Zat-ı muhteremleri nedeniyle gerçek düzlemde yapamadığımız toplantı, muhabbet, seminer nev’inden ne varsa teknoloji sağ olsun, mahallecek sanal alemde hallediyoruz.
Sabah pijamalar ve uykudan yeni uyanmış gözlerle (zamanda da hafiften kayma yaşadık) zoomlara, hang outlara, skypelara akıyoruz. Akşamı elde bira, bir canlı yayın odasından bir diğerine girip çıkarak tamamlıyoruz. Zihin yorgun, beden hepten gidik. Ruh zaten nereye kaçtı acaba?
Öte taraftan dijital alem sonsuz nimetleriyle gerçek gündemimize güzel bir alternatif oluyor. Pek çok yenilik, “doğala özdeş” şekilde yerini alıyor bu yeni alemde.
Çok kişinin katılabildiği, herkesin yatay hiyerarişiyi deneyimlediği, eşitsizliklerin ortadan kalktığı dijital toplantı uygulamaları sayesinde deneyim kazanıyoruz. Gerçeğin anatomi ve dinamiğini kavradıkça bir uydu-alem kurmayı başarıyoruz.
Ve bakınız şu işe ki tıpkı gerçek yaşamda olduğu gibi virüsler, bu alemde de var. Anlaşılan hırsız polis ilişkisi gibi bir ilişki bizimkisi bu virüslerle. Biz tam bütün düşünce, duygu, ilişkileri bu tatlı ortama taşımışken haydi bakalım bir virüs de burada.
İnsanın adaptasyon gücüne tanıklık ediyoruz.
Dolayısıyla mesele bu dalgadan sağ çıkıp çıkmayacağımız değil, eğer çıkarsak bu şekilde mi yaşamaya devam edeceğimiz? Bunu düşünmeyi unutmayalım.
Sanal araçların da kırılganlığı diye bir şey var. Bunu da unutmayalım. Dijital ayakizi diye birşey de var. Bunu da unutmayalım.
Farkındalık, ah şu farkındalık!