Ana Sayfa Blog Sayfa 1088

Marmaris Kızılbük koyunda bilirkişi keşfi: Yaşanan tahribatı gözlerimizle gördük

Sinpaş‘ın, Marmaris Kızılbük koyundaki yapımına devam ettiği resort otel ve devre mülk projesiyle ilgili 30 Aralık’ta yapılan bilirkişi keşfiyle ilgili Yeşil Gazete‘ye açıklamalarda bulunan Marmaris Kent Konseyi başkanı Ufuk Beytekin, “Yaşanan tahribatı gözlerimizle gördük. 8,9,10 katlı binaları. Hepsi bunların imara aykırı. Heyet de gördü” ifadelerini kullandı.

Projeye, 27 Temmuz’da başlayan ve 8 Ağustos’a kadar devam eden orman yangınları söndürüldükten beş gün sonra Muğla Valiliği tarafından “ÇED Gerekli Değildir” kararı verilmişti.

‘Yaşanan tahribatı gözlerimizle gördük’

Muğla’nın Marmaris İlçesi İçmeler Kızılbük mevkiinde yapımı devam eden resort otel ve devre mülk projesine karşı mücadele devam ediyor. Marmaris Kent Konseyi olarak proje için açılan yürütmeyi durdurma kararıyla ilgili 30 Aralık günü bilirkişi keşfi yapıldı.

Şirketin kendilerine ait olmayan bir alanı kapatıp oradan geçişe izin vermediğini kaydeden Ufuk Beytekin, yapılan bilirkişi keşfinde yaşanan tahribatı gözleriyle gördüklerini ifade etti ve yapılan çalışmaların imara aykırı olduğuna vurgu yaptı.

Beytekin, şirketin projenin yapıldığı alanın milli park olmadığını iddia ettiğini, ancak bilirkişi keşfinde Marmaris’in tamamının milli park olduğunu söylediklerini ifade etti:

Biz, bugüne kadar şirket ne söylediyse bunun kanuna uygun olup olmadığını araştırıp bilgi edinmelerimizi yaptık. Biz ne yorum kattık, ne üzerine bir laf kattık. Heyet de yaşanan tahribatı gördü. Hakim, bilirkişi heyetinin başındaydı zaten.

Mesela yıllardır bu dava oldu olalı hem ruhsatı veren belediyenin hem de kendilerinin şöyle bir savunması vardı. Üstüne basa basa ‘Burası milli park alanı değildir’ diyorlardı. O gün orada hakim burası milli park mı? diye sorunca ilk önce cevap veremediler, sonra ‘Efendim, Marmaris’in tamamı milli park’ dediler. Evet, Marmaris’in tamamı milli park ama bunu bile hem belediyesi hem şirketi burası milli park alanı değildir demişlerdi. Bunların hepsi ortaya çıktı.”

Fotoğraf: Bahadır Özgür/Twitter

‘Dinamit kullanmışlar’

Beytekin, çalışmalar sırasında bölgede dinamit kullanıldığını, ancak şirketin ÇED başvurularında asla dinamit kullanmayacağını yazdığını kaydetti:

Kendileri bir profesör doktora mütalaa yaptırmışlar. Bu şahıs aynı zamanda Kanal İstanbul’un atanan bilirkişilerinden biri. Böyle bir mütalaa yapıp insanları etkilemeye çalışmışlar. Orada bile alanda dinamit kullanılmayacaktır deniliyor. Ama dinamit kullanmışlar. Hakim onu da sordu. Görünen bir şey zaten.”

Ufuk Beytekin, bugün veya yarın itibariyle imar durumunun ve ruhsatların iptali için de dava açacaklarını ifade etti.

‘Etap etap sunup ÇED’ten kaçırdıklarını söylüyoruz’

Projenin dört etap şeklinde planlandığını ifade eden Marmaris Kent Konseyi başkanı, bu şekilde şirketin ÇED’ten kaçtığını ifade etti:

Burası dört etap şeklinde planlanmış. Danıştay, ‘Bunu ayrı ayrı başvuramazsın’ diyor. ‘Bu hiledir, ÇED’ten kaçırmaktır’ diyor.

Projede şu anda bin 407 tane devre mülk ve otel öngörüyor. Aqua parklar, marinalar da var. Ancak, etap etap sunup ÇED’ten kaçırdıklarını söylüyoruz. Danıştay kararını da verdik. Burası dört etap olarak değerlendirildiği zaman muhakkak ÇED gerekli olması gerekiyor.

Bütün bunları zaten bilirkişi değerlendirecek. Bilirkişi raporu hazırlayacak ve mahkeme ya talebimizi karşılayıp yürütmeyi durduracak ve ‘ÇED gereklidir’ diyecek ya da onları haklı bulacak.”

Fotoğraf: Bahadır Özgür/Twitter

‘Belediyenin halkı bilgilendirmeyip ruhsat vermesi üzücü’

Belediyenin halkı bilgilendirmeden şirkete ruhsat verdiğine dikkat çeken Beytekin, bölgede yaşanabilecek sorunlara da şöyle değindi:

Buradaki bin 500 yapı ekleriyle beraber 2 bine yaklaşık bir yapı olacak. İçmeler nüfusunun yarısına yakın bir kalabalık demek bu. Bunun kanalizasyonu nereye gidecek? Zaten şu anda Marmaris’te bir mahalle kanalizasyona bağlı değil.

‘Ben buraya yazdım, belediyenin sorunu’ deyip de ÇED’ten, kirlilikten kaçamazsın. Burası bir deniz girişi. Marmaris’in kapalı denizinin girişi. Burada oluşabilecek en ufak bir kirlilik, Marmaris’i Marmara Denizi’nden beter eder.

Buraya en az bin 500 tane araç girecek. Marmaris’te artık adım atılacak yer kalmayacak. Marmaris’ten İçmeler’e gitmek zulüm olacak. Bunlar da ana sorun. Bizim itirazlarımızın da biri de bunlar.

Üzücü olan yerel belediyenin halkı hiçbir şekilde bilgilendirmeyip ruhsat vermesi. Bunlar bizi gerçekten rahatsız ediyor.”

‘Garezimiz fakirlerin toplu konut yapması mıydı?’

Daha önce de bölgede Toplu Konut İdaresi Başkanlığı‘nın (TOKİ) toplu konut yapımına da karşı çıkıldığından bahseden Beytekin, şu anda yapılan projeye ses çıkarmayan kişi ve STK’leri eleştirerek şunları söyledi:

Zamanında burada TOKİ yapılmaya çalışılmıştı. Hepimiz TOKİ’ye karşı çıkmıştık. Niye? Marmaris gerçekten cennet gibi bir yer.

O zaman itiraz etmiştik. TOKİ gelirse buraya, buradaki demokratik yapı değişir. Burada ormanlar yok olur, deniz kirlenir, trafik çok yoğun olur. Bu haklı sebeplerle bütün kent karşı çıkmıştık. Ama şimdi buraya toplu konut yapılıyor.

Burası bir turizm yatırımı değil, 200 odalık bir otel var sadece, gerisi toplu konut. Ben de şimdi kendimce serzenişte bulunuyorum buna destek vermeyenlere, sesini çıkarmayan STK’lere. Bizim garezimiz fakirlerin toplu konut yapması mıydı? Onlara mı garezimiz vardı? Zenginler toplu konut yapınca sesini çıkarma belediye ruhsat verdi diye, fakirlerin toplu konut yapmasına itiraz et. Olmuyor. Yaptığımızla şimdi davranış şeklimiz birbiriyle uyuşmuyor. Bu yüzden üzüntülüyüm.”

Veteriner Hekimler Odası Başkanı: Köpeklerin kayıt süresi en az altı ay uzatılmalı

Amerikan Pitbull Terrier, Dogo Argentino, Fila Brasilerio, Japanese Tosa, American Staffordshire Terrier ve American Bully gibi köpek ırklarının kısırlaştırılarak 14 Ocak’a kadar kayıt altına alınması zorunlu hale getirildi. Yeni genelgeyi değerlendiren İstanbul Veteriner Hekimler Odası Başkanı Prof. Dr. Murat Arslan, sürenin oldukça kısaldığını hatırlatarak en az altı ay uzatılması gerektiğine dikkat çekti.

Prof. Dr. Arslan şu bilgileri verdi:

“14 Ocak’a kadar hâlâ kayıt altına alınmayan ırklar, ilk tespit edildiğinde sahiplerine 11 bin lira para cezası uygulanacak. İkinci kez uyarılma olmayacak ve 30 bin lira para cezası uygulanacak, köpeklere el konularak barınaklara teslim edilecek. Kayıt işlemleriyle ilgili bir yoğunluk söz konusu. Barınakların kapasitesi belli bir sayıda ve bugün birçok belediyenin barınağı, bakım evi yok. Hayvan sahipleri kayıt altına aldırmak istemediği hayvanı sokaklara bırakıyor. Bu hayvanlar için insanların kaygıları daha da artacak. Belki bir miktar daha ısırma vakaları görebiliriz.”

‘İstanbul’da barınakların kapasitesi yetersiz’

Barınakların kapasitesinin yeterli olmadığını vurgulayan Arslan, “Bugün birçok belediyenin, İstanbul’u örnek verirsek birçok ilçenin barınağı, bakım evi yok. Olanlar da yetersiz. Olanlar, mevcut çalışmaların yürütülmesi için alınan hayvanlarla dolu. Alınacak hayvanların konulacağı bir kapasite İstanbul’da bulunamamakta ve şu an bununla ilgili sorun yaşanıyor” dedi.

‘Maddi gideri karşılamamak için sokağa bırakıyorlar’

Prof. Arslan, ceza ödemekten kaygılananların, kayıt için maddi yük altına girmek istemeyenlerin köpeklerini sokaklara ve ormanlara bırakmaya başladığını dile getirdi:

“Bu nedenle sokağa bırakılan pitbull ve benzeri ırkların artışı söz konusu. Şu an bu tip hayvanların sahiplerinin genellikle ekonomik durumları maalesef belli seviyelerin altında. Bu kişiler kısırlaştırmamak ve maddi gideri karşılamamak adına hayvanları sokağa bırakacaklar. Burada yerel yönetimlerin ve merkezi yönetimin destek olması gerekiyor”

Bazı hayvan sahiplerinin bu ırkların satışını yaptığı için kayıt altına almak istemediğini hatırlatan Prof. Dr. Arslan şunları ifade etti:

“Kayıt altına aldıklarında kısırlaştırma belgesini de vermek gerekiyor. Hem kısırlaştırmak hem de kimliklendirmek için bir ücret ödeniyor. Kısırlaştırma ile beraber ortalama alt taban bin 200 bin 300 lira arasında değişiyor. Bu da bölgeye göre değişiklik gösteriyor.

Valiliğin ve ilgili bakanlıkların bu konuda mutlaka bir yol bulması gerektiğini hemen ortaya çıkan bu genelgenin bu kadar kısa süre içinde uygulanmasının mümkün olmadığını söylüyorum” diye konuştu.

‘Süre en az altı ay uzatılmalı’

Kayıt için belirlenen sürenin uzatılması gerektiğine dikkat çeken Arslan, “14 Ocak’a kadar belirlenen sürenin en az 6 ay uzatılması gerektiğini düşünüyorum. Yetkililerin bu konuda merkezi düzeyde biraz müdahil olması gerekir. İlgili bakanlıklarca şu an kısırlaştırılamayan hayvanların kısırlaştırılması için maddi destek verilebilir” dedi.

‘Isırma vakalarının ırkla ilgisi yok’

Prof. Dr. Arslan, ‘yasaklı ırk’ olarak geçen hayvanlar için insanların var olan kaygısının artacağını belirterek sözlerini şöyle sürdürdü:

“Bundan sonra daha fazla ısırma vakaları görebiliriz ama biz bunları eskiden de görüyorduk. Bunun ırkla da bir alakası yok hayvanın eğitimiyle alakalı. En sakin ve küçük ırkı eğittiğiniz zaman o içgüdüsel olarak koruma görevini yapıyor, bu yüzden saldırabilir. Belli bir yerde yaşamaya alışık hayvanlar bir anda sokağa çıkacaklar ve onların da kaygıları olacak. Köpeklerin saldırması için bir uyarı da onların korkmasıdır. Hayvanların kapalı ortama kapatıldığı zaman da bir takım problemleri olacak. Özgür yetişmiş hayvanlar oldukları için kendilerini ve bakıcılarını yaramaları gibi sorunlar da görülebilir.”

Kayıt işlemleriyle ilgili yoğunluğun söz konusu olduğunu hatırlatan Prof. Dr. Arslan, vatandaşların saldırgan bulduğu her hayvan için belediyeleri aramasının işleri zora soktuğunu da belirtti.

SES Yılın Kadınları Ödülü İkizdereli kadınlara…

Köylerinde yapılacak taş ocağına karşı altı aydır  direnen İkizdereli kadınlara Ses Eşitlik ve Dayanışma Derneği tarafından “Yılın Kadınları” olarak belirlendi.

Konuyla ilgili bir açıklama yapan SES Başkanı Gülseren Onanç şunları söyledi:

“İkizdereli kadınlar, SES Eşitlik ve Dayanışma Derneği’nin öncülüğünde kadın hareketinin geniş katılımı ile 2021 yılında toplumsal cinsiyet eşitliği ve dünyadaki kadın hakları mücadelesinde öncü, eşitlikçi ve feminist duruşuyla örnek olmuş, başarılarıyla kadınlara ilham vermiş veya sistematik baskılara direnerek dayanışmaya katkı sunmuş 21 kadını 2021’in “Yılın Kadınları” olarak belirledik. Eşitlikçi duruş, başarı, ilham, direniş ve dayanışma kriterleri göz önüne alınarak belirlenen “SES Yılın Kadınları” arasında sizin de yer aldığınızı duyurmaktan büyük bir mutluluk duyuyoruz. Fazlasıyla hak edilmiş bu ödülünüz için tebrik ediyoruz.”

Ödülün 20 Ocak Perşembe günü, saat 19.00’ya Beyoğlu Pera Müzesi‘nde yapılacak törenle sahiplerine teslim edileceğini duyuran Onanç, “Direnişiniz, mücadele azminiz ve emeklerinizi birlikte kutlayacağımız bu törende sizi de aramızda görmeyi istiyoruz. Verdiğiniz ilham için size tüm kadınlar adına teşekkür ediyoruz” dedi.

Dünyada koruma altındaki 200 vadiden biri olan ve Kültür ve Turizm Bakanlığı tarafından “örnek yayla” olarak belirlenen İkizdere-Eskencidere Vadisi,  doğal sit alanı ve turizm bölgesi. Burada Cengiz Holding’in liman inşaatı için ihtiyaç duyduğu taş ocağı için “acele kamulaştırma” kararı alınmasının ardından nisan ayında yol açma çalışmalarına başlandı.

İkizdereli kadınların öncülük ettiği köylüler kararı yargıya taşımalarının yanı sıra vadinin girişine çadır kurup nöbet tutmaya başladı. Çadırlar jandarma tarafından gece yarısı operasyonuyla kaldırılınca bu kez iş makineleri engellendi. Covid-19 yasakları sırasında “sokağa çıkma yasağına uymamak”tan para cezasına da çarptırılan köylülere müdahale sonucunda gözaltılar yaşandı. 

Geçen ekim ayında taş ocağı projesine verilen ‘ÇED Gerekli Değildir’ kararına karşı açılan davada bilirkişi raporu yayınlandı. Raporda madenin ekosisteme, çay üretimine, yaban hayatına zarar vereceği de bir kez daha belirtildi.

Vadide halen kadınların sürdürdüğünü nöbet devam ederken, Cengiz İnşaat’ın kapasite artışı talebiyle başvuru yaptığı ve Ulaştırma ve Altyapı Bakanlığı 11. Bölge Müdürlüğü’nün, şirkete yeni bir taşocağı açması için izin verdiği anlaşıldı.   

 

Kazakistan’da akaryakıt zammı protestoları büyüyor

Kazakistan‘ın Zhanaozen kentinde hafta sonunda başlayan akaryakıt zammı protestoları büyüyor. Hazar Denizi kıyısındaki Aktau kentinde de protesto gösterileri düzenlendi.

Kazakistan Devlet Başkanı Kasım Cömert Tokayev, evlerde kullanılan sıvılaştırılmış doğalgaza (LNG) yapılan zammın geri alınmasını talep eden protestoculara sükunet çağrısında bulundu. Tokayev, sosyal medya mesajında sorunun çözümü için bir komisyon oluşturulduğunu belirterek ”Komisyon ülkemizin istikrarının zarar görmemesi için tüm tarafların kabul edebileceği bir çözüm üretmekle görevlendirildi” dedi.

‘Protestocular sorumlu davranmalı’

BBC‘nin aktardığına göre, güvenlik birimlerine kamu düzeninin bozulmasını önleme talimatı verildiğini belirten Tokayev, ”Protestocular sorumlu davranıp bizimle diyaloğa girmeli” dedi.

Gösterilerin başladığı petrol zengini Mangystau bölgesindeki Zhanaozen kentinde 2011 yılında güvenlik güçleri, maaşlarının artırılması ve çalışma koşullarının iyileştirilmesi talebiyle greve giden petrol işçilerinin eylemine müdahale etmiş, 14 kişi yaşamını yitirmişti.

Yaklaşık 30 yıl boyunca ülkeyi yöneten kurucu lider Nursultan Nazarbayev 2019’de devlet başkanlığından ayrılmış, yerine onun desteklediği Tokayev seçilmişti. 81 yaşındaki Nazarbayev devlet başkanlığından ayrılmasına rağmen ülke yönetiminde hâlâ etkin.

Turizm endüstrisi iklim krizi karşısında hayatta kalabilecek mi?

Yazan: Emma Pattee ve Rita Liu

Yeşil Gazete için çeviren: Ece İldem

*

İklim krizinin en korkunç ironisi, yaşadığımız dünyadaki en güzel ve popüler alanların aynı zamanda en savunmasız alanlar olduğu gerçeğidir. Basitçe açıklamak gerekirse, sıcaklıkların yükselmesiyle olağan dışı hava olayları artacak, su kaynakları kuruyacak ve doğal habitatlar ölecek. Doğal habitatları zengin alanlar ise başka bir yıkım ve kayıpla da karşı karşıya: Turistler.

Turizm, iklim krizine sebep olan dikkate değer alanlardan biri. Turizm endüstrisi küresel emisyonların %8’ine denk geliyor ve turist akınları aşırı gelişme ve doğal alanların azalması gibi bir çok probleme sebep oluyor. Tüm bu olumsuzluklara rağmen turistlerin getirdiği gelir, çoğu bundan başka endüstrisi olmayan ya da madencilik ve tomrukçuluk gibi doğal maddeleri işleme endüstrisine dayanan bu bölgelere, kayda değer ekonomik faydalar sağlıyor. Ayrıca, çevre problemleri ile ilgili farkındalık yaratmaya da yardımcı oluyor, örneğin mercan resiflerinin ağarması ya da yok olmanın kıyısındaki hayvan türlerinin fark edilmesi ve koruma programları için fon bulunmasının sağlanması, turizm sayesinde olabiliyor.

Covid-19 sürecinde turizmin duracak noktaya gelmesiyle bu karmaşık ilişki daha fark edilir oldu. Karbon emisyonları azaldı, yaban hayatı zenginleşti. Bu yıl Tayland’daki deri sırtlı deniz kaplumbağalarının son yirmi yıl içinde en fazla yumurtladıkları yıl oldu. Tabii ki tüm bunların bir de bedeli var. Küresel turizm endüstrisi çok fena çakıldı ve tahmin dahi edilemeyecek bir kayıp yaşadı, bu kayıp gelişmekte olan ülkeleri alarma geçirdi. Aileler aç kaldı. Bazı yerlerde kaçak avlanma ve yasa dışı ağaç kesimi arttı.

Turizm endüstrinin tekrar hareketlenmesi üzerine iklim kriziyle ayrılmaz bir biçimde birbirine bağlı olan turizmin geleceğinin ne olacağını görmezden gelmek imkansız hale geldi. The Guardian, turistlerin uğrak yerlerinde çalışan insanlara iklim krizinin hayatlarını nasıl etkilediğini ve gelecek hakkındaki endişelerini sordu.

Alaska

Denali Ulusal Parkı. Kuzey Anchorage, Alaska, ABD

Her yıl yüz binlerce insan, Kuzey Amerika’nın en yüksek noktasına ev sahipliği yapan Denali Ulusal Parkı’nı ziyaret ediyor. Alaska’nın merkezinde yaklaşık 2,5 milyon hektarlık bir alanı kaplayan parkın yalnızca tek bir girişi var: Yaklaşık 150 km olan tek bir dolambaçlı yol.

Sıcaklıkların artmasıyla yolun etrafında bulunan permafrost eriyor, bu erimenin de etkisiyle yol gitgide daha da zorlayıcı oluyor. Ağustos ayında, Ulusal Park yetkilileri yolun yarısını toprak kayması yüzünden kapatmak ve yolun diğer kısmında mahsur kalan ziyaretçileri tahliye etmek zorunda kaldı.

“Ağustosun sonlarına doğru bir salı günü yol aniden kapandı” diye anlatıyor Simon Hamm, kendisi yolun kapanan tarafında vahşi orman evlerinin bulunduğu Kamp Denali’nin yöneticisi: “Ziyaretçileri tahliye etmek için bize cumaya kadar süre verdiler, çalışanlar için ise bir iki gün daha.”

Bahsettiğimiz zorunlu kapanmanın faturası ağır oldu, iş yerleri iki yüz elli bin dolarlık kazançlarını kaybetti, mevsimlik işçiler ise maaşlarından oldular. Böyle bir durum yalnızca pansiyon sahiplerini değil çok daha geniş bir topluluğu etkiledi diye anlatmaya devam ediyor Hamm:

“Ziyaretçileri ağarlarken kullandığımız erzakın büyük kısmını yerel balıkçı ve çiftçilerden temin ediyoruz, kapanma sonucunda onlara da ihtiyaçları olan desteği sağlayamadık”. Bunlara ek olarak, yerel eğitim sisteminin mali desteği de kısmen de olsa pansiyonda kalanlardan alınan vergilerle karşılanıyor.

Solda: Teklanika Buzulu, 2004. Sağda: Teklanika Buzulu’nun 1919’daki hali. 1959’dan 2010’a gelindiğinde buzulun sol tarafındaki yüzey kotunun yaklaşık 91 metre azaldığı görülüyor. Fotoğraf: USGS/NPS.

Son olarak, Ulusal Park Servisi yol için uzun soluklu bir çözüm bulunmaya çalışıldığını, kapanmanın 2022’de de devam edeceğini ilan etti.

İklim krizi Denali Ulusal Parkı’nı yalnızca toprak kaymaları ile etkilemiyor; tundra çalılıklarının artması, paralel olarak orman yangınlarında artış ve beraberindeki duman ve hava kirliliği problemleri, tundra göletlerinin kuruması, elektrik fırtınası aktivitelerinde ve korkunç ağaç ölümlerine sebep olabilecek, yerli olmayan ladin kabuk böceği gibi zararlılarda artışlara da sebep oluyor. Tüm bu olayların ortak sonucu doğaya verecekleri zararlar” diyor Hamm.

Alaska’daki turizm endüstrisinin, turistlerin iklim değişikliği ile ilgili farkındalıklarının azalmasıyla düşüşe geçeceği tahmininde bulunan Hamm, “Ziyaretçilerimizin bizimki gibi karbon-yoğun seyahat noktaları konusunda giderek bilinçli hale geleceklerini hayal edebiliyorum” diye de ekliyor.

Yunanistan

Evia, Yunanistan. Atina’nın Kuzeyi

Yunan adası Evia’daki Eleonas Oteli’nin sahibi Marina Valli, turizmci ve zeytin üreticisi olarak kendisi ve eşinin, iklim değişikliğinin etkilerini yıllardır günlük yaşamlarında gördüklerini söylüyor.

“Sahil her yıl daha da daralıyor, sular gitgide yükseliyor. Sahilin yanında olan yol şimdi tehlikeli bir şekilde ortadan kayboldu. Zeytin ağaçları 10 yıl öncesine kıyasla eskisi kadar meyve vermiyor. Çiçekler bildiğimizden daha erken ya da daha geç açıyorlar.”

Bu yaz Yunanistan, şiddetli sıcak dalgaları ve yıkıcı yangınlarla baş etmek zorunda kaldı, yaz mevsiminin zirvesinde binlerce turist tahliye edilmek zorunda kaldı. Ağustos ayında Evia alevler saçarken turistlerin feribotla adayı terk ettiklerini gösteren bir video ise viral oldu.

Solda: 2019 yılında Evia adasındaki Limini Köyü’nün yakınındaki dağ alevler içinde. Sağda: Limini Köyü, 2013. Fotoğraf: Michael Pappas/AP

Valli’lerin oteli ve zeytin koruları orman yangınlarından bir değil iki kere zarar gördü, ağustosta rezervasyonu olan ziyaretçilerin rezervasyonlarını iptal etmek zorunda kaldılar. Ziyaretçiler eylül ve ekimde de rezervasyonlarını iptal etmeye devam ettiler: “İnsanlar bizi ziyaret etmekte tereddüt ediyor, çevre felaketlerinin onları rahatlamaktan alıkoymasından korkuyorlar.”

İptal edilen rezervasyonlar, toplayıp sattıkları zeytinlerin yetiştiği korunun gördüğü zararla birleştiğinde çiftin zararı 42 bin Euro oldu.

Valli eşi ile beraber kendilerine miras kalan araziyi organik zeytin korusuna dönüştürebilmek için 20 yıl önce Atina’dan Evia’ya taşınmıştı. “Manzarayı korumak istedik,” diyor Marina, “Doğaya göre yaşıyoruz, doğa pahasına değil.”

Gelecekte yükselecek sıcaklıkları göz önüne alarak Valli ve eşi daha yüksek sıcaklıklara dayanabilecek zeytin çeşitlerini araştırıyorlar: “İklimin getireceği değişikliklerin boyutunu bilmiyoruz”

Solomon Adaları

Solomon Adaları yalnızca dünyadaki en güzel ülkelerden biri değil, aynı zamanda iklim krizine karşı en savunmasız ülkelerden biri. Solomon Adaları yaklaşık 1000 adadan oluşuyor ve nüfusun büyük bir çoğunluğu, güçlü deniz seviyesi yükselişi görüleceği okyanusa bir buçuk kilometreden daha yakın bir mesafede yaşıyor. Yükseliş diyerek geçmemek lazım, beklenen artış dünya ortalamasının iki katından daha fazla. Son yıllarda, en az beş ada sular altında kaldı ve diğer altı ada ise ciddi şekilde aşındı.

Solomonlarda büyüyen Andrickson Trahair, şimdi eşiyle küçük bir dalış mağazası ve misafirhanenin sahibi ve yöneticisi. O da iklim değişikliğinin etkilerini her gün görüyor: Ağaçlar gelgitle sürükleniyor, kıyı her yıl daha da yaklaşıyor, turistleri dalışa götürdüğünde sıklıkla beyazlamış ve ölmüş mercanlarla ilgili bir dolu hikayeyle geri dönüyor. Trahair rüzgarın bile çocukluğuyla karşılaştırdığında çok daha tahmin edilemez ve farklı olduğunun söylüyor: “Solomonlar’da hava koşulları değişiyor.”

Solda: Sogomou Adası’nın 2014’de havadan çekilmiş bir fotoğrafı. Sağda: Sogomou Adası’nın havadan bir fotoğrafı. Adanın neredeyse yarısı suların yükselmesiyle kaybedildi. Fotoğraf: Queensland Üniversitesi.

İklim krizinin, işi üzerinde çok büyük bir etkisi olacağından endişelenen Trahair, “Eğer mercan kalmazsa, balık da kalmaz, bunun sonucunda Solomonlar’a daha az turist gelir,” diyor.

Tarihe bakıldığında Solomon Adaları’nın ana endüstrisi tomrukçuluktu, turizm, ülkenin GSYİH’sinin çok küçük bir parçasıydı. Ancak Trahair’in de aktardığına göre aşırı tomrukçuluk insanları para kazanmak için turizm gibi farklı gelir kapıları aramaya zorladı: “Şimdi ise her zamankinden daha çok turizme bağımlıyız çünkü artık hiç ağaç yok.”

Trahairler, yurtlarının doğal habitatını koruyabilmek için ellerinden geleni yapıyor. Aşırı avlanmayla savaşmanın yanında, adanın etrafında zıpkınla balık avlanmasına da izin vermiyorlar. Mercanların beyazladığı ve öldüğü bölgelere sağlıklı mercanlar nakletmeye de başlamışlar. Dalışa gelen ziyaretçiler nakle yardım etmeye geliyorlar. Ayrıca Trahairler komşuları ve köylülerle de mercan nakletmeye destek olmaları hakkında konuşarak onları cesaretlendiriyorlar. “Mercanların nakli gayet iyi gidiyor,” diyor Trahair, “Elimizden gelenin en iyisini yapıyoruz.”

Victoria Şelaleleri

Victoria Şelaleleri. Zambia ve Zimbabwe sınırı

Victoria Şelaleleri, Dünya üzerindeki en çarpıcı şelalelerden biri. Yaklaşık 1,5 km genişliğinde ve 107 metre yükseklikten, devasa su şelaleleri bir volkanik kaya çıkıntısının üzerine düşüyorlar. Bu şelale Güney Afrika’daki turist hareketliliğinin en önemli sebebi, bölgeye yılda yaklaşık 1 milyon ziyaretçi getiriyor.

İklim krizi sonucunda kuraklık ve ziyaretçilerin iklim ile ilgili endişeleri gün geçtikçe artarken, ziyaretçilerin sayıları azalıyor ve geriye yerel turizm sektörünün gelecekle ilgili endişeleri kalıyor. A’Zambezi River Lodge’un yiyecek ve içecek bölümünde çalışan Sydney Ncube, kuraklığın turizm endüstrisini etkileyecek şekilde gıda kıtlığına sebep olduğundan bahsediyor:  “Yerel çiftlikler kuraklık yüzünden yeterince sebze ve meyve üretemiyor.”

Yerel turizm şirketlerinin kuraklık korkusunun ikili bir yapısı var: Kuraklığın kendisi ve medyada yansıtılan kuraklık. Kuraklık hakkında yapılan haberler turistlerin cesaretini kırıyor, bu durum turizm merkezini en çok ihtiyaç duyduğu zamanda gelirden mahrum bırakıyor.

Solda: Victoria Şelalesi’nin tarihteki en büyük kuraklığa maruz kaldığı 2019 yılının sonlarından bir fotoğraf. Sağda: 2019 yılının başında Victoria Şelaleleri. Fotoğraf: Reuters.

2019’da Sky News’den bir muhabir, Victoria Şelaleleri’nin sadece damla damla su akıttığını belgeleyen ve iklim değişikliğinin etkilerinden bahseden bir çekim yaptı. Bir tur şirketi olan Where To Africa’nın sahibi John McMillan, bu haberin şelalelerin akışı normale döndükten aylar sonra bile yerel turizm üzerinde çok büyük bir etkisi olduğunu söylüyor: “Herkes şelalelerin kuruduğundan bahsediyordu, turlarımızda çok büyük bir iptal akınına maruz kaldık.”

Çitalar, gergedanlar, filler gibi nesli tükenmekte olan hayvanlara yuva olan Zimbabwe gibi ülkelerde, turizm endüstrisinin aldığı her darbe, koruma çabalarını da rayından çıkarma potansiyeli taşıyor.

“Koruma organizasyonları, koruma ve topluluk geliştirme faaliyetleri için ihtiyaçları olan parayı turistlerden sağlıyorlar. Turizm biterse bu faaliyetlerin kaynağının büyük kısmı da bitecek” diyor McMillian: “Diğer yandan yerel nüfusun yiyecek kaynakları tükenirse, insanlar hayatta kalmak için kaçak avlanma faaliyetlerine yöneleceklerdir.”

Büyük Bariyer Resifi

Büyük Bariyer Resifi. Avustralya’nın kuzeydoğu kıyıları

Büyük Bariyer Resifi, dünya üzerindeki en karmaşık ekosistemlerden biri. Avustralya’nın kuzeydoğu kıyılarında yaklaşık 2400 km’lik bir alana yayılmış binlerce adadan oluşan resif, sığ nehir ağızından derin deniz suyuna kadar uzanıyor ve ortalama 3000 resife ev sahipliği yapıyor. Geçtiğimiz beş yılda artan sıcaklıklar, üç büyük ağarma olayına sebep oldu.

Hayatının son 40 yılını Büyük Bariyer Resifi’nde dalış yaparak geçirmiş olan, Padi scuba eğitmeni Tony Fontes’i dinliyoruz. Yerel  turizm endüstrisi ile sağlıklı resiflerin ayrılmaz bir bütün olduğunu söylüyor: “Ölü bir resif uzun vadeli turizme elverişli değil.”

Fontes,  resifin çoğunluğunun hala sağlıklı  olduğunu söylese de, mercan ağarmasının sağlıklı resifleri etkilemeye devam ettiğini ve sonunda yerel endüstriden geriye hiç bir şey kalmayacağını da ekliyor:

“Bu durum yalnıza dünyanın en büyük resifinin kaybolacağı ve Avustralya’nın en önemli doğal kaynağını kaybedeceği anlamına geliyor ve bu çok üzücü. Resifin ekonomik, sosyal ve ikonik varlık değeri toplamda 56 milyar Avustralya Doları. Buna ek olarak 64 bin kişiye iş sağlayarak, Avustralya ekonomisine 6,4 milyar Avustralya Doları katkı sağlıyor.”

Solda: Büyük ağarmaya maruz kalmış bir mercan, Mayıs 2016. Sağda: Aynı mercan sağlıklı bir şekilde, mart 2016. Fotoğraf: The Ocean Agency.

“Turizm endüstrisinin resifleri korunmasının savunması için öncelikle iklim krizinin bir problem olduğunu kabul etmesi gerekiyor” diye ekliyor Fontes:  “Çoğu turist rehberi resifin eskiye göre daha kötü durumda olduğundan bahsetmek istemiyor. Sanki iklim değişikliği hakkında konuşmazlarsa geçip gideceğine inanıyorlar.”

Mercan resiflerinin kötü durumu bilinir hale geldikçe, insanların tutumları da değişiyor: “Çoğu turist rehberi resif iyileştirme programları yürütüyor, ziyaretçilerin bu faaliyetlere katılmasını sağlıyor ve iklim değişikliğinin bu ciddi etkileri ile ilgili farkındalığı arttırıyor.” Fontes, elektrikli tekneler kullanan rehberler tanıdığını, hatta teknesini hidrojenle çalışır hale getiren bir rehber olduğunu anlatıyor.

Resifle ilgilenmek sadece fedakar bir eylem olarak değerlendirilmemeli, aynı zamanda dalış teknesi operatörleri için bu bir geçim kaynağı savaşı. “Şundan hiç şüphe yok, resifin sağlığı ile resifteki dalış endüstrisinin sağlığı etle tırnak gibi,” diyor Fontes: “Resif ölürse, dalış ölür.”

Makalenin İngilizce orijinali

Türkiye’de rüzgar enerjisi kapasitesi yüzde 40 arttı

Rüzgar enerjisinde geçen yıl devreye alınan yaklaşık 1750 megavatlık kapasite, Türkiye‘de yıllık bazda devreye giren en yüksek kapasite olarak kayıtlara geçti.

Bu artışla Türkiye’nin toplam rüzgar enerjisi kurulu gücü 2021 sonu itibarıyla 10 bin 750 megavata, işletmedeki toplam proje sayısı ise 270’e ulaştı.

Türkiye’de daha önce yıllık bazda kapasite artışı 1248 megavatla 2016’da gerçekleşmişti.

’30 projenin inşası devam ediyor’

Türkiye Rüzgar Enerjisi Birliği Başkanı Ebru Arıcı, geçen yıl Yenilenebilir Enerji Kaynaklarını Destekleme Mekanizması‘nın (YEKDEM) döviz bazlı teşvik döneminin sona erdiğini belirterek şunları söyledi: “YEKDEM’den faydalanmak için yatırımcılar santrallerin devreye girişini hızlandırdı. Bazı santraller tek türbinle devreye girdi. Bunlara ‘eksik güçle devreye girenler’ diyoruz. Eksik güçle devreye giren yaklaşık 30 projenin inşası devam ediyor şu anda. Bu da yaklaşık 800 megavat bir kapasiteye denk geliyor ve bu yıl hızlıca devreye alınabilecek bir kapasite bu.”

‘Güneş enerjisi için 2 bin megavatlık başvuru var’

Daha önceden rüzgarda yıllık kapasite artışı için 1000 megavatı hedef olarak belirlediklerini dile getiren Arıcı, şöyle devam etti:

“Geçen yılki rekor kapasite 2016’daki rekora göre yaklaşık yüzde 40 artış gösterdi. Bu nedenle şimdi yıllık 1500 megavatı çok rahat devreye alabilecek durumdayız. Özellikle yerli ekipman kullanımına teşvik gelmesi ve Türkiye’nin karbon nötr hedefleri bu artışta önemli rol oynayacak. Bu yılın trendini eksik güçle devreye alınan santrallerin tamamlanması, lisans almış 600 megavatlık kapasite artışları ve hibritler belirleyecek. Şu anda rüzgar santrallerinde güneş enerjisi kapasitesinin hibrit olarak devreye girmesine yönelik projelerde büyük bir hareket var. Bu şekilde yaklaşık 2 bin megavatlık başvuru olduğunu biliyoruz. Bu yıl hibritlerdeki bu kapasitenin bir kısmının devreye alınacağını düşünüyorum.”

Arıcı, sektörün devamlılığı için hibrit projeler ve lisanssız rüzgar santrallerinin önemli olduğunun altını çizerek, “Lisanssızda rüzgar enerjisi sektörü geri kaldı. Bu alana yoğunlaşmamız lazım ama sanayicinin yenilenebilir enerji kullanabilmesini sağlayacak enstrümanlardan birisi rüzgar. Bu nedenle 2022 lisanssızda bizim de yılımız olacak” dedi.

İlk rüzgar enerjisi kullanımı 1998’de

Türkiye’deki ilk rüzgar enerjisi kapasitesi 1998’de İzmir‘de devreye alınırken, o yılki kapasite 9 megavat seviyesinde bulunuyordu. Rüzgar enerjisinde 2000’de 19 megavat olan kurulu güç 2006’da 66 megavata, 2007’de ise 239 megavata yükseldi.

Rüzgar enerjisinde 2016’da toplam kurulu güç 6 bin 135 megavat, geçen yıl ise 1241 megavat rüzgar enerjisi kapasitesi oluşturularak 9 bin megavat seviyesine ulaşmıştı.

Şilili arıcıların eyleminde serbest bırakılan 10 bin arı polisleri soktu

Şili‘nin başkenti Santiago‘da, ülkeyi etkileyen büyük kuraklık yüzünden arıları ölen ve büyük zarara uğrayan arıcılar, Cumhurbaşkanlığı Sarayı önünde protesto gösterisi yaptı. Dört arıcının gözaltına alındığı eylemlerde serbest bırakılan 10 bin arı ise yedi polis memurunu soktu.  

Şili’de arıların çiçek ve ekin gibi besin kaynaklarının yok olmasına neden olan uzun süreli kuraklık bal üretimine de zarar verdi. Bilim insanları ülkede kuraklığın nadir olmadığını ancak içinde bulundukları mega kuraklığın 20210’dan beri devam ettiğini söylüyor. Bunda iklim değişikliği de önemli rol oynuyor. 

Arıcılar ise bal fiyatlarının iyileştirilmesini veya bal üreticilerine sübvansiyon sağlanması için reform yapılmasını talep ediyor. 

Reuters‘in aktardığına göre, Devlet Başkanı Sebastian Pinera ile görüşme talebiyle dün Cumhurbaşkanlığı Sarayı önünde toplanan arıcılar, sarayın önündeki caddeye tahminen 10.000 arının bulunduğu yaklaşık 60 kovan kurdu. 

Arıcı Jose Iturra yerel gazetecilere, kuraklık yüzünden Santiago’nun kuzeyindeki Colina komünündeki yerel arı popülasyonunu yok ettiğini söyledi. “Arılar ölüyor” diyen Iturra, “Onlar ölürse hayat olmaz. Bu eylemde vurgulamak istediğimiz şey, bu” diye konuştu. 

Santiago’daki Tarım Bakanlığı temsilcisi de kurumun kuraklığın arılar üzerindeki etkisinden endişe duyduğunu söyledi. Bölge tarım sekreteri Omar Guzman hükümetin ciddi su kıtlığı yaşayan 20 topluluğa aylardır yardım sağladığını kaydetti. 

Polis yetkilileri ise “Carabiniers” adlı yedi ulusal polis memurunun arıcıları tutuklamaya ve arı kovanlarını sokaktan uzaklaştırmaya çalışırken sokulduğunu ve hastaneye götürüldüklerini söyledi.

İklim değişikliğinden kaynaklanan kuraklık ve artan sıcaklıklar dünya çapındaki arı popülasyonlarını etkiledi. 2020’de Science Dergisi‘nde yayımlanan bir araştırmaya göre, bir nesildeki arı popülasyonu Avrupa‘da yüzde 17 ve  Kuzey Amerika‘da yüzde 50 civarında düştü. 

 

Almanya’dan AB’ye: Nükleer enerjiyi yeşil yatırım olarak desteklemek sorumsuzluk

Almanya Hükümet Sözcüsü Steffen Hebestreit, Berlin’de düzenlendiği basın toplantısında, Almanya hükümetinin “Avrupa Komisyonu‘nun nükleer enerjiyi ve doğal gazı sürdürülebilir enerji kaynakları olarak sınıflandırma” önerisine ilişkin değerlendirmelerde bulundu.

AB’nin gazla çalışan elektrik santrallerini “iklim dostu” olarak sınıflandırmak için önerdiği kriterlerin “federal hükümetin pozisyonuyla uyumlu” olduğunu belirten Hebestreit, Komisyon’un nükleer enerjiye ilişkin değerlendirmelerini ise kabul etmediklerini söyledi. “Nükleer teknolojinin tehlikeli olduğunu düşünüyoruz” diyen Hebestreit binlerce nesli etkileyecek radyoaktif atıklarla ne yapılacağı sorusunun hala yanıtlanmadığını belirtti.

Hebestreit, Almanya’nın AB’nin nükleer enerji değerlendirmesini “açıkça reddettiğini” ve komisyona karşı bu tutumlarına defalarca dile getirdiklerini de vurgulayarak, “Almanya şu anda konuyla ilgili sonraki adımlarını düşünüyor” dedi.

Almanya, kalan altı nükleer santralinin üçünü yıl sonunda kapatmıştı. Diğer üçü ise bu yılın sonunda kapatılacak ve 2030 yılına kadar kömürü aşamalı olarak kaldıracak. Almanya’nın yanı sıra AvusturyaLüksemburgDanimarka, Portekiz ve İspanya da AB’nin nükleer enerjiyi sürdürebilir olarak sınıflandırması planlarına karşı çıkıyor. Komşuları Fransa ise gelecekteki enerji ihtiyaçlarını karşılamak için mevcut reaktörleri modernize etmeyi ve yenilerini inşa etmeyi hedefliyor.

Almanya kendi içinde değerlendirecek

Sosyal Demokrat Parti (SPD), Yeşiller Partisi ve Hür Demokrat Parti‘nin (FDP) yer aldığı koalisyon hükümetinin anlaşmasında nükleer enerjiden çıkışın öngörüldüğünü hatırlatan Hebestreit, Avrupa Komisyonu’nun nükleeri “yeşil yatırım” olarak tanımlama planını Alman hükümetinin kendi içinde değerlendireceğini, bu ay içinde konuya ilişkin bir karar alınacağını bildirdi.

SPD Eş Genel Başkanı Saskia Esken de Twitter hesabından yaptığı paylaşımda, nükleer reaktörlerin dünyada hayatı tehlikeye atan atıklar ürettiğini belirterek, “Bu nedenle özellikle nükleer enerjinin sürdürülebilir bir teknoloji olarak desteklenmesi sorumsuzluktur” ifadesini kullandı.

Çevre aktivistleri, Almanya’nın kömürden daha az kirletici olan ancak yakıldığında hala ana sera gazı olan karbondioksiti üreten doğal gaza vurgu yapmasını eleştiriyor. Hebestreit ise hükümetin hedefinin, doğal gazı yalnızca bir “köprü teknolojisi” olarak kullanmak ve ülkenin iklim nötr olması için belirlediği son tarih olan 2045 yılına kadar yenilenebilir enerjiyle üretilen hidrojen gibi kirletici olmayan alternatiflerle değiştirmek olduğunu kaydetti.

Almanya’nın yeni Ekonomi ve İklim Bakanı Yeşiller’den Robert Habeck, AB Komisyonu’nun önerilerinin bir tür “yeşil yıkama” olduğunu söylemişti.

AB geri adım atmıyor

AB, yeni nükleer enerji ve doğal gaz santrallerini “yeşil yatırım” olarak sınıflandırmaya hazırlanıyor. AB Komisyonu,1 Ocak’ta üye ülkelerde nükleer ve doğal gaz alanlarındaki enerji yatırımlarının sınıflandırılmasına ilişkin uzman danışma sürecinin başlatıldığını açıklamıştı.

Mevcut durumda her AB ülkesinin enerji üretim kaynakları farklılık gösteriyor.

İtirazlar sonuç verdi: Yıldızkoy imara açılmayacak

İYİ Parti’li Gökçeada Belediyesi’nin arkeolojik sit alanı olan Yıldızkoy’un 4 Ekim 2021’de Belediye Meclisi‘nden oy çokluğuyla geçen imar planı Çanakkale Kültür Varlıkları Koruma Kurulu tarafından iade edildi.

Kurulun planı, Koruma Amaçlı İmar Planı yönetmeliğinin 6’ncı maddesi ile çeliştiği gerekçesiyle iade ettiği belirtildi.

‘Tüm illegal girişimlerin de karşısında olmaya devam edeceğiz’

Gökçeada’da (İmroz) bulunan ve ülkenin ilk ve tek “su altı parkı” olma özelliğini taşıyan Yıldızkoy, bir süredir yapılaşma tehdidiyle karşı karşıyaydı. Su altı zenginliğinin yanısıra Antik İmroz şehrinin de merkezinde bulunması sebebiyle aynı zamanda bir arkeolojik değeri de bulunan Yıldızkoy’daki yapılaşma planlarına karşı Ada Dayanışması‘nın itirazları sonuç verdi.

Ada Dayanışması tarafından yapılan açıklamada şu ifadelere yer verildi:

Antik İmroz şehrinin de merkez yerleşkelerinden olması sebebiyle çok önemli bir arkeolojik değer olan ve ‘arkeolojik sit alan’ sıfatıyla nesiller boyu korunması gereken bu 288 dönümlük alan için kurulan inşaat hayalleri 4 Ekim’de belediye meclisinde alınan kararla ete kemiğe bürünse de, Ada Dayanışması’nın kararlılığı ve yurttaşların kesintisiz desteği sayesinde iki ay gibi kısa bir sürede ilk kazanım elde edilmiştir.

Verilen kararı, nihai bir karar olmamakla birlikte mevcut durumda ortak değerimiz Yıldızkoy’a bir çivi bile çaktırmayacak bir karar olması açısından önemsiyoruz. Mevcut kararı, hukuki süreçte elde edeceğimiz kazanımlarla tamam etmeden; çarpıklıklarıyla karşımızda bir inşaat canavarı gibi duran 5000’lik planı iptal ettirmeden ve 100 binlik planın da halkın ve doğanın lehine revize edilmesini sağlamadan durmayacağız.

Hukuksal süreci ilerlettiğimiz gibi Yıldızkoy’la ilgili tüm illegal girişimlerin de karşısında olmaya devam edeceğimizi, bu girişimlerin halkın gözünde mahkum edileceğini buradan bir kez daha muhataplarına ilan ediyoruz.”

Bakanlık’tan altı ay sonra gelen adım: Orman yangınlarıyla mücadele için filo kurulacak

Tarım ve Orman Bakanlığı, 28 Temmuz 2021 tarihinde Antalya‘nın Manavgat ilçesinde başlayarak arka arkaya 59 ilde yaşanan orman yangınlarından altı ay sonra yangın söndürme filosu kurmak için ihale süreci başlatıldığını açıkladı.

Bakanlıktan açıklama

Bakanlığın sosyal medya hesabından yapılan açıklamada,”2022 yılında orman yangınlarıyla mücadele edebilmek amacıyla; 5 adet amfibik uçak, 5 adet büyük tanker uçak, 10 adet küçük tanker uçak ve 55 helikopterden oluşacak hava gücü için ihale süreci Savunma Sanayi Başkanlığı tarafından başlatılmıştır. 5 adet amfibik uçak satın alınması için Savunma Sanayi Başkanlığı ile birlikte çalışmalarımız devam ediyor. Amfibik yangın söndürme uçaklarının sipariş üzerine üretilen özel uçaklar olması sebebiyle, uçaklar tedarik edilene kadar kiralama usulü ile hizmet alınmaya devam edilecektir” denildi.