Cumhuriyet Halk Partisi (CHP) Ankara Milletvekili ve TBMM Çevre Komisyonu Üyesi Semra Dinçer,5 Haziran Dünya Çevre Günü dolayısıyla yaptığı açıklamada, Birleşik Krallık‘tan Türkiye’ye gönderilen plastik atık miktarının sürekli arttığını bildirdi.
Denetim mekanizmalarının harekete geçirilmesi ve plastik atık ithalatının sonlandırılması çağrısı yapan Dinçer şu bilgileri verdi:
“2023 yılının Temmuz ayında İngiltere’den yapılan plastik atık ise 18 bin ton ile pik noktasına ulaşmıştı. O günden bu yana bazı aylarda düşen bazı aylarda ise artış gösteren bir grafik karşımıza çıkıyor. Ancak mart ayı itibariyle ilk defa ay bazında plastik atık ihracatı 21 bin 500 tona yükseldi. Ekim 2023 yılında Çevre Bakanlığından aldığımız cevapta atık ithalatında dışa bağımlılığın azaltılmasının hedeflediği belirtilmesine rağmen, atık ithalatının artarak devam ettiğini görüyoruz. ”
Geçen bir yıl içinde sadece bu ülkeden yapılan plastik atık ithalatının 175 bin tona ulaştığını belirten Dinçer, “Türkiye İngiltere’den plastik atık ithal eden birinci ülke konumuna geldi. 2022 yılında 88 milyon ton olan plastik atık ihracatı 2023 yılında yüzde altmış oranında artarak, 141 milyon tonu buldu. Türkiye an itibariyle İngiltere’den çıkan plastik atığın yaklaşık yüzde 27’sini tek başına ithal ediyor” dedi.
‘Atık ithalatı derhal yasaklanmalı’
“Biz yerinde dönüştürülmeyip, dışarıya gönderilen tüm atığa çöp olarak bakma eğilimindeyiz. Ülkemizin kimsenin çöplüğü olmasına da izin vermeyeceğiz” diyen Dinçer, şunlara dikkat çekti . ”
“Gerekli mevzuat ve yasal altyapının oluşturulmasıyla ülkemizde geri dönüşüm tesislerinin sayısı artmıştır. 22 yıldır atık yönetim stratejisini oluşturamayan ve kendi atığımızı dönüştüreceğimiz bir programı devreye alamayan AKP iktidarı da çözümü atık ithal etmekte bulmuştur.
“Avrupa’da en çok plastik üreten ikinci ülke olan Türkiye’nin plastik ithal etmesindeki temel neden bu atıkları ayrıştırmanın ithal etmekten daha maliyetli olmasıdır. Temiz ve yeşil bir Türkiye için derhal harekete geçilmeli ve plastik atık ithalatı derhal yasaklanmalıdır.”
Çelikler Holding Afşin Elbistan Elektrik Üretim ve Ticaret A.Ş.’nin Afşin-Elbistan A Termik Santrali‘ne eklemek istediği 668 MW kapasiteli iki yeni ünite için Çevre, Şehircilik ve İklim Değişikliği Bakanlığı’ndan Çevresel Etki Değerlendirmesi (ÇED) kararı bekleniyor.
ÇED için İnceleme Değerlendirme Komisyonu; Afşin-Elbistan Hayatı ve Doğayı Koruma Platformu, Temiz Hava Hakkı Platformu, Türkiye Erozyonla Mücadele, Ağaçlandırma ve Doğal Varlıkları Koruma Vakfı (TEMA), Türk Mimar ve Mühendis Odaları Birliği (TMMOB) ve Çevre Hukuku Ağı temsilcilerinin katılımıyla 2 Nisan’da toplanmıştı.
‘ÇED başvurusu reddedilsin’
Mevcut santrallerin kirliliğiyle mücadele eden halk ve örgütler, bakanlığın ÇED başvurusunu geri çevirmesini istiyor.
Afşin A ve B santralleri toplamda sekiz üniteye sahip. Ancak mevcut santrallerde mevzuata uygun limit değerlerini sağlayabilen baca gazı arıtma tesisi bulunmuyor. Ayrıca bölgede yapılan çalışmalar, santrale yakın bölgelerde arsenik, kurşun ve demir gibi ağır metallerin ve iz elementlerin önemli ölçüde arttığını gösteriyor.
Fotoğraf: Umut Vedat
Temiz Hava Hakkı Platformu’nun hazırladığı rapora göre Afşin A Termik Santrali, işletmeye başlandığı 1984 yılından bu yana 16.530 kişinin erken ölümüne yol açtı.
Maraş-Afşin’in Çoğulhan mahallesinde kurulması planlanan iki yeni ünitenin ise en üst düzey filtreler kullanılsa bile 1900 erken ölüme yol açacağı hesaplandı.
Yılın 200 günü ulusal limit değerlerinin üzerinde hava kirliliğine maruz kalan Maraş, Türkiye’de hava kirliliğine bağlı en çok ölümün yaşandığı on şehirden biri. Maraş’ın hava kirliliği, Dünya Sağlık Örgütü’nün metreküpte 24,64 mikrogram olarak belirlediği yıllık limit değerinin 5 ile 8 katına denk geliyor.
Fotoğraf: Umut Vedat
‘Dünya kömürden çıkmaya hazırlanıyor’
Dalkanat, dünyanın kömür enerjisinden çıkmaya hazırlandığına dikkat çekerek güneş enerjisinin kömür için bir alternatif olabileceğini söyledi. Özellikle depremden toparlanmaya çalışan bölgelerde çatı ve arazi tipi güneş santralleri yerel halka da istihdam sunabilir.
Türkiye’nin 2053 için verdiği kömürden çıkış taahhüdünü hatırlatan Dalkanat, “Ek ünitelerin çalışma takvimi bu plana hiç de uygun görünmüyor. Çok kısa bir süre sonra kapatmak zorunda kalacağımız bir proje için hem maliyet hem de çevresel kayıplarımız açısından uygun bir yatırım olmayacağı çok açık” dedi.
28Kasım 2023’de 28 bin 820 yurttaşın imzasını taşıyan “Yurttaşın Ekokırım Yasa Teklifi”ni kapsayan dilekçenin TBMM Başkanlığı‘nca işleme alınmaması üzerine açılan davada, Ankara 4.İdare Mahkemesi TBMM’den savunma istedi.
TBMM Dilekçe Komisyonu’na iletilen dilekçe, komisyonun başkanlık divanınca “gereğinin yapılması” için ne TBMM Başkanlığı’na ne de Cumhurbaşkanına gönderilmedi. Komisyon Başkanlık Divanı, yurttaşların bu konudaki taleplerini de reddetti.
Bunun üzerine “Yurttaşın Ekokırım Yasa Teklifi dilekçelerinin Meclis Başkanlığı’na ve Cumhurbaşkanlığı’na gönderilmesi”isteminin reddine dair TBMM Dilekçe Komisyonu Başkanlık Divanı’nın 13.03.2024 tarihli kararının iptali için dava açıldı. Davada;
Bu kararın hukuka aykırı olduğu,
Anayasa ile güvence altına alınmış temel hak ve hürriyetlerin korunması ilkesine aykırı olduğu,
Dilekçenin yasa teklif metni olarak yazılmasını yasaklayan bir hukuksal normun bulunmadığı,
Teklifimizin, TBMM Başkanlığı kanalıyla milletvekillerine ulaşması ve meclisin gündemine gelmesini engellediği
gerekçeleriyle yürütmenin durdurulması ve iptal isteminde bulunuldu.
‘Doğanın hakları var, ekokırım suçu kabul edilsin’
İdare Mahkemesi, 2024/826 esasına kaydedilen davada, bir ara karar vererek TBMM Dilekçe Komisyonu’nun Yurttaşın Ekokırım Yasa Teklifi dilekçelerini TBMM Başkanlığı ve Cumhurbaşkanlığı’na gönderilmesi taleplerini neden reddettiğini tüm gerekçeleri ile ilgili tüm belge ve bilgilerin iletilmesine oy birliği ile karar verdi.
Ekokırım Yasası Yurttaş İnisiyatifi, bu aşamadan sonra, Meclis’e Ekokırım Yasa Teklifini veren yurttaşların davaya katılmaları için çalışmalara başladıklarını açıkladı:
“Çalışma Grubumuz tarafından listesi hazırlanacak avukat üyelerimize vekâletname vermek suretiyle davaya müdahil olunabilir ya da yasa teklifi sahibi yurttaşlar doğrudan davaya müdahil olabilir.
Yurttaşın yasama sürecine doğrudan katılmasına yönelik bir girişim olan, aynı zamanda yaşamı var eden doğanın haklarını savunmaya yönelik olan bu yasa teklifinin mecliste görüşülmesi için tüm hukuki ve meşru süreçleri sürdürmeye devam edeceğiz.
Doğanın hakları var! Yeni İliç’lerin olmaması için Ekokırım Suçu kabul edilsin.”
Yasa önerisinde neler yer alıyor?
Vatandaşın yıllar süren doğa mücadelesi sonucunda ortaya koyduğu yasa teklifi içerisinde şu maddelere yer veriliyor:
MADDE 1- 26/09/2004 tarihli ve 5237 sayılı Türk Ceza Kanununun İkinci Kitap Birinci Kısım- Birinci Bölümün “Soykırım ve İnsanlığa Karşı Suçlar” başlığı “Soykırım, İnsanlığa ve Gezegene Karşı Suçlar” olarak değiştirilmiştir.
MADDE 2– 5237 sayılı Kanunun 77’nci maddesinden sonra gelmek üzere aşağıdaki 77/A maddesi eklenmiştir.
-Ekokırım Suçu
MADDE 77/A
(1) Doğal veya kültürel çevrede insan veya diğer canlıların hayatını tehlikeye atmak, doğal veya kültürel varlıklar üzerinde ağır tahribata yol açabilecek davranışlarda bulunmak yahut hukuka aykırı diğer bir fiili işlemek suretiyle bütün bir ekosistemde kısa vadede telafisi mümkün olmayacak zarara yol açma tehlikesi doğuran kişiye müebbet hapis cezası verilir, ayrıca suçun işlenmesinden elde edilen maddi menfaatler ile bunların değerlendirilmesi veya dönüştürülmesi sonucu ortaya çıkan ekonomik kazancın on katı kadar adli para cezasına hükmedilir.
(2) Birinci fıkradaki suçun taksirle işlenmesi halinde ise on beş yıldan az olmamak üzere hapis cezasına hükmolunur, ayrıca suçun işlenmesinden elde edilen maddi menfaatler ile bunların değerlendirilmesi veya dönüştürülmesi sonucu ortaya çıkan ekonomik kazancın beş katı kadar adli para cezasına hükmedilir.
(3) Ekokırımsuçunun işlenmesi sonucu bütün bir ekosistemde kısa vadede telafisi mümkün olmayacak zarar meydana gelmişse, fail hakkında ağırlaştırılmış müebbet hapis cezasına; suçun taksirle işlenmesi halinde yirmi yıl hapis cezasına hükmolunur, ayrıca suçun işlenmesinden elde edilen maddi menfaatler ile bunların değerlendirilmesi veya dönüştürülmesi sonucu ortaya çıkan ekonomik kazancın yirmi katı kadar adli para cezasına hükmedilir.
(4) Bu suçlardan dolayı tüzel kişiler hakkında da güvenlik tedbirine hükmolunur.
(5) Bu suçlardan dolayı zamanaşımı işlemez.
MADDE 3- Bu Kanun yayımı tarihinde yürürlüğe girer.
MADDE 4- Bu Kanun hükümlerini Cumhurbaşkanı yürütür.
Ekokırım nedir?
“Eko”, Yunancadaki “oikos” yani, ev anlamının Türkçedeki anlam karşılığı olan, yerleşilen yer ve yaşam alanı anlamları ile “kırım” yani, yok etmek, öldürmek, varlığını sistematik bir biçimde ortadan kaldırmak anlamlarının bir araya gelmesi ile oluşmuş, yeni bir adlandırma (neoloji) ile dilimize kazandırılmış bir sözcüktür.
70’li yıllardan itibaren hukukun konusu olan ekokırımın uluslararası hukukta ve ülkelerin iç hukuklarında tanınması için çalışmalar tüm dünya genelinde yürütülüyor. Bu çabalardan birisi de ekokırımın, Lahey’deki Uluslararası Ceza Mahkemesi’nin baktığı dört temel suça (insanlığa karşı işlenen suçlar, soykırım, savaş ve saldırı suçları) eklenerek beşinci suç olarak kabul edilmesi.
Endüstriyel süreçlerde fosil yakıtların yerini elektrik temelli teknolojilerin alması giderek daha mümkün hale geliyor.
Agora Industry tarafından yapılan bir çalışma, doğrudan elektrifikasyonun 2035 yılına kadar Avrupa sanayisi tarafından henüz elektriklendirilmemiş enerji talebinin yüzde 90’ını karşılayabileceğini gösteriyor. Dolayısıyla bu tür teknolojilerin hızla benimsenmesi, Avrupa’nın iklim hedeflerine çok önemli bir katkı sağlayacak ve sektörün küresel rekabet gücünün sağlanmasına yardımcı olacaktır.
Cam eritmek, gıda üretmek ve çelik dövmek için gereken proses ısısının üretimi, Avrupa Birliği’ndeki endüstriyel sera gazı emisyonlarının dörtte üçünden sorumlu. Çoğunlukla fosil yakıt temelli süreçlerden düşük karbonlu alternatiflere geçiş ise, sektörün emisyonlarını Avrupa’nın iklim hedefleri doğrultusunda azaltmak ve küresel rekabet gücünü sağlamak için kritik öneme sahip.
Yeni bir çalışma, proses ısısı üretmek için elektrifikasyonun teknik potansiyelini inceliyor. Buna göre, bugün mevcut olan teknolojilerin proses ısısı için gereken enerjinin büyük bir kısmını sağlayabilir. Diğer teknolojiler olgunluğa ulaştıkça ve yaygınlaştıkça, bu potansiyel yüksek sıcaklık uygulamalarını kapsayacak şekilde artabilir ve 2035 yılına kadar sanayide henüz elektriklendirilmemiş nihai enerji talebinin yüzde 90’ını karşılayabilir.
Yazarlara göre, doğrudan elektrifikasyon teknolojileri, on yıldan biraz daha uzun bir süre içinde, şu anda proses ısısı için kullanılan fosil yakıtların büyük bir kısmını kullanılmaz hale getirebilir.
Agora Industry Direktörü Frank Peter, bloğun iklim hedeflerini karşılarken endüstriyel rekabet gücünü sağlamanın, bir sonraki AB politika döngüsü için en önemli öncelik olması gerektiğine dikkat çekiyor:
“Proses ısısı için fosil yakıtların yerini alma konusunda doğrudan elektrifikasyonun sahip olduğu önemli potansiyel göz önüne alındığında, kullanımını teşvik etmek ve benimsenmesini teşvik etmek için doğru teşvikleri oluşturmak için güçlü bir durum söz konusudur.”
Elektrikli ısıyı bir üst seviyeye taşımak
Çalışma, büyük ısı pompalarının ve elektrikli kazanların kağıt üretimi, çeşitli kimyasal süreçler ve gıda endüstrisi için gereken sıcaklıklarda (sırasıyla 200 ve 500 santigrat dereceye kadar) endüstriyel ölçekte proses ısısı sağlayabildiğini ortaya koyuyor.
Dirençli ısıtma ve elektrik ark ocakları, metalleri ve plastikleri eritmek için gereken yaklaşık bin 800 santigrat dereceye kadar güvenilir bir şekilde sıcaklık üretebilirken, indüksiyon teknolojisi 3 bin santigrat dereceye kadar daha yüksek sıcaklıklara bile ulaşabilir. Klinkerin yakılması ve çeliğin ısıtılması için muhtemelen plazma torçları ve şok dalgasıyla ısıtma gibi halen geliştirilme aşamasında olan yöntemler gerekecektir. Tüm bu çözümler, doğru çerçeve koşulları sağlandığında, 2035 yılına kadar yaygın olarak benimsenmelerini hem teknolojik hem de ekonomik olarak mümkün kılan açık gelişim yollarına sahip.
Doğrudan elektrikli ısı ve biyokütle veya hidrojen gibi hibrit konseptlerin en iyi çözümü sağladığı durumlar olabilir. Bununla birlikte, kullanım durumlarının çoğunda, ısının doğrudan elektrifikasyonu yenilenebilir enerjinin en verimli kullanımını oluşturuyor.
Çalışma, 2 067 Terawatt saatin 2019’da AB 27 genelinde proses ısısı için kullanılan enerjinin (TWh) 208 TWh’si hariç tamamının 2035 yılına kadar elektrikli hale getirilebiliceğini söylüyor. Bunun gerçekleşmesi için bir dizi engelin ortadan kaldırılması gerekiyor.
Elektrikli ısının potansiyelinden tam olarak yararlanma
Elektrifikasyonun yaygınlaşmasının önündeki mevcut engeller arasında fosil gaza kıyasla göreceli maliyet ve yenilenebilir elektrik için mevcut üretim ve taşıma kapasitesinin sınırları yer alıyor. Sektörler de büyük ölçekli elektrikli uygulamaları çalışır halde görene kadar geçiş yapmakta tereddüt edebiliyor. Çalışma bu engellerin üstesinden gelmek için olası politika çözümlerini de tanımlıyor.
Frank Peter, “Yeni göreve gelen Avrupa Komisyonu, bir AB endüstriyel elektrifikasyon eylem planı geliştirerek ekonomik ve iklimsel hedefler konusunda güçlü bir sinyal gönderme fırsatına sahiptir” diyor: “Elektrikli proses ısısı üretimine öncelik vermeleri konusunda şirketleri desteklemeli ve böylece bu teknolojinin yaygınlaşmasına yardımcı olmalıdır.”
Böyle bir eylem planı, elektrikli ısı teknolojilerinin pazara girişini kolaylaştırmak, örneğin yatırımları mümkün kılmak için ısı pompaları ve e-kazanlar için dağıtım hedefleri belirleyerek, endüstriyel bir ittifak oluşturmayı içermeli. Eylem planların ayrıca Horizon Europe ve AB ETS İnovasyon Fonu gibi finansman programlarının doğrudan elektrifikasyon projelerine öncelik vermesini, sanayi için hızlandırılmış şebeke erişimini ele almasını ve endüstriyel ısı elektrifikasyonunun şebeke planlamasına entegre edilmesini sağlaması gerekiyor.
Agora Industry tarafından hazırlatılan ve Fraunhofer Sistem ve İnovasyon Araştırmaları Enstitüsü tarafından hazırlanan 82 sayfalık ‘Endüstriyel proses ısısının doğrudan elektrifikasyonu’ raporu buradan ücretsiz olarak indirilebilir.
50’den fazla önde gelen uluslararası bilim insanının yaptığı yeni araştırmaya göre, insanların neden olduğu küresel ısınma her on yılda 0,26 °C ile kayıtların tutulmaya başladığı tarihten bu yana en yüksek oranda ilerliyor.
Leeds Üniversitesi tarafından yürütülen Küresel İklim Değişikliği Göstergeleri (Indicators of Global Climate Change) raporunun ikincisi yayımlandı. Bu yeni rapor, geçen yılki raporda tespit edilen 2013- 2022 dönemindeki 1,14 °C’lik artıştan daha da yüksek bir şekilde, insan kaynaklı ısınmanın son on yılda (2014-2023) 1,19 °C’ye yükseldiğini ortaya koyuyor.
2023 yılına tek başına bakıldığında, insan faaliyetlerinin neden olduğu ısınma 1,3°C’ye ulaştı. Bu, 2023’te yaşadığımız toplam ısınma miktarından (1,43 °C) daha düşük ve 2023’ün rekor sıcaklıklarında doğal iklim değişkenliğinin, özellikle de El Niño‘nun rol oynadığına işaret ediyor.
Analiz ayrıca bizi 1.5 °C’lik küresel ısınmaya sürüklemeden önce ne kadar karbondioksit salınabileceğini belirten kalan karbon bütçesinin, sadece 200 gigaton (milyar ton) civarında olduğunu, yani mevcut emisyonların yaklaşık beş yıllık değerinde olduğunu gösteriyor.
İnsan eylemine bağlı sıcaklıklar artıyor
2020 yılında Hükümetlerarası İklim Değişikliği Paneli (IPCC), 1,5°C için kalan karbon bütçesinin 300 ila 900 gigaton karbondioksit aralığında olduğunu ve merkezi tahminin 500 olduğunu hesapladı. O zamandan bu yana CO2 emisyonları ve küresel ısınma devam etti. 2024’ün başında, 1,5°C için kalan karbon bütçesi 100 ila 450 gigaton arasındaydı ve merkezi tahmin 200’dü.
Projeyi koordine eden Leeds Üniversitesi’nde Priestley İklim Geleceği Merkezi DirektörüProfesör Piers Forster, “Analizimiz, iklim eylemi sera gazı emisyonlarındaki artışı yavaşlatmış olsa da, insan eyleminin neden olduğu küresel ısınma seviyesinin geçtiğimiz yıl artmaya devam ettiğini gösteriyor. Küresel sıcaklıklar hala yanlış yönde ve her zamankinden daha hızlı ilerliyor” diyor.
İnsan kayraklı ısınma sera gazı emisyonlarının son 10 yılda toplam emisyonların en yüksek seviyesine ulaşmasının yanı sıra, aerosol soğutma gücündeki azalmanın da etkisiyle 10 yılda 0,2C’nin üzerinde benzeri görülmemiş bir hızla artıyor.
Çalışmanın insan faaliyetlerinin neden olduğu uzun vadeli eğilimleri izlemek üzere tasarlandığını belirten Forster, gözlemlenen sıcaklıkların, daha kısa vadeli doğal değişimler tarafından modüle edilen bu uzun vadeli eğilimin bir ürünü olduğunu da belirtiyor: “Gözlemlenen sıcaklık rekorlarının kırıldığı geçen yıl, bu doğal faktörler uzun vadeli ısınmaya geçici olarak yüzde 10 civarında katkıda bulundu.”
Uyarı, iklim uzmanlarının kasım ayında Azerbaycan‘ın başkenti Bakü‘de yapılacak COP29 iklim konferansına zemin hazırlamak üzere Bonn‘da bir araya geldikleri sırada geldi.
Fosil yakıtların yakılması temel neden
İklimin durumuna ilişkin bilimsel bilginin yetkili kaynağı BM’nin Hükümetlerarası İklim Değişikliği Paneli, (IPCC), ancak bir sonraki büyük değerlendirme 2027 yılına kadar yapılmayacağından, özellikle iklim göstergeleri hızla değişirken bu durum bir “bilgi boşluğu” yaratıyor.
Yeni rapora bir açık veri, açık bilim platformu eşlik ediyor: Climate Change Tracker‘ın Küresel İklim Değişikliği Göstergeleri tablosu, temel iklim göstergelerine ilişkin güncellenmiş bilgilere kolay erişim sağlıyor.
50’den fazla bilim insanı tarafından Earth System Science Data dergisinde yayımlanan en son Göstergeler raporu, küresel denizcilik endüstrisinden kaynaklanan sülfür emisyonlarındaki azalmanın etkileri hakkında da yeni bilgiler sunuyor.
Kükürt ise güneş ışığını doğrudan uzaya geri yansıtarak ve daha yansıtıcı bulutların oluşmasına yardımcı olarak iklim üzerinde soğutucu bir etkiye sahip olmasına karşın emisyonlarda devam eden azalmalar bu etkiyi azaltmış durumda. Bu durum geçen yıl Kanada‘daki orman yangınlarından kaynaklanan aerosol emisyonlarıyla dengelenmiş olsa da, rapora göre uzun vadeli eğilim yine de aerosol emisyonlarından bekleyebileceğimiz soğutma miktarının azalmaya devam ettiğini gösteriyor.
Rapordaki diğer önemli bulgular şöyle:
İnsan kaynaklı ısınma son on yılda (2014-2023) 1,19 °C’ye yükseldi – 2013-2022 döneminde görülen 1,14 °C’lik artıştan daha yüksek (geçen yılki raporda belirtildi).
İnsan kaynaklı ısınma, 2014-2023 yılları arasında on yılda yaklaşık 0,26 °C’ye ulaşarak kayıtlarda benzeri görülmemiş bir hızda artıyor.
Bu yüksek ısınma oranı, yılda 53 milyar ton CO2 eşdeğerinde olan sera gazı emisyonlarının sürekli olarak yüksek olmasının yanı sıra, atmosferdeki partiküllerden kaynaklanan insan kaynaklı soğumanın gücünü azaltan hava kalitesinde süregelen iyileşmelerin bir kombinasyonundan kaynaklanıyor.
Yüksek sera gazı emisyon seviyeleri Dünya’nın enerji dengesini de etkiliyor: okyanus şamandıraları ve uydular Dünya’nın okyanuslarına, buzullarına, topraklarına ve atmosferine eşi benzeri görülmemiş ısı akışlarını takip ediyor. Bu ısı akışı, uzun vadeli ortalamasından yüzde 50 daha yüksek.
Profesör Forster şunları söylüyor:
“Fosil yakıt emisyonları tüm sera gazı emisyonlarının yaklaşık yüzde 70’ini oluşturuyor ve iklim değişikliğinin başlıca nedenidir, ancak çimento üretimi, tarım ve ormansızlaşmadan kaynaklanan diğer kirlilik kaynakları ve sülfür emisyonu seviyesindeki kesintiler de ısınmaya katkıda bulunuyor.
“Sera gazı emisyonlarını net sıfıra doğru hızla azaltmak, nihayetinde yaşayacağımız küresel ısınma seviyesini sınırlayacaktır. Aynı zamanda daha dirençli toplumlar inşa etmemiz gerekiyor. Dünyanın 2023 yılında gördüğü orman yangınları, kuraklık, sel ve sıcak hava dalgalarının yol açtığı yıkım yeni normal haline gelmemelidir.”
Raporun, dünyadaki her ülkenin emisyonları azaltmak ve iklim etkilerine uyum sağlamak için 2025 yılına kadar Birleşmiş Milletler İklim Değişikliği Çerçeve Sözleşmesi‘ne (UNFCCC) sunmayı taahhüt ettiği iyileştirilmiş iklim planları olan yeni Ulusal Katkı Beyanları’nın bilgilendirilmesinde güçlü bir rol oynayacağı umuluyor.
Antakya Çevre Koruma Derneği öncülüğünde Asi Nehri Havzası ve Samandağı kıyılarında doğayı koruma ve afetlere karşı dayanıklılık kazandırma çalışmaları başlatıldı.
Asi Nehri Çevre Planı projesi, Dünya Mirası Adalar Ekoloji ve Kültür Derneği ile Asist ortaklığı ve Turquoise Coast Environment Fund–Turkey, Conservation Collective, Turkish Philanthropy Funds, Turkey Mozaik Foundation ve Sivil Toplum için Destek Vakfı’nın destekleriyle yürütülecek.
İlk aşaması bölge için çevre vizyon planının hazırlıkları olan projenin amacı, Asi Havzası’nı havası ve suyu temiz, topraklarından verim alınan ve canlılarını yaşatabilen bir bölge haline getirebilmek. Asi Nehri ve Samandağ bölgesinin zengin kültürünü ve doğasını korumak ve bölgede ekoturizmi destekleyerek yerel halkın refahını iyileştirmek de projenin başlıca hedefleri arasında.
Aşırı su kullanımı ve su kirliliği önlenecek
Asi Nehri’nde aşırı su kullanımına bağlı olarak yeraltı su seviyesi düşüyor. Akdeniz’e dökülen nehrin sularındaki atıklar ise zaman zaman nehrin tıkanmasına ve su kalitesinin düşmesine neden oluyor. Çevre planı projesinin nehirdeki aşırı su kullanımı ve su kirliliği ile mücadele etmesi hedefleniyor.
Su kalitesindeki düşüş ve özellikle deprem sonrasında havzaya bırakılan molozlar da bölgedeki canlı yaşamını ve çeşitliliğini tehlikeye atıyor. Asi Nehri Çevre Planı kapsamında aralarında nesli tükenmekte olan türlerin de bulunduğu canlı türlerinin ve sulak alanlar korunacak.
Bölgedeki moloz atıkları, artan kirlilik ve su seviyesindeki düşüş çiftçilerin geçim kaynaklarını da tehdit ediyor. Çoğunluğunu TOKİ’nin yürüttüğü inşaat projeleri, zeytinliklerin ve diğer tarım alanlarının tahribatına yol açıyor. Proje kapsamında tarım alanlarının korunması için de hedefler bulunuyor.
Depremden sonra sayısı giderek artan taş ocakları da projenin odağında. Depremden beri Antakya’da 54 kalker ocağı ve 3 mermer ocağı için “ÇED gerekli değildir” kararı verilmişti. Astım gibi birçok sağlık sorununa yol açan taş ocaklarının halk sağlığına ve çevreye verdiği zararlarla mücadele edilecek.
Panama’nın Karayip kıyılarında bulunan Gardi Sugdub adası yükselen deniz suları nedeniyle tahliye ediliyor. İklim değişikliğinin bedelini ada halkı ödüyor.
Gardi Sugdub, Guna Yala bölgesinin takımadalarındaki 49 küçük adadan biri. Ada, yüz yıldan uzun bir süredir yerli Guna halkına ev sahipliği yapıyordu. Artık adada yaşayan yaklaşık 300 aile, yükselen deniz seviyelerinin baskısı nedeniyle evlerini terk etmek zorunda.
Hükümet yetkilileri ve bilim insanlarının açıklamalarına göre Guna halkı, Panama’da yükselen deniz seviyeleri yüzünden tahliye edilecek ilk gruplardan biriydi.
Doğrudan iklim değişikliğinin sonucu
Son yıllarda yağmurun ve kuvvetli rüzgarların etkisiyle adada sık sık sel baskınları yaşanıyordu. İklim değişikliği adadaki hayatı yalnızca yükselen deniz seviyeleriyle değil, ısınan okyanusların neden olduğu güçlü fırtınalarla da olumsuz etkiliyordu.
Panama tahliye bölgesi.
AP Newskaynaklarına göre Smithsonian Enstitüsü direktörlerinden Steven Paton, Panama’daki felaketin “iklim değişikliği sonucu yükselen deniz seviyelerinin doğrudan bir sonucu” olduğunu söyledi.
Gardi Sugdub için planlı tahliye zamanı geldi
Adanın tahliye planları için çalışmalar ise ilk olarak 2010 yılında başlamıştı. Panama Konut Bakanlığı, ada halkı için anakarada konut inşa etme taahhüdünde bulunmuştu.
Ancak Gardi Sugdub adası sakinleri geçimlerini yıllardır denizcilik ve turizmle sağlıyordu ve anakarada yaşamak Guna kültürünün kaybolması anlamına geliyordu. Diğer yandan hükümetin vaat ettiği konut projesinin tamamlanma tarihi sürekli erteleniyordu. Bu nedenle yıllar süren planlamalara rağmen ada tahliye edilememişti.
İnsan Hakları İzleme Platformu, bölgedeki tahliye planı üzerine hazırladığı raporda ada halkının tehlikede olduğunu ve bu durumun bir insan hakkı ihlali olduğunu bildirmişti.
Projenin tamamlanması ve iklim değişikliğinin artan baskısıyla Gardi Sugdub artık tahliye ediliyor.
Panama kıyılarının yüzde 2’si sular altında kalacak
Panama Çevre Bakanlığı İklim Değişikliği Müdürlüğüne göre 2050 yılına kadar Panama’da deniz seviyesindeki artış yüzünden kıyı alanlarının yüzde 2’si yok olacak. Panama’da 38 topluluğun daha yükselen deniz seviyeleri nedeniyle Guna halkı gibi tahliye edileceği tahmin ediliyor.
Panama hükümeti, kıyı bölgelerinde yaşayan binlerce insanın tahliyesi için ise 1,2 milyar dolara ihtiyaç duyacağı tahmin ediliyor.
Ancak Panama’nın adaları sular altında kalmayı bekleyen bölgelerden yalnızca biri. Meksika, İtalya ve Yeni Zelanda gibi dünyanın birçok ülkesinde yükselen sular, insanları iklim göçüne zorluyor.
Küresel ısınmanın 2 derece ile sınırlanamadığı senaryoda küresel deniz seviyelerinin yüzyılın sonuna kadar 30 ila 60 cm kadar yükseleceği tahmin ediliyor. Bu durum göz önünde bulundurulduğunda dünya çapında 400’ün üzerinde topluluğun iklim felaketleri yüzünden yerinden olması bekleniyor. Bu tahminler, toplulukların yer değiştirmeleri, yerel halkın katılımına dayanan planlamalara ve ada halkları için iklim finansmanına olan ihtiyacın artacağını gösteriyor.
Avrupa Konseyi, 1998 yılında yürürlüğe giren Enerji Şartı Anlaşması’ndan (ECT) çekilme kararını açıkladı. Belçika Enerji Bakanı Tinne Van der Straeten, kararın ardından memnuniyetini dile getirdi ve kararın alınmasında çaba gösterenlere teşekkür etti.
Toplantıya göre yıl sonunda gerçekleştirilmesi planlanan Enerji Şartı Konferansı’nda anlaşma koşulları yeniden düzenlenecek. Üye devletler anlaşmanın daha iklim dostu hale gelmesini sağlayacak reformları değerlendirecek ve anlaşmada kalma kararları için oy kullanacak.
Almanya, Danimarka, Fransa ve İspanya reformların anlaşmada kalmak için yeterli olmayacağı görüşündeyken Kıbrıs ve Macaristan’ın aralarında bulunduğu birkaç ülke anlaşmada kalmak istiyor.
Son iki yıl içinde İspanya, Fransa, İtalya ve Almanya’nın aralarında bulunduğu 12 Avrupa ülkesi ve Birleşik Krallık, ECT’den çıkış kararı almıştı.
‘ECT içindeki ülkeler de batan gemiyi terk etmeli’
İklim Eylem Ağı Ticaret ve Yatırım Koordinatörü Audrey Changoe, “Hala ECT içinde olan ülkelerin AB’yi örnek alarak batan gemiyi terk etmesini bekliyoruz. Anlaşmanın reform edilmiş hali bile iklim eylemini ciddi ölçüde tehlikeye atacak” dedi.
ECT üyeleri; 51 ülke, AB ve Eurotam olmak üzere 53 katılımcıdan oluşuyor. Türkiye de 1994 yılında anlaşmaya imza atmış ve 2000 yılında da onaylamıştı.
Avrupa Birliği’nin anlaşmadan çekilmesi durumunda AB üyesi olmayan imzacıların AB’deki enerji yatırımları için anlaşmanın fırsatlarından yararlanma süresi 20 yıldan 10 yıla inecek.
Avrupa Parlamentosu geçtiğimiz ay AB’nin anlaşmadan çekilme kararını onaylamıştı. Yeşil Avrupa Birliği temsilcisi Anna Cavazzini, parlamento kararının ardından “Bu saçma anlaşma iklim koruma çabalarını yavaşlattı ve çok uluslu şirketlere yapılan tazminat ödemeleri ile özel tahkim mahkemelerine yapılan yasal masraflar yüzünden vatandaşların milyarlarca dolarına mal oldu” dedi.
ECT iklim çabalarına nasıl zarar veriyor?
1994 yılında Lizbon’da kabul edilen Enerji Şartı Anlaşması’nın (ECT) amacı; Sovyetler Birliği’nin dağılma dönemindeyken enerji firmalarını koruyabilmek ve sınır ötesi enerji yatırımlarını teşvik etmekti. Ancak 1998 yılında yürürlüğe giren anlaşma maddeleri, imzacı ülkelerde kömür santrallerinin on yıldan daha uzun süre karbondioksit salımı yapmalarına olanak sağlıyor. Bu da Paris Anlaşması ve AB’nin enerji dönüşümü hedefleri ile uyumlu değil.
ECT, şirketlerin yatırımlarına zarar verdiğini düşündüğü politikalar izleyen hükümetlere dava açma hakkı tanıyordu. Yani şirketler, fosil enerji kullanımını azaltmayı veya kısıtlamayı hedefleyen politikaları yüzünden zarara uğradıkları gerekçesiyle hükümetlerden tazminat talep edebiliyordu.
Örneğin ECT kapsamında İsveçli enerji şirketi Vattengall, Almanya hükümetine “nükleer enerjiyi aşamalı olarak durdurma kararı aldığı için” dava açmıştı.
2021 yılında Alman kömür firmaları RWE ve Uniper de Hollanda’ya 2030’a kadar kömürden çıkış hedefi belirlediği için 2,4 milyar Euro değerinde tazminat davası açmıştı.
Gençler ve bilim insanları da anlaşmadan çıkışı destekliyor
Belçika’da gençler, 2022 yılında anlaşmanın iklim kriziyle mücadeleyi baltaladığı gerekçesiyle ECT’den çıkış için Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi’ne başvurmuştu. Aynı dönemde bir grup bilim insanı da Avrupa Birliği liderlerine Uluslararası İklim Değişikliği Paneli’ni referans göstererek ECT’den çıkışın iklim değişikliği ile mücadele için önemini anlatan bir açık mektup yazmıştı.
Documentarist 17. İstanbul Belgesel Günleri, 8 Haziran’da başlıyor.
13 Haziran’a kadar sürecek etkinliğin mekanları Fransız Kültür Merkezi, Aynalı Geçit, Metrohan, Hope Alkazar, Pera Müzesi ve Yapı Kredi Kültür Sanat Merkezi.
Festivalde, ilk toplu gösterim seçkisi 2014 yılında 7. Documentarist İstanbul Belgesel Günleri’nde yapılan ve 40 yıla yayılan sinema kariyerinde 50’den fazla belgesele ve birçok kitaba imza atan Johan van der Keuken’in yedi filmi “Ustaya Saygı” bölümü kapsamında izleyicisiyle buluşacak.
Documentarist, bu yıl 3×3 bölümünde 3 önemli yönetmeni ağırlıyor:
Laila Pakalnina Jean-Gabriel Periot ve Hubert Sauper.
“Türkiye Panorama” bölümünde ise son iki yılda yapılmış 28 yeni belgesel gösterilecek.
Bazı belgeseller Youtube’dan yayınlanacak
Bu yılki Uluslararası Panorama bölümünde ise yine dünyanın pek çok bölgesinden etkileyici belgeseller sunulacak. Bir “Canlandırma Belgeseller” serisinin de yer alacağı etkinlik, İstanbul dışındaki belgesel meraklıları için de bazı eserleri Youtube kanalı üzerinden gösterime sunacak. Festival yönetimi, “Documentarist Youtube kanalına abone olup bildirimlerinizi açın, böylelikle festivalin sürpriz çevrimiçi gösterimlerinde birlikte olalım!” duyurusu yaptı.
‘Başka Dünya Yok’ ekoloji seçkisi
17. Documentarist İstanbul Belgesel Günleri’nde her yıl olduğu gibi bu yıl da bir “ekoloji seçkisi” yer alıyor. Ekip, “Plastikten nükleere Kuzey İtalya’dan Peru Amazonlarına, sürreal ama çok gerçek bir ekoloji seçkisiyle çok yakında yerimizdeyiz! Takipte kalın” diyerek Türkiyeli doğa savunucularını etkinliğe katılmaya çağırıyor.
Çanakkale-Ayvacık’ın Tuzla Köyü’nde planlanan 11 Jeotermal Kaynak Arama Sondajı için “ÇED Gerekli Değildir” kararı iptal edildi.
Kazdağı Doğal ve Kültürel Varlıkları Koruma Derneği, Gülpınar Sürdürülebilir Yaşam Derneği, Ziraat Mühendisleri Odası, Assos Dostları ve Ege ve Marmara Çevreci Belediyeler Birliği’nin açtığı davanın duruşması 20 Haziran 2024 tarihinde görülmüştü.
MTN Elek. Ür. San. ve Tic. A.Ş., Çanakkale-Ayvacık’ta bulunan Babadere, Kocaköy ve Taşağıl mahalleleri çevresinde jeotermal kaynak araması için sondaj çalışması yapmayı planlıyordu. Sondaj alanında Babadere JES-2 (11,8 MWm/11,5 MWe) adında yeni bir santral kurarak bölgede bulunan Babadere JES santraline ikinci bir ünite eklenecekti.
Çanakkale Valiliği bölgede planlanan 11 jeotermal kaynak arama sondajı için 18 Mayıs 2023 tarihinde, “ÇED Gerekli Değildir” kararı verdi. Kararın üzerine çevre savunucuları, sondaj proje alanda bulunan tarım alanları ve meraları gerekçe göstererek kararı yargıya taşıdı.
6 Ekim 2023’te Ayvacık’ın Tuzla Köyü’nde Halkın Katılımı Toplantısı gerçekleştirildi. Açılan dava sonucunda gerçekleştirilen bilirkişi incelemesi davacılar lehine sonuçlandı. 20 Mayıs’taki son duruşmanın ardından dün (3 Haziran), “ÇED Gerekli Değildir” kararının iptaline karar verildiği açıklandı.
Daha önce MTN Enerji’nin Ayvacık’a bağlı Tuzla, Taşağıl ve Babadere köylerinde sondaj kurusu açmak için aldığı izne karşı da dava açılmış; ÇED Gerekli Değil kararı iptal edilmişti.
Kazdağı Doğal ve Kültürel Varlıkları Koruma Derneği Başkanı Süheyla Doğan, karar sonrasında jeotermal kaynak arama projelerinin sondaj aşamasında kullanılan kimyasallar ve atıklar nedeniyle çok ciddi çevre kirliliğine yol açtığını hatırlattı:
“Bu nedenle bölgemizde daha fazla sondaj, daha fazla JES istemiyoruz. MTN Enerji A.Ş. tarafından yapılmak istenen 11 adet sondajın ve ayrıca Babadere JES-2 projesinin iptal edilmesinden dolayı çok mutluyuz. Diğer projeleri de takip edip mücadelemize devam edeceğiz.”
Ayvacık’ta biri MTN Enerji’ye ait olmak üzere dört jeotermal enerji santrali bulunuyor: Babadere JES (MTN A.Ş.), Tuzla JES (ENDA A.Ş.), İDA JES (YERKA A.Ş.) ve TRANSMAK JES (TRANSMAK A.Ş.). Mevcut tesislere ek olarak bölgede birçok jeotermal kaynak arama projesi ve ruhsatı mevcut.
Kirletiyor ve zehirliyor
Davayı açan dört örgütün, iptal kararının ardından yaptığı basın açıklamasında JES’lerin ve jeotermal kaynak arama projelerinin zararlarına dikkat çekildi:
Tesislerden salınan karbondioksit, hidrojen sülfür, metan, hidrojen, sülfür dioksit ve amonyak hem insan sağlığına hem de bölgedeki tarımsal faaliyetlere zarar veriyor.
Bu akışkanların derelere ve açık alanlara bırakılması, içlerinde bulunan bor ve arsenik gibi çözünmüş mineraller yüzünden su kaynaklarını zehirliyor ve bitki örtüsüne zarar veriyor.
Devlet Su İşleri Genel Müdürlüğü’nün raporuna göre Aydın’daki JES’ler nedeniyle bölgedeki arazilerde bor, yeraltı suyunda da yoğun arsenik saptanmıştı.
Kirliliğin yanında JES’ler ve jeotermal sondaj çalışmaları, bölgede arazi bozunumunu tetikliyor, heyelan tetiklenmesine yol açıyor, ekosistemde hasar bırakıyor ve mera alanlarının kaybına yol açıyor.
İlk mücadele değil
Daha önce de Bakrom A.Ş. tarafından Assos yakınlarında, jeotermal kaynak arama sondajı yapılmak istenilmişti. Kazdağı Derneği, Gülpınar Derneği, EMARÇEP ve 100’ün üzerinde bireysel davacı kararı dava etmişti ve Büyükhusun Jeotermal Kaynak Arama Projesi’ne verilen “ÇED Gerekli Değildir” kararı iptal edilmişti.
Benzer şekilde Erecek Jeotermal Kaynak Arama Sondaj Projesi için de dava sonucunda ÇED Gereklidir kararı çıkmıştı.