Öcalan’a biçilen yeni rol – Rıdvan Akar

Açlık grevleri iki biçimde bitebilirdi.

Kandil açlık grevlerinin bitmesi talimatı verebilirdi.

Ancak Kandil’in böylesi bir niyeti olmadığı KCK Yürütme Konseyi Başkanı Murat Karayılan’ın 22 Ekim’de Roj TV’de yayınlanan mesajında ortaya çıkıyordu. Karayılan, cezaevlerinde yapılan açlık grevleri ile PKK’nın bir ilgisi olmadığını, eylemlerin “kendiliğinden” başladığına dikkati çekiyor ve “PKK geleneğinde cezaevlerinde bir eylemin yapılması kararı vermeyecekleri gibi, ‘bitir’ talimatını da kimsenin veremeyeceğini bu kararı sadece açlık grevi başlatanların verebileceğini” söylüyordu. Karayılan’a göre açlık grevlerini Öcalan değil, Başbakan Erdoğan bitirebilirdi.

Her ne kadar Karayılan böyle dese de ikinci seçenek hiç kuşkusuz Öcalan’dı. Öcalan’ın “bitir” talimatı/çağrısı eylemin sonlandırılması için yetti de arttı.

Ancak Öcalan’ın çağrısında “dışarıdakilere” dönük bir eleştiri de mevcuttu. “Dışarıdakilerin” kendilerinin yapmaları gerekeni cezaevlerindekilere yüklediği mealindeki eleştiri kulak ardı edildi. Oysa Karayılan aynı söyleşide açlık grevlerinin tarihi bir dönüşümün başlangıcı olabileceği yönündeki görüşleri mevcuttu. Yani açlık grevlerine böylesi bir mana ve ehemmiyet yüklendiği anlaşılıyordu.

Şimdi bu yeni ahvalde iki ilginç tutum dikkati çekiyor. Birincisi, MİT doğrudan Öcalan ile yeniden iletişime geçmiş görünüyor. Bu iletişimi Hükümet-Öcalan diyaloğu olarak da tanımlayabiliriz. Zira Adalet Bakanı Sadullah Ergin “gerekirse Öcalan ile de görüşülebileceği” yönünde demeçler verirken, Başbakan Erdoğan’ın henüz dumanı üzerindeki “Biz iktidarda kaldığımız sürece ev hapsi olmaz. Cezasını İmralı’da çekecek” şeklindeki açıklamalarına rağmen, Başbakan Yardımcısı Bülent Arınç “silah bırakılması halinde Öcalan’a ev hapsinin de gündeme alınabileceğini” söylüyor.

Peki bu keskin U dönüşüne neden gerek duyuldu?

Erdoğan Öcalan’a görüş yasağının konulduğu 1.5 yıl içinde Kürt Sorunu’nun çözümünde muhatap arayışında ciddi bir sıkıntı yaşadı.  Önce farklı mecralarla Kürt Sorunu’nu görüşeceğini söyledi. Olmadı. Sonra sadece yasal temsilcileriyle görüşeceğini belirtti. Yani BDP’yi muhatap alacaktı. O da olmadı. Hal böyle olunca da milliyetçiliğin hamaseti ile malul bir “silahla çözeriz” politikasına sarılındı.

Ancak İçişleri Bakanı İdris Naim Şahin’in “Öcalan’a görüş ambargosunu sürdürelim. Terörle mücadelede çok başarılı bir dönemden geçiyoruz” telkininin bir yumuşak karnı vardı. Dağda silahlı, şehirlerde taş ve molotoflu Kürt militanlar yerine siyaseti açlıkla terbiye/tehdit eden yepyeni bir direniş biçimi ezberleri bozdu.

İşte bu ahvalde “terörle mücadeledeki azimli ve başarılı kararlılık” pek de etkili olamayacaktı. Oysa cezaevlerinden gelebilecek kitlesel ölüm haberleri ülkeyi yeniden kan ve ateşle imtihana sürükleyebilirdi. Bu koşullarda yeniden malum adrese başvuruldu. Öcalan devreye girdi ve sorunu çözdü.

Krizin biricik kazananı da Öcalan oldu. Bir kez daha örgüt ve Kürtler üzerindeki etkisini kanıtladı. 1.5 yıllık uzaklığa rağmen gücünden hiçbir şey yitirmediğini gösterdi. Dahası belki tersten “çakarak” da olsa kendisinin uzak kaldığı dönemdeki cari dinamikler/muhataplar olan BDP/Kandil eksenine kifayetsizlik eleştirisi yapmış oldu.

Şimdi Öcalan yeniden muhatap alınması gereken tek makam olarak öne çıkıyor. Dahası açlık grevlerindeki duruşu itibarıyla da “akil” bir konuma yükselmiş görünüyor. Hele avukatlara görüş izninin verilmesi halinde bu sürecin çok daha içerikli parametrelerini göreceğimizi ön görüyorum.

Yani Öcalan giderek fiili siyaset yapan, örgütü yöneten kadrolarla arasına mesafe koyarak, eleştiri ve “silahla çözüm olmaz” yaklaşımıyla devletle PKK arasında “aracı” bir konum elde etmek isteyebilir ya da o konumu “pazarlıklar muvacehesinde” devlet tarafından öne çıkarılmak istenebilir.

İlginç bir sürece gireceğiz. İmralı’da pazarlıklar sürecek. Öyle anlaşılıyor. Bakalım bu pazarlık sürecinde Kandil “biz de buradayız” vurgusunu yine kanla yazacak mı? Bakalım Öcalan ile devlet ve Öcalan inisiyatifi ile Kandil arasındaki bu bilek güreşini kim kazanacak? Umarız telaffuz edildiğinde bile adeta PKK söylemi gibi algılanan “barış” bu kez provokasyonlara daha dayanıklıdır.

 

Rıdvan Akar – www.t24.com.tr

 

İLGİLİ HABERLER

İLGİNİZİ ÇEKEBİLİR

Balık ekmek yemekle olmaz, Marmara’nın suyunu için!-Mehveş Evin

Ne yazık ki müsilaj felaketini balık yemek, denize girmek, denizin yüzeyini temiz görmeye indirgemek, bu büyük ekolojik krizi durdurmanın önündeki en büyük engel.

Marmara Denizi’ndeki kirlilik sorununa bir çözüm: Agroekoloji – Bülent Şık

Agroekolojik yöntemler sulardaki nitrat kirliliğini azaltıcı bir sonuç doğurur ve bu da içme suyu kaynaklarının korunması anlamına gelir.

Örgütlü sessizlik – Arat Dink

Zeki Tekiner, dört ay önce başka bir silahlı saldırıdan şans eseri ölümcül bir yara almadan kurtulmuştu. Vali’yi olayın siyasi boyutu olduğuna ikna edememişlerdi. Dostları Nevşehir’den bir süre uzaklaşmasını istediler. O, “Bana Nevşehirliden zarar gelmez” dedi, kaldı. Su, tanıdık akıyor, değil mi?

Marmara Denizi’ndeki müsilaj kirliliğinde kömürlü termik santrallerin etkisi incelenmeli- Pelin Cengiz

İstediğiniz kadar yüzey temizliği yapın, bir yeri temizlerken diğer taraftan atık devam ediyorsa buna temizlik denir mi?

Marmara’nın ölümü: İstanbul kolera salgınına hazır mı – Bülent Şık

Denizdeki müsilajin kolera salgını getirmesi mümkün. Ama her şeye rağmen devam etmekten ziyade durmayı, onarmayı öne çıkarmalıyız. İnsan, bitki, hayvan ve çevre sağlığını bir bütünün birbiriyle ilişkili parçaları olarak görmeye çalışarak çözümler arayacağız.

EN ÇOK OKUNANLAR