İsrail gözlerini dört açmasına rağmen bir tuzağa düştü. Filo organizatörlerinin, İsrail ordusunu tüm dünyaya kuvvet kullanmakta tereddüt etmeyecek bir ordu gibi sunmak isteyeceğini biliyordu. Filo organizatörleri ölüm, yaralanma, kan ve duman istiyordu. Ve İsrail onlara tam da bunu verdi.
Buradaki çatışmanın adalet veya mantıkla değil, bilinç, imaj, hissiyat ve sezgilerle ilgili olduğunu çocuklar bile biliyor. İşte bu yüzden İsrail daha farklı davranmalıydı.
İsrail’in karar verme mekanizmasın- daki yetkililer ülkenin kendi tarihinin anılarını canlandırmalıydı. Olanlar başbakanın, savunma bakanının, genelkurmay başkanının ve donanma komutanının tarih hafızasının ne kadar kısıtlı olduğunu gösteriyor. 1947’deki Exodus gemisinin öyküsünü hatırlamıyorlar. Britanya Mandası yetkilileri İsrail toprağının kıyılarını ablukaya almıştı ve Yahudi liderler bunu kırmanın hakları ve görevleri olduğuna inanıyordu. Exodus gemisindeki Yahudi göçmenler kendilerini durdurmaya yönelik her türlü çabaya kuvvet kulla-narak karşı koyma kararı aldı. Yahudi liderler dünyanın vicdanını harekete geçirmek ve uluslararası sempati savaşında zafer kazanmak istiyordu.
Bugün de Hamas liderleri aynı şekilde inanıyor ve hareket ediyorlar. Ablukanın mantığı veya gerekçesi bir yana, Hamas’ın bunu zor kullanarak kırmaya çalışacağı gün gibi ortadaydı. Bunu kaçakçılık tünelleri ve deniz yoluyla yaptılar. Gemileri durdurma çabasına karşı koymayı da doğal hakları olarak gördükleri belliydi.
1988’de FKÖ, Filistinli mültecilerle İsrail’e yollanacak ‘Geri Dönüş’ adlı bir gemiyi organize ettiğinde, İsrail gemiyi durdurmak için farklı bir yöntem seçmişti. Mossad ajanlarını ve deniz komandolarını Kıbrıs’a yollayarak, yolcular daha gemiye binmeden gemiyi sabote etmişti. Gemi hasar görmüş ama kimse yaralanmamıştı.
İsrail Gazze filosunda da benzer bir yaklaşım düşünmeliydi. Ancak İsrailli ajanların dost ülkelerde serbestçe çalışabilecekleri günler geride kalmış anlaşılan.
Başka bir ihtimal daha vardı. Ehud Olmert’in başbakanlık görevi sırasında, İsrail malzemelerle ve eylemcilerle dolu tek bir yardım gemisinin Gazze’ye girmesine izin verdi. Ve bunu yaptı diye de kafasına gökten taş yağmadı.
İsrail hükümeti bu sefer de benzer biçimde hareket edebilirdi. Hiçbir felaket olmazdı. Gemiler karaya yanaşır, malzemeler indirilir ve eylemciler de gemiden inerdi.
Ne olurdu peki? O zaman bunun arkası da gelirdi diyebilirsiniz. Ama bence Hamas ileride aynı şeyi tekrar yapmaya çalıştığında, İsrail’in hâlâ farklı çalışma ve Hamas’tan daha akıllı davranma şansı olabilirdi.
Son çare olarak, basit bir çözümle gemilerin motorlarını sabote edip, gemileri kontrol altına almadan yolculuklarını durdurma yoluna da gidilebilirdi. İsrail hükümeti bunun yerine zor kullanarak gemileri kontrol altına almaya çalıştı.
Dünyanın en iyi istihbaratıyla övünen İsrail, gemilerden birinde şiddet unsurlarının, donanımlı demir çubukların, bıçakların ve sapanların olduğunu bilebilmeliydi. İsrail bunu bilmiş olsaydı, ölüm ve yaralanmalardan kaçınmak için gemi baskınında daha uygun yollar kullanabilirdi.
Ama böyle olmadı.
İsrail Hamas’ın eline koz verdi. Bu, komutanlarının emirlerini yerine getiren genç askerlerin suçu değil. Sorumluluk kabinenin ve askeri planlayıcılarındır.
İsrail hükümeti ve ordusunun davranışına nereden bakarsanız bakın, bunun ne kadar aptalca ve trajik olduğu ortada. İsrail durup durup, kuvvetle çözüme kavuşturulamayacak işleri inadına daha da fazla kuvvetle çözebileceğini kanıtlamaya çalışıyor. Her seferinde de bu kuvvet politikaları hezimete uğruyor. Sorun şu ki, her hezimetimizle birlikte, dünyanın ait olmak istediğimiz kısmının bize gösterdiği sabır tükeniyor. (İsrail gazetesi, 1 Haziran 2010)
-Yossi Melman- (Radikal)