Dış Köşe

Hrant olsaydı! – Can Dündar

0

Aralık 2004’te Doğu Konferansı ekibiyle Erivan’a gitmiştik; Hrant Dink başımızda…
İlk durak, Erivan Üniversitesi’ydi.
Aramızda Ermenistan başkentini ilk kez gören çoktu. Ermeni aydınların çoğu da ilk kez bir Türk delegasyonla karşılaşıyordu.
Gergindik.
Tam lafa girecekken bir Ermeni öğrenci ayağa kalktı ve salondakileri, “soykırımda katledilenler anısına” saygı duruşuna davet etti.
Buz gibi bir hava esti. Erivan kanadı hazırola geçti. Ama bizim ekip, emrivaki sevmezdi.
Aydın Çubukçu “Madem öyle, 1915’te ölen herkes için saygı duruşu yapalım” dedi.
O zaman kalktık.
Oturur oturmaz Hrant söz aldı ve çıkıştı ev sahiplerine:
“Biz buraya entelektüel bir çaba için geldik, ama militan bir tavırla karşılaştık.”
2001’de, Fransa “soykırım”ı tanıdığında ne demişti:
“Şimdi Paris’e gideceğim, Concorde Meydanı’nda bir taşın üzerine çıkıp ‘Soykırım olmamıştır’ diye bağıracağım. Sonra Ankara Güven Park’ta bir taşa çıkacağım ve ‘Soykırım yapılmıştır’ diyeceğim.”
* * *
Gerçeğe ancak böyle ulaşılır; fikrin önündeki bariyerler (bazen can pahasına) tamamen temizlenerek…
Hrant yaşıyor olsa, yine Fransa’yı ilk eleştirenlerden biri olurdu muhtemelen…
Ama “Soykırım vardır” diyeni “Türklüğe hakaret”ten yargılayan Ankara’nın, “Soykırım yoktur” demeyi suç sayan Paris’e “ifade özgürlüğü” dersi vermesine gülerdi herhalde…
Bunca gazeteciyi hapse tıkanların insan haklarından dem vurmasını, Dersim katliamı için “Zulümdür, cinayettir” sözünü hatırlatanların, 1915’in yüz binlerce kurbanı için tek kelime etmemesini kınardı.
“Tarihinizle o kadar gurur duyuyorsanız Dersim için niye özür dilediniz” diye sorardı.
* * *
Tamam, ne deyip ne diyemeyeceğimize burnunu sokan Sarkozy ile hesaplaşalım.
Ama daha kaç kuşak, bu yükün altında yaşayacağımızı da konuşalım.
Mustafa Kemal, “Nutuk”un en başında, “Vilayat-ı Şarkiye Müdafaa-i Hukuk-ı Milliye Cemiyeti”nin kuruluş amaçları arasında, “Doğu illerindeki zulüm ve cinayetler”i yapan ve yaptıranların süratle cezalandırılmasını talep etmekte bulunduğunu hatırlatır.
Ermenilerin Müslüman ahaliye karşı uyguladığı “pek gaddarane hareketler”le birlikte “tehcir esnasında yapılan kötülükler”e değinip bunlarda “milletin kesinlikle parmağı olmadığını” vurgular.
Kendisini ve milletini, bu vahşetin sorumlularından ayırır.
O halde biz neden bu “kötülükler”in sorumlularını sahiplenip “Atalarımıza laf söyletmeyiz” havasına giriyoruz.
Teşkilat-ı Mahsusa’nın 1910’lardaki silahşörleri, 1990’larda şahsi çıkar için cinayet işleyen özel timcilerin atası değil mi?
Ben şahsen, katliam emrini vermiş Türklere, katliama ortak olup mülke konmuş Kürtlere, “fırsat bu fırsat” diye kan dökmüş Ermenilere, Türk diplomatlarına acımasızca kıymış ASALA katillerine karşı, bu “mezalim”e ortak olmayan, o cehennemde komşusunu saklayan, ölenlerin acısını yüreğinde duyan Türkleri, Kürtleri, Ermenileri ata sayıyorum.
Onlar için ortak bir saygı duruşuna kalkmak bu kadar mı zor?

More in Dış Köşe

You may also like

Comments

Comments are closed.