Camdan konuşanla candan konuşanlar bir olur mu? – Sevilay Çelenk

Bu yazı gazeteduvar.com.tr/ den alınmıştır

Madenli kadınlarda böyle tuhaf bir gerçekçilik var. Zaten Maden de çok nevi şahsına münhasır bir dünya köşesidir. Keşke size oraya dair okunacak bir şeyler önerebilsem ama yazan da çıkmamış pek. Bir tek sevgili Fethiye Çetin’in anneannesinin hikayesini biliyorum ben orada geçen. Anneannem adlı bu kitap ne kederli, ne etkileyici bir biyografidir… Ermeni anneannenin dokunaklı hikayesinin ardında günahları ve sevaplarıyla belirme imkanı bulan bir Maden panoraması da vardır.

Dilerim bir gün birileri etraflı bir Maden hikayesi yazar ve biz de okuruz. Ben mi yazsam ne yapsam? Ey Madenliler, bilhassa Arpameydanlılar! Anılarınızı yazıp gönderiverin bana da bir bakayım neler yapabiliyoruz. Anlatın bakalım; Maden dağlarında küplere doldurularak toprağa gizlenmiş gömü aradınız mı? Maden bahçelerinde taze ceviz kabuklarıyla ellerinizi kınaladınız mı? Kestiğiniz kenger otlarının altına yassı taşlar yerleştirip oraya damlayan sakızları sevinçle topladınız mı? Diken dutlarını yerken, kıpkızıl bir renge bulanıp hangi yaşta olursanız olun çocukluğunuza yuvarlandınız mı?

“Gündüz al, gece sat” kasabası. Çok katlı kasaba. Maden…

Neyse annem, konumuza döneyim ben. Maden’de, sayılan sebeplerle beş kuruş etmiyor olmak, yine de genellikle erkeklere mahsus bir şeydir. Dedikoduya tevessül eden bir kadının ise beş kuruş etmemesi münhasıran söz konusu değildir. Zira bir dağın tepesine basamak basamak oturtulmuş evlerinde, pencere önündeki sedire kurulup dışarıyı seyre daldıklarında, komşuların toprak damlarından başka bir manzara bulamayan kadınlar, dedikodu etmeyecektir de ne yapacaktır? Sorarım size. Bir zamanlar bölgede tenis kortu ve üç ayrı sinema salonu bulunan tek ilçe olsa da, bilhassa televizyon öncesinde kadınların hayatı böyle bir hayattır Maden’de. Onların erkeklerinki gibi, çalışıp sosyalleştikleri bakır işletmeleri, fabrikaları ve kahvehaneleri yoktur. Bu nedenle kadınlar, bin yıllık tarihe sahip saat kulesinin yamacında zamanın geçmesini beklerken, ferahfeza dedikodu da edebilir, yeri geldiğinde küçük yalanlar da söyleyebilirler. Çatlayacak değillerdir ya. Tam da bu yüzden bu özellikleri bir erkekte görmeye dayanamazlar. Bu erkekler, “Beş kuruş etmir”dir. Maden’e gidemeyeli yıllar oldu. Fakat hayatımda çok sayıda Madenli bulunduğundan, beş kuruş etmeye dair fiyatlandırma kriterlerinin pek değişmediğini tahmin edebiliyorum.

Madenli kadınların bir de “Babam kardaşım olsun” diyerek beğenilerini belirttiği erkekler vardır. Erkeğin boyuna posuna, soyuna sopuna ve huyuna suyuna bakarlar, sonra da herhangi bir meziyetlerini övmeden önce, bir “Babam kardaşım olsun” çeker ve her tür yakınlık ihtimalinin uzağına gönderirler onu. Akıl işte. Ne diyeceksin?

Muharrem İnce’nin mitinglerini izlerken ne çağrıştırdı bilmiyorum ama aklıma bütün bunlar geldi. Madenli kadınların Selo Başgan’dan muhtemelen “Babam kardaşım olsun” diye çekingen bir övgüyle söz ediyor olduklarını düşündüm. Peki Muho Başgan için ne diyorlardı acaba? Onu “Babam kardaşım olsun” diyerek, heyecan alanından uzaklaştırmaya gerek duyacaklarını sanmam. Muho Başgan’a yönelik beğenilerini mahcubiyete kapılmadan rahatlıkla söyleyebilirler sanki.

Evet, Muharrem İnce ülkenin dört bucağında benimsenmiş görünüyor. Candan bir konuşma tarzı var. Şimdiye dek yalan söylediğini, uydurduğunu ya da iftiracı olduğunu (bir kişi hariç) kimseler iddia etmedi sanırım. İnce dün Ankara’daydı. Prompter’dan başka rakip tanımadığını, camdan değil candan konuştuğunu söyledi ki hakkı vardı. Kimsenin inkar edemeyeceği bir inanç, inat ve güvenle konuşuyordu.

Benim oyum HDP’ye. Bilen biliyor ama yine söylemiş olayım. Gel gelelim bu Muho Başgan da hiç fena gitmiyor, onun da yeri ve önemi apayrı bu seçimde. Dolayısıyla onun da hakkını teslim etmek lazım. Herkes hayatta neyi görece iyi yapıyorsa onu yaparak birinin hakkını teslim edebilir. Ben de yazarak, Beştepe’den geçiremediğim yolumu Maden ellerinden filan dolaştırarak, bir küçük şehirden “bir tutam insan” manzarasıyla düşüncelerimi yazayım istedim.

Selo Başgan’ın prompter’a karşı ketılı var. Tivit (kayn)atabiliyor bu ketıl. Türkiye siyasi tarihine adını “altın ketıl” olarak yazdırdı çoktan. Fakat Muho Başgan’ın da sinevizyonu hiç fena gitmiyor. Bir arkadaşım söyledi de öyle rabıta kurdum. Bir zamanların Gece Kuşu, Televizyon Çocuğu, Zaga, Televizyon Makinası gibi efsane programlarıyla Okan Bayülgen’i hatırladım. Zaga’daki medya arkası bölümünde haftanın videolarını elindeki çıbık ilen teker teker izletiyordu hatırlarsanız. Henüz kral olmamıştı. Gerektiği anda hızla “Durr, durr, durrr” diye mim koyuyordu seyrettirdiği videolara. Sonra eli büyüttü. Haftanın üç günü Disko Kralı, Muhabbet Kralı ve Medya Kralı programlarıyla ekranları kapattı. Daha sonra bir ara bir programına Kral Çıplak dedi. Bayülgen’in bugün 40-60 yaş aralığında olan Türkiye gece kuşlarının hayatında çok özel bir yeri vardır. İlk yıllarında Okan Bayülgen’in tek kaşı vardı ve yüzünün geri kalanı sinek kaydı bir tıraştı. Bunu da hatırlarsınız.

Sinek demişken, televizyonun camına yapışan sineklerden konuşurdu, canı sıkılan insanlardan konuşurdu… Hey gidinin Okan Bayülgen’i. Size bir şey söyleyeyim mi herkeş vaat ettiği anarşikliğin hakkını verseydi, beş kuruşluk operaları dinlemek zorunda kalmazdık bugün. Bayülgen yıllar yılı uykusuz gecelerimize talip olmuş, komedi yapmış, mizah yapmıştı. Mizah ki bu ülkede ağzı bantla kapatılmış olanların söz kaçağıdır , nasıl bu denli apolitik bir “güldürme” noktasına çekilebilir yıllar içinde? Okan Bayülgen mizahında bence olan buydu…

Oysa Zaga’nın jeneriğine hüzünlü bir görkemle şu sözler yayılırdı. “Hatırla bebeğim, eskiden küçük bir sinek vardı o sinek dünyanın umrundaydı. Televizyonun camına konardı. Bir hikaye düşün bebeğim. Lambalı bir televizyon düşün, bir de karşısında oturan çocuk. Bense televizyondaki sineğim…” Sonra işte bu anarşiklik pek bir yere bağlanamadı. Bazı şovmenler de zaten ailemizin temiz ve semiz komik çocuğuydu. “Ay bak bak paşaport diyor, şemşiye diyor” çocuğu. Bu çocuksu safmışgibilikten umutlanarak, bunların programına bağlanan ve bir vicdan seslenişi yapan biri olduğunda, şapkaları hızla düşüp kelleri görünüyordu.

Elbette anaakım televizyon mizahından pek bir yere gidilemeyeceği aşikardı.

Neyse ki siyasi içeriğe ve vurguya sahip bir mizahı ekrana taşıma işini de siyasetçiler yapıyor ve yaptı. Yakın dönemde bu tür bir mizahın pirinin Sırrı Süreyya Önder olduğunu söyleyebiliriz.

Fakat Selo Başgan’ın mizah yeteneği bambaşka. Daha önce de yazdım. Muharrem İnce’ye gelince o doğrudan “kapak” çalışıyor ve çok başarılı.

Diğerlerine gelince, “Vallahi hiçbiri beş kuruş etmir” desem yeridir.

Bu yazı gazeteduvar.com.tr/ den alınmıştır

 

Sevilay Çelenk

İLGİLİ HABERLER

İLGİNİZİ ÇEKEBİLİR

Balık ekmek yemekle olmaz, Marmara’nın suyunu için!-Mehveş Evin

Ne yazık ki müsilaj felaketini balık yemek, denize girmek, denizin yüzeyini temiz görmeye indirgemek, bu büyük ekolojik krizi durdurmanın önündeki en büyük engel.

Marmara Denizi’ndeki kirlilik sorununa bir çözüm: Agroekoloji – Bülent Şık

Agroekolojik yöntemler sulardaki nitrat kirliliğini azaltıcı bir sonuç doğurur ve bu da içme suyu kaynaklarının korunması anlamına gelir.

Örgütlü sessizlik – Arat Dink

Zeki Tekiner, dört ay önce başka bir silahlı saldırıdan şans eseri ölümcül bir yara almadan kurtulmuştu. Vali’yi olayın siyasi boyutu olduğuna ikna edememişlerdi. Dostları Nevşehir’den bir süre uzaklaşmasını istediler. O, “Bana Nevşehirliden zarar gelmez” dedi, kaldı. Su, tanıdık akıyor, değil mi?

Marmara Denizi’ndeki müsilaj kirliliğinde kömürlü termik santrallerin etkisi incelenmeli- Pelin Cengiz

İstediğiniz kadar yüzey temizliği yapın, bir yeri temizlerken diğer taraftan atık devam ediyorsa buna temizlik denir mi?

Marmara’nın ölümü: İstanbul kolera salgınına hazır mı – Bülent Şık

Denizdeki müsilajin kolera salgını getirmesi mümkün. Ama her şeye rağmen devam etmekten ziyade durmayı, onarmayı öne çıkarmalıyız. İnsan, bitki, hayvan ve çevre sağlığını bir bütünün birbiriyle ilişkili parçaları olarak görmeye çalışarak çözümler arayacağız.

EN ÇOK OKUNANLAR