Dış Köşe

Ölüme karşı hayat – Onur Orhan

0

Çok yeni bir şey değildir, insan hayatı söz konusuyken bile para pul hesabı yapmak.

Canlar bu dünyadan göçerken, bedenler sakatlanıp ruhlar ezilirken bile yapılabildiğini kanıtlamıştır tarih ve dünya şimdiye dek. Üstelik defalarca. Üstelik hızla.

Ve bazısının adına rasyonalite diyebileceği bir tür yarı sarhoşlukla ve yanlış ve dahası çarpıtılmış önermeler üzerinden kurulan eksiği gediği bol bir mantıkla yapılır bu para pul hesabı.

Ve böylece “zihnî hilelerle” sıralanır mallar kamuya karşı.

Yani eşya insanın önüne konur; bir duvar, bir set olsun diye. Cansız, cana karşı tutulur. Alıp satılabilenler, yani yerini eninde sonunda doldurabilenler, yeri doldurulamaz olanın; her biri kendi başına bir mucize olan insan hayatının karşısına çıkarılır.

Hülasa ölüm, hayata karşı durur.

Aslında insanın, geride bıraktığı onca tarih ve bunca rezalet varken yaşamın bu denli değersizleştirilmesine şaşırmaması beklenebilirdi belki de. İnsanın, insanı yaşarken öldüren tüm zehirli fikirlere alışmış olması gerektiği de düşünülebilirdi yine.

Ama alışmaz insan.

Alışamaz! Hâlâ şaşırır, hâlâ karşı gelir ve yediği her silleyle bilincini bileyler ve keskinleştirir.

Çünkü insan, ölümden çok hayattır.

Ve bilir insan; evet, ölüm vardır ama asla hayattan büyük değildir.

Fayda Değerini Hayat Değeri Üzerine Çıkarmak

Malların kamuya karşı sıralanması, sadece çarpıtma yahut konuyu sulandırma meselesi değildir. Öyle olsaydı, insanın işi daha kolaydı. Malların kamuya karşı sıralanması, besbelli bir perspektif hatası, bir zaviye kaybı ama dahası ve en önemlisi, bir ruh noksanlığıdır.

Çünkü bu fikrin ve bu fikri dillendirmenin altında, işlevi olan her şeyi öne çıkarma ve önemseme, işlevsiz gibi görüneniyse ayıklama, eksiltme, gözden çıkarma eğilimi vardır. Yani altında besbelli ticari bir hesapçılık vardır. Böylece toplum, “verimlilik” ve “süreklilik” sözcükleri üzerinden koskoca bir üretim tesisine dönüştürülür. Değerlerse son derece mekanik bir bakış altında aşınır, un ufak olur.

Ve bir kez topluma yayıldı mı bu hastalıklı mantık, bir kez tüm yönetim organlarına sızdı mı, işi güçtür insanlığın. Çünkü “Hınç”ta da dediği gibi Max Scheler’in, fayda değerini hayat değeri üzerine çıkaranlara göre, “eğer biri kendini faydacı medeniyet mekanizmasına” uyarlamamışsa, “yaşamsal değeri ne kadar büyük olursa olsun yok edilmesi” gerekir, en azından bir başkasına dönüştürülmelidir.

Ve dolayısıyla bir amaca, bir çıkara hizmet etmediği düşünülen insan kıymetli görülmez artık. Siz istediğiniz kadar “Ama insandır!” diye haykırın, fark etmez; kulaklar sağır, gözler kördür. Çünkü bu düşünceye göre, insan faydalı değilse, yani yönetenin istediği bir işe koşulamıyorsa ya da direniyorsa sürüye katılmaya, yani çarkın dişlerinden biri olmak istemiyorsa, o zaman pekâlâ ezilebilir çarklar arasında.

Böyle düşünür, faydayı hayatın üzerine çıkaranlar.

İşte o zaman göçüp giden hayatlar değil, kırılıp dökülen mallar sıralanır.

Yani artık mallar, kamuya karşıdır.

Şirket Aklı Hayata Sızarsa

Joel Bakan, “Şirket” adlı kitabında faydacı mantığın tehlikelerine karşı çok çarpıcı bir örnek verir. General Motors tarafından üretilen Malibu markalı otomobilin, kâr ve maliyet analizleri öyle diyor diye, nasıl insan hayatını riske atacak şekilde tasarlandığını anlatır bize.

1993 yılında gerçekleşmiş bir kaza sonucu ortaya çıkar ki General Motors, Malibu’nun taşıdığı yüksek riskten haberdardır aslında. Ancak yakıt tanklarının yerini değiştirmenin maliyeti, kaza ve ölümler karşısında ödeyeceği tazminattan yüksek olduğu için şirket kendi savunmasına göre “rasyonel bir karar almış” ve kaza riskini göze alarak yakıt tanklarını arka tampona çok yakın tasarlamış ve öyle de bırakmıştır. ABD Ticaret Odası da General Motors’u heyecanla savunur ve “yüksek kaza ve ölüm oranlarını göze alırkenki” tutumun, “iyi şirket davranışına özgü bir kalite işareti” olduğunu söyler.

Ama jüri onlarla aynı fikirde değildir.

İyi ki de değildir.

Gelin, bir an için şunu tasavvur edelim: Ya General Motors ve ABD Ticaret Odası gibi kurumların düşünce eğilimi toplumun geneline bulaşırsa ya da geneline bulaşmasına gerek kalmaksızın “jürisiz” yönetilen bir hayata geçiş yapılırsa, halkın devre dışı olduğu bir hayata yani?

Sadece kâr ve maliyet analizlerinin olduğu, fayda değerinin hayat değeri üzerine çıktığı bir hayata, demek istiyorum.

O zaman sadece mallar kamuya karşı olmakla kalmaz ve sadece şirket aklı hayata sızmaz.

Ölüm hayata sızar ve dahası ölüm hayata egemen olur.

İmkansız bir takas: Ölümle hayatın takası

Norman O. Brown’ın enfes kitabının adıdır “Ölüme Karşı Hayat”.

Ve Brown, Erich Fromm’un da “ölümseverlik” diye tanımladığı tutumdan yola çıkıp ölümseverlikle mal mülk edinme arasındaki ilişkiyi anlatır tüm detaylarıyla. İnsan hayatının ve bedeninin değerden düşmesine, insana ve onun hayatına maddi ölçüler getirmenin sakıncasına dikkat çeker Brown.

Cansız şeylerin üzerine, yani eşyanın ve malların üzerine yığılan bir hayat, yavaş yavaş ölen bir hayattır aslında. Rekabet düşüncesini yoğunlaştırır, şiddeti artırır ve insanların arasını açtıkça açar. Çünkü insanla malların arasını yapmaya kalkarken insanla insanın, insanla hayatın arasını açmak gerekir.

Ve böylece mallar ve mülkler, gittikçe daha fazla, kaçırılan hayallerin ve ulaşılamayan hazların yerine geçirilir. İmkânsız bir takastır bu. Canlı olanla cansızın takasıdır çünkü.

Ve bu sakatlanmış düşünce kamuya yerleştikçe, hayallerini kovalayan ve hayatı hazlarıyla beraber yaşamaya çabalayan insanlar değersizleşir egemenlerin gözünde. Çünkü sonunda o insanlar, sırf insan oldukları için mal mülk gibi kolay elde edilemiyor, para gibi biriktirilemiyor, sadık kullar gibi her işe koşulamıyor ve bir ıslıkla da hizaya girmiyorlardır. Basit sloganlarla da yönlendirilemez onlar. Hasılı, onlar hayattan çok şey bekliyor, dahası hayattan yana duruyor ve ona karışmak istiyorlardır.

Oysa faydacı değer hayat değerini ezip geçti mi, yönetenler de en çok mallardan yana durur. Mallar hareketsizdir, cansızdır çünkü. Mallar ses çıkarmaz, itiraz edemez, en fazla gıcırdarlar biraz. Mecburen itaatkârdırlar. Bir işe kolayca sürülürler. Nesnedirler sonuçta ve “öznelik” peşinde de değillerdir, öznellik peşinde de. İşlevsellikleri açıktır, paraca bir karşılıkları, bir maliyet kalemi olarak yeryüzünde ağırlıkları vardır.

Ölümseverlik böylece yayılır, artar. Faydacılık onu besler, o da faydacılıktan beslenir. Bir bakmışız ki mallar her yanımızı sarmış ama ortada yaşanacak bir hayat kalmamış!

Kamu yok yani.

Oysa mallar, kamuya tabidir. Öyle olmalıdır.

Ve ne zaman ki ölümler varken mallardan söz etmeyi aklından bile geçirmez insanlar, işte o zaman derin bir nefes alabiliriz.

Çünkü o zaman işler yoluna giriyor demektir.

Yani kamu değer kazanıyor ve malların hükmü azalıyor demektir.

 

Onur Orhan – http://egoistokur.com/onur-orhan-yazdi-olume-karsi-hayat/

 

 


More in Dış Köşe

You may also like

Comments

Comments are closed.