Köşe Yazıları

Medyanın “ö” hali (1)

0

Hem çoktandır yaşanan; hem de belli bir seviyeyi geçtiğinde kafalara “dank” ettiren bir durumdu medyanın hal değiştirmesi. Artık o belli seviyeyi geçtiğimiz için şimdi kafalara dank ediyor. Fakat kaçınılmazdı bir yandan baktığımızda da. Çünkü bu durum çoktandır hem özel olarak hem de genel olarak iki koldan başlamıştı ve yaşanıyordu. Sadece sonuca ulaşmasını bekleniyordu. Ulaştı. Medya hal değiştirdi.

Kollardan bir tanesini şöyle anlatmak gerekli. Kuvvetler ayrılığının klasik tanımının yanına, medyanın da dördüncü kuvvet olarak eklenmesi içinde bulunduğumuz dönemin olgusu değil. Medyanın etkileyici gücü, kamuoyu üzerinde kurduğu hakimiyet de yeni değil. Bunun yanında Türkiye’nin içinden geçtiği süreç ise kısmen daha yeni. Nedir bu? Bir hakim gücün, kuvvetler ayrılığı ilkesinde belirtilen tüm yapılara hakim olma çabası ve olması! 12 Eylül 2010 Anayasa Referandumu ile de klasik kuvvetler ayrılığı bitti denilebilir Türkiye’de. Bir bölüm insana bu durum, 12 Eylül 2010’dan çok sonra “dank” etti. Yapacak bir şey yok. Basra harap olduktan sonra amacın demokratikleşme değil, her yönde yaşanacak bir tekleşme olduğunu anladı bir bölüm insan. Bu gidişin, yani her yönde yaşanan tekleşmenin gelip dayanacağı yerin dördüncü kuvvet olan medyada gerçekleşecek mutlak bir hakimiyet olacağı da açıktı. Üç kuvvet tekleşmişken zaten bu tekliğin dışında durmak bir cesaret ister. Dik duruş ister. Medyanın bu sıfatlar konusunda nasıl bir sınav vereceği belli gibiydi. Sınavı geçenlerin başları ise yavaş yavaş kopartıldı. Bu tepeden bakıldığında gerçekleştiğini gördüğümüz genel kol.

Özel kol için ise, doğrudan medyaya bakmak gerekli. Adalet ve Kalkınma Partisi iktidara geldikten sonra bir kavram olan “yandaş medya” ya da benim kullanmayı tercih ettiğim şekliyle AKP yörüngesindeki medya, yavaş yavaş hayatımıza girdi. Zaten her siyasi yapının bir gazetesi, bir medyası varken, yaşadığımız daha farklı olaylar zincirine işaret ediyordu. Şu anda geldiğimiz noktaya bakarsak zaten bunu net olarak görebiliriz. Artık, AKP’ye muhalefet eden değil, AKP’nin istemediğini yazabilen, söyleyebilen bir ana akım yayın organı yok. Karşı tarafta olması gerekmiyor, tarafsız olabilen bir yayın organı yok. Köşe yazarları içerisinde olsa bile onlar da hem tek tük, hem de kendi gazetelerinin haberleriyle sürekli yalanlanıyorlar. Bu durum yandaştan daha fazlasını, yörüngesinde olmaktan daha yakınlığı ifade ediyor. Sabah Gazetesi ya da ATV gibi zaten “çok umrumuzda” olmayan yayın organlarında bu gerçekleştiğinde pek önemsenmedi bu durum. Fakat Radikal Gazetesi’nin içinde bulunduğu acıklı durum ya da NTV‘nin artık bir TRT kıvamına gelmesi (TRT’nin durumundan bahsetmek bile anlamsız. Muhalif sesler duyulur diye Meclis TV’yi kapatan, yürütme ve yargının el birliğiyle gerçekleştirdiği “operasyonlara” medya hizmeti veren bir yer artık TRT) “dank” ettirdi. En ufaktan, en tepe noktaya kadar her anlamda hissediliyor bu yeni “hal”. Canlı yayın mesela, konuşmacı AKP diyor. NTV alta yazıyor Ak Parti! Yeni hallerine o kadar alışmışlar ve rahatsızlık vermek istemiyorlar ki!

Bu durum iktidarın yaratmak istediği tekliğe büyük bir hizmet bir kere. Türkiye’de halkın bilgiyle ilişkisini kurduğu en büyük araç televizyon. Bunun sonrasında gazete geliyor. İçerisinde bulunduğumuz ve tartıştığımız internet ise çok gerilerde de olsa, tehlikesini hissettiriyor. Zaten bu yüzden internet medyası düzenlemesi de çok yakında geliyor. Ana akım araçlar kontrol altına alınmışken, internetten bir kaç kendini bilmezin bazı gerçekleri insanlara duyurmaya çalışmaları tehlikeli bir durum olarak görülüyor. Oto sansür ve sansür mekanizmaları orada da devreye sokulmak isteniyor. Ana akım medya araçlarında var olan, basınla yapılan ama basına kapalı toplantılarda dikte ettirilen sansür ve oto sansür internet medyasına da yaşatılmak isteniyor. Televizyona ve gazetelere dönersek bu sansür ve otosansür, 2001 sonrası sahiplik yapısı değişen ve yeni açılan medya organlarında zaten güzel güzel işliyor. Uzun uzun isim yazmaya gerek yok. Kalan, kendisine ana akım diyenler ise hizaya 20 Ekim 2011’de gerçekleşen genel yayın yönetmenleri ve medya sahipleri ile Başbakan’ın yaptığı toplantıda çekildi. O tarihten sonrasına dair iki örnek olanları anlamaya yeter.

Van Depremi. Deprem gerçekleşmiş. Devlet de enkaz altında. İnsanlar organize olmaya çalışıyorlar. Aradan günler geçiyor, Başbakan Van’da. AKP’lilere miting yapıyor. Dişinizi sıkın diyor, yazın evleriniz hazır olacak. Başbakan konuşurken, çadır verilmeyen, bu yüzden çöp torbası inceliğinde plastiklerle kendisine bir barınak yapan bir aileden 6 yaşında bir çocuk soğuktan ölüyor. Çocuk Başbakan’ı dinlemiyor işte. Sıkamıyor dişini ve ölüyor. Medyada tık yok. Herhalde biz emirleri uygulamamazlık edemezken, bir çocuk nasıl bunu yapar diye düşünüyorlar. Ancak iki gün sonra haber oluyor bu. Habertürk Gazetesi bu olayı şöyle haberleştiriyor: “Deniz, naylon çadırda üşüdü, hastane yolunda öldü.” Üşüdü ve öldü. Bu kadar basit işte.

İkinci örnek ise son deniz otobüsü kaçırma eyleminden sonra yazılan bir yazı. Yazan, Cüneyt Özdemir. Bu kişi, 13 Kasım’da yazdığı yazıda, haber kanallarının, olaylarla ilgili “Son Dakikaları” nasıl kaldırdığını, yani halka haber vermekten nasıl vazgeçtiğini uzun uzun, bir kahramanlık öyküsü gibi anlatıyor. Kendisi yazıda başka bahaneler üretiyor ama daha o gün, Yiğit Bulut bu son dakikaların kaldırılmasının açıkça istendiğini ağzından kaçırıverdiği için tüm bahaneleri havada kalıyor bu iliştirilmiş gazetecinin.

İşte medyanın yeni hali bu. Kendisine bağımsız sosu dökenin de, muhalif sosu dökenin de hali bu. Yandaş halden, Ö haline, Özdeş haline geçtiler ve tüm ülkenin, milyonlar insanın gerçekle olan ilişkisini yamultmak üzerine çalışıyorlar.

Yeşil Gazete yazıları ve diğer yazılar için: http://www.urbarli.net

You may also like

Comments

Comments are closed.