Dış Köşe

‘Mini’ çevre felaketleri ve Altınözü Kayalıkları – Ali Yurttagül

0

Çevre meselesi, son otuz yılın dünya politikasına damgasını vuran, iklim sorunu yanında, Çernobil, Fukuşima gibi nükleer felaketler ile insanların hafızasına kazınan bir sorun oldu.

Bu konuya eğilensiyasî partilerin sahneye çıkması bu sürecin bir nevi sonucudur diyebiliriz.
“Yeşiller” gibi çevreci partiler iktidara uzak olsalar da, toplumun
çevre konusunda bilinçlenmesi ve tüm siyasî akımların bu konuya hassaslaşmasını
sağladığı gibi, çevre meselesini genel bir toplum sorununa dönüştürdü. Zira
çevre ile yaşam kalitesinin iç içe olduğu artık biliniyor. Buna rağmen çevre
bilinci bazı ülkelerde oldukça etkin bir olgu iken, bazı ülkelerde hâlâ
politikanın gündeminde değil. Etkin çevre bilinci ve ekonomik verilere biraz
yakından bakmak, çevre bilincinin gelişmişlik ölçüsü olarak algılanacak bir
nevi parametre olduğunu görmek için yeterlidir. Bir ülke ne kadar kalkınmış ve
sosyal sorunları ne kadar tatmin edici bir sisteme oturtmuş, toplumun eğitim
düzeyi ne kadar yüksekse, buna paralel olarak da çevre bilincinin o kadar
yüksek olduğunu izlemek mümkündür. Bu tür toplumların çevre ve tabiat
dengesinin iklim, bitki örtüsü ve hayvanlardan, mikroorganizmalara kadar uzandığının
bilincinde olduklarını görürüz. Bu bilinç giderek Türkiye’de de gelişmekte ve
çevre konusunda hassas bir kitlenin sesi, barajlar, nükleer santraller,
hidroelektrik santrallere karşı duyulur hale geldi. Avrupa’da çevre konusu
devlet politikasında da önemli bir yer edinmeye başladı. Sadece sivil toplum ve
çevre ajansları değil, sanayi, ekonomi ve enerji bakanlıklarına karşı, çevre
bakanlığı bir denge unsuru olarak gelişti. Türkiye’de ise durum oldukça ilginç
bir görüntü veriyor. Çevre bakanı HES’ler gibi projelerde çevreyi değil bu
projelerin ekonomik önemini enerji bakanı veya ekonomiden sorumlu bakandan daha
şiddetli savunuyor. Çevre meselesi bu yüzden Bakanlar Kurulu’nda hâlâ kimsesiz,
Türkiye kapsamlı çevre sorunları yanında, “güzden kaçan” binlerce
“küçük” çevre felaketleri ile karşı karşıya. Ülkenin tabii dokusu her
gün değişiyor ve birçok şey geri dönmemek üzere kayboluyor.

Çevrenize biraz yakından baktığınız zaman, iyi bildiğiniz, çocukluğunuzun geçtiği, yani kişilik ve hatıralarınızın önemli bir parçası olan birçok şey ve yerin artık
kaybolduğunu veya tanınmaz hale geldiğini görürsünüz. Belki bunlar küçük
detaylardır. Fakat biraz daha dikkatli baktığınızda benzer mini felaketlerin
Türkiye’nin her yerinde olduğunu ve bu binlerce mini çevre felaketlerinin
Türkiye’yi değiştirdiğini ve birçok şeyin tekrar gelmemek üzere kaybolduğunu
görürsünüz ve sizi acı bir hüzün kaplar. Bu nisan başında yıllar sonra tekrar
gezme olanağını bulduğum Altınözü Kayalıkları’nda yaşadığım gibi.

Doğa Derneği’nin Hatay vilayetinde korumaya değer bulduğu dört bölgeden biri olan Altınözü Tepeleri sadece bitki örtüsü ile değil, Türkiye’de sadece bu bölgede yaşayan
hayvan türleri ile önemlidir. Amanos dağlarının Amik ovasına doğru zeytin
desenli eteği gibi yayılan tepelikler, bol yağışlı bölgenin sularını taşıyan
çay ve dereler tarafından vadilere bölünmüştür. Bunlardan en önemlisi
haritalarda “Beyaz Çay”, bölge halkının “Kuseyr Çayı”
dediği, ormanı andıran zeytin ağaçları ile örtülü vadide kıvrılarak akarken
Altınözü’nde kayalıklardan geçer ve küçük kanyonlar oluşturur. Bu kanyonlar
üzerine inşa edilmiş taş yapı barajlar ve su kanalları sadece değirmenlere su
taşımaz, aynı zamanda yakın tarihlere kadar biricik sulama sistemi idi.
Kayalarda daha eski zamanlardan olduğunu görebileceğiniz kanal oymalarının
izleri, mağaralar, höyükler ve eski kale kalıntıları, bölgenin yüzlerce hatta
binlerce yıldır yerleşim bölgesi olduğuna işaret eder. Barajlar, su kanalları
ve değirmen tekniği, yüzyıllardır yaşayan kolektif bir mühendislik tarihinin
izleri gibidir.

Kayalıklar bundan yirmi otuz yıl öncesine kadar zengin hayvan çeşitlerine ev sahipliği yapıyordu. Sırtlan, çakal, tilki, tavşan yanında, keklik, bıldırcın ve oldukça zengin küçük kuş türlerinin yaşam havzası idi. Türkiye’de yaşadığı başka bir bölge olup olmadığını bilmediğim “oklu kirpi” (Hystrix cristata) Altınözü Kayalıkları’nda kaybettiği “okları” ile varlığını hissettirirdi. Kuzey Afrika’da rastlanan bu
hayvan Altınözü Kayalıkları’nda görülemiyor artık. Bölgede, eskiden yaygın olan
kınalı keklik de görülmüyor.

Kanlı Kaya, Donluğun Kayası ve Seyrek Kaya diye halkın üç bölge olarak isimlendirdiği kayalıklar tehdit altında. Koyu kırmızı toprağı kayalara da yansıdığı için “kanlı” denen kayalıklar iş ve yerleşim alanı açılmak için ortadan kaldırılıyor. Yollar, insanlarla birlikte köpek ve kedilerin girdiği Kanlı Kaya, artık yabani hayvanlar için
yaşam alanı değil. Doğuda bulunan Seyrek Kaya’nın ise devlet ve özel şirketler
tarafından taş ocağı olarak kullanılması, kayalıklarda derin yaralar açmış.

DEVLETİN ÇEVRE SORUMLULUĞU

Ortada bulunan Donluğun Kayası
pek yara almamış olsa da, hasta durumda. İlkbaharda dereciklerin geçtiği bu
kayalıklar, kurbağa ve diğer birçok su hayvanının yumurtalarını bıraktıkları
bir bölge idi. Eskiden berrak su taşıyan bu dereciklerde de hiçbir yaşam izine
rastlanmıyor artık.

Beyaz Çay da yaşam mücadelesi veriyor. Dağların eteklerinden çıkan ana
kaynakları içme suyu olarak alındığı için, yazın kurumakla karşı karşıya
kalıyor. Altınözü ve vadinin diğer yerleşim birimlerinden arınmadan akan artık
sular hayvanlara ölüm saçıyor. İlkbaharda Hıristiyan köylerden inen
balıkçıların çoğalmaya başladığında Paskalya’nın yaklaşmakta olduğunu
hatırlatırdı bu çay, bölgedeki etkin Müslüman nüfusa. Beyaz Çay modern
teknolojinin de tehdidi altında. Yoğun zeytinciliğin etkin olduğu bölgede,
eskiden de zeytin suları çaya akar, kış aylarında su kahverengi çalardı. Fakat
elle sıkılan zeytin hâsılatı aylarca sürer ve suda asit oranı sınırlı olurdu.
Son yıllarda modern makineler tüm ürünü bir ay içerisinde kaldırdığı için,
artık zeytin suları yüksek asit oranı ile Çay’a ölüm saçıyor. Aslında yağ ve
yakacak gibi değerli maddeler içeren zeytin artıklarının diğer Avrupa
ülkelerinde olduğu gibi, bir havuzda toplanıp buharlaşmasını bekleyerek, oldukça
kolay, pahalı olmayan ve sanıyorum kanunlarımızın da zorunlu kıldığı bir
yöntemle arındırılması mümkün. Sembolik cezalar kesilerek her yıl geçiştirilen
bu durum binlerce yaratığı öldürdüğü gibi, etrafa zehir saçıyor.

Aslında sorun bireylerin bilinçsizliği veya insanların duyarsızlığı
değil. Keklik seslerinin yok olduğundan şikâyet eden köylülerle
karşılaşacağınız gibi, artık balığa çıkamadığından yakınan insanlarla da
karşılaşabilirsiniz kısa bir yürüyüşte. Köylüler, artan kanser vakalarından
tedirgin ve bir şeylerin yanlış gittiğinin farkındalar. Hastalanan çevrenin
insanlara yansımaması mümkün mü? Sorun kamunun malı olan çevreyi koruması
gereken devletin zayıf ve çevre sorununun ciddiyetini kavramamış olması.
Devletin çevre sorunundaki ciddiyetten uzak tutumu ve bunun farkında olan
çevreden sorumlu memur kitlesinin duyarsızlığı çevreyi kimsesiz kılıyor. Devlet
çevrecilerin ve genel olarak sivil toplumun çevreye etkin bir şekilde sahip
çıkması ile değişebilir, belki kalan hayvan türlerini kurtarabilir, suların ve
toprağın zehirlenmesini önleyebiliriz. Aslında binlerce “mini” çevre
felaketi Türkiye’nin yaşamakta olduğu büyük bir çevre felaketinin küçük bir
görüntüsünden başka bir şey değil.

Çevre ile ilgili olmasa da olumlu işaretler de var. Bundan sekiz yıl
önce büyük sel felaketi ile kısmen yıkılmış yüzlerce yıllık taş barajlardan
birini devlet tamir ettirmiş; tarihi su kanalları henüz çalışır durumda olmasa
da. Yara almış olmasına rağmen ayakta duran taş köprünün de yakında
yapılacağını söylüyor köylüler. Höyüklerden birinin üzerinde tarlası olan bir
köylüye, bölgenin sit alanı olduğu, artık tarlasına ağaç dikmemesi telkin
edilmiş, kökleri toprağın altında yatan dokuyu etkilemesin diye. Bağ ve bostan
ekerim artık, diyor..

 

Ali Yurttagül- Zaman

More in Dış Köşe

You may also like

Comments

Comments are closed.