Dış Köşe

Ey adalet, göster yüzünü! – Banu Güven

0

Bu yazı diken.com.tr/ den alınmıştır

Tam bir yıl olacak.

Memlekete en çok hayrı dokunan insanlardan Osman Kavala, 18 Ekim 2017’de gözaltına alındı, 1 Kasım’da tutuklandı. Ortada hala bir iddianame yok. Dolayısıyla bir duruşma tarihi de yok. Zaten suç da yok. Zorbalık var.

Kavala iktidarlara biat ederek servetine servet katan bir işadamı olmak yerine, elindeki imkanları demokratikleşmeden, kültürel zenginleşmeden ve barışmadan yana kullanmayı tercih etti. Dolayısıyla savaştan ve çatışmadan beslenenler ondan hoşlanmadı.

1980 darbesinin bilgiyi, özgür düşünceyi, bunların ifadesini ve paylaşımını engelleyen ortamında İletişim Yayınları’nı kuranlardandı. Demokratikleşme için zaruri olan sivil toplumun güçlenmesine öncü ve destek oldu. Küresel Barış ve Adalet Koalisyonu gibi birçok girişimin ilk imzacılarındandı.

Halkların yeniden elele tutuşup kendilerine reva görülenden farklı bir gelecek kurabileceğine inandı. Bu geleceğin sanatsal ve kültürel alanlarda daha çok ve ortak üretimle yaratılabileceğini düşündü; bu coğrafyada birbirine uzak kalanları buluşturan, birbiriyle konuşturan Anadolu Kültür’ü kurdu. Diyarbakır Sanat Merkezi, Kars Sanat Merkezi ve İstanbul’daki DEPO, bağımsız sanatçılar ve kültürel etkinlikler için değerli merkezler oldu. Yok olma tehlikesi altındaki her türlü mirası korumak amacıyla da Kültürel Mirası Koruma Derneği’ni kurdu. AB sürecinde Avrupa ve Anadolu’daki kentler arasında bağlar kuracak projeler geliştirdi.

Kavala savaş ya da deprem gibi felaketlerden etkilenen çocukların hayatını güzelleştirmek için de çalıştı. Bu amaçla atölyeler düzenlendi, kitaplar basıldı.

Eziyet

Anlayacağınız üzere, Osman Kavala bildiğiniz tarzda bir işadamı değildi. Bütün bu faaliyetleri de şirketlerinin prestij hanesine yazdırmak ya da vergiden düşmek için değil, iyi bir insan olduğu için yaptı. Toplumsal barışta, halklar ve kültürlerarası diyalogda, hak savunuculuğunda ve ortak yararda ısrar etti. Bu yüzden onun da hanesine eziyet düştü.

Bu eziyet gözaltıyla başladı. Kavala’yı, bir toplantı için gittiği Antep’ten dönüşünde, sanki İstanbul’da evi ve işi yokmuş, yeri yurdu belli değilmiş gibi, uçaktan inmeden gözaltına aldılar. İktidar medyasındaki haberlerde ballandırılarak adı geçirilen Alman Goethe Enstitüsü’nün bir toplantısından dönüyordu Kavala. Ama haberlerde bu saygın enstitünün Antep’in AKP’li belediyesiyle de ortak projeler yürüttüğü hiç belirtilmedi tabii. Bir kanalda Kavala’nın uçakta gözaltına alındığı haberi, onunla uzaktan yakından alakası olmayan başka bir işadamının bulanıklaştırılan görüntüsü eşliğinde veriliyordu.

Emniyet sanki yıllardır peşinde olduğu azılı bir suçlunun izini sonunda bulmuş gibi davrandı. Osman Kavala uçaktan alınıp oradan oraya götürülürken, eşi Prof. Dr. Ayşe Buğra da yollarda onu arıyordu. Sonunda eşini Vatan Caddesi’ndeki Emniyet Müdürlüğü’nde buldu.

Gözaltı süresi, sanki gerçekten olağanüstü bir durum varmış gibi, OHAL kararnamesine dayanarak uzatıldı. Kavala ancak nezarethanedeki son gününde polis sorgusuna alındı. Sorgu öğleden sonra başlamıştı, savcılığa geceyarısı gönderildi. Ama savcıyı görmedi bile. Tutuklanma talebi mahkemeye iletilmek üzere hazırdı. Mahkeme de Osman Kavala’ya ağır müebbetlik bir değil, iki suç beğendi: ‘cebir ve şiddet kullanarak, Anayasa’nın öngördüğü düzeni ortadan kaldırmaya veya bu düzen yerine başka bir düzen getirmeye veya bu düzenin fiilen uygulanmasını önlemeye teşebbüs’ ve ‘cebir ve şiddet kullanarak Türkiye Cumhuriyeti Hükûmetini ortadan kaldırmaya veya görevlerini yapmasını kısmen veya tamamen engellemeye teşebbüs!’ Kavala 1 Kasım günü, bu tür soruşturmalardan alışık olduğumuz üzere, sabaha karşı 4’te tutuklanarak cezaevine gönderildi.

Cemaat soruşturması kullanılıyor

Pekiyi yargının darbe karşıtı bir insanı bu suçlardan mahkum etme teşebbüsünün ardında nasıl bir soruşturma ve nasıl deliller vardı? Soruşturma gizli olduğundan pek az bilgiye sahibiz. Kavala’nın avukatlarının elinde gizli olan polis sorgusu ve alenileşen mahkeme kararının dışında, tutuklamaya itiraz, tahliye talepleri ve bunlara verilen cevaplardan başka bir belge yok.

Kavala’nın ‘kalkışma’ olarak nitelendirilen Gezi eylemlerinin yöneticisi olduğu iddiasının o zamanlar iktidarın eli kolu olan cemaatçi savcı ve polislerce ortaya atıldığını biliyoruz. 2013’te Kavala ve yakın çevresinin dinleyen Organize Suçlar Şube’nin eski müdürü Nazmi Ardıç bugün FETÖ davasında tutuklu olarak yargılanıyor. Dinlemeyi talep eden ve hatta uzatılmasını da isteyen eski savcı Muammer Akkaş da firari.

Anlaşılan bugünün emniyet ve yargısı, kumpaslarıyla nam salmış bu adamların soruşturma dosyasından yararlanmakta, onlarla işbirliği yapar hale düşmekte sakınca görmüyor. Bunu yaparken de aynı kumpasçılar tarafından izlenen ve karalanmaya çalışılan Osman Kavala’yı ‘FETÖ’cü’ ilan etmeye çalışıyor. Cemaat’in Gezi’nin ardında örgüt arayıp Kavala’yı bu senaryoya dahil etmeye çalıştığı bilinirken, Kavala’yı FETÖ’yle işbirliğiyle suçlamaya kalkışmak büyük saçmalık. Daha doğrusu kötü niyetlilik.

Avukatlar savcıyle zar zor görüşebilirken, polis sorgusunda konu edilmeyen iddia ve suçlamaları gazetelerden okuyorlar. Kavala’nın ABD’nin İstanbul başkonsolosluğunun tutuklu görevlisi Metin Topuz’la görüştüğü ya da darbecilikle suçlanan Henri Barkey ile 93,5 saat geçirdiği iddiaları gibi. Kötücül bir akıl harıl harıl çalışıyor. Kavala’nın iş yerini emniyet biliyor; Taksim’de. Taksim’in İstanbul’a gelenler için ideal bir konaklama bölgesi olduğu da herkesin malumu. Yani telefonları her gün, aynı anda ve birbirinden bağımsız olarak Taksim’den sinyal verebilecek milyonlarca kişi arasından Kavala ve Barkey seçiliyor. İşin ilginç tarafı, ne zaman iktidara yakın bir gazeteci “Kavala serbest kalabilir” diye yazsa, hemen ardından bu tür iddialar basına servis ediliyor.

Havada uçuşan tevatürün iddianameye dönmesi de zaman alıyor şüphesiz. Tek bir kişiyi, hele delil de yoksa, Kürt meselesinden FETÖ’ye, Gezi gibi kitlesel ve heterojen bir eylemin yöneticisi ve organizatörü olmaktan darbe işbirlikçiliğine kadar her bir şeyden sorumlu tutan bir iddianame üretmek kolay iş değil sonuçta.

AİHM cevap bekliyor

Avukatları Kavala’nın tutukluluğunun son bulması için Aralık 2017’de Anayasa Mahkemesi’ne başvuruda bulundu. Ama aradan geçen 11 ayda Anayasa Mahkemesi’nden ellerine sadece evrakın teslim alındığına  dair bir belge geçti. Avukatlara bir dosya numarası bile verilmedi. Bunun üzerine Haziran 2018’de Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi’ne (AİHM) başvuruldu. Kavala’nın dosyasını öncelikli olarak görüşmeyi kabul eden mahkeme, Türkiye’den makul yargılama süresinin aşılması, tutukluluğa itiraz hakkının ihlâli, tutuklama tarihindeki delil durumu konularında savunma istedi. AİHM ayrıca Anayasa Mahkemesi’ndeki sürecin Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi’nin öngördüğü normlarla uyumlu olup olmadığını da sordu. Şimdi Ankara’nın bu konulardaki cevabını 19 Ocak’a kadar Strasbourg’a bildirmesi gerekiyor. Olası bir uzatma da hesaba katılırsa AİHM’in dosyayı ele alması şubatı bulabilir.

Avukatları bu süre içinde Kavala’nın serbest kalmasını istiyor. Ağustos sonunda Kavala’nın dosyasının ayrılarak tahliye edilmesini talep etmişlerdi. Bugüne kadarki talepleri bazen duruşmasız, bazen de kendilerine haber bile verilmeden yapılan duruşmalarda reddedilmiş olsa da, müvekkillerinin iş AİHM’e kalmadan tahliye edilmesini umuyorlar.

Osman Kavala da gözaltına alındığı günden beri ısrarla ve sabırla adaleti Türkiye’de bulmayı umuyor. Daha geçtiğimiz günlerde (Yıldıray Oğur’a mektubunda) “Özgürlüğüne yabancı kurumların daha fazla değer vereceğini ümit etmesi, insanın vatandaş olmaktan kaynaklanan özgüvenini ciddi biçimde yıpratıyor”demesi, adalete inancını kaybetmek istemediğini gösteriyor.

İddia makamı ne kadar uğraşırsa uğraşsın. Osman Kavala’dan darbeci çıkaramayacaklarına göre Osman Kavala’yı bir an önce cezaevinden çıkarmaları gerekiyor.

Bu yazı diken.com.tr/ den alınmıştır

 

 

Banu Güven

More in Dış Köşe

You may also like

Comments

Comments are closed.