Hafta SonuManşet

Limonlar ve Savaşlar – Selen Yıldız

0

10, 584 gün.

On bin beş yüz seksen dört gün sonra ilk defa bir ağaçtan meyve koparmak.

İlk defa bir limon ağacı görmek…

Doğduktan sonra annemden koparılıp, onu yıllar sonra bulmak gibi.

20 limonlar ve savaşlar...

Foto: Selen Yıldız

Oysaki benim için limonların yeri süpermarketlerin soğuk rafları, sonra da plastik torbaların içidir. Ya da en fazla, pazardaki bir tezgâh ve de muhtemelen siyah renkli ve pis kokan pazar poşetleridir. Ya marketin kasasında kredi kartı ile alınır, ya da pazarcıdan nakitle.

Ki, bu alışverişi de zaten annem yapar.

Hawaii’deki üniversite yıllarımda yaptığım alışverişler dışında, hayatımda market veya pazar alışverişine gittiğim söylenemez.

Annem zili çalar, kapıyı açarım, elindeki yiyecek dolu plastik torbaları alıp mutfaktaki sandalyelere koyarım. O yiyeceklerle bir sonraki görüşmemiz ise yemek masasında olur. Annemin pişirdiği yemekleri yerim. Sonrasıyla ise yemek borum, midem, enzimlerim ve bağırsaklarım ilgilenir.

Ve benim için bundan daha doğal bir şey yoktur…

Hem ben Alaçatı’ya,  koşu ayakkabılarımı giyip, İstanbul’un betonlarından uzaklaşmak için gitmiştim.

Bir de oradan ev bakacaktım.

Kendimi rüzgâr sörfü yapmayı öğrendiğim koyda, yeniden hayallerimle yüzleşirken değil, bir limon ağacının yanında buluverdim.

“Sen beni kesmemek için çok mücadele ettin diyor ve beni mükâfatlandırıyor. Normalde bu iklimde pek limon vermez,” dedi kaldığımız pansiyonun sahibi Mehmet Ağabey,  ağaca sarılarak.

Limon ağaçları için uygun iklim nedir, diye düşündüm.  Alaçatı gibi rüzgârlı yerler normalde uygun değilmiş meğer. Acaba hiç sulaması gerekiyor muydu, yoksa yağmurlar yetiyor muydu?

En az 30 yaşındaki bu ağacın büyümesini ve limonlarının olgunlaşmasını izlemek acaba nasıl bir duyguydu?

Sahi, limonun mevsimi neydi?

21 limonlar ve savaşlar...

Foto: Selen Yıldız

Söylediğine göre, dalları kırılacak kadar limon veriyormuş. Taş evlerini pansiyona dönüştürmeye karar verdiklerinde, pansiyonun merdivenlerini ağacın olduğu yere kaydırmak söz konusu olmuş. Ama o ağacı kesmemiş. Kesememiş. Başka çözümler bulmuş.

Daha doğrusu, bir ağacı yok etmeyi  “çözüm” veya “seçenek” olarak görmemiş.

Hayata vicdan penceresinden bakanlardan o belli ki. Pek çoğumuz bilir ama unuturuz: Ödüller dolar bu pencerelerden içeri her mevsim. Mehmet Ağabey’in penceresinden içeri bolca limon girmiş. Ha bir de, ona söylemedim ama içeriye, Alaçatı’ya her gittiğinde onun pansiyonunu tercih edecek ve oraya giden herkese onun pansiyonunu tavsiye edecek yeni müşteriler girdi gizlice.

Herhalde Mehmet Ağabey’i en iyi anlayacak kişilerden birisi de Filistinli Salma Zidane’dır.

İsrail ordusu tarafından İbranice yazılmış o mektubu tercüme ettirmek için erkeklerle dolu bir kıraathanenin içinde bulur kendini Salma. Güvenlik nedeniyle bahçesindeki bütün limon ağaçlarının kesileceği yazmaktadır mektupta.

Salma’nın gözleri dolar.

İsrail ve Batı Şeria sınırında, bir limon bahçesinin kenarında yaşayan Salma’nın tek geçim kaynağı limonlarıdır. Ordu, Salma’ya belli bir para yardımı yapacağını söyler. Para mı limon ağaçları mı diye seçenek dahi sunmamıştır- karar bellidir.  Salma ise, babasından yadigâr limon bahçesine veda edip o dikdörtgen kâğıt tutamlarını kabul etmeyi bir “çözüm” veya “seçenek” olarak görmez.

Sınırın öbür tarafına yeni yerleşmiş olan İsrail Savunma Bakanı ise, villasının penceresinden bakarken onu ve eşini öldürmek için bahçeye sızmış boy boy terörist ve dallardan sarkan mermiler görmeye devam eder.

Salma’nın bahçesinin etrafı çoktan çitlerle çevrilmiştir bile.

Eran Riklis'in 2008 yapımı filmi Limon Ağacı'nda (Lemon Tree) Salma Zidane'ı Hiram Abbas; Mira Navon'u ise Rona Lipaz-Michael canlandırıyor

Eran Riklis’in 2008 yapımı filmi Limon Ağacı’nda (Lemon Tree) Salma Zidane’ı Hiram Abbas; Mira Navon’u ise Rona Lipaz-Michael canlandırıyor

O İbranice mektubu tercüme eden adamın “Neden ağlıyorsun ki? Bizleri içeri atacak hapishaneler yapmak için ne kadar toprağı ele geçirdiklerini bilmiyor musun?” sözlerini çoktan unutmuşçasına, Salma o İsrail çitlerinin üzerinden içeri atlar. Biraz limon toplamak için. Ağaçlarını sulamak için. Onu suçüstü (!) yakalayan güvenliğe “Ağaçlarım ölüyor!” diye de çıkışır ama sözleri Batı Şeria’nın kızgın güneşi altında hızlıca buharlaşır. Bahçe gezintilerinin sonu artık misafirlere ikram edilen lezzetli limonatalar değil, tutuklanma tehditleridir. Gizli Servis öyle istemektedir.

Oğlunun “Ağaçları unut, Amerika’ya gel. Kraliçeler gibi yaşarsın” sözleri Salma’yı tatmin etmez. Ve Salma, konuyu mahkemeye taşır. İlk davanın sonucu onun aleyhine olsa da vazgeçmez. Tek sermayesi olan inancını alıp meseleyi Yüce Divan’a kadar götürür.

Tüm bunlar devam ederken, Savunma Bakanı’nın çıkıp da, “Babam bir savaşçıydı ve hayatı boyunca çiftçilik yaptı. Bana ağaçların insanlar gibi olduğunu, saçlarının teline bile dokunulmaması gerektiğini öğretti” demesi insanda Tayyip Erdoğan’ın “Biz çevrecinin daniskasıyız” dediğinde yarattığı mide bulantısını yaratıyor!

Film de olsa midem bulanıyor. Bir köprü için daha şimdiden 6.355 futbol sahası büyüklüğündeki doğal ormanlık alanın yok olmasına neden olduğu aklıma geliyor. Yeni havaalanı için ise 20 bin futbol sahası kadar ormanın yok edilecek olmasının da hiç umurunda olmayışı. O haram dediği alkolden oluk oluk içsem bu kadar bulanamaz midem.

Fermanlarda yazarmış. Belgrad ormanında bir dal kesenin kellesi alınırmış! Halkın içme suyu oradan gelirmiş. İstanbul’un canıdır o ormanlar, ecdadımız bunu iyi bilirmiş. Hem de ta o zamanlar. Tayyip Erdoğan, Osmanlı döneminde yaşasaydı, bir buçuk milyon ağacı kestirmenin bedeli ne olurdu sizce, ey ahali?

Yine “Köprü medeniyettir, yol medeniyettir” diye kendini savunsaydı onu bugün olduğu gibi alkışlar mı yoksa okkalı bir Osmanlı tokadı mı karşılardı?

Asla anlayamayacağım. Bindiği o helikopterin penceresinden İstanbul’un o yemyeşil, atalarımızdan bize miras, T.C. kimlik numarası olmayan sayısız canlının yuvası olan ormanlara bakıp da, nasıl  “3. Hava alanının yeri burası olsun!” diyebildi?

Ey Tayyip amca, nasıl diyebildin?

Yükseklerdeki o pencereden ağaçların dallarından dolarlar sarkıyormuş gibi gözüküyor sanırım. Ama ben sana söyleyeyim- yapraklar yeşeriyor o dallarda.

Eminim. Çünkü o ormanları tanıyorum.

Mira’nın Salma’nın bahçesini tanıdığı gibi. Evinin penceresinden komşusu Salma’nın limon bahçesini seyrederken, “Büyüleyici” diyen Mira, bu bahçeyi yok etmekten başka bir çözüm bulunması gerektiğini savunur eşine. Bakan’ın “3.000 yıldır çözüm bulunamamış” lafına Mira’nın verdiği yanıt, yeryüzünün ve halklarının ortak talebini özetler:

“Belki de artık bir çözüm bulma zamanı gelmiştir!”

22 limonlar ve savaşlar...

Foto: Selen Yıldız

Mira’nın sesi sessizce oradan ayrılır, çitlerin ardındaki limon ağaçlarını geride bırakıp, açık kahverengi kurak toprakların üzerinde süzülerek, Altın Kubbe’li kutsal topraklara gelir. Ve tam o sırada, oralarda bir yerdeki Yüce Divan’da karar açıklanır: Ağaçların tamamı kesilmeyecek, bir kısmı olduğu yerde kalacaktır. Geri kalanı da 30 cm boyunda olacak şekilde budanacaktır. Salma ve avukatının hayal ettikleri karar olmasa da, bu karar Filistinlilerin İsrail karşısında bir zaferi sayılır. Çünkü daha önce hiç orta yol bulunmamış.

Salma’nın bahçesinde çalışan yaşlı adamın, İsrail için terörist geçirmez bir dünya yaratmaya çalışan hâkimin yüreğine gizlice sızan sözleridir biraz da bu kararın mimarı:

“Ağaçlar insanlar gibidir.”

“Onların da ruhları ve hisleri vardır.”

“Onlarla konuşulmasına ve şefkate gereksinim duyarlar. “

Maalesef, filmin ilham aldığı gerçek hikâyedeki aile Salma kadar şanslı olamamış. Dönemin Savunma Bakanı Shaul Mofaz’a açtıkları davayı kaybetmişler ve zeytin ağaçlarıyla dolu bahçeleri yok edilmiş. İsrail ordusunun 1967’deki Batı Şeria işgalinden beri, İsraillilerin yaklaşık 800, 000 zeytin ağacını yok ettiği tahmin ediliyor.

Kurgu da olsa,  Salma’nın hikâyesi, geleceğe atılan gizli bir barış tohumu gibi.

Mart başında Gazze’ye hava saldırısı düzenleyen İsrail Başbakanı Netanyahu’nun, limon bahçesinin kenarında oturan Mira’dan öğreneceği çok şey var.

Ben o taş evin kenarında yaşayan limon ağacından çok şey öğrendim. Onun limonatası, İstanbul’a dönüş otobüsünün ekranında beni bulan Limon Ağacı ‘ndaki Salma’nın limonataları gibi lezzetli oldu. Tadı,  29 yıldır suyunu içtiğim bütün limonlardan farklıydı.

Acaba bu sabah annemin kahvaltı masasına koyduğu minik limon, nereden gelmiş, hangi ağaçtan, kim tarafından koparılmıştı?

Selen Yıldız

 

Selen Yıldız

[email protected]

twitter.com/selenyildiz808

More in Hafta Sonu

You may also like

Comments

Comments are closed.