Ana Sayfa Blog Sayfa 1039

Fransa, korozyon şüphesiyle üç nükleer reaktörü daha kapatacak

Fransa’da nükleer enerji alanındaki kamu kuruluşu EDF‘nin işlettiği üç nükleer reaktör daha korozyon sorunuyla karşı karşıya. Daha önce de beş EDF reaktöründe aynı sorun tespit edilmiş ve çalışması durdurulmuştu.

EDF, geçen aralık ayı ortasında Fransa’nın batısındaki Civaux santralindeki bir reaktörün borularında korozyon nedeniyle çatlaklar tespit ettiğini açıklamıştı.  Arızalar, Civaux’daki iki reaktörde güvenlik enjeksiyon sistemi devresinin borularında,  kaynakların yakınında tespit edilmiş; hem bu reaktörlerin hem de aynı teknolojiyi kullanan doğu Fransa’daki Chooz tesisinin çalışmaları durdurulmuştu.

O dönemde diğer EDF reaktörlerinde kontrollerin gerekli olabileceğini belirtilmişti.

Ocak ayında ise Penly tesisindeki iki nükleer reaktörden birinde ortaya çıkan aynı sorun nedeniyle çalışmasına ara verilmişti.

Dünya çapında kullanımda olan nükleer santrallerin yarısına yakını, kabul edilen ortalama 30 senelik ömürlerinin yarısını geçmiş durumda. Bunların devre dışı bırakılmaları ve yenilerinin inşa edilmesi ise büyük bir maddi külfet getiriyor.  Santrallerin ömrünün belirlenmesinde en önemli etkenlerden biri de gerilme, korozif ortam ve korozyona duyarlı malzeme üçlüsünün bir arada olması  nedeniyle malzemenin süreç içinde hasara uğraması olarak ortaya çıkan gerilim korozyon çatlaması (GKÇ) problemi olarak ortaya çıkıyor. Kullanılan metalin üst yüzeyinde bulunan ve koruyucu etki gösteren oksit tabakasının dış etkiler altında incelmesi ve/veya kırılması ile açıkta kalan yüzeyin korozif ortam etkisine maruz kalarak aşınması sonucu çatlaklar oluşuyor ve bunlar ilerlemeye devam ediyor.  Oluşan bu çatlağın belirli bir boya ulaşana kadarda tespiti de oldukça güç. Bu nedenle kritik uzunluğa ulaşan çatlak hızla kırılmaya neden olabilir.

Elektrik arzı tehlikeye girebilir

EDF, korozyon şüphesi nedeniyle, gerekli kontrolleri yapmak için şimdi de üç ek nükleer reaktörün çalışmasını durdurma kararı aldı.

Fransa ‘nükleer filo’sunda 56 reaktör bulunuyor ve hemen hepsi elektrik üretmek için kullanılıyor. Bu nedenle, olası başka arızalar durumunda  elektrik arzını tehlikeye düşürebilecek şekilde, diğer reaktörlerin de çalışmasının durdurulmasının da güç olabileceği belirtiliyor.

Geçen pazartesi günü EDF, bazı reaktörlerin güvenlik sistemini de etkileyen korozyon sorunlarına atıfta bulunarak 2022 için nükleer enerji üretim tahminini düşürdü. Bir EDF sözcüsü AFP‘ye, kapatmanın yerini ve süresini belirtmeden,  reaktörler üzerindeki araştırmaları sürdürdüklerini, buna göre, başka bazı kapatmaları öngördüklerini  söyledi. 

Gruptan yapılan kısa bir basın açıklamasında ise, EDF, 2022 nükleer üretim tahminini, nükleer filo üzerindeki kontrol programının bir parçası olarak,  300-330 TWh’ye karşı 295-315 TWh’ye düşürüyor” denildi.

Enerji şirketi, 2022’nin başında 330 ila 360 TWh’lik bir üretim hedefliyordu.

Meteoroloji uyardı: Kuvvetli yağış sürecek

Meteoroloji Genel Müdürlüğü (MGM) tarafından yapılan son değerlendirmelere göre; ülke genelinin parçalı ve çok bulutlu, Marmara‘nın doğusu, İç Ege, Akdeniz, İç Anadolu, Karadeniz ile Doğu ve Güneydoğu Anadolu‘nun yağışlı geçeceği tahmin ediliyor.

Kıyı kesimler ile Güneydoğu Anadolu’da yağmur ve sağanak, yağış alan diğer yerlerde karla karışık yağmur ve kar şeklinde görülecek olan yağışların; Karadeniz kıyıları, Doğu Akdeniz, Doğu Anadolu’nun batısı ile Karaman, Niğde, Aksaray ve Adıyaman çevrelerinde kuvvetli olması bekleniyor.

Meteoroloji’den gelen son değerlendirmelere göre; Karadeniz’in iç ve yüksek kesimleri ile Doğu Anadolu’da yüksek kar örtüsüne sahip eğimli bölgelerde çığ riski bulunuyor. İç ve doğu kesimlerde buzlanma ve don olayı bekleniyor.

Meteoroloji uyarıyor

Meteoroloji kuvvetli yağış, rüzgar, çığ tehlikesi, buzlanma ve don olayları için vatandaşların dikkatli olması gerektiği yönünde uyarıda bulundu. Yağışların; Karadeniz kıyıları, Doğu Akdeniz, Doğu Anadolu’nun batısı ile Karaman, Niğde, Aksaray ve Adıyaman çevrelerinde kuvvetli olması beklendiğinden ani sel, su baskını, ulaşımda aksamalar vb. olumsuzluklara karşı dikkatli ve tedbirli olunması gerektiği uyarısında bulunuldu.

Kuvvetli rüzgar

MGM, batı kesimlerde kuzey yönlerden, doğu bölgelerde güney yönlerden orta kuvvette, Marmara’nın doğusu, Ege, Batı Akdeniz, İç Anadolu, Karadeniz, Doğu ve Güneydoğu Anadolu’da kuvvetli ve yer yer fırtına şeklinde (40-70 km/saat) esmesi beklendiğinden ulaşımda aksamalar, soba ve doğalgaz kaynaklı zehirlenmeler, çatı uçması gibi olumsuzluklara karşı dikkatli ve tedbirli olunması gerektiğini bildirdi.

Çığ ve don uyarısı

Meteoroloji, Karadeniz’in iç kesimleri ile Doğu Anadolu’nun yüksek kar örtüsünün bulunduğu eğimli yamaçlarda çığ riski olmasından dolayı meydana gelebilecek olumsuzluklara karşı dikkatli ve tedbirli olunması gerektiği yönünde vatandaşları uyardı. İç ve doğu kesimlerde buzlanma ve don olayı beklendiğinden yaşanabilecek olumsuzluklara karşı dikkatli ve tedbirli olunması gerektiği belirtildi.

CHP elektrik zamları için sokakta: İstanbul’un 39 ilçesinde protesto

Cumhuriyet Halk Partisi (CHP) 81 ilde eş zamanlı “Zamları geri al” eylemini bugün başlatıyor. CHP il başkanlarının yer alacağı protestolarda partinin çözüm önerileri de sıralanacak. Cumhuriyet Halk Partisi İstanbul İl Başkanı Dr. Canan Kaftancıoğlu da Sultanbeyli‘den elektrik zamlarını protesto edecek.

CHP Genel Başkan Yardımcısı Ahmet Akın ülke çapında elektrik zamlarına karşı yapılacak eylemi sosyal medya hesabından şu ifadelerle paylaştı:

Akın hükümete şöyle seslendi:

“Esnafımız Cumhuriyet tarihinin en büyük zamları altında eziliyor, faturalar 2 katından fazla arttı. Elektrik faturaları kirayı geçti. Gelen faturalar AKP’nin indirim yapmış gibi görünerek aslında hiçbir indirim yapmadığının, aksine fahiş oranda elektrik zammı yaptığının kanıtıdır.”

İstanbul’da 39 ilçede protesto

Kaftancıoğlu da bugün 11:00’da Sultanbeyli’de ülkenin içerisinde bulunduğu ekonomik buhran ve iktidarın dayattığı elektrik zamlarıyla ilgili basın açıklaması düzenleyeceğini duyurdu. Kaftancıoğlu yapılacak basın açıklamasını yaptığı paylaşımla duyurdu:

Ek olarak Kaftancıoğlu ile beraber CHP örgütü İstanbul’un 39 ilçesinde çeşitli noktalarda ortak basın açıklamaları gerçekleştirilecek.

Termik santralden kömür ocağı işletmesine: Avdan’ın kamulaştırmaya karşı mücadelesi

Denizli’ye bağlı Tavas’ın Avdan Mahallesi’ndeki kömür ocağı işletmesi için 3 milyon 764 bin metrekarelik bir alana acele kamulaştırma kararı verilmesine yöre halkı tepki gösterdi.

Kamuoyu ve yöre halkının tepkisiyle 2020’de bölgede yapılması istenen termik santralden vazgeçilmesinin ardından halk bu kez de yine yaşam alanlarını etkileyen bir proje olan kömür işletmesiyle karşı karşıya kaldı.

Yöre halkı Avdan Madencilik Enerji San. ve Tic. A.Ş.’nin bölgede kömür ocağı işletme isteğine karşı, yeni projenin Çevresel Etki Değerlendirme (ÇED) süreci kapsamında gerçekleştirilmesi planlanan Halkın Katılımı Toplantısı’nı yaptırmamıştı. Açık kömür işletmesine halkın ÇED sürecinde itiraz etmesi sonrası geri adım atıldı. Ancak 14 Ocak’ta Resmi Gazete’de Avdan’daki 3 milyon 764 bin metrekarelik alanla ilgili olarak acele kamulaştırma kararı verildiği duyuruldu. 2942 sayılı Kamulaştırma Kanununun 27. maddesi gereğince söz konusu alanın Maden ve Petrol İşleri Genel Müdürlüğü tarafından acele kamulaştırılmasına karar verildi. Fakat Avdanlılar alanın kamulaştırılmasını istemiyorlar.

Yöre halkı kamulaştırma kararına itiraz ediyor

Avdan’daki son durumu Yeşil Gazete’ye aktaran TMMOB Denizli İl Koordinasyon Kurulu Sekreteri, Avdan Platformu Sözcüsü ve İnşaat Mühendisi Mehmet Akköse, kamulaştırma kararına da tepki gösterildiğini bildirdi.

Kamulaştırma kararı yargıya taşındı

Denizli Barosu, Denizli Tabip Odası, Büyük Menderes İnisiyatifi (BMİ), sivil toplum kuruluşları, dernekler ve çevre mahalle muhtarlarıyla alanda yapılması planlanan projenin çevreye etkisiyle ilgili halkı bilgilendirdiklerini belirten Akköse, “Biz madenlere ve yeraltı kaynaklarının işletilmesine karşı değiliz; bilime ve tekniğe uygun olarak yapılmasından yanayız. Buna istinaden yanlış uygulamaların itirazı için yöre halkından 220 kişinin verdiği vekaletname ile ilgili barodan çevreyle ilgili avukatlar aracılığıyla kararın Danıştay tarafından iptal edilmesi için dava süreci başlatıldı” dedi.

“Avdan bölgesinde ve ilimizin her bir bölgesinde yapılmak istenen yanlış uygulamalara karşı hep birlikte tepki göstereceğiz” açıklamasında bulunan Mehmet Akköse, dava sürecine TMMOB olarak katkı sağlayacaklarını da bildirdi.

‘Dört mahallenin boşaltılma riski var’

Kamulaştırma kararıyla birlikte kömür işletmelerinin bölgede faaliyet göstermesi durumunda bölgenin boşaltılacağına dikkat çeken Akköse, “Dört tane mahallenin boşaltılma riski var. Halk karara tamamen karşı çıkıyor ve kamulaştırma yapılmasını istemiyor. Bu konuda tavırları net” ifadeleriyle yöre halkının karara tutumunu bildirdi.

Akköse, Tavas’ın Altınova, Seki ve Solmaz Mahalleleri’nde Amadeus Resources Enerji şirketi tarafından yapılmak istenen Jeotermal Elektrik Santrali’ne de değinerek yöre halkı ve muhtarlarla birlikte karşı çıktıklarını ve sonunda “ÇED gerekli değildir” kararına itiraz etmeleri sonucunda kararın iptal edildiğini hatırlattı.

‘Yağmaya ve talana karşı örgütlü mücadeleyi sürdürmeliyiz’

Tavas’taki on mahallede Akemar Madencilik San. Ve Tic. Ltd. Şti. arafından mermer ocağı kurulmak istendiğini ve ÇED sürecinin başlatıldığına işaret eden Mehmet Akköse, halkın buna da doğanın tahrip olmasını istemedikleri için karşı çıktıklarını hatırlatarak “Yağmaya ve talana karşı örgütlü mücadeleyi her zaman sürdürmeliyiz” dedi.

Denizli Valiliği’nin 30 Aralık 2021’de duyurduğu ÇED Süreci’ne Halkın Katılım Toplantısı da halkın itirazı sonrası yarıda kesilmişti.

‘Kurumların bilinçsizliği Sit alanını ihaleye çıkardı’

Denizli’nin Buldan ilçesine bağlı Süleymanlı Köyü’nün doğusundaki 1.Derece Doğal Sit Alanı olan Buldan (Süleymanlı) Yayla Gölü’nün de Sit alanı olması umursanmaksızın Ağustos 2020’de 11 maden sahasıyla birlikte 4. grup maden ihaleleri kapsamına alındığını hatırlatan Mehmet Akköse, “Kurumlar birbirlerinden o kadar habersiz ve bilinçsiz ki; hatalarını fark edince çıkardılar ve 11 bölgenin ihalesi yapıldı” şeklinde konuştu.

Buldan (Süleymanlı) Yayla Gölü

Denizli’nin her bölgesinde mücadele

Akköse çalışmaların bilinçsizce gerçekleştirilmesinin doğaya büyük zararlar verdiğine değinerek “Sarayköy, Kızıldere bölgesinde yapılan jeotermal çalışmalarından da görüyoruz. Reenjeksiyonu doğru düzgün yapmadıkları için yeraltından çıkan zararlı gazlar ve kimyasallar rastgele nehirlere, tarlalara akıtılmakta; bu da çevreye zarar vermektedir. Büyük Menderes’te de bile fabrikaların kirli atıkları nedeniyle kirli bir su akmaktadır” ifadelerini kullandı.

Son olarak Mehmet Akköse, termik santrale karşı yürütülen mücadele sırasında kurulan Avdan Platformu’nun genişletilip Denizli Çevre Platformu olarak Denizli’nin her bölgesindeki çevreye karşı yapılacak yanlış uygulamalara müdahale edeceğini duyurdu.

Erdoğan’dan cezaevindeki gazeteci Sedef Kabaş’a 250 bin TL tazminat davası

“Cumhurbaşkanına hakaret” suçlamasıyla tutuklanan Gazeteci Sedef Kabaş’a Recep Tayyip Erdoğan tarafından tazminat davası açıldı.

Avukat Uğur Poyraz, Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın Kabaş’a 250 bin TL’lik manevi tazminat davası açtığını duyurdu.

Poyraz, sosyal medya hesabından yaptığı paylaşımda, “Cezaevinde Sedef Kabaş, iddianame beklerken bugün Erdoğan’ın açtığı 250.000 liralık manevî tazminat davasının dilekçesi tebliğ edildi” dedi.

Ne olmuştu?

Tele 1’de yayınlanan Uğur Dündar’ın sunduğu ‘Demokrasi Arenası’ programına katılan gazeteci Sedef Kabaş, “Çok meşhur bir söz vardır. Taçlanan baş akıllanır diye. Ama görüyoruz ki gerçek değil. Ya da tam tersi bir söz vardır. Büyükbaş hayvan bir saraya girdiği zaman o kral olmaz. O saray ahır olur. Yani tam tersini ifade eder” diye konuşmuştu.

Kabaş’ın kullandığı bu sözler nedeniyle hakkında “Cumhurbaşkanına hakaret” iddiasıyla soruşturma başlatıldı. Sedef Kabaş, 22 Ocak 2022 tarihinde gece saat 02.00’de evinden gözaltına alındı.

Holis nezaretinde evinden alınan Kabaş, İstanbul Emniyet Müdürlüğü‘ne götürüldü. Sedef emniyetteki işlemlerinin ardından adliyeye sevk edildi. Kabaş, ifadesi alındıktan sonra tutuklama talebiyle nöbetçi hakimliğe sevk edilirken, çıkarıldığı hakimlikçe tutuklandı.

Tele 1’e yayın durdurma ve para cezası

Radyo Televizyon Üst Kurulu (RTÜK), gazeteci Sedef Kabaş’ın hakkında açılan “Cumhurbaşkanına hakaret” soruşturması kapsamında gözaltına alınıp tutuklanmasına gerekçe olarak gösterilen sözlerinin yayınlandığı Tele 1’e yaptırım gündemiyle olağanüstü toplanmış ve  kurul Tele 1’in “Demokrasi Arenası” programının beş yayının durdurulmasına ve yüzde 5 para cezası ödemesine karar vermişti.

 

Medyada LGBTİ+’lar hakkında herkes konuşuyor, kendileri hariç!

Kaos GL Derneği, senelik medya izleme raporunu yayınladı. Yazılı basında LGBTİ+’larla ilgili her haber, köşe yazısı ve söyleşiyi inceleyen derneğin 2021 Medya İzleme Raporu’nun sonuçları bugün (8 Şubat) çevrimiçi bir toplantıyla açıklandı.

On dört yıldır medyada LGBTİ+ temsilini mercek altına alan derneğin 2021 yılı raporu için araştırmayı Ali Özbaş yürüttü. Raporu ise derneğin Medya ve İletişim Program Koordinatörü Yıldız Tar yazdı. Raporun yazarı Tar, düzenlenen basın toplantısında 2021 yılını şöyle değerlendirdi:

“Ortaya çıkan tablo, LGBTİ+’ların haklarını ihlal etmeden, objektif bir temsil güden haberlerin sadece hakkı ihlal etmemekle sınırlı kaldığını gösteriyor. Bunun yanı sıra, LGBTİ+’lar ancak ve ancak bir nefret saldırısı ya da ayrımcılığa maruz bırakıldıklarında gazete sayfalarında yer alabiliyor. LGBTİ+ örgütlerinin çalışmaları ve görüşleri yazılı basında kendisine yer bulamazken; başarı hikayelerini haberleştirme konusunda da büyük bir eksiklik göze çarpıyor. 2017 yılından beri araştırmamızda değişmeyen bir veri olarak karşımıza çıkan bu sonuç, araştırmanın diğer sonuçlarıyla birlikte değerlendirildiğinde medyada LGBTİ+’ların özne olarak yer alamadığını, olumlu ya da olumsuz temsil fark etmeksizin ancak ve ancak haberin konusu olarak yer alabildiğini gösteriyor. Medya, LGBTİ+’ları, hayatlarını, fikirlerini, mücadelelerini temsil etmiyor. Onun yerine LGBTİ+’lar hakkında konuşmayı tercih ediyor. LGBTİ+’ların kendi seslerini medyadan okuyabilmek mümkün olmuyor. Bu durum da medyada LGBTİ+’ların insandışılaştırılması anlamına geliyor. LGBTİ+’lar medyada hayatları, iradeleri ve hakları olan özneler olarak temsil edilmek yerine; deyim yerindeyse üzerine konuşulan bir “sorun” olarak yer alıyor.”

Olumsuz temsil oranı: Yüzde 57

Yazılı basında yayınlanan 4011 metnin incelediği araştırma sonuçlarına göre; LGBTİ+’ları konu edinen metinlerin yüzde 43’ü (1707) hak haberciliği kapsamında değerlendirilebilir. Bütün metinlerin yarısından fazlasını (yüzde 57) oluşturan 2273 metinde ise LGBTİ+’ların temel haklarının ihlal edildi, nefret söylemi ve/veya ayrımcı dil kullanıldı ya da metinler LGBTİ+’lara ilişkin önyargıları besledi.

Hak ihlali alt kategorilerinde ayrımcı dil, LGBTİ+ kimliklerin suç, hastalık, sapkınlık, ahlaksızlık ya da günah olarak gösterilmesi, nefret söylemi, nefret suçu ve ifade ve örgütlenme özgürlüğünün ihlal edilmesi öne çıkıyor.  2021 yılında 2161 haber, söyleşi ve köşe yazısında LGBTİ+’lar ayrımcı bir dille temsil edildi. Bu, 2021’de yayınlanan bütün içeriklerin yüzde 54’ünü oluşturuyor. Bütün metinlerin yüzde 31’ine tekabül eden 1249 metinde nefret söylemi tespit edildi. 1148 metinde ise LGBTİ+ kişiler ya da dernek, kurum ve kuruluşları hedef gösterilerek nefret suçu işlendi.

 En çok kullanılan kelimeler: İstanbul Sözleşmesi ve Boğaziçi

Rapora göre; nefret söylemi ve/ya ayrımcı dil içeren metinlerin başlıkları incelendiğinde en çok kullanılan kelimenin “İstanbul” olduğu (145 kere), hemen ardından “Sözleşmesi” kelimesinin (99 kere) geldiği görülüyor. Boğaziçi, 79 kere kullanılarak İstanbul Sözleşmesi’ni takip ediyor. Bu durum raporda şöyle açıklanıyor:

“Bu durum; 2021’de LGBTİ+’lara nefret söyleminin en çok İstanbul Sözleşmesi ve Boğaziçi Üniversitesi’ndeki kayyum rektör protestolarına ilişkin haber, köşe yazısı ve söyleşilerde üretildiğini gösteriyor. Geçtiğimiz yıllardaki araştırmalarımıza paralel bir şekilde, nefret söyleminin siyaset eliyle medyada kendisine yer bulduğunu söyleyebiliriz. Öte yandan, nefret söylemi içermeyen haber, söyleşi ve köşe yazılarına bakıldığında en çok yinelenen kelime öbeğinin “Kadın ve LGBTİ” olduğunu gözlemledik. Bu durum, nefret üretmeyi yayın politikasına dönüştüren gazetelerin LGBTİ+’ları adıyla sanıyla hedef gösterirken; hak haberciliğine veya LGBTİ+’ların haklarına saygı göstermeye gayret eden gazeteler açısından LGBTİ+’ların “ve” ekiyle eklendiğini ve yayın politikalarının merkezinde yer almadığını bir kez daha gösteriyor.”

Yerel basının ilk 10’u

Raporda yerel basın şehir bazlı inceleniyor. 2021 yılında LGBTİ+ içerikli haber ve köşe yazıları en çok İstanbul’da yayınlanan yerel medya organlarında kendisine yer bulabildi. İstanbul’u Bursa ve Trabzon takip etti. LGBTİ+’ları sayfalarına taşıyan yerel gazetelerin en çok yayınlandığı 10 il sırasıyla İstanbul, Bursa, Trabzon, İzmir, Konya, Kocaeli, Çanakkale ve Ankara’ydı.

LGBTİ+’ları sayfalarına taşıyan ilk 10 gazete

Yaygın medyada 2021 yılında LGBTİ+’ların yer aldığı 2103 haber, söyleşi ve köşe yazısı yayınlandı. Yayınladıkları haber, köşe yazısı ve söyleşilerin ayrımcılık, nefret söylemi, önyargı veya LGBTİ+’lara yönelik herhangi bir hak ihlali içerip içermediğine bakılmaksızın LGBTİ+’ları sayfalarına taşıyan ilk 10 gazete şöyleydi:

Yeni Akit, 319 metin, yüzde 15
Cumhuriyet, 149 metin, yüzde 7
BirGün, 143 metin, yüzde 7
Evrensel, 110 metin, yüzde 5
Aydınlık, 107 metin, yüzde 5
Hürriyet, 93 metin, yüzde 5
Gazete Pencere, 90 metin, yüzde 4
Milliyet, 89 metin, yüzde 4
Milat, 88 metin, yüzde 4
Yeni Şafak, 88 metin, yüzde 4

İlk 10’da yer alan gazetelerden Yeni Akit, Aydınlık, Milat ve Yeni Şafak’ın ürettiği neredeyse tüm içeriklerde ayrımcılık veya nefret söylemi yer alırken; Cumhuriyet, BirGün, Evrensel ve Gazete Pencere hak haberciliğinde öne çıkıyor.

Rapora ulaşmak için tıklayın.

 

Germencik’teki siyanürle altın arama iddiaları Meclis gündeminde

İYİ Parti Aydın Milletvekili Aydın Adnan Sezgin, Aydın’ın Germencik ilçesinde Maden Tetkik ve Arama Genel Müdürlüğü (MTA) tarafından yürütülen maden arama çalışmaları ile ilgili olarak, Enerji ve Tabii Kaynaklar Bakanı Fatih Dönmez’in yanıtlaması talebiyle bir soru önergesi hazırladı.

Siyanür ile altın çıkarılması amacıyla maden sondajları yapıldığı iddialarının gündeme geldiği Dağyeni Mahallesi başta olmak üzere, bölgedeki incir ve zeytin üretiminin Aydın ve ülke ekonomisi açısından önemine dikkat çeken Sezgin, dünyanın en kaliteli incir ve zeytininin üretildiği bölgede siyanürle altın aranmasının çevre ve doğa katliamı olacağını belirtti.

MTA Ege Bölge Müdürlüğü’nün bölgede altın değil, gümüş ve bakır gibi madenlerin varlığını tespit etmek için çalışma yapıldığı açıklamasını hatırlatan Aydın Sezgin, gümüş madeninin çıkarılmasında da siyanür kullanıldığını hatırlatarak, “bölgede gümüş madeni bulunması durumunda, çıkarılması için siyanür kullanılacak mıdır?” sorusunu sordu.

İYİ Partili Sezgin’in Bakan Dönmez’e yönelttiği sorular şu şekilde:

  1. Germencik’e bağlı Dağyeni Mahallesi’nde MTA tarafından maden arama çalışmaları gerçekleştirildiği doğru mudur?
  2. Doğruysa, bu aramalar hangi madenler için yürütülmektedir?
  3. Bölgede siyanürle altın çıkarılmasına yönelik bir çalışma bulunmakta mıdır?
  4. MTA Ege Bölge Müdürlüğü tarafından yapılan açıklamada, bölgede gümüş, bakır gibi madenlerin varlığını tespit etmek istedikleri belirtilmiştir. Gümüş madeninin çıkarılmasında da siyanür kullanılmaktadır. Bölgede gümüş madeni bulunması durumunda, çıkarılması için siyanür kullanılacak mıdır?

Ne olmuştu?

Geçen ocak ayında Aydın’ın Germencik ilçesine bağlı Dağyeniköy‘de,  Maden Teknik Arama (MTA) tarafından siyanürle altın aramak için etüd çalışması yapıldığı iddiası yöre halkı ve çevre aktivistlerinin tepkisine neden olmuştu. 

Meydanda toplanıp, çalışmanın yapıldığı alana yürüyen kalabalık, jandarma barikatını aşıp, bir traktör kepçenin lastiklerini kesmiş; kalabalığa engel olmak isteyen jandarmalardan bazılarının yaşanan arbede sırasında üniformaları yırtılmıştı.

Germencik’e 49 kilometre mesafedeki 1200 nüfuslu kırsal Dağyeniköy Mahallesi’nde, iddiaya göre ocak ayın başlarında Maden Tetkik Arama (MTA) tarafından siyanürle altın araması yapılması için etüd sondaj çalışmalarına başlandı. Yöre halkı ve çevreciler, bölgede siyanürle altın çıkarılacak olmasının doğaya ve bölgede yoğun olarak yapılan tarımsal üretime zarar vereceği gerekçesiyle tepki gösterdi.

Üç gün boyunca protesto eylem yapan köylülerle aktivistlere  Germencik Belediye Başkanı CHP’li Fuat Öndeş, Ziraat Odası Başkanı Şahabettin Çapakçıoğlu, Germencik Çevre ve Doğa Derneği (GERÇED) Başkanı Halil Çetinkaya, Aydın Çevre ve Doğa Derneği (AYÇED) Başkanı Mehmet Vergili de destek verdi.

Basın mensuplarına konuşan köylüler, madene sonuna kadar karşı çıkacaklarını belirterek, Buradan ekmek yiyoruz. İçme sularımızın dibine sondaj çakılıyor. Tepkimiz çok büyük. Asla bu yoldan dönmeyeceğiz” derken, GERÇED Başkanı Çetinkaya da şunları söylemişti: “Daha önce jeotermal santrallerini yaparken de aynı oyunu yaptılar. Önce biz araştırma yapıyoruz dediler, sonra da şirketlere sattılar. Biz bu oyunları bildiğimiz için buna kesinlikle ‘Hayır’ diyoruz. Bu tepkiyi hep birlikte göstereceğiz” 

Germencik Belediye Başkanı Fuat Öndeş ise “Altın her yerde olabilir ama incir sadece burada var. Onun için zeytinimize, incirimize ve havamıza sahip çıkacağız” diye konuşmuştu.

Birikimin e-halinden nükleer irrasyonaliteye

Son dönemde karşı karşıya kaldığımız fahiş elektrik faturaları malumun ilamı oldu. Giderek daha fazla yoksullaşan dolayısıyla yoksunlaşan geniş kesimler açısından, ekonomik sürdürülebilirlik tanzim satışlarla, asgari geçim indirimleriyle ya da ucuz kredilerle göğüslenecek eşiği çoktan aştı. Zira en başta özelleştirmeler, kur krizi ve artan maliyet enflasyonu nedeniyle kötüye giden ekonomi şartlarında birim bazında pahalılaşan elektrik, bir sonraki çevrimde ara ürün olarak değdiği her şeyin fiyatını daha da yükseltecek. Bu şekilde önümüzdeki kara delik her geçen gün büyürken bu mağduriyetlerin elektriğin tüketim limitlerindeki değişiklikle tolere edilmesi de mümkün değil ve bu durum  geniş kesimler için ilave yeni borçlanmalar anlamına geliyor.

Öte yandan yurt genelinde süren işçi eylemleriyle geçinemeyenlerin sesine  yukarıdan aşağıya taşeronlaşmış olan bu sistemde, açlık içindeki sermayenin gasp ettiği emeğin sesi de daha fazla karışıyor. Bunun bir örneğini, Akkuyu NGS ile olası bir seçimden önce gövde gösterisi yapmayı sağlayacak açılış seremonisinin kotarılması, en azından 2023’te 1’nci reaktörün operasyona başlatılması hedefinin yakalanması için pandemi demeden, dur-durak dinlemeden az zamanda daha çok işin yapılması adına çalıştırılan işçilerin emeklerinin karşılığı verilmeksizin  işten çıkarılmalarına isyan edişlerinde  görüyoruz.

Bu ortama bir de Türkiye’de Sinop’a kurulması tasarlanan, Türkiye’nin ikinci nükleer santraline yönelik Rusya ile paslaşıldığı haberi gündeme düştü… Hem de Sinop’ta kurulması istenen farazi bir nükleer santral projesine verilen ezbere ÇED onayına karşı Sinop’taki nükleer karşıtlarının başvurusuyla başlatılan dava sürecinde bilirkişi incelemelerine ait inceleme raporu Sinop İnceburun’da öngörülen alanda herhangi bir nükleer santralin kurulmasının uygun olmadığına dair görüşlerini bildirmiş ve projenin uygunsuzluğunu bundan iki ay önce açık açık ilan etmişken…

Bir kez daha görüyoruz ki, siyasi beka iktidar için her şeyden önemli ve nükleer santral nüfusun bir kesimi için bilinmezlikleriyle vaatlerin motoru olarak en azından önümüzdeki seçime yönelik hala bir propaganda aracı yerini korumakta…  Bu açıdan demokrasi şartlarında tepki çekmesi muhtemel olan bu söylemi, iktidar açısından olanaklı kılan iki nedenden biri inkar, diğeri edinilen aşırı gücün korunmasındaki zorunluluk. İnkar iktidarın eylemlerinin bir parçası, zira gerçek duruma uygun ve uyumlu hareket etmek problemlerin failleri için kendi sorumluluğunun bulunduğunu kabul etmek demektir. Dolayısıyla bu noktada muktedir için yapılabilecek tek şey, irrasyonaliteye sığınmak ve “tufanın kendisinden sonra geleceği inancıyla”  hakikati reddetmek oluyor.

Ucuza elektrik ‘hayali’

Yukarıdaki mantalitenin ısrarcılığında,  elektrik alım fiyatının Akkuyu NGS için yapılan sözleşmeye göre bugünkünün de üstünde bir fiyattan garanti edilmiş olduğu düşünülürse, elektrikte bugün  yaşanan şokun bir benzerinin  nükleer enerjinin devreye girmesiyle tekrarlanacağı az çok tahmin edilebilir. Bu şartlarda  ikinci santralin de muştulanması ise irrasyonaliteye sığınmaktan başka bir şey değildir. Hem de bizzat Enerji ve Tabii Kaynaklar Bakanı Fatih Dönmez tarafından sarf edilen “nükleeri 15 yıl pahalı, 65 yıl ucuz diye düşünmek lazım” itirafı [3] yani 2023’te nükleer enerji üretimine geçilirse 2038’e kadar elektriği bugün yaşadığımız şoka neden olan fiyatlardan daha pahalıya alacağımız yönündeki bu itirafı tazeliğini korurken! Ayrıca bakanın ifadesinde geçen “65 yıl ucuz” elektrik sağlanacağı iddiasına hiçbir okuyucumuzun itimat etmeyeceğini umarım. Zira bugün 60’lı yaşlarında bir bürokrat için kendi siyasi ömründen sonrasını ilgilendiren nükleer santralin operasyon sürecinin ilk 15 yılından sonra başlayacak 65 yıllık zaman dilimine dair tespitlerde bulunmak bir sorun teşkil etmeyebilir.

Her şeyin ötesinde biliyoruz ki,  kamulaştırma olmadıkça elektriğin ucuza üretimi mümkün değildir, maliyetli bir enerji üretim metodunu şirket eliyle bir de üzerine kar koyup satarsanız o elektriğin ucuz olması hiç mümkün değildir. Ayrıca rüzgar ve güneş temelli yenilenebilir enerjiden  üretilen elektriğin fiyatı bugünkü elektriğin fiyatının dörtte birine denk gelirken enerjiyi pahalıya üreten ve aynı zamanda kirletici olan  teknolojilerle vakit kaybetmek niye? Bu noktada şunun da altını çizmek istiyorum; içinde bulunduğumuz kriz nükleer enerjinin yoğun elektrik üretimi sağlaması üzerinden elektriğin ucuzlayacağı faraziyesinin savunulacak tarafının kalmadığının ispatıdır. Zira bilindiği gibi bugün şok yaşatan elektrik fiyatları üretim kapasitesinin yüzde 50’ye yakını atıl durumdayken yaşanmakta.[4]

Öte yandan, bakanın bu ifadesini biraz daha irdelersek, iki mesaj daha verildiğini görmekteyiz. Bunlardan biri, ömrü şimdiye dek 60 yıl olarak ilan edilmiş olan nükleer santralin ömrünün şimdiden 80 yıla uzatıldığıdır. Oysa, bir nükleer santralin ömrü uzatıldıkça sorunları artar, üstelik bu sorunları iklim krizi şartlarıyla birlikte düşünmemiz gerekiyor artık… Yani  nükleer santral gibi her geçen yıl atıl teknoloji haline gelen bu yatırım çetinleşen iklim şartlarında  daha büyük tehlikeler arz edecek. Tüm bunlara ilaveten, lütfen okuyucularımız not etsin ki, Akkuyu NGS için yapılan sözleşmede 15 yıl sonra elektriğin alım fiyatının artmayacağının garantisi bulunmadığı gibi, nükleer santralin inşa maliyetine ek olarak yüklenilmesi gereken geçici ve nihai nükleer atık depolarının yapımı da Türkiye’nin sorumluluğu altında bulunmaktadır. Yani nükleer santral kurulması nedeniyle elektrik üretim sürecine dahil olan maliyetli üretim süreçleri karşısında bugünden daha zor ekonomik koşullar içine girmemiz kaçınılmaz. Ayrıca muştulanan ikinci santral nedeniyle siz bunu bir de ikiyle çarpın!

Küresel sivil toplumun işi zor!

Bir diğer irrasyonalite ise küresel sahnede yaşanmakta… Zira Avrupa Birliği Komisyonu’nun iklim krizi şartlarında nükleer enerjiyi 2045 yılına kadar düşük karbon teknolojiler arasında saymak suretiyle sürdürülebilirlik sınıflandırmasına dahil ettiğini duyurdu[5. Yani göz göre göre radyasyon kaynağı ve uzun ve maliyetli süreçlerinde karbon da salan nükleer enerji  yatırımları iklim krizine karşı önlemler arasına katıldı. Kuşkusuz bu kabulde ağırlığını koyan geçmişte yaptığı yatırımlarla elektrik enerji üretiminin yüzde 72’sini nükleer santrallerden karşılayan ve nükleer enerji üretimine eşlik eden iş alanlarına sahip Fransa ve nükleer endüstri ağının paydaşlarıdır. Kaldı ki  fosil gazı da düşük karbonlu teknolojiler arasına katan komisyon üyeleri tarafından nükleerden yana farklı bir karar alınması  da beklenemezdi. Ancak bu ön kabulün bedelinin nükleer bir kaza olmasa dahi,  iklim krizi şartlarında da ekolojik felaket demek olduğu unutulmamalı [6].

Avrupa Birliği Komisyonu’nun bu kararı Türkiye gibi pek çok ülke açısından insan ve sermaye kaynağının maliyetli ve ekolojik olmayan nükleer santral yatırım süreçlerinde hebaya devam edeceğinin  işaretlerini veriyor. Yani uranyum madenciliğinden çözümsüz atık aşamaları dahil tüm operasyon süreci boyunca kaza olmasa dahi yaşamı ipotek altında tutan nükleer santral yatırımlarına kaynak aktarılması gerçekten hepimiz için büyük bir kayıp. Zira iklim krizinin kontrol altına alınmasını sağlayacak kaynağını doğadan alan ve sonlu olmayan rüzgar ve güneş gibi doğaya uyumlu, düşük maliyetli ve komplike olmayan uygun  çözümlere ihtiyaca göre yatırım yapmaktan uzaklaşılması, zamanın ve maddi kaynakların israf edilerek yaşamlarımıza el koyulması demek. İklim krizini ve beraberinde başka ekolojik sorunları derinleştirecek bir karar olarak AB Komisyonu raporunda radyasyon ve fosil gaz iklim dostu ilan edilebildiğine göre küresel sivil toplum olarak işimiz çok!

Zira kapitalist sistemin ileri dönüşümü açısından kontrol mekanizması işlemeyen bir metalaşma sürecinde yıkım kaçınılmaz olduğu için sermayenin saldırıları sesimizi alarm zilleri gibi yükseltirken ekoloji ve emek hareketleri ortaklaşmadıkça kaybedilen şeyin adı olmaz mı bu dünyadaki yaşam? Bu durum gezegenimizi büyümenin sınırlarını aşındıran eşiğe her geçen gün daha fazla yaklaştırırken, yaşamsal sürekliliğe kast eden irrasyonalitenin daha da büyümesinden başka bir anlama daha geliyor. Karar vericilerin üzerinde baskı kurmak bir gereklilik ve bu ancak hak kayıplarına uğrayanların aynı yönde hareket ederek ortak bir talebi dile getirmesiyle mümkün.

*

“Birikimin e hali” ile  enerji üretimi üzerinden sağlanan rant ve el koyma süreci ifade edilmiştir. Bunun için Fukuşima nükleer felaketinden sonra sivil toplum örgütleri tarafından başlatılan enerji dönüşümüne verilen “e-shift/e dönüşüm” anlamına gelen kısaltmadan esinlenilmiştir. Japonya’daki enerji dönüşümü için bkz: Demircan, P.,2020, Teknoloji ve Toplumsal Değişim İlişkisinde Çevresel Felaket ve Risklerin Belirleyiciliği, Fukuşima Nükleer Felaketi Örneği (119-131) Türkiye’de STS: Bilim ve Teknoloji Çalışmalarına Giriş, Turanlı, A., Aydınoğlu, A. U.,  Şahinol, M İstanbul Teknik Üniversitesi, Bilim, Teknoloji ve Toplum Anabilim Dalı Başkanlığı.

[1] Bu yazıda doğal gaz fosil gaz olarak adlandırılmıştır çünkü, bkz https://www.termiksizgelecek.org/fosil-yakit-nedir-ve-nasil-olusur/
[2] Bkz Polanyi, K. (1986). Büyük dönüşüm.A. Buğra (Çev.) İstanbul: Alan Yayınları.
[3] https://tr.sputniknews.com/20220126/bakan-donmez-nukleer-enerjiyi-15-yil-pahali-65-yil-ucuz-diye-dusunmek-lazim-1053138745.html
[4] Bu konuda en son TMMOB 2021 Enerji Görünümü Raporuna bakılabilir.
[5] https://yesilgazete.org/ab-komisyonu-dogal-gaz-ve-nukleeri-dusuk-karbonlu-olarak-siniflandirdi/
[6] Bu konuda bkz https://nukleersiz.org/2021/10/cop-26-nukleer-karsiti-kampanya/; ayrıca bkz video https://youtu.be/zPVKk7NrHzE

(Bu yazı Sivil Sayfalar’da da yayımlanmıştır.) 

 

Hekimler insani çalışma şartları ve özlük hakları için grevde

Hekimler, Türk Tabipleri Birliği ile sağlık emek-meslek örgütlerinin çağrısıyla özlük hakları ile ilgili düzenleme içeren yasa tasarısının iktidar tarafından Meclis içtüzüğüne aykırı biçimde geri çekilmesi üzerine bugün greve gitti. Ülkenin dört bir yanında eyleme başlayan hekimler, toplumun ücretsiz, özel hastanelere mecbur bırakılmadığı, daha iyi bir sağlık hizmetine erişimi ve daha sağlıklı bir ülke için grev yapıyorlar.

Hekimlerden vatandaşlara greve destek çağrısı

Hekimler vatandaşlardan acil şartlar dışında sağlık kurumlarına başvurmayarak grev için destek olmalarını istedi. Çağrıda şu ifadelere yer verildi:

İstanbul’dan Diyarbakır’a, Muğla’dan Gaziantep’e kadar tüm ülkede hekimler grev gerçekleştiriyorlar.

Peki hekimler ne istiyor?

Grevdeki hekimler dünya ülkeleri arasında en az maaşlardan birini aldıklarını belirterek şiddete uğradıklarına dikkat çekiyorlar. TTB tarafından yapılan açıklamada şu ifadelere yer veriliyor:
“Bugün, BAĞ-KUR ve SSK emeklisi hekimlerin aylığı 2 bin 300 ila 4 bin TL arasındadır; pratisyen hekimin yalın maaşı yaklaşık 4 bin 900 TL; 30 yıllık uzman hekimin yalın maaşı 5 bin 800 TL’dir demek için buradayız. Türkiye, 2020 verilerine göre uzman hekim maaşları sıralamasında OECD üye ülkeleri içinde sondan altıncı sırada; pratisyen hekim maaşlarında ise 17 ülke arasında 14’üncü sırada bulunmaktadır. Türkiye’de Sağlık emekçileri yoksulluk sınırının altında yaşamaya mahkum edilmiştir.”

Hekimler göçü

Son on yılda yurtdışına göç eden hekim sayısının 24 kat arttığına dikkat çeken TTB, “Yalnızca geçtiğimiz ocak ayında 197 hekim Türk Tabipleri Birliği’ne yurtdışında çalışma belgesi için başvurmuştur. Bu koşullardan mutsuz olan ve gelecekten endişe duyan meslektaşlarımız yurtdışına göç etmektedir. Yurdumuzda hak ettiğimiz koşullarda ve gelecekten endişe duymadan çalışmak istiyoruz demek için G(ö)REV’deyiz” ifadelerini kullanıyor.

‘MHRS’de aylarca sıra bulunamıyor’

Merkezi Hekim Randevu Sistemi‘nden (MHRS) hastaların aylarca sıra bulamadığına da değinen TTB, “Acil başvuru sayılarımız olağandışı durumlar yaşayan bir ülkede görülebilecek oranlarda; hekimlere/hastalara dayatılan beş dakikada bir muayene bu sorunu çözmez; bu süre ne muayene ne hasta öyküsü alma ne de tedaviyi hastayla birlikte planlamaya yeter; ancak hastalıkları daha da artırır demek için buradayız. OECD ülkeleri arasında 2020 yılında Türkiye hasta başına düşen hekim sayısında 37 ülke içinde 34. sıradayken KHK, arşiv taraması gibi bahanelerle genç hekimler halen atanmıyor demek için G(ö)REV’deyiz” diyor.

COVID-19’da hiçe sayılan sağlık tedbirleri

COVID-19 pandemisi sürecinde iktidarın toplumun ve hekimlerin hasta olmaması ve ölmemesi için neredeyse hiçbir bilimsel tedbir almadığının belirtildiği çağrıda “Sağlık Bakanlığı bugün itibariyle de tüm önlemleri ortadan kaldırarak bilimsel bilgiyi ve tarihsel deneyimleri tamamen yok saymıştır. Bugün, COVID-19’a bağlı hekim ölümlerinde ve hastalanmada Türkiye halen en üst sıralarda iken; iktidar çalışma koşullarımızda hiçbir gerekli önlemi almadığı gibi ölen mesai arkadaşlarımızın da COVID-19’a bağlı öldüğünün kanıtlanmasını bizlerden isteyecek kadar da duygusuzlaşmıştır demek için buradayız. COVID-19 aşısına kadar her 30 dakikada bir sağlık çalışanını bu enfeksiyondan kaybettik. 14 Eylül 2020 yılına kadar COVID-19 vakalarının yüzde 14’ü sağlık emekçileridir ki bu sayı dünyada yaklaşık 5 milyon sağlık çalışanına denk gelmektedir ve her geçen gün artmıştır. İşte bu sebeplerden artık yeter COVID-19 Meslek Hastalığı Yasası amasız fakatsız hızla çıkarılmalıdır demek için G(ö)REV’deyiz” sözlerine yer veriliyor.

Ek olarak İstanbul Tabip Odası (İTO), Sağlık ve Sosyal Hizmet Emekçileri Sendikası (SES) gibi meslek odaları ve sendikaların yanı sıra Aile Hekimleri Dernekleri Federasyonu (AHDF) da greve destek verdi.

Öte yandan Van’da Hakkari Tabip Odası Başkanı Hüseyin Yaviç, Yönetim Kurulu üyesi Ayfer Bostan ve SES şube yöneticileri gözaltına alındı. TTB tarafından yapılan açıklamada şu ifadelere yer verildi:

Hekimlerin on acil talepleri şöyle:

  • Kamu hastanelerinde göreve yeni başlayan pratisyen ve asistan hekimler için temel ücret (maaş+ sabit ek ödeme) yoksulluk sınırının en az iki katından, uzman hekimler için yoksulluknsınırının en az iki buçuk katından az olmamalıdır. Sabit ek ödemeler genel bütçeden karşılanmalıdır.
  • Özel sağlık sektöründe çalışan hekimlerin sosyal güvenlik primleri “prim ödeme tavanı” üzerinden çalıştıkları kurumlar tarafından ödenmeli; ücretleri en az yoksulluk sınırının iki kat olmalıdır.
  • Aile hekimi maaşları en az yoksulluk sınırının iki katına yükseltilmelidir. Tüm Aile Sağlığı Merkez’ binaları kamu tarafından inşa edilmeli aynı standartlarda donanımı kamu tarafından sağlanmalıdır. 3 yıldan uzun süre görev yapan aile hekimi ya da aile sağlığı çalışanı tüm kamu dışı ebe, hekim ve hemşireler kamu kadrosuna alınmalıdır.
  • OSGB’lerde çalışan işyeri hekimlerinin ücretleri Türk Tabipleri Birliğinin belirlediği asgari ücreti üzerinden ödenmelidir.
  • Emekli Sandığı, SSK, Bağ-Kur farkı gözetilmeksizin bütün emekli hekim maaşları (25 yılda emeklilik baz alınarak) pratisyen hekimler için asgari 15.000 TL, uzman hekimler için asgari 18.000 TL’ye çıkarılmalıdır.
  • Çalışma ortamlarımız ve koşullarımız iyileştirilmeli, başta asistanlar olmak üzere bütün hekimlere, herhangi bir maddi kayıp olmadan (nöbet ücretinin kesilmesi vs.) nöbet ertesi izin hakkı tanınmalıdır.
  • COVID-19 “illiyet bağı” aranmaksızın meslek hastalığı sayılmalı, Pandemide çalışılan her yıl için 120 gün yıpranma payı uygulanmalı, hekimler için ek gösterge 7.200 olmalıdır.
  • Sağlıkta Şiddet Yasası acilen TTB’nin önerdiği şekilde düzenlenmeli; cezalar tutuksuz yargılanma ve “hükmün açıklanmasının geri bırakılması” olarak uygulamaya olanak veren sınırların üzerine çıkarılmalıdır.
  • Tıbbi hatalarda kurumsal sorumluluğu görmezden gelerek hekimleri ödeyemeyecekleri tazminatlara mahkûm eden uygulamaların önlenmesi için yasal düzenlemeler yapılmalıdır.
  • Hekimleri de hastaları da mağdur eden, hekimlere karşı şiddet kaynağı olan, halkın sağlığını tehlikeye atan 5 dakikada muayene dayatmasından vazgeçilmeli, hasta randevuları her hastaya en az 20 dakika ayrılacak şekilde düzenlenmelidir.

Süleymaniye Camisi’nin silüetini bozan kalıplar söküldü

Tarihi Süleymaniye Camisi’nin önünde yükselen ve İlim Yayma Vakfı’na ait olduğu ortaya çıkan inşaatın kalıpları söküldü.

Habertürk’ten Esra Boğazlıyılan’ın haberine göre; caminin siluetini bozan yapının kalıpları söküldü.

İBB inşaatı mühürledi

Öte yandan Süleymaniye’deki kaçak inşaatın durdurulması için verilen 3 günlük süre doldu. İBB imar müdürlüğü yetkilileri inşaatı mühürledi.

Ne olmuştu?

İstanbul, Fatih, Demirtaş Mahallesi’nde bulunan tarihi Süleymaniye Camisi’nin önünde yükselen inşaat caminin silüetini bozduğu gerekçesiyle sosyal medyada gündem olmuş, inşaatın İlim Yayma Vakfı‘na ait olduğu ortaya çıkmıştı.

İBB’den ‘proje yönetmeliğe aykırı’ açıklaması

İstanbul Büyükşehir Belediyesi (İBB), bugün Süleymaniye Camii’nin önünde yükselen yurt binasındaki uygulamaların durdurulması için Koruma Bölge Kurulu’na başvurduğunu duyurmuştu. Koruma Bölge Kurulu’na başvuran İBB, yapı projesinin yürürlükteki imar planına ve yönetmeliğe aykırı olduğunu vurgulamıştı.

İlim Yayma Vakfı’ndan fedakarlık açıklaması

Vakıf tarafından yapılan açıklamada “Yeni binamız Süleymaniye Camii’nin etrafının açılmasına ve camiinin daha iyi görünür olmasına katkı sağlayacaktır” ifadeleri kullanılmış, ardından taştırmaların sürmesi üzerine “Süleymaniye, İstanbul’un ruhudur. İlim Yayma Vakfı’nın varlık sebebi, bu ruhun korumasıdır. Süleymaniye’nin ruhuna zarar verebilecek herhangi bir girişimi önce biz kabul etmeyiz. Süleymaniye’nin siluetinin korunması için üzerimize düşen her tür fedakarlığı yapmaya hazır olduğumuzu beyan ediyoruz. İlgili kurum ve kuruluşları, üzerine düşen sorumlulukları yerine getirmeye davet ediyoruz” açıklaması yapılmıştı.

Fatih Belediyesi tarafından bugün yapılan açıklamada ise şu ifadelere yer verildi:

“Yasal bir bina. Ama yasal olması toplumsal kabulü gerektirmez. İlim Yayma Vakfı zaten açıklama yaptı gereğini yapacağız dedi. Yasal hakları olmasına rağmen geri adım atacağını söyledi. Bu binadaki kalıp sistemleri de söküldü. Parafet kalıp sistemi yıkıldı, kat ilavesi yok. Kurulların alacağı karara uyacağız, dedi İlim Yayma Vakfı. İnşaat durdu, Kurulların alacağı kararlar bekleniyor.”