Hafta SonuManşet

Feminizme indirilen darbe: Kadınlar ve içselleştirilen roller – Gökçe Aydoğan

0

    ‘Kadın nedir?’ sorusuna feminizm akımı süreci içersinde pek çok cevap verilmiş ve bu konuda pek çok kuram ortaya atılmıştır. Kadınlık hem cinsiyet hem de toplumsal cinsiyet çerçevesi içinde ele alınmış ve bunlar arasındaki kuramsal farklar ortaya konulmuştur. Cinsiyet, kadının üreme ve fizyolojik özelliklerine gönderme yaparken; toplumsal cinsiyet, davranışlara ve cinslere dışarıdan atfedilen kurallar ve özelliklere gönderme yapar. Ancak toplumsal cinsiyetleştirmede karşımıza çıkan kadın ile biyolojik anlamda yani cinsiyet olarak kadın farklıdır. Feministlerin savunduğu gibi, biyolojik ve fiziksel farklar cinslerin birbirlerine olan davranışlarını, toplumsal rollerini etkilememelidir. Toplumsal cinsiyet yapısı ve bunun tanımları, sistemi anlamak için gerekli olsa bile ne yazık ki bu sistem kadın ve erkeği farklı konumlara koyarak kadını ötekileştirir. Ötekileşen kadın her zaman olmasa da, kendi kimliğinden kopar, toplum tarafından kendisine uygun görülen kimliğe bürünür ve yine toplum tarafından kendisine uygun görülen rolleri oynar.

Bu ötekileşme bence, her zaman kadının kendi kimliğine yabancılaşması ile gerçekleşmez. Kadın, kendisine dayatılan rolleri ve kimliği benimseyerek, kendi benliğine yabancılaştığı gibi kendi, kendi hemcinslerine de yabancılaşabilir. Böylece toplumsal cinsiyetçiliği ve toplumsal rolleri, toplumun değişmez normları olarak kabul eder. Yine ataerkil sistem içinde büyüyen, cinsiyet rollerinin bir uzvu haline geldiği kadınlar da, ataerkil rolleri erkeklerle paylaşır.

Feminist hareket; kadınları kendilerine dayatılan rollerden ve kimliklerden arındırıp, kadının her anlamda özüne dönüşünü hedefler. Peki her kadın feminizmle iç içe ya da aynı çizgide midir? Bell Hooks’un da dediği gibi feminizm herkes için midir ve herkes feminizmi benimsemiş midir? Ben feminizmin herkes için olduğunu düşünüyorum. Ancak elbette ki herkes feminizmi benimsemiş değildir. Kadınlara kurtuluş imkanı sağlayan bu hareketle ne yazık ki çoğu kadın arasında ciddi bir mesafe vardır.

Feminist hareketin temelinde kadınlar olsa bile, er kadın feminist değildir. Feminizm toplumsal cinsiyeti, cinsiyetçiliği sorgular ve bunları yıkma mücadelesi verir. Ancak bu tutumu yalnızca erkek egemenliğine karşı değil, cinsiyetçilik yapan tüm bireylere karşıdır. Cinsiyetçi rol ve düşüncelerden sıyrılmış erkek bireyler feminizmle sarmalanmıştır. Fakat çeşitli boyutlardaki ayrımcılık düşüncelerinden kurtulamamış ve ataerkiyi benimsemiş olan kadınlar feminist hareket içinde yer alamaz.

Bell Hooks, ‘Feminizm Herkes İçindir’ adlı kitabında, ‘İster kadın olalım ister erkek, hepimiz doğduğumuz andan itibaren toplumsallaşma vasıtasıyla cinsiyetçi düşünce ve eylemi kabul etmeye yönlendiriliyoruz. Bunun bir sonucu olarak da kadınlar da erkekler kadar cinsiyetçi olabiliyor.’ diyerek, kadınların da tıpkı erkekler gibi cinsiyetçi olabileceğini söyler. Hooks, kadınların diğer kadınlarla aralarındaki farkları da (renk, ırk, etnik köken, kültür) cinsiyetçilik olarak ele alır. Tanım itibariyle  cinsiyetçilik, cinsler arasında görülen bir durumdur. Irk ayrımı, ekonomik ya da sınıfsal ayrımlar cinsiyetçilik olarak tanımlanamaz, fakat Hooks kadınların birbirleri üzerinde yaptığı ayrımları genel olarak cinsiyetçilik olarak ifade etmiştir. Buradaki tanım karmaşasını bir yana bırakırsak, tüm bunlar doğrultusunda kadın ile feminizm arasındaki mesafenin boyutunu görebiliriz.

Bir kadın kendi hemcinsine karşı sosyo-ekonomik yönden olsun, ırksal yönden olsun tutucu bir tavır takınabilir. Aynı sosyal çevreden olmayan, aynı ekonomik düzeyde yer almayan, aynı renkten olmayan ya da aynı kültürü paylaşmayan kadınlar arasında çoğu zaman feminist anlamda bir dayanışma söz konusu değildir. İş yerlerinde, kadınlar arasındaki ast-üst ilişkileri ve bu ilişkilerin, bireylerin yaşam biçimi haline gelmesi, TV ekranlarında yer alan, bilinçli ya da bilinçsiz olarak yapılan ve kadını kadına kırdıran programların yaygın hale gelmesi, bireylerin yetiştikleri ortamda bu tutumu kendi öz benliği haline getirmesi kadınlarla feminizm arasındaki mesafenin varlığını ortaya koyar. Tüm bunlarda görüldüğü gibi ayrımcılık ve cinsiyetçilik sadece erkeklere özgü değildir. Kadınlar da en az erkekler kadar tutucu ve ayrımcı olabilir. Aile ortamında, kimi zaman erkek çocukları ve erkek bireyleri kayıran ve ataerkiyi güçlendiren çoğu zaman kadınlardır. Bu durumda kadınların da cinsiyetçi düşünceyi erkekler kadar benimsedikleri görülür.

Feminist hareket içinde bulunan, fakat kendi çevresindeki kadın sorunları dışında kalan, feminizmin küresel vizyonundan uzakta olan kadınlarla da (feminist hareket içinde olmalarına rağmen) feminizm arasında mesafe vardır. Feminizm tarihinde de çoğu zaman bazı feminist grupların gerek siyah köle kadınların uğradığı suistimallere gerekse maruz kaldıkları diğer aşağılanmalara karşı duyarsız  kaldıkları görülür. Kadınların özgürleşmesinin sadece siyasi hayatta ya da çalışma alanında erkeklerle eşit haklara sahip olunmasıyla sağlanacağı düşüncesi pek çok kadın grubunu dışarıda bırakmış ve onların sorunlarının göz ardı edilmesine neden olmuştur. Yine sadece belli bir sınıfa ait kadınları feminizmin öncülüğünü üstlenmesi ve feminizmi belli bir grubun sorunlarına yönelik olarak ele alması da feminist duruşa aykırı olduğu gibi çoğu kadını dışarıda bırakır.

Tüm bunlardan yola çıkarak feminizmle arasında mesafe bulunan kadınların, feminist hareket içinde de yer alabileceğini söyleyebiliriz. Bunların sebebi feminist hareket içinde yer alan kadınların feminizmi yeterince özümseyememiş olması, onu belli bir çevreye ait görmesi ya da feminizmin sadece belli başlı sorunlara odaklanan bir hareket olduğunu düşünmeleri olabilir. Feminist hareket içinde hiç yer almamış ve onunla hiç tanışmamış kadınlar ise içinde bulundukları aile, gelenek-görenekler ve yerleşik kültür nedeniyle, bir şekilde ataerkilliği yaşam biçimi haline getirerek hemcinslerine dayatılanları kabullenmiştir. Kadın hareketine en büyük darbe kadın ve feminizm arasındaki mesafeden gelir. Kadın, toplumun erkeğe ve kendisine biçtiği rolleri kabullenir. Sınırlı olan özgürlüğüne boyun eğer, yani ataerkilliği içselleştirir. Bu durumda da feminizmle aynı paralelde olması söz konusu değildir.

Ataerkil geleneğin sürdürülmesi ve beslenmesinde kadının rolü yadsınamaz. Yerleşik geleneksel kadın imgesi ne yazık ki çoğu kadın tarafından benimsenmiş, bu da ataerkil sistemin işine gelmiş ve ona hizmet etmiştir. Günlük hayattaki cinsiyetçi söylemlerin kullanımının kadınlardaki çokluğu, ataerkinin nasıl benimsendiğini ortaya koyar. ‘Kocandır, döver de sever de. Kan kussan kızılcık şerbeti içtim de.’ ve bunun gibi daha pek çok, kadın kısıtlı bir yer biçen söylemler, geleneksel rollerinden sıyrılmamış kadınlar tarafından kendi hemcinslerine aşılanır. Böyle bir durumda bir kadının (örneğin bir annenin kızına ‘Kocandır, döver de sever de.’ demesi) kendi hemcinsine bu tarz söylemlerde bulunması, hemcinsini yerinde tutması çabası mıdır yoksa kendi yaşamışlıklarını, kendisine söylenenleri devam ettirme güdüsü müdür? Bu soruya verilebilecek olan alternatif cevaplardan biri de toplum baskısıdır. Başkaldıran, boşanmak isteyen kadının toplumca zaptedilmesi gereken bir  varlık olarak görülmesi ve bu görevin kadının ailesine, yakın çevresine verilmiş olması kadınları mecburi bir davranış kalıbına yöneltir. Bu mecburiyet, kendisinin de içinde yetiştiği toplum baskısının kendi hemcinsleri üzerinden devam ettirilmesiyle sürekli hale gelir.Tüm bu mecburi durumlar gelenek adı altında toplanır ve toplumda kadının geleneksel rolleri ortaya çıkar. Bu nedenle kadınlar memnun olsun ya da olmasın bu geleneksel rollere boyun eğer ve bunu kendi kuşağından olan ya da olmayan hemcinslerine aşılar. Çocuklarını kendi yetiştiği ortamın kurallarına göre yetiştirir. Kız çocuklarına ve erkeğe çocuklarına toplumun öngördüğü biçimde davranır.

Tüm bunlar çerçevesinde feminizm ve kadınlar arasındaki mesafenin nedenleri anlaşılabilir. Toplum baskısı, gelenek-görenekler, ataerkillik, aile ortamı gibi pek çok durum ve bu durumların kadınlara atfettiği roller ne yazık ki çoğu kadın tarafından içselleştiriyor. Bu durumda da kadınlar ile yenilikler arasına engeller giriyor. Her kadın feminizmle tanışamıyor veya kendisine dayatılanlar ve içselleştirdikleri yüzünden feminizmle arasına mesafe koyuyor.

 

 

Gökçe Aydoğan

More in Hafta Sonu

You may also like

Comments

Comments are closed.