Dış Köşe

Külliye değil, şirket değil, üniversite! – Güven Gürkan Öztan

0

Siyasal iktidar, yargıdan üniversiteye kadar özerk olmalarının demokratik işleyişin gereği olduğu birçok kurumu kimi zaman yasal kimi zaman da fiili tasarruflarla cendereye aldığından bu kurumların demokrat ve muhalif bileşenleri uzun bir süredir iradelerini ortaya koyacak bir çıkış arayışındaydı. Bu arayış, ülkenin genelindeki özgürlük ve demokrasi mücadelesinin bir parçası olarak İstanbul Üniversitesi (İÜ) rektörlük seçimlerinde kendini gösterdi. İstanbul Üniversitesi Demokratik Üniversite Girişimi’nin (İÜDÜG) adayı Prof. Dr. Raşit Tükel 2595 öğretim üyesinin oy kullandığı seçimlerde toplam 1202 oy alarak açık farkla birinci oldu. Bu denli büyük bir akademisyen kitlesinin tüm olumsuz şartlara rağmen demokrat ve özgürlükçü bir adayın arkasında durması, Türkiye’nin diğer üniversitelerinde ve genel kamuoyunda da bir umut vesilesi olarak yankı buldu. Demokratik kitle örgütleri ve tek tek bireyler İÜDÜG’e ve Tükel’e desteklerini açık bir biçimde beyan etmeyi sürdürüyor. Geçtiğimiz hafta boyunca bu destek salonlardan, amfilerden, kampüslerden meydanlara taştı. Talep açık ve netti: Raşit Tükel rektör olarak atanmalıdır. Normal bir ülkede bu denli oy farklıyla birinci olan bir aday için sokağa çıkmaya gerek kalmaz; zaten bu irade sonucu belli etmiştir. Ama Türkiye ‘normal’ bir ülke değil. Gerçekten de atama kararı beklenirken Erdoğan’ın rektörlük seçimlerinden çıkan yedi üniversiteye rektör atadığı bilgisi geldi; iki örnekte Erdoğan en çok oyu alan rektör adayını atamadı. YÖK ‘misyonunu’ yerine getirmiş, listeleri Erdoğan’ın onaylamasına uygun bir biçimde çoktan düzenlemişti. Akabinde YÖK’ün aynı taktiği İÜ için de izlediğini ve Raşit Tükel’i ikinci sıraya indirdiğini öğrendik.

İŞİNE GELİNCE SEÇİM, İŞİNE GELİNCE ATAMA
AKP, birçok anti-demokratik uygulamayı kendisinden önce koyulmuş kurallar olduğunu söyleyerek dolaylı bir biçimde savunmayı sürdürüyor. Uzun iktidar döneminde yoğun bir kodifikasyon çalışması yapan iktidar partisi, kimi zaman kendi koyduğu normu bile defalarca değiştirmesine rağmen, çok temel meselelerde bugüne kadar kayda değer hiçbir hamle yapmadı. Bunlardan biri yüzde onluk seçim barajıdır. Barajın düşürülmesi her gündeme geldiğinde, barajı kendilerinin koymadığını söyleyerek topu taca atmayı yeğlediler. Haziran genel seçimlerine az bir süre kala, Türkiye’nin geleceği büyük ölçüde bu barajın sandıkta yıkılıp yıkılmayacağına bağlı. AKP’nin hamle yapmadığı bir diğer alan yine seçim süreçleriyle ilgili. Rektörlük seçimlerindeki seçilme – atanma gerilimi hakkında seçimin sonucunu önceleyen bir düzenleme bunca yıldır AKP tarafından gerçekleştirilmedi. ‘Makbul’ rektör seçmek adına akademisyenlerin iradesini tek başına yeterli görmeyen sistem, YÖK’ün seçimde yarışan adayları bir de kendi tasarrufuna göre sıralamasını ve cumhurbaşkanının önüne gelen isimlerden ‘uygun’ bulduğunu ataması şeklinde işliyor. Bu sistem hem geçmişte hem de bugün, akademinin kurumsal kimliğini tahrip eden anti-demokratik uygulamalara yol açtı. AKP öncesinde de onun iktidarı döneminde de YÖK oldukça keyfi bir tutum takınarak seçimlerden çıkan sonuçlara göre değil kendi iradesine göre rektör adaylarını sıraladı. AKP’nin ilk yıllarında YÖK ile işlerin iyi gitmediği dönemde hükümet ile YÖK arasında gerilimler eksik olmamıştı. Hatta 2006’da yeni kurulan üniversitelere rektör belirleme konusunda hükümet YÖK ile karşı karşıya gelmiş, yeni yasa çıkarmak zorunda kalmıştı. Zamanla AKP, YÖK’ü tümden etkisi altına aldı; sonrasında da üniversite yönetimlerini peşi sıra belirlemeye başladı. Taşradaki hakimiyet zamanla merkezlerdeki üniversitelere doğru genişledi. YÖK iktidarın istediği gibi adayları sıralıyor ve cumhurbaşkanına gönderiliyordu. Yakınlarda Gökhan Çetinsaya kısmen bu yöntemi, en çok oy alana göre sıralamayı öne çekecek bir teamülle değiştirmek istediyse de bu konuda yasal bir düzenleme yapılmadığından bugün eski hamam eski tas haline geri dönüldü.

Cumhurbaşkanlarının rektör atama karnesi de hiç iyi değil. Ahmet Necdet Sezer de Gül de akademisyenlerin iradelerine saygı duymayı bir teamül haline getirmedi ve siyasi kaygılarla hareket ederek atama gerçekleştirdi. Rektör adayları arasında bu duruma doğrudan itiraz edip bunu seçim sürecinde dile getiren isim de pek yoktu. Çünkü birçok rektör adayı, Ankara’da kurulacak ilişkilerle seçimden birinci çıkmasalar bile atanmalarını sağlayabileceklerini biliyordu. Prof. Dr. Raşit Tükel’in ve İÜDÜG’nin en ayırt edici özelliği kulis oyunlarına tevessül etmeden, baştan bu yana rektör seçimlerinde en çok oy alan adayın atanması gerektiğini savunmasıdır. Bu tutum lafzi bir şey olmanın ötesinde Raşit hocanın 2012 rektörlük seçimlerinde gösterdiği duruş ile cisimleşmiştir de. Seçimlerden ikinci çıkan Tükel, en çok oy alanın atanmasını bir demokrasi gereği olarak gördüğünü beyan ederek çekilmişti. Eğer en yüksek oyu alan atanmayacaksa akademisyenler neden sandığa gidiyor sorusu meşru ve haklı bir sorudur. Ayrıca hem Tükel hem de İÜDÜG rektör seçimi konusunda üniversite bileşenlerinin tümünün sözünü söyleyebileceği, liyakata dayalı bir mekanizmanın kurulmasının elzem olduğunu dile getirmeye devam ediyor.

KAMPÜSTE BÜTÜNLEŞME
Tükel’in başarısının demokrasi ve özgürlük mücadelesi için ilham verici bir özelliği var. Çünkü bu başarı uzun soluklu, ilkeli, katılımcı ve demokratik bir mücadelenin ürünü. Hem üniversitenin farklı birimleri arasında yeni bağların kurulmasını sağlayan hem de üniversiteyi demokratik kitle örgütleriyle yakınlaştıran bir bakış açısının akademisyenlerce kabul gördüğünün kanıtı. Aynı zamanda öğretim görevlilerinin, idari personelin ve öğrencilerin kendi sözlerini söyleyebilecekleri bir üniversite idealine ulaşmak adına yan yana gelebileceğinin göstergesi. Tükel’in en çok oyu almasını takiben demokratik kitle örgütlerinin desteğiyle yapılan basın açıklaması esnasında taşeron işçilerin, araştırma görevlilerinin ve öğrencilerin alkışlarla destek olması Tükel’in adaylığının kapsayıcılığını bir kez daha kamuoyunun ilgisine sundu. Üniversiteleri “ideoloji ve kimlikler üzerinden bölerek” yönetilmez hale getirme peşinde koştuğumuzu ya da ‘orta sınıf refleksleri’ verdiğimizi iddia eden iktidar hokkabazlarına inat, belki de ilk kez üniversitede böylesine bir bütünleşme yaşandı. İÜDÜG ve Raşit Tükel, hem asistanların işgüvenliği mücadelesinde hem de muhalif öğrencileri hedef alan soruşturmalarda onları yalnız bırakmamaya özen göstermişti. Şimdi aynı gruplar, siyasi görüşlerinden bağımsız bir biçimde Tükel’in rektörlüğüne destek vermek için kampüsü dolduruyordu.

Demokratik mücadeleye ilham olacak başka bir nokta da seçim sürecinde izlenen siyaset oldu. Baskın seçim kararına karşı Tükel ve İÜDÜG hiçbir biçimde rakip rektör adayları hakkında suçlayıcı bir pozisyon benimsemedi; çıkar ilişkileri içine girmedi. Seçimi takip eden günlerde de diğer adayları hedef tahtasına koymak yerine kendi programını anlatmayı tercih etti. Yolsuzluk ve kadrolaşma iddialarının ayyuka çıktığı zaman diliminde gerçeğin araştırılması için tüm imkânların kullanılacağını söylemekten de kaçınmadı. Demokrat ve ilkeli bu duruşa karşılık Tükel’i ve İÜDÜG’yi itibarsızlaştırmak adına asılsız haberler yapan havuz medyası, iktidarın “düşman” bellediklerinin tümünün Tükel’i desteklediğini ileri sürecek kadar pespayeleşti. Üniversitedeki seçime Kabataş fantezileri karıştıran iktidarın kalemşorları kendilerine servis edilen kurmaca haberleri servis etti. Tüm bu kirli oyunları, hür iradeleriyle oy veren akademisyenlere bir hakaret sayıyoruz.

YENİ ARAYIŞLAR
Üniversitelerin kâr elde etme üzerine yeniden yapılandırılmasına ve liyakata aykırı bir biçimde gerçekleştirilen kadrolaşmalara karşıyız. Bizler birilerinin ileri sürdüğü gibi “kamu kaynağı kullanan kuruma kamu otoritesi karışmasın” demiyoruz; üniversite valilik, tapu kadastro müdürlüğü değildir diyoruz. Rektör, “hükümetin memuru” değil üniversite bileşenlerinin temsilcisidir; temsil edebilmesi için de aynı bileşenlerin seçimine dayanmalıdır. Rektörlerin yetkilerinin azaltılması ve üniversite bileşenleriyle paylaşılması, akademik birimlerin karar alma süreçlerinin demokratikleştirilmesi, iç denetim mekanizmalarının çeşitlenmesi, bu temsiliyetin meşru bir biçimde sürdürülmesi için önkoşuldur.

İÜ’nün öğretim elemanları, idari personeli ve öğrencileri seçim başarısının Türkiye’de demokratik mücadele veren başka mecralardaki öznelere umut vermesini diliyor. Elbette değişimin bir günde gerçekleşmeyeceğinin farkındayız. Ancak ülkenin dört bir yanından üniversite hayalimize destek yükseliyorsa orada tabandan gelen bir değişim arzusu var demektir. Özerk, bilimsel ve demokratik bir üniversite isteğimizin bu denli sahiplenilmesi 12 Eylül’den bu yana süren 35 yıllık baskı düzeninin yıkılacağının habercisi. Yeter ki korkmadan, yılmadan mücadeleye devam edelim.

Güven Gürkan Öztan – Birgün

 

 

 

More in Dış Köşe

You may also like

Comments

Comments are closed.