Köşe Yazıları

Dünya’da bahar, Türkiye’de sonbahar

0

Her geçen gün, Dünya sokaklarında yükselen seslere, bir yeni ülke, bir kaç sokağı ile katılıyor. Her ne kadar Arap Baharı’nın en popüler çıkışı olan Mısır’da, bahar, kışa dönmüş ve isyan bir devrimle değil bir askeri darbeyle sonuçlanmışsa da, mevsim dönüyor ve bahar tüm Dünya sokaklarını kuşatıyor. “Libya Baharı’nın” olgunlaştırdığı petrol meyvelerini yemek için birbirini ezen Batılı ülkeler, kendi ülkelerinin sokakları tarafından sarsılıyor.

Geleceği konusunda kaygılanan insanlar, bilindik “sokağa çıkma” kalıplarını yırtıp atarak, sokağa çıkıyorlar ve taleplerini dile getiriyorlar. O bilindik kalıpların, geleneklerin temsilcileri ise, bu ortada olanı ya izlemekle yetiniyor ya da utangaç utangaç katılıyorlar. Eski talepler, dönüştürülüyor, genişletiliyor ve sokaklarda savunuluyor. Dünya’da durum böyle.

Gelelim Türkiye’ye. 8 Ekim’de Ankara’da büyük bir miting oldu. Aslında üzücü bir şekilde, Ankara için gerçekten büyük bir miting gerçekleşti denilebilir. 1 Mayıs bir şehirde rutine binmiş en kitlesel miting ise, bu ondan da daha kalabalıktı denilebilir. Nedeni basit aslında. Tüm Türkiye’den katılım olan, merkezi bir miting oldu. Böyle bakıldığında sorun yok. Fakat işin aslı öyle değil. Ortaya çıkan manzara Dünya’nın tamamen tersi görüntüler barındırıyor çünkü.

Mitinge giderken kafamda bir yandan miting ile ilgili ne yazılabilir, ne yapılabilir düşüncesi vardı. Sonuçta Türkiye’nin en büyük ve etkili meslek odaları ve sendikaları tarafından düzenlenen bir miting olacaktı. Açıkçası kafamda şöyle bir fotoğraf ve başlık oluşmuştu. Güzel, etkili ve çok kalabalık bir miting (70 milyonluk bir ülkeyi bırakın, 5 milyonluk bir şehirde 30-40 bin kişilik bir mitingi aslında zayıftır), yeni taleplerin, Dünya’nın rüzgarını da arkasına almış şekilde yeni ve evrensel sunuşları olacaktı. Sonuçta öyle bir ortam olacaktı ki kafamdaki başlık şöyle şekillendi: Ankara’ya bahar geldi!

Fakat ne yazık ki karşılaştığım görüntüler sonucunda söyleyebileceklerim bunun tam tersi… Ankara (ve Türkiye) kışa doğru hızla yol alıyor. Mayıs değil, Kasım yaşanıyor. 8 Ekim 2011’den aklımda kalan görüntüler sonucunda yaptığım analiz, Türkiye’de muhalif kesimlerin halktan daha da koptukları ve kopma yolunda da hızla ilerledikleri. Bu ne yazık ki, ileriye doğru bir kopuş da değil. Bugün Dünya’nın herhangi bir kentinde yapılan, herhangi bir protestoda, hem halk için bir söz söylediğini iddia edip, hem de doğrudan o söz ile halkın bu kadar dışlandığı bir başka örnek bulamazsınız. İçine kapanık, çoğunlukla sadece kendi için konuşan, kendi için konuşmadığında da söyleyiş tarzıyla asla kendini kabul ettiremeyecek olan bir yapıyla karşı karşıyayız. Ne yazık ki; bu durum giderek de güçleniyor. Türkiye’de muhalif kesim bir beş yıl öncesine göre, bir on yıl öncesine göre daha fazla “kendi çalıp, kendi oynuyor” ve çaldıkları da kendisi dışında herkesin kulağını tırmalıyor. Amaç eğer, en kabul edilmez görüntüyü verip, en radikal çıkış ile safları ayırıp, sağlamlaştırmaksa, evet bu yapılıyor.

Tüm Dünya evrensel bir düzleme kayarken, İtalya’daki insan da %99 için, ABD’de sokakta olan insan da %99 için mücadele ederken, Türkiye’de muhalefet gitgide ya kendine yönelik ya da etnik hedeflere kendisini kitliyor ve evrensellikten kopuyor. Bu aynı zamanda tek tipleşmeyi de beraberinde getiriyor. Tüm bu karışım da halka ulaşma önünde en büyük engeli oluşturuyor. Denklem basit aslında. Dünya %99 için sokaklara çıkıyor, Türkiye ise %90’ı baştan uzaklaştırarak, öteleyerek sokağa çıkıyor.

Sonuç olarak; Nasıl ki Dünya sokaklarında yaşananlar, Wall Street’teki 700 kişi insanlığa ve bizlere umut veriyorsa; Ankara’daki 30-40 bin kişi de tam tersine umutları kırıyor. Çünkü gitgide azalıyor ve gitgide olumsuzluğa daha sahip çıkıyor, gitgide heyecanını yitiriyor Türkiye’de muhalif kesim. Azaldıkça, en kolay çoğalma yöntemlerine kayıyor ama o kolay çoğalma yöntemleri bu sefer topluluğu “bütünden” kopartıyor. Türkiye’nin milliyetçi ikliminden şikayet edip, Türkiye’yi milliyetçi iklimden çıkarmaya çalışmak, “çivi çiviyi söker” mantığıyla gerçekleşmiyor. Çünkü aynı mantıkla ilerleseler de bir milliyetçi iklim, ilk olarak başka milliyetçi iklimi kendisinden uzaklaştırıyor. Bu da aslında muhalif kesim olarak nitelendirdiğimiz kesimlerin neden halktan giderek koptuğunu gayet güzel açıklıyor.

Yeşil Gazete yazıları ve diğer yazılar için: http://www.urbarli.net

You may also like

Comments

Comments are closed.