçekleştirildiği gerekçesine dayandırılıyor.

38 yaşındaki Daniel Graham ve 31 yaşındaki Adam Carruthers, M.S. 122 yılında İmparator Hadrian tarafından Roma İmparatorluğu‘nun kuzeybatı sınırını korumak amacıyla inşa edilen duvara ve ağaca zarar vermek ve cezai hasara neden olmakla suçlandı. Graham ve Carruthers’ın 15 Mayıs’ta Newcastle Sulh Ceza Mahkemesine çıkarılmalarına karar verildi.

Sycamore Gap ağacı neden bu kadar popülerdi?

Euronews‘in aktardığına göre; ağacın iki tepe arasındaki görkemli gölgesi onu manzara fotoğrafçıları için popüler bir ağaç haline getirmişti.

Kevin Costner‘ın 1991 yapımı “Robin Hood: Prince Of Thieves” filminde yer almasının ardından UNESCO Dünya Mirası Listesi‘nde yer alan duvar boyunca uzanan patikada dikkat çeker hale geldi.

Polis, kasıtlı bir vandalizm eylemi olarak nitelendirdiği bu olayın arkasındaki suçluları bulmaya çalışırken, gece vakti yapılan kesim kamuoyunda öfkeye neden oldu.

Northumbria Polis Amiri Kevin Waring ağacın kesilmiş halde bulunduğu günü “inanılmaz üzücü bir gün” olarak nitelendirdi.

Yerde kesilmiş ağacı ilk görenlerden biri olan yürüyüşçü Alison Hawkins yaşadığı şoku şöyle dile getirdi:

“Bu aslında herkesin görmek istediği ikonik bir resim. Doğanın bunu yapmasını affedebilirsiniz ama bunu affedemezsiniz.”

Sycamore Gap ağacının yeri doldurulacak mı?

Graham ve Carruthers, Ekim ayında tutuklandı ve kefaletle serbest bırakıldı. Yetkililerin bu şahıslara karşı suçlamada bulunması altı aydan fazla sürdü.

Dedektif Başmüfettiş Rebecca Fenney, “yerel toplumdaki ve daha uzak yerlerdeki duyguların gücünü” anladığını söyledi ancak insanları ceza davasını etkileyebilecek spekülasyonlara ya da yorumlara karşı uyardı.

Ağacın bulunduğu arazinin sahibi olan National Trust, ağacın kütüğünden yeni bir filiz çıkıp çıkmayacağını görmenin üç yıl kadar süreceğini söyledi.

Yazar Rob Cowen, Ekim ayında The Guardian gazetesi için kaleme aldığı görüş yazısında şunlar dile getirildi:

“O ağaç için derin bir yas tutuyorum. Ama aynı zamanda geçen Çarşamba günü elinde testereyle fırtınanın içine dalanlar için de üzülüyorum, çünkü doğayı yüzüstü bıraktığımız gibi onları da yüzüstü bıraktık.”

İstanbul’un kıyıları yeniden halkın: Kıyı Kanunu’na aykırı yönetmelik iptal edildi

Kıyı Kanunu‘na aykırı olarak, özellikle turistik işletmeler için kıyı kenar çizgisinin değiştirilmesine imkan tanıyan ve 16 Nisan 2022’de Resmi Gazete‘de yayımlanan düzenleme, Danıştay 4. Dairesi tarafından hukuka aykırı olduğu gerekçesiyle iptal edildi. İstanbul Büyükşehir Belediyesi (İBB), kıyıların daraltılmasının ve özel işletmelere ayrıcalık tanınmasının kamu yararına aykırı olduğunu savunarak dava açmıştı.

Danıştay’ın kararında, kıyıların korunmasına aykırı uygulamalara yol açabileceği, bu durumun kıyılardan yararlanmada önceliği kamu yararına veren Anayasa ve kanun hükümleriyle bağdaşmadığı belirtildi. Mahkeme, kıyıların kamusal kullanımını kısıtlayacak herhangi bir düzenlemenin objektif kriterlere dayandırılamadığını ve bu yüzden iptal edilmesi gerektiğine hükmetti.

Kararı duyuran İBB 1. Hukuk Müşaviri Eren Sönmez, “Kıyılar İstanbullularındır” sloganıyla sosyal medyadan yaptığı açıklamada, kıyıların özelleştirilmesine yönelik her türlü girişimin, İstanbul’un doğal ve kamusal alanlarını koruma çabalarına ters düştüğünü vurguladı.

Sönmez, kıyıların herkesin erişimine açık olması gerektiğini ve bu kararın, özellikle yaz aylarında Ege kıyılarında yaşanan benzer sorunlara karşı bir uyarı niteliğinde olduğunu belirtti.

Eurostar, trenleri 2030’a kadar yüzde 100 yenilenebilir enerjiyle çalıştırmaya söz verdi

Birleşik Krallık merkezli, Manş Tüneli’ üzerinden Londra, Brüksel, Paris, Lille, Rotterdam ve Amsterdam arasında çalışan yüksek hızlı tren şirketi Eurostar, trenlerini 2030 yılına kadar yüzde 100 yenilenebilir enerjiyle çalıştırma sözü verdi.

Şirketin salı günü yayımladığı ilk “sürdürülebilirlik raporu”nda ortaya konulan planda, enerji kullanımını azaltma, yenilenebilir enerji kaynağı oluşturma, israfı en aza indirme ve uçmaya daha yeşil bir alternatif olarak tren yolculuğunu teşvik ediliyor. 

Eurostar CEO’su Gwendoline Cazenave, bu on yılın sonunda yenilenebilir enerjiye geçme hedefinin “sektör genelinde değişimi hızlandırmayı” amaçlayan “kasıtlı olarak iddialı bir hedef” olduğunu söyledi.

Eurostar diğer ülkelerden de işbirliği bekliyor

Euronews‘in aktardığına göre, Eurostar, yeni yenilenebilir enerji projelerinin hızlı bir şekilde hayata geçirilmesi için düzenleyici destek ve faaliyet gösterdiği ülkelerdeki ortaklarından işbirliği istiyor. Bu kapsamda trenlere güneş enerjisi panellerinin kurulumu konusunda araştırma yapmak üzere Belçika hükümetine ait demiryolu şirketi Infrabel ile görüşmelere başladı.

Şirket ayrıca yakın zamanda faaliyetlerini daha yeşil bir hale getirmek isteyen  büyük işletmeleri bir araya getiren küresel bir kurumsal yenilenebilir enerji girişimi olan RE100 ittifakına da katıldı.

İttifaka katılan ilk demiryolu şirketi olmaktan gurur duyduklarını belirten Cazenave, “Bugün ulaştırma sektörü Avrupa‘daki sera gazı emisyonlarının yüzde 25’ini oluşturuyor ve sürdürülebilir yüksek hızlı demiryolu, Avrupa ikliminin dörtte biri için önemli bir çözüm  dedi. 

Girişim sayesinde Eurostar, aynı hedefe yönelik çalışan 400’den fazla şirketten oluşan bir ağdan yararlanabilecek.

Dört Avrupa ülkesini birbirine bağlayan Eurostar’ın yüksek hızlı demiryolu ağı her yıl Avrupa çapında milyonlarca yolcu taşıyor.

Hollanda‘daki trenler 2017’den bu yana tamamen rüzgar enerjisiyle çalışıyor. Birleşik Krallık’ta ise rüzgar enerjisi, 2023’ten bu yana Eurostar’ın enerji arzının yüzde 40’ını oluşturuyor. 2025 yılına kadar güneş enerjisi varlıklarını devreye sokma planları bu toplamı yüzde 80’e çıkaracak.

Şu anda Londra ile Paris arasında uçak yerine trene binmek , yolcunun emisyonunu yüzde 96 oranında; 66 kg CO2’den 2,4 kg’a düşürebiliyor.

Eurostar’ın diğer ‘yeşil’ planları

Eurostar ayrıca atıkları en aza indirmek ve kaynakları daha verimli kullanmak için döngüselliği ürünlerine entegre ederek çevresel etkisini azaltmayı da hedefliyor. Buna, gemide yemek için sürdürülebilir malzemeler tedarik etmeye devam etmek,   vegan ve vejetaryen seçenekler sunmak da dahil. Şirket ayrıca plastik yiyecek ve içecek ambalajlarını geri dönüştürülebilir ve kompostlanabilir alternatiflerle de  değiştirdi.

Ayrıca hattın Londra ayağında, satılmayan yiyecekler, şehirdeki yerel topluluklara yeniden dağıtan atık azaltma şirketi Olio’ya bağışlanıyor ve her türlü yiyecek atığı, organik gübre veya komposta dönüştürülüyor. 

Sürdürülebilir seyahat ve transferleri teşvik etmek için yerel demiryolu ağları ve havalimanları ile bağlantıyı geliştirmeyi de hedefleyen Eurostar’ın, Hollandalı havayolu KLM ile olan ortaklığı, yolcuların havaalanına gidiş-dönüş hızlı tren bağlantılarını içeren uçak/demiryolu biletlerini rezerve etmelerine olanak tanıyor.

 

Hindistan’da aşırı sıcaklar dokuz kişinin ölümüne neden oldu

Hindistan‘ın doğusunda Mart’ta hissedilmeye başlayan sıcak dalgası nedeniyle Nisan’da dokuz kişi hayatını kaybetti. Meteoroloji yetkilileri, sıcaklıkların Mayıs’ta da mevsim normallerinin üzerinde seyredeceğini ifade ediyor.

Reuters’in aktardığına göre Hindistan’da 19 Nisan’da başlayan genel seçimlere katılımın düşük olmasının sebeplerinden biri de kavurucu sıcaklar. Ülkenin doğusunda Nisan’da ortalama sıcaklık 28,12 derece olarak kaydedildi. Kayıtların tutulmaya başlandığı 1901 yılından bu yana Hindistan’da nisan ayı için görülen en yüksek sıcaklık kaydedilmiş oldu.

Hindistan Meteoroloji Dairesi Başkanı Mrutyunjay Mohapatra, bölgedeki yüksek sıcaklıklardan, Asya‘da sıcak ve kuru havaya, Amerika‘nın bazı bölgelerinde ise daha şiddetli yağışlara yol açan “El Nino” fenomeninin sorumlu olabileceğini söyledi.

Hindistan’da köylüler kuraklığa karşı duvar ördü
Sıcak dalgası Türkiye’de: Neden ısınıyoruz?
Madagaskar’da rekor sıcak dalgası: İklim krizi olmasa ‘neredeyse imkansızdı’

Mohapatra, sıcak dalgalarının nedeni olarak, ülkenin güneydoğu kıyısı yakınlarında yüksek basınçlı bir dolaşımın görülmesini ve daha az gök gürültülü fırtına yaşanmasını gösterdi.

Ülkenin, yılın bu zamanlarında tipik olarak sıcak dalgalarına tanık olan orta ve kuzeybatı bölgelerininse geçtiğimiz ay aralıklı gök gürültülü sağanak yağışlar nedeniyle büyük ölçüde korunduğu belirtildi.

Meteoroloji ofisi, sıcak dalgası koşullarının önümüzdeki günlerde kademeli olarak azalacağı tahmininde bulundu. Mayıs ayındaki yağışların muhtemelen normal olacağı ve muson sezonunun ikinci yarısında, genellikle daha yüksek yağış getiren La Nina iklim düzeni nedeniyle, haziran ve temmuz aylarına kıyasla ağustos ve eylül aylarında daha fazla sağanak yağış görülmesi öngörülüyor.

Balıkesir’de maden tehlikesine karşı köylüler ayakta: ‘Gökçeyazı ölümyazı olmasın’

Balıkesir’in doğasını ve köylülerin yaşam alanlarını tehdit eden altın ve bakır madeni projesi için verilen ÇED olumlu raporunun iptali, Türkmen Dağı Çevre Komitesi öncülüğünde düzenlenen ve Kazdağı Koruma, TEMA Vakfı gibi çeşitli sivil toplum kuruluşlarının yanı sıra siyasi parti temsilcilerinin de destek verdiği bir eylemle gündeme taşındı. Köylüler, “Altın ve ölüm değil, yaşamak istiyoruz” ve “Gökçeyazı ölümyazı olmasın” gibi dövizler taşıyarak madencilik faaliyetlerine tepkilerini dile getirdi.

Eylemciler, madencilik faaliyetleri için verilen işletme ve çalışma ruhsatlarının iptal edilmesini talep ederken, bu ruhsatların Enerji ve Tabii Kaynaklar Bakanlığı ve Balıkesir Valiliği tarafından verildiğini belirtti. Alihikmetpaşa Meydanı’ndan valiliğe kadar yürüyen grup, dilekçelerini valiliğe teslim etti.

Yapılan basın açıklamasında, CVK Madencilik A.Ş. tarafından planlanan ve en az 16 köyü etkileyen maden ocağı ve çeşitli tesisler için açılmış olan davalara da değinildi. Bu davalara rağmen şirketin çalışmalara başladığı ve bölgeyi tel çitlerle çevirdiği belirtildi. Köylüler, ÇED raporlarında ve uygulamada pek çok usulsüzlük olduğunu ifade etti.

Gökçeyazı’da deprem dahil pek çok risk mevcut

Proje alanında bulunan köylülere ait tarım arazileri, meralar, ormanlar ve hazine arazileri de madencilik tehdidi altında. Köylüler, tarım arazilerinin üzerinde çalışma başlatılabilmesi için gerekli olan mülkiyet izinlerinin alınmadığını, tarlalara erişimin engellendiğini ve tarlaların zarar gördüğünü belirttiler.

CVK’nın altın madeni tarlaları yuttu, kadınlar isyan etti: Tarlam nerede!
Sarıalan Altın Madeni projesi davası sürüyor: ‘Yeni İliç olmasın’
Balıkesir Sarıalan Köyü’nde altın madeni için ÇED süreci başladı

ÇED raporuna göre, projede kullanılacak olan siyanür gibi kimyasalların çevresel ve sağlık üzerindeki olumsuz etkileri vurgulandı. Ayrıca, proje alanının sismik aktivite açısından riskli bir fay hattı üzerinde bulunduğu ve bu durumun potansiyel bir deprem riskini artırabileceği belirtildi.

Köylüler ve çevre örgütleri, proje için verilen tüm izinlerin iptalini, tarlalara erişimin sağlanmasını, tarım dışı kullanım izinlerinin ve mera tahsis izinlerinin iptal edilmesini talep ediyor. Ayrıca, projenin çevresel, sağlık ve ekonomik zararlarının önlenmesi için hukuki ve idari adımların atılmasını istiyorlar.

ABD Demokratları’ndan rapor: ‘Big Oil’ iklim inkarından aldatma ve dezenformasyona geçti

ABD‘de Demokrat temsilciler uzmanlarla birlikte hazırladığı yeni bi rapor, ‘Big Oil’ diye adlandırılan dev büyük petrol şirketinin iklim değişikliğinin tehlikeleri konusundaki görüşleri konusunda halkı isteyerek yanılttığını gösterdi.

Grup, raporda fosil yakıt yakmanın tehlikelerini küçümseme çabalarını özel olarak yürütmekle suçluyor.

Temsilciler Meclisi Gözetim Komitesi’ndeki Demokratların başkanlığını yaptığı raporda, ExxonMobil ve Chevron gibi petrol devlerinin yanı sıra çeşitli endüstri ve ticaret gruplarının fosil yakıt endüstrinin çıkarlarını savunmayı amaçlayan bir kampanyanın arkasında olduğu belirtiliyor; bütün bunların ise “gezegen pahasına” yapıldığına vurgu yapılıyor.

ABD, iklim tahrifatçısı Exxon’un Türkiye ile işbirliğini ‘teşvik ediyor’

Raporu Rhode Island Demokrat Senatörü Sheldon Whitehouse ile birlikte yazan Maryland Demokrat Temsilcisi Jamie Raskin, “Big Oil, fosil yakıtların sürdürülmesi için durmaksızın çalışırken halkın kafasını karıştırmak ve yanıltmak için kampanyalar yürütüyor. İhtiyacımız olan iklim eylemini engellemek için iş modelleriyle ilgili gerçekleri gizlemeye ve doğal gaz da dahil olmak üzere fosil yakıtların gerçek tehlikelerini gizlemeye de devam ediyorlar” diye konuştu.

Petrol devleri,  karbon yakalama teknolojisinin kamu tarafından desteklenmesi de dahil olmak üzere “kafa karıştırıcı ve yanıltıcı anlatılar” kullanmakla suçlarken, özelde ise kapsamlı hükümet desteği olmadan bu teknoloji fahiş derecede pahalı olarak nitelendiriliyor:

Jamie Raskin (Maryland Demokratı ve komitenin kıdemli üyesi): Kanıtlar… Big Oil’in halkın kafasını karıştırmak, yanıltmak ve fosil yakıtların gerçek tehlikelerini gizlemek için kampanyalar yürüttüğünü gösteriyor.

Raporda bireysel petrol şirketlerinin yanı sıra Amerikan Petrol Enstitüsü (API) de hedef alınıyor ve endüstrinin çevresel ve ekonomik öncelikler dengesini savunduğu tespitine yer veriliyor.

Komiteye başkanlık eden Whitehouse, “Fosil yakıt endüstrisi, ürünlerinin ekonomik ve iklime verdiği zararları onlarca yıldır biliyordu, ancak Amerikan halkını her yıl 600 milyar dolardan [562 milyar Euro] fazla sübvansiyon toplamaya devam ederek ve rekor kıran karlar elde ederek aldattı” dedi.

Komitedeki Demokratlar, hükümetin gezegenin ısınmasına neden olan emisyonları durdurmaya yönelik kararlı bir adım atmaması durumunda iklim krizinin etkilerinin daha da kötüleştiğini kaydetti. Bazı senatörler ise  krizin körüklenmesi nedeniyle sektörün tazminat ödemesi gerektiğini belirtti.

Vermont senatörü Bernie Sanders, “Benim görüşüme göre, tasarıyı kabul etmek zorunda olan eyalet hükümeti ya da federal hükümet olmamalı. Sanırım bu soruna neden olan, bu durum hakkında yalan söyleyen insanlardan faturayı almalarını istemenin zamanı geldi” diye konuştu

Cumhuriyetçilerden ‘sabotaj’

Bütçe komitesindeki Cumhuriyetçiler ise toplantının asıl odak noktasını saptırdı. Iowa senatörü ve komitenin üst düzey Cumhuriyetçilerinden Chuck Grassley, “fosil yakıtların enerji güvenlikleri açısından kritik olduğunun inkar edilemez” olduğunu öne sürdü.  Wisconsin senatörü Ron Johnson ise karbondioksitin bir “bitki gıdası” olduğunu iddia ederek olumlu yönleri olduğunu ima etti. Bu, iklim değişikliği hakkında şüphe tohumları ekmeyi amaçlayan, fosil yakıt endüstrisi tarafından finanse edilen düşünce kuruluşları tarafından uzun süredir desteklenen bir görüş.

Toplantı sonrasında bir röportaj veren, Senato komitesindeki Demokratlarının ifade vermeye davet ettiği Miami Üniversitesi doçenti Geoffrey Supran, “Fosil yakıt şirketlerinin, ürünlerinin küresel ısınmaya yol açtığını inkar etmek için onlarca yıldır kullandığı taktikler arasında en yaygın olanı karakter suikastıdır. Amaç mesaj yerine elçiye saldırmak çünkü mesajın üzerinde duracak ayakları yok” dedi.  Supran, Cumhuriyetçilerin mesajlarının, sektörün yeni “iklim gecikmesi” biçimlerini benimsemesine rağmen, “iklim inkarının eski biçimlerinin bazı durumlarda hala canlı ve iyi durumda olduğunun” bir göstergesi olduğunu ekledi.

Çok sayıda dava açıldı

ABD’de çok sayıda şehir ve eyalet, “iklim aldatması”  iddiasıyla büyük petrol şirketlerine karşı çok sayıda dava açtı. Chicago şehri, Pensilvanya‘nın Bucks ilçesi, Porto Riko ve Shoalwater Körfezi Kızılderili Kabilesi’nin davalarında  bu belgeler de iddialarının kanıtı olarak gösterildi. 2005’te büyük tütün üreticilerine karşı açılan ve başarılı olan davada ABD adına baş avukat olarak görev yapan ve Demokratlar tarafından ifade vermeye davet edilen Sharon Eubanks ise, ABD’nin petrol endüstrisine karşı makul bir şekilde yasal yollara başvurabileceğine işaret etti.

Eubanks ifadesinde, iklim inkarcı araştırmacıların “zafer notu” olarak adlandırdığı Küresel İklim Bilimi İletişim Eylem Planı adlı bir belgeye atıfta bulundu. Petrol ve gaz lobisinin önde gelen grubu Amerikan Petrol Enstitüsü tarafından 1998’de dağıtılan belge , iklim bilimini baltalayacak ve şüphe ve inkarı teşvik edecek bir planın ayrıntılarını içeriyordu.

‘Big Oil’ dışarıya başka, içeriye başka konuşuyor

Raporda özetlenen belgeler doğrudan büyük petrol firmaları Exxon,  Shell, BP ve Chevron‘un yanı sıra API ve ABD Ticaret Odası gibi lobi kuruluşlarından geliyor. Bu tarihler 30 Kasım 2015 tarihine kadar uzanıyor; ki bu da Paris iklim Anlaşması‘nın imzalanmasından yalnızca birkaç hafta öncesine denk geliyor.

O yıl Inside Climate News ve Los Angeles Times‘taki gazeteciler, Exxon’un iklim krizinin tehlikelerinin on yıllardır farkında olduğunu ancak yine de bu bilgiyi halktan sakladığını ortaya çıkarmış; Exxon ise iddiaları  reddederek bunların “yanlış ve kasıtlı olarak yanıltıcı” olduğunu söylemişti.

Şubat 2020’de de BP “dünyanın net sıfıra ulaşmasına yardımcı olma” misyonunun bir parçası olarak, 2050 yılına kadar veya daha erken bir dönemde net sıfır emisyonlu bir şirket olmayı planladığını duyurmuştu. Komitenin yayınladığı özel e-postalarda üst düzey patronların bu hedefe aylar öncesinden ulaşılabilir olduğundan şüphe ettiklerini itiraf ettikleri ortaya çıktı.

BP, 2019’da eski başkan Trump’ın metan emisyonlarına ilişkin Obama dönemi düzenlemesini geri alma planına da açıkça karşı çıkmıştı. Ancak özel bir e-postada, bir BP yöneticisinin tartışmalı teklifin “düşüncelerine uygun” olduğunu söylediği ortaya çıktı.

Shell de 2016 yılında 2050 yılına kadar net sıfır emisyona ulaşma sözü vermişti. Ancak iki yıl sonra şirketin dış ilişkiler müdürü, hedefin ulaşılabilir olduğundan şüpheli olduklarını söyleyerek bunun yerine 2060 veya 2070’e kadar sürebileceğini öne sürdü.

Komite ayrıca, net sıfır emisyona ilişkin onaylanmış mesajlara ilişkin 2020 yılındaki şirket içi bir sunumda, Shell’in lobicilere ve çalışanlara net sıfırın bir “Shell hedefi” olduğunu söylememeleri talimatını verdiğini tespit etti.